28 Kasım 2014 Cuma

İHANETİ VATANİYE




Tayyip Bey, 26/Kasım/2014 tarihinde ATO Kongre Merkezinde yapılan 4.Esnaf ve Sanatkarlar Şurasında yaptığı ve “adalet arıyorum adalet” diyerek yeri göğü inlettiği konuşmasında, dikkatinizi çekti mi bilmiyoruz, Glasport ihalesiyle ilgili olarak yürütmeyi durdurma kararı veren yargıçları eleştirip suçlarken, bize göre hiç gereği yokken, Cumhurbaşkanının ihaneti vataniye diye bir suçu var, peki yargıç'ın ne suçu var, o neyle yargılanacak diyerek ortaya garip bir soru atmıştır.

Hepinizin bildiği gibi, bizim Anayasamıza göre, görevleri sembolik olduğu için, Cumhurbaşkanları görevlerinden ve icraatlarından dolayı sorumsuzdur.

Anayasamızın Cumhurbaşkanının sorumluluk ve sorumsuzluk halini düzenleyen 105. maddesi; Cumhurbaşkanının ancak, vatana ihanetten dolayı Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tam sayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılabileceğini hüküm altına almıştır.

Tayyip Bey, yargıçları eleştirirken ağzından kaçırdığı cumhurbaşkanının ihaneti vataniye diye bir suçu var derken, cumhurbaşkanı olarak kendisinin tamamen sorumsuz olması gerektiğini ima ederek, vatana ihanet ile suçlanabileceğine ilişkin Anayasa hükmüne içerlediğini dolaylı olarak ifade etmiştir.

Tayyip Bey, ülkemizde Anayasa babayasa hiçbir yasa tanımadan, keyfinin istediği her şeyi yapmaya alıştığı için, vatana ihanet dahi etse suçlanmaması gerektiğine iyice inanmış bir ruh hali içindedir.

Tayyip Bey, bize göre bu beyanıyla, vatana ihanet ile sadece cumhurbaşkanlarının suçlanabileceğini, vatana ihanet suçunun sadece cumhurbaşkanları için icat edilmiş bir suç olduğunu zanneden bir duruş sergilemiştir.

Tayyip Bey hiç merak etmesin, vatana ihanet suçunu cumhurbaşkanlarının yanında, milletvekilleri de, bakanlar da, valiler de, genel müdürler de, velhasıl her Türk vatandaşı işleyebilir.

Anayasanın demek istediği, cumhurbaşkanlarının bir imtiyazları vardır, görevleri sırasında, görevleriyle ilgili olarak sadece vatana ihanet ile suçlanabilirler.Bu hüküm, vatana ihanet suçunu, sadece cumhurbaşkanlarının işleyebileceği sonucunu doğurmamaktadır.

Glasport ihalesini ilişkin olarak yürütmeyi durdurma kararını veren yargıçlar da, bu kararları nedenle olmasa da, işleyecekleri başka bir fiil nedeniyle, ihaneti vataniye suçunu işledikleri iddiasıyla suçlanabilirler.

Ama Tayyip Bey hiç merak etmemelidir, vatana ihanet ile suçlanabilme olasılığı dahi onu üzüyor ve sıkıntıya sokuyorsa, şu anda fiilen başında bulunduğu AKP, 2015 seçimlerinde Anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde ettiği taktirde, başkan veya cumhurbaşkanlarının vatana ihanet etmeleri halinde dahi sorumsuz sayılmaları gerektiğini Anayasa hükmü haline getirebilir.

Ha gayret, bu millet ne istediniz de vermedi? 28/Kasım/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat





27 Kasım 2014 Perşembe

BEYEFENDİ ADALET ARIYORMUŞ!





Malum beyefendi 26/Kasım/2014 günü ATO Kongre Merkeezinde yapılan 4.Esnaf Ve Sanatkarlar Şurasında bir konuşma yaparak, idari yargı tarafından Glasport ihalesi için verilen yürütmeyi durdurma kararını sert bir dille eleştirerek, olaylara hakikat gözüyle bakmaya mecbursunuz, sizin yürütmeyi durdurma kararınız nedeniyle, adalet arıyorum adalet diyerek avazı çıktığı kadar bağırmış ve bu kararı kastederek, bu nasıl vatanseverliktir, nasıl bir milliyet perverliktir, Cumhurbaşkanının ihaneti vataniye diye bir suçu var, peki yargıcın ne suçu var o neyle yargılanacak, biz ülkeyi nasıl uçaracağız bunu konuşuyoruz, beyler yürütmeyi durdurma kararı veriyor diyerek, her zaman olduğu gibi, söz geçiremediği gerçekten bağımsız olarak görevlerini icra eden ve yürütmeyi durdurma kararı veren onurlu yargıçları hedef göstererek onlara dil uzatmıştır.

Beyefendi hukuka ve adalete çok saygılı ya(!) bu nedenle adalet arıyormuş, adalet.

Sen ne diyorsun beyefendi?

Sen, adalete inanan, adalete saygılı bir kişimisin ki, adalet istiyor ve adalet arıyorsun?

Adalet AVM'lerde parayla satılan bir nesne değil ki, iki kilo adalet satın alıp sana gönderelim.

Sen, bu ülkenin Cumhurbaşkanısın, Başbakanlığın çok gerilerde kaldı artık, bu ülkenin sözüm ona yeni bir Başbakanı var, Glasport ihalesinin yürütülmesinin durdurulmasında bir adaletsizlik olsa dahi, sana ne? Varsa adil olmayan bir yargı kararı, bunu eleştirmesi gereken şahıs, yürütmeden sorumlu olan Başbakandır. Sen artık unut Başbakanlığı, bu ülkenin tarafsız bir Cumhurbanı olduğunu hatırla ve ulu orta, her gün bir oraya bir buraya giderek gereksiz konuşmalar yapma.

Ülkenin birliğini temsil eden tarafsız Cumhurbaşkanı, aklının her estiği zamanda ve mekanda konuşmamalıdır. Cumhurbaşkanı, ülkenin zor koşullarında, ülkeyi düze çıkaracak durumlarda konuşmalıdır ki, söylediklerinin bir değeri ve ağırlığı olsun. Cumhurbaşkanı, yerli yersiz hergün konuşur ve siyasi polemiklerin içine girerse, inandırıcılığını ve saygınlığını kaybeder, herkesin çok iyi bildiği güzel bir atasözümüz vardır, çok konuşan çok yanılır, bu nedenle de çok konuşmak, bir cumhurbaşkanı için çok risklidir.

Beyefendi adalet arıyorum, adalet diye bağırıyor. Peki adalet'in anlamı nedir?

Adalet; yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme olarak tarif edilebilir.

Adaletin bu tarifinden de anlaşılacağı üzere; adalet kavramı sadece yargıçları ve yargıyı ilgilendirmiyor, adalet, yürütmenin de adil ve adaletli bir şekilde çalışmasını ve icraat yapmasını zorunlu kılar, adaleti, sadece verdikleri kararlarla yargıçlar sağlamazlar. Yargının adil ve adaletli olmasının gerekliliği kadar, siyasetin icrasında da adaletli olmak gerekir.Yargıç'ın, önüne gelen bir davada hukuka ve adalete uygun, hakkı ve haklıyı gözeterek karar verme zorunluluğu kadar, siyasetçinin, Başbakan'ın, Bakan'ın ve Cumhurbaşkanı'nın da, görevlerini yerine getirirlerken adil ve adaletli, hak ve hukuka uygun, yönettikleri kişilerin, yetimin ve yoksulun haklarını gözeterek karar verip uygulama yapmaları zorunludur.

Tayyip Bey, bu ülkede 12 yıl boyunca Başbakanlık yapmış ve şu anda da Cumhurbaşkanı olarak görev yapmaktadır.

Kendisi görevlerini yaparken, devlet adına bir karar alırken, icraatta bulunurken, vatandaşın ödediği vergilerden oluşan devlet hazinesinden ve emrine sunulan örtülü ödenekten harcama yaparken, adil ve adaletli olabilmiş midir ki, avazının çıktığı kadar bağırarak adalet arıyorum, adalet, deme hakkını kendisinde buluyor?

Tayyip Bey'in beyanlarına, icraatlarına ve uygulamalarına, kendisinin ve aile fertlerinin yoktan var olan bugünkü ekonomik konumlarına baktığımızda, bu ülkede, adalet arıyorum, adalet diyerek bağırmaya hakkı olan en son kişi, Tayyip Bey olmalıdır.

Bu ülkede, Tayyip Bey'den önce; adalet arama, adalet nerede,adalet arıyorum deme hakkına sahip olan ve adaleti arayan birçok insanımız sıraya girmiş ve adaleti ararlarken, bu ülkenin Cumhurbaşkanı olan bir zata adalet arıyorum demek yakışmamaktadır.

Ülkenin Cumhurbaşkanı dahi adalet arıyorsa, bu ülkenin sade vatandaşının vay haline.

Cumhurbaşkanlığı makamı, adalet isteme ve adalet arama makamı değil, öncelikle temsilcisi olduğu milletinin haklarını savunma ve onların adletli bir şekilde yönetilmelerini sağlama makamıdır.

Adalet arıyorum adalet diye haykıran Tayyip Bey'i dinleyip de onun Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olduğunu bilmeyen bir yabancı, Tayyip Bey'i, Soma maden ocağında pisi pisine ölen 301 işçiden birinin, ya da Ermenek maden ocağında suyun altında kalarak ölen 18 işçiden birinin acılı babası olduğunu ve devletin ihmalinden evladını kaybeden bu acılı babanın haklı bir feryadı zannedecek.

Nerede beyim, Tayyip Bey'imizi, Soma maden ocağında hayatını kaybeden 301 işçi, Ermenek maden ocağında hayatını kaybeden ve aradan geçen uzun zamana rağmen bazılarının cenazelerini dahi çıkarıp ailelerine teslim edemedikleri işçilerimizin ve yakınlarının acıları zerre kadar ilgilendirmiyor.Tayyip Bey, ölen işçilerimiz için adalet aramıyor.Onun aklı ve fikri, yandaşlarına para kazandıracak olan usulsüz ihalelerle ilgili olarak yargının haklı olarak verdiği yürütmeyi durdurma kararlarında.

Bu ülkede;

Tayyip Bey'in düne kadar başında olduğu ve bugün de fiilen ilgisini kesmediği ve başında bulunduğu AKP iktidarının ihmalleri ve denetim eksiklikleri yüzünden, maden ocaklarında ve diğer iş kazalarında yüzlerce işçi yakınlarını kaybeden vatandaşlarımız,

Vatanımız ve milletimiz için hiçbir kamu yararı ve önceliği bulunmayan, sadece Tayyip Bey'in şahsi keyfi, lüks ve şatafat düşkünlüğünü tatmin için Ankarada kaçak saray ve İstanbulda Vahdettin Köşkünün yapımında kesilen binlerce ağaç, bu saray ve köşkler yüzünden buralara komşu olan kendi yaşam alanlarında kısıtlamalara tabi tutularak huzurları bozulan insanlarımız,

İstanbul'un trafiğini rahatlatmayacağı gibi, İstanbul'un gereksiz büyümesine ve trafiğinin daha da allak bullak olmasına yol açacak olan 3. Boğaz Köprüsünün yapımı için acımasızca kesilen ve yok edilen ağaç ve ormanlarımız,

Soma Yırcalıda termik santral yapımı için, yargı kararına rağmen kesilen 6000 zeytin ağacı ve bu ağaçların yetişmesinde emekleri olan Yırcalı köylülerimiz,

İş bulamadıkları için evlerine bir lokma ekmek götüremeyen insanlarımız,

Çoğu vasıtalı adaletsiz ve ağır vergi yükü altında ezilen dar gelirli insanlarımız,

Asgari ücretle çalıştıkları halde vergi ödeyen ve ayın sonunu getiremeyen insanlarımız,

Gelir dağılımındaki adaletsizlikten muzdarip insanlarımız,

Hırsızlık ve yolsuzluk yaptıklarına dair haklarında yeterli suç şüphesi bulunmasına rağmen haklarında takipsizlik kararları verilen kişiler karşısında çaresiz kalan dürüst vatandaşlarımız,

Bu vatanı için şehit olan güvenlik görevlilerinin kemiklerini sızlatırcasına, PKK bölücü terör örgütü ile çözüm süreci adı altında girişilen vatanı bölme pazarlıklarına karşı çıkan, en başta gazilerimiz ve şehit aileleri olmak üzere, vatanının ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünden yana olan yurtsever vatandaşlarımız da, iş başındaki AKP iktidarından adalet ve adaletli bir yönetim istemektedirler.

Bu insanlarımız aradıkları adalete kavuşmadıkça, adalet arama hakkınızın bulunmadığını size hatırlatmak istiyoruz Tayyip Bey.27/Kasım/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


25 Kasım 2014 Salı

LAİK OLMAZSAN KADIN ERKEK EŞİTLİĞİNİ HAZMEDEMEZSİN




Tayyip Bey, dün (24/Kasım/2014) Kadın ve Demokrasi Derneğinin İstanbulda düzenlediği KADEM 1.Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesinde yaptığı konuşmasında, “kadın ve erkeğin eşit olması fıtrata ters” diyerek, kadın ve erkek eşitliğini ret eden bir görüş açıklamıştır.


Laik olmayan Tayyip Bey'in, İmam Hatip okumuş bir din adamı olarak, dini inanışına ve şeriatın, erkeği kadına göre üstün tutan hükümlerine göre, kadın erkek eşitliğini kabul etmeyen görüşünü doğal karşılayabilirsek de, Tayyip Bey'in din adamlığı kimliği dışında, laik Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı kimliğine göre bir değerlendirme yaptığımızda, bu beyanının, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan bir kişiye yakışmadığı gibi, kadın erkek eşitliğini reddeden bu beyan, Anayasanın 10. maddesinde yer alan; dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin herkesin kanun önünde eşit olduğunu belirten Anayasanın yasa önünde eşitlik ilkesine açıkça aykırı olup, Tayyip Bey bu dünkü beyanıyla, hem Müslüman, hem de laik olunamaz diyerek çok önce açıklamış olduğu laiklik karşıtı beyanına, hem Müslümanlık, hem de kadın ve erkek eşitliği bir arada kabul edilemez sözünü ilave etmiş bulunmaktadır.


Bugün, demokratik, laik ve çağdaş toplumlarda, kadın ile erkeğin her alanda eşit oldukları kabul görmekte ve demokratik ve laik bir cumhuriyet olan ülkemizde de, yukarıda belirttiğimiz gibi, Anayasamızın yasa önünde eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddesinde yer alan hükümle, yaradılış özelliklerine, cinsiyet farkına bakılmaksızın kadın ve erkek eşitliği tescil edilmiştir.


Cinsiyet farkı bulunan kadın ile erkek arasında, yaradılıştan kaynaklanan fiziksel, ruhsal, yapısal,tabiat ve mizaç farklılıkları var olup, kadın, erkeğe göre fiziksel olarak daha güçsüz ve narin bir yapıya sahip olabilir, ama bu fiziksel ve ruhsal farklılıklar, toplumsal yaşam içinde, haklar, özgürlükler, ödevler ve sorumluluklar yönünden, kadınların erkekler ile eşit olmalarına engel olamaz.


Eşitlik kavramını, yaradılıştan ve cinsiyet farkından kaynaklı ruhsal ve fiziksel farklılıkları da inkar edecek şekilde ve her yönüyle mutlak eşitlik anlamında kabul etmek, bizi yanlış sonuçlara götürür, örneğin kadının doğurmasına ve ana olmasına karşılık, erkeğin doğurgan olmamasının, kadın erkek eşitliği ile uzaktan yakından bir ilgisi bulunmamaktadır.


Kadının; fizik olarak, erkeğe göre daha narin yapıda ve güçsüz olmasından kaynaklı olarak, bazı haklar alanında erkeğe nazaran üstün tutulması, yine bazı yükümlülükler açısından muaf tutularak kadın lehine birtakım pozitif ayrımcılık yapılıyor olması da, kadın ile erkek arasında eşitlik olmadığı şeklinde yorumlanamaz.


Kaldı ki, Tayyip Bey ile onun kafa ve düşünce yapısındaki kişilerde hakim olan kadın ile erkek arasında var olduğu kabul edilen eşitsizlik kavramı; yukarıda belirttiğimiz, erkek karşısında kadına tanınan birtakım pozitif ayrımcılığın karşılığı olmayıp, erkeği, kendisine tanınan haklar yönünden, kadına göre daha üstün tutan, İslam dinine ve antilaik düşünceye dayalı, modern ve laik toplumların kabul edemeyeceği ilkel bir kavramdır.


Tayyip Bey; şayet bilmeden, kadının cinsiyetine dayalı ve yaradılışından kaynaklanan fiziksel ve ruhsal özellikleri dikkate alınarak, erkeklere tanınmadığı halde, yasalarla kadınlara tanınan ve pozitif ayrımcılık olarak nitelendirebileceğimiz bazı haklar ile eşitlik kavramlarını karıştırmış ve “kadın ile erkeğin eşit olması fıtrata terstir” lafını etmiş ise, diyecek bir şeyimiz olamaz, ancak, Tayyip Bey'in gerçek niyeti, kadının cinsiyetinin doğal bir sonucu olan fiziksel ve ruhsal farklılıklarını öne sürüp kadını kollar gözükmek suretiyle, kadını zayıf ve eksik göstererek, kendi yandaşlarına erkeğin kadınlardan üstün olduğunu ve bu anlamda kadın ve erkeğin eşit olamayacağı mesajını vermek ise,bunun Cumhurbaşkanlığı ve devlet adamlığı ile bağdaşır ve kabul edilebilir bir yanının bulunmadığını belirtmek zorundayız. 25/Kasım/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat





24 Kasım 2014 Pazartesi

YENİ TÜRKİYE'NİN VALİSİNE YAKIŞANI YAPMIŞ!





Edirne Valisi Dursun Ali ŞAHİN, iki gün önce talihsiz bir açıklama yapmış ve "Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgarları estiren, bizzat savaş tatbikatı yapan o eşkıya kılıklı insanlar orada Müslümanları katlederken, biz de onların burada sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu" diyerek, sinagogu ibadete kapatacağını ve müze yapacağını kamuoyuna duyurmuştur.

Edirne Valisinin; Mescid-i Aksaya yapılan saldırıdan etkilenerek, bu saldırıdan sorumlu olmayan, sırf İsrail kökenli ve Türkiyedeki Musevi cemaatine mensup olmaktan başka hiçbir suç ve günahları bulunmayan, sizin ve bizim gibi Türk Vatandaşı olan bir kitleye yönelik, ayırımcı, kin ve nefret dolu, Edirne ilinde, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil eden en üst düzey mülki amir sıfatıyla yapmış olduğu bu açıklaması, ülkemizin laik ve demokrat kesiminde, büyük bir şaşkınlık ve üzüntü yaratmıştır.

Edirne Valisinin, ayırımcı, bölücü ve nefret içeren bu beyanları, Türk Ceza Kanununa göre açıkça suç olup, laik cumhuriyetimizin laiklik ilkesine de açık bir şekilde aykırıdır.

Bu nedenle, yandaş olmayan görsel ve yazılı medyada, valinin beyanları şiddetle kınanmış ve eleştirilmiş, bir çok makaleye konu olmuştur.

Biz bu makalemizi, açıklamaları nedeniyle Edirne Valisini eleştirmek ve kınamak amacıyla yazmıyoruz.

Bizim amacımız, Edirne Valisinin şahsında, yeni Türkiye denilen AKP yönetimindeki laik Türkiye Cumhuriyetinin bugün getirilmiş bulunduğu acı ve hazin duruma dikkat çekmektir.

Biz, vatandaşlarımızın dinlerine ve mezheplerine, etnik kökenlerine göre ayrıştırıldığı ve kamplara bölündüğü, mezhep farkı yüzünden dış politikalarda değişikliklere gidilerek, eski dost devletlerin düşman ilan edildiği, çözüm süreci adı altında ülkemizin Güneydoğu bölgesinin fiilen bölünmesine göz yumulduğu, bu ülkenin kurtarıcısı ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün, haksız ve utanmaz bir şekilde, diktatör ve soykırımcı olmakla suçlandığı yeni Türkiyede, yaptığı açıklama ile Devletin değil AKP iktidarının Valisi olduğunu gösteren Edirne Valisinin, bu yeni Türkiye'ye yakışanı yapmış olduğunu değerlendiriyor ve valinin açıklamalarını hiç yadırgamadığımızı belirtmek istiyoruz.

Basında yer alan bazı haber ve makalelerde, Edirne Valisinin derhal görevden alınması istenmekte ve bugüne kadar görevden alınmaması eleştirilmekte ise de; biz,yeni Türkiye'ye çok yakışan ve yeni Türkiye'nin gereklerine göre görevini ödünsüz yerine getiren bu valimizin, ilk çıkarılacak olan valiler kararnamesiyle Ankara veya İstanbul illerimizden birine vali atanmasını Bakanlar Kurulumuzun yüce taktirlerine arz ediyoruz!

Yakışır doğrusu!

Bu vesileyle, AKP iktidarının yarattığı yeni değil, Atatürk'ün kurup Türk gençliğine emanet ettiği demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetine yakışan kuşaklar, valiler ve sair yöneticiler yetiştirmeleri dileğiyle, emeklisi ve çalışanıyla hak ettikleri gerçek maddi ve manevi değerlerden yoksun bırakılan fedakar ve cefakar tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutluyor, tüm öğretmenlerimize selam, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz. 24/Kasım/2014


Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

21 Kasım 2014 Cuma

ATATÜRK'E ATILMAK İSTENEN DİKTATÖR ÇAMURU





Günümüzde, insan hak ve özgürlüklerine dayalı laik demokrasiyi nihai ve kalıcı bir amaç ve yaşam tarzı olarak benimsemeyen, laik demokrasiyi ve ilkelerini bir türlü içlerine sindiremeyen, demokrasiyi ve onun özgürlüklerini, laik ve özgürlükçü demokrasi karşıtı asıl ve nihai amaçlarını gerçekleştirebilmek için bir süreliğine araç olarak kullanmaya çalışan ve bir süreliğine araç olarak kullanmaya çalıştıkları bu demokrasiyi dahi beceremeyip yüzlerine ve gözlerine bulaştıran gerçek ve kalıcı diktatörler ve onların yandaşları tarafından diktatör olmakla suçlanan ve bu yolla itibarsızlaştırılmaya çalışılan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün; bir diktatör olmadığını, zamanın koşullarına göre diktatör gibi algılanan ve değerlendirilen bazı tutum ve davranışlarının; insan hak ve özgürlüklerine dayalı, çok partili ve laik demokrasiyi hedefleyen ve bu nihai ve kalıcı hedefe ulaşmak için de, o zamanın koşullarına göre yapılması gereken zorunlu davranışlar olduğunu izaha çalıştığımız, yaklaşık üç sene önce kaleme alınan 10/Kasım/2011 tarihli “BÖYLE DİKTATÖRE CAN KURBAN” başlıklı makalemizi, yeniden hep birlikte okumaya ne dersiniz? He diyorsanız, işte yazımız.21/Kasım/2014 Güner YİĞİTBAŞI


BÖYLE DİKTATÖRE CAN KURBAN


Okumuşu, cahili, siyasetçisi, devlet adamı, gazetecisi, sözde bilim adamı her cenahtan bazı nankörler, Atatürk'ün diktatör olduğunu beyan ederek, sözüm ona Atatürk'ü halkımızın gözünde küçük düşürmeye çalışıyorlar.

Bu nankörler, Atatürk'ü diktatörlükle suçlayarak, bir tabuyu yıktıklarını zannediyorlar ve tabu olan Atatürk'ü dahi eleştirmek ve onu diktatör ilan etmek suretiyle, kendilerinde büyük bir güç ve cesaret olduğunu ve de ülkenin en demokrat kişileri olduklarını vehmediyorlar.

Türkiye Cumhuriyetini kuran ve Türkiye Cumhuriyetini bugünkü laik ve demokratik yapısına kavuşturan, tüm devrimleri gerçekleştiren üstün bir şahsiyet olan Atatürk, nasıl diktatörlükle suçlanabilir?

Amaç, bugünkü iktidara yağ çekip yaranmak ve birilerini, ikinci ve demokrat Atatürk olarak lanse etmeye çalışmak.

O birileri değil mi, hazıra konduklarını, Atatürk dönemine nazaran, ülkenin bugün ulaştığı yetişmiş insan ve ekonomik gücünü unutarak, dokuz yıllık iktidarları döneminde, tüm Cumhuriyet tarihimizde yapılandan daha çok iş başardıklarını haykırarak kendilerine pay çıkaranlar.

Evet, Atatürk, nihai hedefi ve amacı cumhuriyet ve çok partili laik demokrasi olan, bu nihai hedefe ve amaca ulaşmak için gayret sarf ederken önüne çıkarılan engelleri kaldırmak için, geçici olarak diktatörlüğü araç olarak kullanmak zorunda bırakılan bir diktatördü, Mustafa Kemal ATATÜRK, ülkemizi işgal eden emperyalist devletleri yenerek kurtuluş savaşından muzaffer çıkmış, milletin egemenliği ilkesini kabul ederek Türkiye Büyük Millet Meclisini açmış, Cumhuriyeti ilan ederek, Osmanlının küllerinden yeni Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuş, hilafeti ve saltanatı kaldırmış, eğitim ve öğretimi laikleştirmiş ve daha bir sürü devrimi gerçekleştirmiş, ancak, karşı devrimcilerin, cumhuriyete, demokrasiye ve laikliğe baş kaldıran her hareketine karşı, devrimci kişiliğine uygun bir şekilde, gözünü kırpmadan, en radikal önlem ve tedbirleri uygulamaya koyabilmiştir. Çok partili demokrasiye geçiş denemeleri de karşı devrimcilerin girişimleri sonucunda başarısız kalmış ve bu hedefini de, en yakın silah ve çalışma arkadaşı İsmet İNÖNÜ gerçekleştirmiştir.

Tüm yaptıklarına, söylevlerine ve uygulamaya koyduğu tüm devrimlerine baktığımızda ve bunları bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, Atatürk'ü, nihai amacı ve hedefi demokrasi olmayan, gerçek anlamda ve kalıcı bir diktatör olarak değerlendirebilir misiniz?

Tabii ki hayır.

Bugün bakıyoruz, Atatürk dönemindeki demokrasinin yaşayıp gelişmesine engel teşkil eden olumsuz hiçbir koşul kalmamış, cumhuriyetin ve laik demokrasinin ilke ve gelenekleri oturmuş, buna rağmen, ülke bir korku imparatorluğu olmuş, demokrasi bir amaç olmaktan ziyade bir araç olarak görülmeye başlamış.

Bu geriye gidiş eleştirilecek yerde, bu geriye gidişi perdelemek ve haklı göstermek için, Mustafa Kemal ATATÜRK, marjinal bir kesim tarafından, devrimci ve demokrat kişiliğine saldırılarak, diktatörlükle suçlanır hale getirilmiştir.

Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, bu kendini bilmez nankörler, kadirşinas milletimizin gönlündeki ATATÜRK sevgisini asla yok edemeyeceklerdir.

Sevgili Atamızı, her yıl olduğu gibi, ölümünün 73. yıl dönümünde de minnetle ve şükranla anıyoruz. 10.Kasım.2011


Güner YİĞİTBAŞI

19 Kasım 2014 Çarşamba

UMUDUMUZ DİNDAR VE MÜSLÜMAN GENÇLİK!


Tayyip Bey; geçtiğimiz günlerde katıldığı bir toplantıda yaptığı konuşmasında, Amerika Kıt'asının, bilinenin aksine, 1492 yılında Kristof Kolomb'un değil, Kolomb'dan 314 yıl önce, 1178 yılında Müslüman denizciler tarafından keşfedildiğini tüm Dünya milletlerine duyurarak, bugüne kadar tüm Dünya'nın yanlış olarak bildiği bir gerçeği açıklamış ve 2014 Kasımında Amerika'yı yeniden keşfederek, Dünya'da var olan İslam Ümmetini onurlandırmış ve gururlandırmıştır!
Tayyip Bey; yıllarca, tüm Dünya'nın yanlış olarak bildiği Amerika'nın keşfine ilişkin bu gerçeği, pişmiş aşa su katarak, tam 522 yıl gecikmeyle tüm Dünya'ya açıklarken, Amerika Kıt'asının mucidi olarak geçinerek tüm Dünya milletlerini aldatan Kristof Kolomb'un bu rekoruna gölge düşürmüş ve Kristof Kolomb'un bu konudaki karizmasının çizilmesine neden olmuş ise de; yine de Kristof Kolomb'un hakkını yememiş ve bu tezini, Müslüman denizcilerden 314 yıl gecikme ile Amerika Kıtasına ulaşmış olan Kristof Kolomb'un anılarında yer aldığını iddia ettiği ve Kolomb'un, Küba kıyılarındaki bir dağın tepesinde gördüğünü beyan ettiği caminin varlığına dayandırarak, Kolomb'un, bu gerçeğin ortaya çıkmasındaki hakkını da teslim etmiştir.
Tayyip Bey'in açıklamalarına göre; Kolomb, Amerikayı ilk keşfeden değilse de, yazdığı hatıralarında yer verdiği, Küba kıyılarında bir dağın tepesinde cami gördüğüne ilişkin beyanlarıyla, Amerika Kıt'asını ilk keşfedenlerin Müslüman denizciler olduğu gerçeğinin ortaya çıkmasına katkı sunmuş ve azıcık da olsa durumunu kurtarmıştır.
Biz, Tayyip Bey'in, tüm dünyanın doğru olarak bildiği bir yanlışı düzelterek, Amerika Kıtasını Kolomb'un değil Müslüman denizcilerin keşfettiği açıklamasını yaptıktan sonra, Amerika'yı keşfeden bu Müslüman denizcilerin, Küba kıyılarındaki bir dağın tepesine bu camiyi nasıl yaptıklarını, bu Müslüman denizcilerin hangi milletten olduklarını ve akıbetlerinin ne olduğunu, Müslüman denizcilerin Küba kıyılarındaki dağın tepesine yaptıkları caminin, hiç değilse kalıntılarının şu anda mevcut olup olmadığını merak etmeye başladık. Tayyip Bey, o derin ve engin araştırma ve bilgi edinme yeteneğini kullanarak, bu konularda edineceği yeni bilgileri bizlerle paylaşma lütfunda bulunursa, çok mesut ve bahtiyar olacağımızı, buradan özellikle belirtmek istiyoruz!
Kim demiş, antilaik Müslümanlar geri kafalı, bilim ve yenilik düşmanı? Öyle söyleyenler, halt etmişler doğrusu!
Tayyip Bey'in; tüm Dünyayı sarsan ve kendisine getiren, 522 yıllık bir yanlışı düzelten Amerikanın keşfine ilişkin bu çok değerli ve cesur açıklamalarından sonra, kimler derse ki; İslam dinine dayalı antilaik eğitim, ülkemizin laik yapısına ve ilerlemesine zarar veriyor, bizi bilimsel gerçeklerden uzaklaştırıyor, bilsinler ki, ilk önce bizi karşılarında bulacaklardır!
Ülkemiz için büyük bir kazanç ve şans olan Tayyip Bey'in, imam hatip lisesinde okuyarak feyz almış olmasının hikmetini, şimdi daha iyi anlamış ve kavramış bulunuyoruz!
Tayyip Bey'in 12 yıllık iktidarı döneminde, Öğretim Birliği Yasasına aykırı olarak, din adamı ihtiyacının üzerinde imam hatip liselerinin açılışına hız verilmesinin, neredeyse tüm liselerimizin imam hatipleştirilmeye çalışılmasının arkasında yatan önemi ve sırrı da çok iyi anlamış bulunuyoruz!
Bundan sonra, yeni imam hatip liselerinin açılmalarını asla eleştirmeyeceğiz, bilakis bizler de teşvik edeceğiz ki; yaratılacak olan yeni dindar ve Müslüman denizcilerimiz ve astronotlarımız, belki de Dünyamızda var olan ve henüz keşfedilmeyi bekleyen yeni kıt'aları ve uzayda var olan yeni yaşam alanlarını keşfederek insanlığa sunsunlar ve İslamın adını tüm Dünya insanına duyursunlar! 19/Kasım/2014
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

17 Kasım 2014 Pazartesi

MEŞRUİYETİNİZİ TARTIŞILIR HALE GETİRMEYİNİZ





Cumhurbaşkanı Tayyip Bey, Anayasaya meydan okumaya devam ediyor.

Halkımızın iyi niyetini ve demokratik sabrını kötüye kullanıyor.

Anayasamıza göre, Cumhurbaşkanının vatana ihanet dışında sorumsuz olduğu bir gerçek ise de, bu sorumsuzluğu, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in, Cumhurbaşkanlığının en başta partiler üstü tarafsız niteliğine ve tarafsız kalacağına ilişkin olarak yaptığı yeminine saygı göstermek ve bunun gereği olarak da tarafsız davranmak mecburiyetini ortadan kaldırmamaktadır.

Cumhurbaşkanının doğrudan halkın oylarıyla seçilmiş olması da, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'e keyfi davranma, eski partisi AKP' den yana tavır alma, tarafsızlık ilkesini ihlal etme hak ve yetkisini veremez.

Tayyip Bey; namusu ve şerefi üzerine yaptığı yeminini ve Anayasanın emredici hükümlerini çiğneyerek, eski partisiyle olan ilişkisini sonlandırmadığı konusunda bırakınız somut delillere dayalı şüpheli davranışları, makul şüpheye dayalı davranışlar içine girdiği taktirde dahi, kendisinden yargı önünde hesap sorulamasa da, tarafsızlığını ihlal eden bu davranışlarıyla, Cumhurbaşkanlığının temeli olan hukuki ve Anayasal meşruiyetini tartışılır hale getirir.

Bunları niçin yazmak zorunda kalıyoruz?

Zira, bugün Sözcü Gazetesinde yer alan fotoğraflı bir habere göre, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey; AKP' nin Manisa Merkez İlçe Kongresine Cumhurbaşkanı sıfatıyla bir çelenk göndermiş olup, bize göre, bu davranışının, Cumhurbaşkanının tarafsızlığı ilkesiyle bağdaşır bir yanı bulunmamaktadır.

Tayyip Bey'in ismen ve Cumhurbaşkanı sıfatıyla gönderdiği çelenk, AKP' nin olağan ve sıradan bir ilçe kongresine gönderilmiştir. Söz konusu olan kongre, Cumhurbaşkanına protokol gereği davet gönderilen AKP veya bir başka partimizin olağan büyük kongresi değildir.

Bu nedenle, sıradan bir AKP ilçe kongresine gönderilen bu çelengi; iktidar veya muhalefet partilerimizden birinin büyük kongresine nezaketen davet edilen bir Cumhurbaşkanının, icabet edemediği bu kongreye gönderdiği bir nezaket çelengi olarak algılayamayız. Tayyip Bey'in bu davranışı, AKP ile ilişkisini kesmediğinin ve tarafsızlık ilkesini çiğnediğinin somut bir delilidir.

Tayyip Bey, tarafsızlığını ihlal eden bu tür davranışlarıyla, sorumsuzluğu gereği Cumhurbaşkanlığı makamında kalmaya devam edebilirse de, kamu vicdanında hukuki ve Anayasal meşruiyetinin tartışılmaya başlanacağını ve kendisine duyulması gereken saygının yok olacağını asla unutmamalıdır. 17/Kasım/2014

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

14 Kasım 2014 Cuma

VERGİ KALKINMANIN TEMELİDİR





Vergi mükellefi olan insanlarımızı,vergilerini kaçırmadan zamanında ödemeye teşvik etmek ve onları vergi ödemeye motive etmek amacıyla, İzmir deki bir vergi dairesi binasının duvarında kocaman harflerle yazılmış bir cümle vardır, burada denmektedir ki; “Vergi Kalkınmanın Temelidir”, teorik olarak düşündüğümüzde, gerçekten çok güzel ve yerinde bir söz.

Gerçekten, vatandaşlardan alınan vergiler, devletin elde ettiği kamu gelirleridir. Devletin, vergilerden elde ettiği kamu geliri olacak ki, devlet de vatandaşlarına götüreceği her türlü hizmeti yapabilsin.

Buradan da anlaşılmaktadır ki, vatandaştan vergi adı altında alınan paralarla, yine vatandaşlara kamu hizmeti sunulmakta ve vatandaştan alınan paralar, sağlık, eğitim, kültür, savunma, yol, su, elektrik, haberleşme,sosyal yardım gibi, ülkenin kalkınması ve kamu hizmeti olarak yine vatandaşa dönmektedir.

Bu nedenle, vergi dairelerine ait binaların duvarlarında yer alan, “Vergi Kalkınmanın Temelidir” sözleri, olması gereken önemli bir gerçeği ifade etmektedir.

Acaba, AKP'nin iktidarda olduğu günümüzde, halkımızdan toplanabilen vergilerden oluşan kamu gelirleri, gerçekten, ülkemizin kalkınmasının temelini oluşturan ve ihtiyaç sıralamasında öncelik arz eden, üretime ve kalkınmaya yönelik hizmetlerin yapımında adil ve ölçülü bir şekilde kullanılmakta mıdır?

Maalesef bu soruya olumlu cevap vermemiz mümkün değildir.

Vergiler, aynı zamanda bir ülkenin gelir dağılımındaki adaletsizliği de giderme vasıtasıdır.

Bu şu demektir; bir ülkede vergiler, gerçekten adil bir şekilde, zenginden daha çok fakirden daha az, gelirleri oranında alınabiliyorsa, zenginden vergi olarak daha çok alınan paralar,devlet tarafından, kamu hizmeti ve sosyal yardım olarak fakir kesimlere transfer edileceğinden, bu yolla, gelir dağılımındaki adaletsizlikler bir nebze de olsa giderilebilecektir.

Ülkemizde şu anda işlemekte olan vergi düzenine baktığımızda; yoksul ve dar gelirli kesimleri temsil eden memur ve asgari ücretle çalışanlar dahil işçilerimizin maaş ve ücretlerinden kaynağında peşin olarak kesilen vergilerin fazlalığına karşılık, magazin sayfalarının baş konukları olan zengin kesimlerin gerçek kazançlarından alınabilen vergilerin azlığı ve KDV (Katma Değer Vergisi), ÖTV (Özel tüketim vergisi) ve benzeri, zengin ve yoksul ayrımı yapılmaksızın, herkesten eşit olarak alınan vasıtalı vergilerin, toplanan tüm vergi tutarındaki oranının yüksekliği dikkate alındığında, ülkemizde, toplanan vergiler yoluyla gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilemediği, yalın ve acı bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

İşte, devletimizin, kamu harcamalarında kullanmak için vatandaşından topladığı vergide adaleti sağlayamadığı, vergi yükünü, zenginden daha çok, fakirin sırtına yüklediği bugünkü düzende, ülkemizi yöneten ve halkın vergilerinden oluşan kamu gelirlerini, başka bir anlatımla devlet hazinesini kendilerine emanet ettiğimiz iş başındaki siyasal iktidarlara, bu paraları adil olarak ve israf etmeden gerektiği yerlerde kullanma konusunda düşen görev ve sorumluluk, daha da önem kazanmaktadır.

Hal böyle iken, 12 yıldır iktidarda bulunan ve devletimizi yöneten AKP iktidarının; bakanlık, genel müdürlük ve benzeri birçok lüks kamu binası için ödemekte olduğu büyük meblağlardaki yıllık kira ücretleri, partili yandaşlara iş yaratmak için devlet kadrolarına yapılan bol maaşlı ve lüzumsuz personel atamaları, lüzumundan fazla lüks, son model ve marka makam ve hizmet otomobili saltanatı, Cumhurbaşkanı Tayip Bey'in lüks ve şatafat merakını gidermek için; mevcutlara ilaveten, uçan saray olarak adlandırabileceğimiz, üzerinde özel ilavelerin yaptırıldığı lüks ve yeni uçak alımı, yine Cumhurbaşkanı Tayyip Bey için; Atatürk Orman Çiftliğinde binlerce ağacın kesimiyle, eski paramızla yaklaşık 1.5 katrilyon liraya çıkan kaçak saray yapımı ve bizim daha bilemediğimiz, ülkemize ve ülkemiz insanına hiçbir ekonomik katkısı olmayan nice lüks harcamalar, bu fakir insanımıza reva mıdır?

Tüm bu gerçeklere rağmen, Tayyip Bey'in; çoğu kendisinin lüks merakı için yapılan bu gereksiz devlet harcamalarını ve israfını görmezlikten gelerek, vatandaşın kullanmakta olduğu bir cep telefonu varken, KDV ve ÖTV gibi vergilerini devlete ödeyerek kendi parasıyla satın aldığı ikinci, üçüncü akıllı cep telefonlarına gözünü dikip bunu israf olarak eleştirmeye kalkışması, temelde haklı olan bir eleştiri olmasına rağmen, Tayip Beyin ağzına yakışmamaktadır.

Kendisine dahi ait olmayan, görevi gereği kendisine emanet edilen kamunun malı devlet hazinesini, kendi lüksü için gözünü kırpmadan harcayan Tayyip Bey; cep telefonu satın alan vatandaşı israfa yol açmakla eleştirme hak ve yetkisini, hangi yüzle ve nereden alıyor? Lüks merakı ve israf konusunda, kendisinin vatandaşlara kötü bir örnek olduğunun farkına ne zaman varıp susacak, merak ediyoruz. 14/Kasım/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat





12 Kasım 2014 Çarşamba

TAYYİP BEY YAVER GELENEĞİNİ KALDIRMAZ




Hepinizin bildiği gibi, AKP ve yandaşları askerleri pek sevmezler.

Zira, laik ve devrimci olduğu için sevmedikleri Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK de, öncelikle bir askerdir.

ATATÜRK, ülkemizi emperyalist güçlerden temizleyip Türkiye Cumhuriyetini kurduktan sonra, en başta laiklik olmak üzere, tüm ilke ve devrimleriyle ve yönetim tarzıyla, askeri kişiliği ve dehasının yanında, büyük bir idareci ve devlet adamı olduğunu da göstermiştir.

Türk ordusunun mensupları da, bugüne kadar, en büyük komutanları Atatürk'den gelen bir geleneğin temsilcileri olarak, en başta laiklik ilkesi olmak üzere, Atatürk devrim ve ilkelerine sürekli sahip çıkmışlardır.

Laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescil edilen AKP ve yandaşlarının; Türk ordusunu sevmemeleri de, Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkmalarından ve laiklik ilkesine olan bağlılıklarından kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle, AKP iktidarı döneminde cemaatle iş birliği yapılarak orduya kurulan kumpas ve ordu mensuplarımızın başlarına gelenler, hepinizin malumlarıdır.

Durduk yerde bunları niçin yazdığımızı merak ettiğinizin farkındayız.

Geçenlerde Sözcü Gazetesindeki köşesinde Yılmaz ÖZDİL'in bir yazısını okudum.Yazının başlığını hatırlamıyorum. Yazıda özetle, AKP iktidarı tarafından askeri vesayetin kaldırıldığı, buna paralel olarak da, Türkye Büyük Millet Meclisinden, Dolmabahçe Sarayından, Dolmabahçe Sarayındaki ATATÜRK'ün öldüğü yatağın başında tutulan nöbet yerlerinden, tüm askerlerin kaldırıldığı ve onların yerlerini polislerin aldığı anlatılıyor ve Atatürk'den gelen bir gelenekle Cumhurbaşkanlarına verilen askeri yaverlerin de kaldırılıp kaldırılmayacağı konusunda fikir jimnastiği yapılıyordu.

Gerçekten, AKP iktidarı tarafından askerlerin çoğu resmi kurumlardaki koruma ve sembolik nöbet görevlerine son verilmiş ve askerlerin yerini polislerimiz almış ve sözüm ona, bu konuda da askeri vesayete son verilmişti!

Sayın Yılmaz ÖZDİL' in de merak ettiği gibi, acaba Cumhurbaşkanı Tayyip Bey; kaldırmakla övündüğü askeri vesayeti çağrıştırdığını düşünerek, yanlış hatırlamıyorsak birisi başyaver olmak üzere, Kara, Deniz ve Hava, her üç kuvvetin seçkin subaylarından belirlenerek atanan Cumhurbaşkanlığı yaver kadrosunun görevine son verip, kendisine polis kadrosundan emniyet müdürü rütbesinde yaverler atayacak mı? Biz de çok merak ediyoruz.

Yerleşmiş devlet geleneklerine pek bağlılığı bulunmayan ve kendi geleneklerini kendisinin yaratmasından hoşlanan Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in, askerlere pek sıcak bakmamasına rağmen, başkomutanlığının fark edilebilmesi, başkomutanlığının zevkine varabilmesi ve yanında ayakta ve esas duruşta sürekli put gibi duran ve kendisine hizmet eden, her emir verişinde, baş üstüne Sayın Cumhurbaşkanım diyerek kendisine selam duran subayların varlığından ayrı bir zevk alacağı için, askeri yaverlerini muhafaza edeceğini, bu konuda kendi egosuna yenilerek, Atatürk'den gelen gelenek'den ayrılmayacağını düşünüyoruz. 12/Kasım/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


11 Kasım 2014 Salı

2014 MODEL SİZİN ZULÜMLERİNİZE NE DİYECEKSİNİZ AHMET BEY?




Başbakan Ahmet Bey'in öyle sakin görüntüsüne bakıp aldanmayın, konuşmalarına baktığınızda polemik yapmakta ustası Tayyip Beyden pek geri kalmamaya çalışıyor. Yere baka baka, Tayyip Bey'in gerilim politikasını sürdürmeye çalışıyor, sürekli olarak, her fırsatta CHP ve MHP liderlerini eleştiriyor, veresiye satan ve parasız kaldığında eski veresiye defterleri karıştırmaya başlayan bakkal gibi, eski defterleri karıştırarak, 1937 de yaşanan ve tarihin yargılamasına bırakılan Dersim isyanını gerçekleştiren isyancılara, o dönemin koşullarına göre, hak ettikleri cevabı veren dönemin devlet adamlarını, devlet zulmü yapmakla suçluyor, Dersim olaylarının modern bir Kerbela olduğunu iddia ediyor ve Dersim’de yapılan yanlıştı, zulümdü diyor.

Devlet topraklarından bir bölümünü devletin hakimiyetinden çıkararak bağımsız veya özerk bir yönetim kurmak amacıyla devlete isyan eden bölücü PKK terör örgütü militanları ile yandaşlarına karşı, uyguladığı siyasi stratejinin gereği olarak, hoş görülü davranmasına rağmen, iktidardaki AKP yönetiminin, bırakınız 1937 ve 1938 li yılların tek partili zor ve ağır koşullarını, günümüzün çok partili ve demokratik koşullarında devlet zulmü uygulamaktaki hünerini, kimse görmezlikten gelemez.

En tazesinden başlayalım, daha dün akşam, İstanbul Validebağ korusundaki ağaçlar kesilerek, ihtiyaç fazlası ve gereksiz olarak cami yapılmasına karşı direnerek demokratik protesto haklarını kullanan kadınlarımıza, emirlerindeki polis aracılığıyla yakın mesafeden ve yüzleri hedef alınarak biber gazı sıkılması ve kadınlarımızın hastanelik edilmeleri,

Somada, iş güvenliğinden ve devletin denetiminden yoksun olarak taşeron şirketler tarafından işletilen maden ocağında 301 işçinin ölümlerine neden olunması,

Ermenek Karaman maden ocağında devletin gerekli olan iş güvenliğini sağlamaktaki denetim eksikliği ve beceriksizliği yüzünden 18 işçimizin, maden ocağının derinliklerinde tonlarca sel suyunun altında kalarak ölmelerine neden olunması,aradan geçen on beş güne rağmen, iki işçimiz dışında 16 işçimizin dirisinden vazgeçtik, ölülerinin dahi çıkarılarak yakınlarına teslim edilememesi, işçi yakınlarının, ölülerinin kendilerine teslim edilmesine dahi sevinecek hale getirilmeleri,

Soma Yırca Köyünde termik santral yapılması için, Danıştay'ın yürütmeyi durdurma kararına rağmen, 6000 yetişmiş ve canlı zeytin ağacının kesilmesine, buna engel olmak isteyen ağaçların sahibi köylü vatandaşlara, ağaçları kestiren ve termik santrali yapacak olan şirketin özel koruma görevlilerinin şiddet uygulamalarına sebebiyet verilmesi,

Gezi Parkı barışçıl demokratik direniş eylemi sırasında, polisin, silahsız ve barışçıl eylemcilere karşı orantısız güç kullanarak, Ali İsmail Korkmaz ve diğer insanlarımızın öldürülmeleri ve bazılarının yaralanarak sakat bırakılmaları,

Uluderede 34 vatandaşımızın yanlış istihbarat sonucunda bombalanarak öldürülmeleri,

AKP iktidarı döneminde gerçekleştirilen, çoğu 2014 model, yepyeni ve gıcır gıcır devlet zulmü değil midir?

Ahmet Bey, hipermetrop olacak ki; uzaklardaki, 1937 ve 1938 yıllarının olayı Dersim isyanını görebiliyor ve burada devlet zulmü uygulandığını söylüyor, kendi iktidarları döneminde, en yakınında ve burnunun dibinde vuku bulan yukarıda belirtmeye çalıştığımız devlet zulümlerini göremiyor, daha doğrusu işine gelmediği için görmek istemiyor ve halkımızı kandırmaya çalışıyor.

Biraz insaf, Ahmet Bey. 11/Kasım/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

10 Kasım 2014 Pazartesi

BRE GAFİL



İki veya üç gün önce, facebook sosyal paylaşım sitesinde kendini bilmez ahmak ve nankör bir gafil'in, Anıtkabir görüntülü bir paylaşımına şöyle bir gözümüz takıldı. Çok sıkışık bir zamanımıza rastladığı için tam olarak inceleme ve değerlendirme imkanımız olmadı ama, kendini bilmez o ahmak ve gafil adam, yaptığı bu paylaşımında; yanılmıyorsak, Tayyip Bey'in Atatürk Orman Çiftliğinde halktan gizli ve kaçak olarak, eski parayla yaklaşık 1,5 katrilyon lira harcanarak yaptırdığı sarayı savunmakta ve bu sarayın yapımını eleştirenlere, Anıtkabir'in inşası için yapılan masrafla karşılık veriyor ve sözüm ona kaçak sarayı temize çıkarmaya çalışıyordu.

Bu gafil ve ahmak adam, hangi hak ve cüretle, Tayyip Bey'i ATATÜRK ile aynı kefeye koyarak mukayeseye kalkışıyordu?Anlamakta zorlanıyoruz.

Bre gafil, sen, Tayyip Bey'in, Aziz ATATÜRK'ümüzün eline su dahi dökemeyeceğini, ATATÜRK'ün, silah arkadaşlarıyla ve milletin desteğiyle emperyalistleri Anadolu dan kovarak, Osmanlının küllerinden yepyeni bir devlet ve ulus yaratan, tüm dünyanın saygıyla önünde eğildiği ve aradan geçen uzun zamana rağmen, hala örnek komutan ve devlet adamı olarak sevip saydığı, Türk Milletinin beyninde ve kalbinde taht kuran eşi ve benzeri henüz yeryüzüne gelmemiş tarihi bir şahsiyet olduğunu bilmiyor musun?

Tayyip Bey'in, hasbelkader, bu ülkenin Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı koltuklarına kadar yükselerek bugünlere gelmesi, seni yanıltmasın. Demokrasinin özgürlüklerinden ve erdemlerinden istifade ederek, Türk Milletinin gözleri önünde söylediği yalanlar, gerçekleri çarpıtarak ve iktidar olmanın olanaklarından sonuna kadar yararlanarak yaptığı yoğun propagandalar ve dini siyaseti alet etmek suretiyle seçim kazanarak belli makamlara gelen bir kişiyle, kelle koltukta cephede düşmanlarla savaşarak geri aldığı vatan toprakları üzerinde yeni bir devlet kurup ulus yaratan ve bunu yaptığı devrimlerle taçlandırarak bugünkü modern, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetinin yaratıcısı olan, Tayyip Bey'e, bu makamlara gelebilmenin yollarını açan ATATÜRK'ü nasıl bir tutabiliyor ve bu milletin, ölümünden sonra ATA'sı için yaptırdığı Anıtkabir'i, kaçak saraya karşı koz olarak kullanabiliyorsun? İşte akıl tutulması bu olsa gerek.

Bre gafil, bu milletin; ölümünden sonra onun aziz hatırasına hürmeten ve ona olan minnet ve şükran borcunun bir ifadesi olarak, adına Anıtkabir yaptırdığı Atatürk'ün, vatanı ve milletiyle bölünmez bir bütün olan Türkiye Cumhuriyetinin yaratıcısı ve kurucusu olduğunu, harpten çıkan ve hiçbir sanayi tesisi olmayan ülkemize yüzlerce tesis kazandırarak ülkenin kalkınma sürecini başlatan kişi olduğunu, Tayyip Bey'in ise, 12 yıllık iktidarı döneminde,Atatürk'ün sağladığı bu kazanımlara sahip çıkamadığını, bu tesisleri özelleştirme adı altında yok pahasına satarak, buralardan elde edilen paraları, kendi kötü yönetimi nedeniyle katlanarak artan bütçe ve ödemeler dengesi açılarını kapatmak ve lüks harcamaları için kullandığını, çözüm süreci adı altında, ülkemizin bütünlüğünü yok ederek, ülkenin Güneydoğu ve Doğu bölgelerinin, devletin otoritesinden ve kontrolünden çıkarak, bu yörelerin bölücü PKK örgütünün kurtarılmış bölgeleri haline gelmesine neden olduğunu, bir düşünsene.

Kaçak saray'ın yapılmasına, Cumhurbaşkanı seçileceği dahi garanti olmayan Tayyip Bey tarafından, bizzat ve milletimizden saklanarak gizlice karar verilmiş olup,Tayyip Bey'in bugün milletin malı olduğunu söylemesine rağmen, bu kaçak sarayın projesi de, milletimizin bilgisi dahilinde ve onayıyla yarışmaya çıkarılarak belirlenmemiş, Tayyip Bey'in kendi özel mülkiyetine konu şahsi bir yapıymış gibi, projesi bizzat Tayyip Bey'in zevkine ve dünya görüşüne uygun olarak hazırlanmış, Atatürk'ün, Türk Milletine hediye ettiği şahsi mülkü olan Atatürk Orman Çiftliğindeki binlerce ağaç katledilerek ve çok büyük paralar harcanarak inşa edilmiştir.

Atatürk için yaptırılan anıt mezar Anıtkabir ise; inşası Atatürk'ün ölümünden sonra kararlaştırılan ve ölümünden yıllar sonra bitirilebilen bir yapı olup, Anıtkabir'in inşa edilmesini, Atatürk'ün bizzat kendisi karar altına almamıştır.

Anıtkabir; bu millete Türk Vatanını ve Türkiye Cumhuriyetini kazandıran Atatürk'e, ölümünden sonra bu milletin şükran ve minnet borcunu ödemek amacıyla ve bizzat millet tarafından karar altına alınıp yaptırılan ve kaçak saraya nazaran çok daha mütevazi kalan bir yapı olup, bu nedenle, Anıtkabir, Tayyip Bey'in kaçak sarayı ile mukayese edilemez ve milletin haberi olmadan inşaatına gizlice başlanan kaçak sarayın inşasına haklılık ve meşruluk kazandırmak için emsal gösterilemez.

Nankörlüğün bu kadarına da pes doğrusu.

Hiç kimse, yeni bir Atatürk yaratma veya yeni bir Atatürk olma gafletinde ve saygısızlığında bulunmamalıdır. 10/Kasım/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


9 Kasım 2014 Pazar

BUGÜN 10 KASIM



Bugün 10.Kasım.2014; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu, Türk Ulusunun yaratıcısı, ilk ve son tek lideri, devrimci, ileri görüşlü,büyük asker ve devlet adamı, aziz ve çok değerli ATATÜRK'ümüzün, fikirlerini ve devrimlerini gönüllerine ve beyinlerine kazımış olan ve kendisini çok seven Türk Milletinden sadece bedenen ayrılışının 76. yıl dönümü, Sevgili ATATÜRK'ümüzü, yaşadığımız her anımızda olduğu gibi, özellikle bugün, minnetle, şükranla ve özlemle anıyor, aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz.


Bu anlamlı gün nedeniyle, halen güncel olan 14/01/2012 tarihinde yazıp yayınladığımız, “SEVGİLİ ATAM” başlıklı yazımıza, aşağıda yeniden ve aynen yer vermek istiyoruz. Daima ATATÜRK sevgisiyle kalınız. 10/Kasım/2014
Güner YİĞİTBAŞI




SEVGİLİ ATAM


Sevgili Atam; dün gece için sizden çok çok özür diliyorum.
Rüyama girdiniz, hiç beklemiyordum, birden sizi karşımda görünce çok şaşırdım, ne yapacağımı bilemedim.
Sizin yüzünüze bakmaya, sizinle konuşmaya yüzüm yoktu.
Çok korktum, benimle konuşup bize emanet ettiğiniz laik cumhuriyetin gidişatı hakkında bir şeyler sorarsınız diye ödüm patladı.
Size ne cevap verebilirdim?
Biliyorum ki, sorularınıza vereceğim cevaplar sizi çok üzecekti, onun için uyuyor numarası yaptım ve kısa bir süre sonra kaybolup gittiniz.
Bu nedenle sizden tekrar özür diliyorum.
Gerçekleri bir bilseniz, benim suskunluğumu mutlaka anlayışla karşılardınız.

Sevgili Atam;

-Cumhuriyetin tüm kazanım ve değerlerinin, birer birer yok edilmeye başlandığını,
-Yurtta sulh cihanda sulh ilkenizin giderek yozlaştırıldığını, emperyalist ülkelerle iş birliği yaparak, bize uzak ve komşu devletlerin içişlerine karışan ve onlarla olan dostluklara tarafsızlığa zarar veren bir iktidarın iş başında olduğunu,
-İş başındaki iktidarın; yıllardan beri et ve tırnak halinde kardeşçe yaşadığımız Kürt kökenli kardeşlerimizi ayrıştırmak isteyen bölücü PKK terör örgütü ile mücadelede yanlış politikalar uygulayarak, Kürt açılımı adı altında açılımlar ilan edip, amacı ülkeyi bölmek olan PKK terör örgütü ile görüşmeler yapıp, ülkenin bölünmesi için elinden geleni yapmakta olan PKK terör örgütünü ve onların uzantılarını umutlandırdığını ve Güneydoğu bölgemizin adeta kurtarılmış bir bölge haline getirildiğini,
-PKK terör örgütüne binlerce şehit verdiğimizi,
-Ülke güvenliğinin, sözüm ona bize istihbarat sunacaklarını vaat eden ABD ve İsrail'e ihale edildiğini, Uludere ilçesinde 35 köylü vatandaşın uçaklarla bombalanarak ölümlerine yol açan yanlış istihbaratın kaynağının, aradan geçen uzun zamana rağmen hala açıklanmamış olması karşısında, bu yanlış istihbaratın, muhtemelen ABD kaynaklı olup, devletimizin, dış mihraklar tarafından, Uluslar arası arenada, kendi vatandaşlarını bombalayan güçsüz devlet konumuna sokularak, küçük düşürülmek istendiğini,
-Tüm varlıklarımızın özelleştirme adı altında yabancılara satıldığını,
-Dış ülkelere olan borçlarımızın, her yıl katlanarak çoğaldığını,
-İşsizliğin kol gezdiğini, hala çok düşük olan asgari ücretle çalışacak bir iş bulabilenlerin, adeta göbek atarak sevindiklerini,
-Asgari ücretliden dahi, acımasız bir şekilde vergi alındığını,
-Sizin zamanınızda olmayan KDV denen vasıtalı bir vergi var ki, bu verginin zengin fakir ayrımı yapılmadan, son tüketici konumundaki her vatandaştan eşit ve peşin olarak tahsil edildiğini,
-Sizin kurduğunuz bazı kurumların yönetim kurullarına, bir zamanlar sizin oturduğunuz Çankayadaki makamınızda oturmakta olan bugünkü Cumhurbaşkanı tarafından, sizi düşman belleyen kişilerin atanabildiğini,
-Devrim Yasası olarak çıkardığınız Öğretim Birliği Yasası ile eğitimi laikleştirerek, sadece imam yetiştirmek amacıyla meslek okulu olarak kurduğunuz imam hatip okullarının, daha önceki iktidarlar tarafından lise haline getirildiğini, buradan imam olarak mezun olan kişilere istedikleri dallarda üniversite eğitimi alma ve bunların hakim, savcı, kaymakam ve vali gibi önemli görevlere getirilmelerinin önünün açıldığını, imam olmaları mümkün olmayan kızlar için dahi, ayrı imam hatip liselerinin açıldığını,
-Bugün ülke yönetiminin başında bulunan iktidar partisinin, laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olduğunun Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescil edilmiş olduğunu, buna rağmen, bu partimizin iki kişiden birisinin oyunu alarak yüzde elli oy oranıyla iktidar olabildiğini,
-Devlet kadrolarının, iktidar partisinin yandaşları tarafından doldurularak, kadrolaşmaya gidildiğini,
-Siyasal iktidarın, Avrupa Birliğine gireceğiz balonlarıyla Avrupa ile dirsek temasına girerek, Avrupalılara, ilerleme raporları adı altında, ülkemizi eleştiren raporlar düzenlettirerek, bilinçli olarak Avrupa'nın baskısını arkalarına alıp, zorunlu bazı yasal değişikliklere giderek, en başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, bazı kurumlarımızın içini oyduğunu,
-Sözüm ona, Postallı askeri vesayet kaldırılırken, onun yerine, rugan ayakkabılı sivil vesayetin ikame edildiğini,
-Basının ve sivil toplum örgütlerinin susturulduğunu, sivil toplum örgütlerine, bitaraf olan bertaraf olur tehditleri yapılarak, sivil bir korku imparatorluğunun kurulduğunu,
-Çok geniş bir okuyucu kitlesi bulunmayan İnternet ortamında yayın yapan gazetelerde amatörce yazı yazmama rağmen, korku imparatorluğunun farkında olan yakınlarımın ve arkadaşlarımın, kişisel güvenliğim açısından, artık yazmamam gerektiğini çok ciddi bir şekilde benden rica ettiklerini,
-Yargı bağımsızlığının ayaklar altına alındığını, yargının bağımsızlaştırıldığı savıyla yürütme erkinin vesayeti altına alındığını,
-Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst rütbeli subaylarının ve hatta yakın bir zamanda emekli olan eski Genel Kurmay Başkanının, Hükumeti devirmek amacıyla oluşturulan illegal örgütlerin kurucu üyesi ve silahlı terörist olmakla suçlanıp, tutuklu yargılandıklarını,
-Uygulamalara bakıldığında, amacın, askeri vesayetten kurtulmak olmayıp, topluma korku salınarak, kendi sivil vesayetlerini kurmak olduğunu,
-Bunun için bağımlı olan yargının kullanıldığını,
-Bunun tipik örneğinin de; 27.Nisan.2007 gecesi İnternet yoluyla emrinde bulunduğu siyasal iktidarı devirmek için şartlı tehditler içeren zehir zemberek bir muhtıra vermiş bulunan o tarihteki Genelkurmay Başkanı olduğunu, kamuoyu önünde yetmiş milyonun şahitliği altında, bu muhtırayı kendisinin verdiğini açıkça itiraf etmesine ve aradan beş yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen, muhtıracı emekli Genelkurmay Başkanı hakkında savcılarımızın bir türlü harekete geçemediğini,
-Hal böyleyken, Hükumete muhtıra veren emekli Genel Kurmay Başkanına nazaran, hakkındaki iddia çok daha hafif olan ve hakkındaki suçlamaları itiraf da etmemiş bulunan sonraki Genelkurmay Başkanı hakkında ise, savcılarımız tarafından soruşturma açılmasının, toplumu hayrete düşürdüğünü, bunun, adalet duygularını sarsan ve toplumun vicdanını zedeleyen, tipik bir çifte standart uygulama olduğunu,
-Sevgili Atam; sizin, unvanlarının başına “Cumhuriyet” sözcüğünü ekleyerek paye ve onur verdiğiniz, Cumhuriyeti koruyup kollamaları için kendilerine çok güvendiğiniz savcılarımızın, Hiçbir makamdan emir ve talimat almaksızın, resen, her suçlu hakkında soruşturma açmaya yetkili bulunmalarına rağmen, hakkında soruşturma açamadıkları muhtıracı Genelkurmay Başkanının, kendisine muhtıra verdiği Başbakan ile muhtıradan kısa bir süre sonra, sizin hakkın rahmetine kavuştuğunuz Dolmabahçe Sarayında saatler süren ve içeriği, hala halkımızdan saklanan, gizli bir görüşme yaparak barıştıklarını ve kan kardeşi olduklarını, bu muhtıracı Genelkurmay Başkanı emekli olurken, muhtıraya muhatap olan muhtıra mağduru Başbakan tarafından üstün hizmet madalyası ve emrine tahsis edilen zırhlı otomobil ile ödüllendirildiğini, unvanlarının başına “Cumhuriyet” sözcüğünü hediye edip onurlandırdığınız Cumhuriyet Savcılarımızın, muhtıracı Genelkurmay Başkanı ile muhtıranın muhatabı ve mağduru Başbakan arasında oluşan bu yakınlaşmadan çekindikleri için olsa gerek, bu muhtıracıdan hesap sorulamadığını,
-Sevgili Atam; sizin, demokrasi, Cumhuriyet ve laiklik düşmanları tarafından, korkusuzca ve pervasızca, alenen diktatör olmakla suçlanabildiğinizi, bu suçlamayı yapanların, demokrat sayılıp taktir edildiklerini ve el üstünde tutulduklarını, sizin kurduğunuz Cumhuriyet kurumlarında görevlendirilebildiklerini,
-İş başındaki siyasal iktidarın, Osmanlı dönemindeki Ermeni soykırımı iddialarına karşı Osmanlıyı savunurken, dönemin koşullarını görmezlikten gelerek, Dersim isyanlarını, günlerce diline dolayıp kaşıyarak, sizi ve döneminizi karalamak ve sizi katliamcı ve soy kırımcı ilan etmekten çekinmediğini,
-İş başındaki siyasal iktidarın, Van ilimizde meydana gelen depremi bahane ederek 29.Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiği yetmiyormuş gibi, henüz bunun şaşkınlığını ve üzüntüsünü üzerimizden atmadan, dün aldığımız bir habere göre de, Dini, pardon, Milli Eğitim Bakanımızın, aldığı bir kararla, kendisinin halkımızca malum olan dünya görüşüne ve ideolojisine göre, halkımız için hiç de sürpriz olmayacak şekilde, sizin Türk Gençliğine hediye ettiğiniz, Kurtuluş Savaşımızın simgesi, 19.Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı kutlamalarının, stadyumlardaki spor etkinliklerini yasaklayarak sizin Türk Gençliğine hediye ettiğiniz bayramı kuşa çevirdiğini ve bu yasaklama kararını, bir tamimle, tüm illerin valiliklerine duyurduğunu, sistematik hale gelen ve süreklilik kazanan bu yasaklarla, Cumhuriyet değerlerinin ve milli duygularımızın yok edilmeye çalışıldığını,

Size söyleyemedim. Zira, sizi bir kez daha öldürmek istemedim Sevgili Atam.

Sevgili ATAM; sizinle söyleşimi, belki bizi af edersiniz düşünesiyle, bayramları yasaklanan gençlere yine sizin bir armağanınız olan, yakında okul duvarlarından indirileceğini tahmin ettiğimiz gençliğe hitabenizle bitirmek istiyorum.
Hoşça kal, rahat uyu Sevgili Atam.


Ey Türk Gençliği!


Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir, istikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda, mevcuttur! Mustafa Kemal ATATÜRK.20.Ekim.1927" 14/01/2012
Güner YİĞİTBAŞI



7 Kasım 2014 Cuma

UTANIP SUSACAKLARINA BASKIN ÇIKMAYA ÇALIŞIYORLAR




Eski para birimiyle yaklaşık iki katrilyon liraya mal olan yeni Cumhurbaşkanlığı sarayı ile uçan saray olarak nitelendirilen yeni Cumhurbaşkanlığı uçağı nedeniyle kamuoyunda başlatılan tartışmalar, tüm hızıyla devam ediyor.

En başta, konuya ilişkin kendi fikrimizi açıklamak gerekirse; bu yeni lüks ve kaçak saray yapımı ve yeni uçak alımı için bütçeden harcanan yaklaşık iki katrilyon lira, ödemeler dengesi sürekli açık veren, delik deşik olan bütçesi sürekli açıklarla kapanan ülkemiz için büyük bir israf olup, bu harcamalara yol açan Tayyip Bey de, bu tutumuyla, ülkemize acımasızca en büyük kötülüğü yapan kişi olarak siyasi tarihimize geçmiş bulunmaktadır.

Ayranı yok içmeye, tahtaravan ile gider sı...ya lafı da, sanki bunun için söylenmiş olan bir lafmış gibi, olayımıza cuk oturmaktadır.

Tayyip Bey;gereksiz olan bu harcamalara yapılan eleştiriler karşısında, yüzü kızarıp susacağına büyük bir pişkinlikle, kamuoyunda yapılan eleştirilere cevap vererek; Özal uçak aldığında onu da eleştirdiler demiş, biz Tayyip Bey'e Başbakanın ve Cumhurbaşkanının özel bir uçağı olmasın demiyoruz ki, yeteri kadar uçağınız var, banyolu, yatak odalı, çalışma salonlu bu sonuncu lüks ve pahalı uçağa ne gerek vardı diyoruz. Tayyip Bey konuyu saptırıyor ve hiç benzerlik taşımayan Özal'ın aldığı uçaktan örnek vererek kendisini savunmaya çalışıyor.

Tayyip Bey savunmaya devam ediyor ve şimdiki Başbakanlık binasının önü caddeydi, tören yapılırken trafiğe kapatıyorduk.Koskoca Türkiye Cumhuriyetine caddeyi trafiğe kapatıp tören yapmak yakışır mı? Diye soruyor.

Tayyip Bey, bu kaç-ak ve bin odalı lüks sarayı, kendisi Başbakan iken, Başbakanlık binası olarak yaptırmaya başlamış ve ancak Cumhurbaşkanı seçilince Başbakan'a yar etmeyerek Cumhurbaşkanlığına tahsis ettirmiştir. Bu itibarla, Tayyip Bey'in, şu anda bu saray sanki Başbakanlık binasıymış gibi ve Başbakan ağzıyla, Başbakanlık önünde tören yaparken trafiğe engel olmamak için bu sarayı yaptırdığı savunması içine girmesi, anlamsız ve inandırıcılığı olmayan boş laflardır.

Tayyip Bey'imizin, trafiği kapatarak trafiğin akışına engel olmaktan kaçınma gibi bir anlayışa ve duyarlılığa sahip olduğunu da zannetmiyoruz. Zira, Tayyip Bey'in keyfi için trafik akışının engellendiğine bu millet sıkça tanık olmuştur.

Tayyip Bey'in, bu kaç-ak saray'ın ülkenin itibar makamı olduğuna ve uçak konusunda da Türkiye'ye yakışanın yapıldığına yönelik beyan ve savunmaları da; bugün, ülkemizin itibarını ve saygınlığını yok eden, içinde bulunduğumuz olumsuz koşullara bakıldığında, çok komik ve yersiz beyanlardır.

Buradan Tayyip Bey'e cevap vermek istiyoruz.Büyük bir yanılgı içindesiniz.

Ülkemizin ve devletimizin itibarı ve saygınlığı; ülkemizin sürekli açık veren ve delik deşik olan bütçesini umursamadan, yoksul halkımızın ödediği vergilerle elde edilen, bu bütçenin açığını daha da büyütecek miktarlardaki israf derecesine varan büyük paralar harcanarak gereksiz ve kaçak olarak yaptırılan saraylar ve satın alınan gereksiz ve lüks uçaklarla ölçülemez.

Ülkemizin itibarı ve saygınlığı; kaçak ve lüks saray ve uçaklarla değil, açık vermeyen denk bütçelerle, yabancılardan gelen günü birlik sıcak paralarla, ülkenin para getiren kaynaklarını ve tesislerini satarak elde edilen mirasyedi paralarla döndürülmek zorunda kalınmayan güçlü ekonomilerle, işsiz sayısının azlığıyla, ülke insanının sahip olduğu üst düzey refah seviyesiyle, ülke insanının sahip olduğu sınırsız hak ve özgürlüklerle, ülke insanının kültür seviyesiyle, ülkenin sahip olduğu uluslar arası üne sahip sanatçıları ve yazarlarıyla, yetişmiş insan sayısıyla, ülke olarak uluslararası arenada sözünün geçerliliğiyle, iş kazalarının azlığıyla, maden ocaklarında aynı anda üç yüz işçinin topluca ölümüne neden olmayacak düzeyde işçilerinin iş ve can güvenliklerine sahip olunmakla kazanılabilir. Bu saydığımız konularda yetersiz olan ve geri kalan ülkemizin ve devletimizin, geri kalmışlığın simgesi olan lüks ve kaçak saraylarla ve lüks uçaklarla saygınlık ve itibar kazanacağını düşünmek ve açıklamak büyük bir yanılgı ve abesle iştigaldir.

Sizin söyledikleriniz doğruysa; halkları yoksulluk içinde kıvranırken, halkları özgürlüklerinden yoksun ve yoksul bir şekilde yaşarlarken, yöneticileri bolluk ve lüks saraylar içinde yaşayan sayılarını saymakla bitiremeyeceğimiz geri kalmış ve dikta ile yönetilen ülkeleri ve onların yöneticilerini, itibarlı ve saygın ülkeler ve kişiler olarak mı kabul edeceğiz, Sayın Tayyip Bey? 07/Kasım/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat