31 Aralık 2015 Perşembe

HORTLATILAN İSTİKŞAFİ GÖRÜŞMELER




İstikşafi kelimesinden türetilen istikşafi görüşmeler deyimi; 7.Haziran seçimlerinden sonra koalisyon hükumeti kurmakla görevlendirilen AKP Genel Başkanı DAVUTOĞLU'nun, ana muhalefet partisi CHP'ye koalisyon kurma ön teklifiyle gelmesi üzerine, AKP ve CHP yönetici kadrolarının bir koalisyon hükumeti kurma zemini oluşturmak için ön koalisyon görüşmesi yapmaya başlamaları üzerine, siyasi hayatımıza girmiş olup, Türk Dil Kurumuna göre;Arapça keşif'ten türetilen ve keşif ve tahkik etmeye çalışma,ön görüşme, araştırma,tanıma görüşmesi yapma anlamına gelmektedir.

7.Haziran seçimlerinden sonra, AKP'nin; koalisyon hükumeti kurma amaç ve görüntüsü altında, CHP ile başlattığı, ama, asıl amacının, Anayasanın öngördüğü 45 günlük hükumet kurma süresini doldurarak seçimlerin yenilenmesini sağlamak olan istikşafi görüşmeler, günümüzde AKP tarafından yeniden hortlatılmış ve en başta yeni bir Anayasa çıkarmak ve diğer bazı konularda da işbirliği yapmak amacıyla, CHP ile AKP liderleri yeni bir istikşafi görüşmeye yelken açmışlardır.

Hortlatılan bu yeni ve nafile istikşafi görüşmeler, Türk Milletine hayırlı ve uğurlu olsun! Bu yeni istikşafi görüşmeleri, AKP iktidarının, uslu ve uysal milletimize sunduğu bir yılbaşı hediyesi olarak da değerlendirebilirsiniz.

Bu CHP, ne zaman akıllanacak ve gerçekleri görebilecek, bilemiyoruz doğrusu.

İnsan bir kez yanılır ve aldatılır.

Sayın KILIÇDAROĞLU gerçekleri göremiyor mu? İçinde başkanlık sisteminin de yer aldığı bir yeni Anayasa önerisiyle kapısını çalan emanetçi bir Başbakan'ın, kendi altını oyacak ve varlığına son verecek olan başkanlık sistemini öngören, şaka gibi ve samimi olmayan bir Anayasa önerisinin neyini görüşüp tartışacak? Merak ediyoruz.

KILIÇDAROĞLU diyor ki; önerdiğiniz başkanlık sisteminin içeriğini ve esaslarını hele bir görelim, gel istikşafi görüşmelere başlayalım.Nitekim istikşafi görüşmelere başladı da.

KILIÇDAROĞLU; artık, sonuç alamayacağını bildiği halde, seçmene karşı uzlaşmacı ve uslu çocuk rolü yaparak, bu ülkeye zaman kaybettirme ve sonunda da acı faturanın yine CHP'ye çıkartılmasına payanda olma huyundan vazgeçmelidir. KILIÇDAROĞLU; 7.Haziran seçimlerinden sonra başlatılan istikşafi görüşmelere, uzlaşmacı ve uslu çocuk görüntüsü vermek amacıyla sabır gösterdi de, kendisinin ve partisi CHP'nin eline ne geçti Allahınız aşkına?

KILIÇDAROĞLU; bu uzlaşmacı, sorun çıkarmayan uslu çocuk tutumu nedeniyle, hükumeti kuramayan, daha doğrusu kurmak istemeyen DAVUTOĞLU'dan sonra, ana muhalefet partisi lideri olarak hükumeti kurma görevinin kendisine verilmesi imkanını yok etti. Yenilenen 1.Kasım seçimlerinde de, bu uzlaşmacı ve uslu çocuk politikası, partisi CHP'ye hiçbir artı oy da getirmedi.

KILIÇDAROĞLU ve CHP'nin diğer yöneticileri de çok iyi bilmektedirler ki; 12 Eylül darbe anayasasını tümüyle değiştirip, sivil ve daha demokratik ve özgürlükçü yeni bir anayasa yapamamış olmak, demokrasi adına bir ayıp ise de; bugün için ülkemizin acilen yeni bir anayasa çıkarma sorunu yoktur.Ülkemizin sorunları, bu anayasadan kaynaklanmamaktadır.

Özyönetimi savunan Demirtaşa anayasanın 14. Maddesini gösterirken,aynı anayasanın partiler üstü ve tarafsız bir cumhurbaşkanı tanımını yapan ve emreden maddesini yok sayarak ihlal eden, ülkeye başkanlık sistemi dayatması yapan, parlamenter sistemi yok sayarak fiili bir başkanlık sistemi tesis ettiğini alenen ilan eden ve ülkeyi tek başına fiili bir başkan gibi yöneterek, anayasayı tanımayan, bir Tayyip Erdoğan sorunu vardır.

12 Eylül darbe anayasasını dahi uygulamayan ve bu millete çok gören, barışcıl toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak için bir araya gelen üç kişiye dahi tahammül edemeyerek polisi ve biber gazını insanların üzerine salan, darbe anayasasını dahi ihlal eden AKP iktidarının ve onun doğal lideri Tayyip Bey'in, gerçekten özgürlükçü ve demokrat yeni bir anayasa yapıp, bunu uygulamaya geçirme gibi, samimi bir niyetleri asla bulunmamaktadır.

Bize göre, darbe anayasası olduğu söylenen ve esasen çoğu maddesi de sonradan değiştirilen 1982 Anayasası tüm hükümleriyle harfiyen uygulansa, ülkemizde demokrasi ve özgürlük rüzgarları eser.

Anayasanın bazı hak ve özgürlükleri sınırlamasına rağmen, hükumet özgürlükleri daha da genişleten yeni yasalar çıkarabilir, anayasa buna engel gösterilemez. Yapılamayacak olan şey, çıkarılacak yasalarla, mevcut anayasanın öngördüğü özgürlüklerin sınırlandırılmasıdır.

Oynamayacak olan köçek, yerim dar dermiş, mevcut anayasa bize dar geliyorsa, anayasa değişmeden de yasalarla hak ve özgürlükler genişletilebilir, yeterki siz samimi olunuz.

AKP'nin; yeni anayasa önerisinde yer alan hak ve özgürlüklerin genişletilmesi isteği tamamen yalandır, asıl amaç, Tayip Bey'in takıntı haline getirdiği başkanlık sistemini kurarak,yasama,yürütme ve yargı yetkilerini Tayyip Bey'in elinde toplayarak, darbe anayasasında yer alan özgürlükleri dahi ortadan kaldırmaktır.

AKP iktidarı; gerçekten, samimi olarak özgürlük ve mevcut özgürlüklerin daha da genişletilmesini istiyorsa, kendi meclis çoğunluğuna dayanarak,12 Eylül darbe döneminde çıkarılan, seçim, siyasi partiler,Sendikalar, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü, YÖK ve benzeri yasaları değiştirebilir, demokrasinin genlerini bozan, içinde bulunduğumuz sorunların gerçek nedeni olan %10 seçim barajını kaldırabilir,bunları yapsınlar hep birlikte görelim ve samimiyetlerine inanalım.Yapamazlar, fıtratlarında insan hak ve özgürlükleri yok.%10 seçim barajını kaldırın denildiğinde, topu taca atarak, %10 seçim barajını biz getirmedik kucağımızda bulduk diyorlar. %10 seçim barajını darbe yönetimi getirdi diyerek, bu barajın kaldırılması için de, yeni bir darbe yapılarak gelecek olan darbe yönetiminin bu barajı kaldırmasını mı bekleyeceğiz?Darbe yönetimlerinin getirdiği %10 seçim barajı ve benzeri yasakların kaldırılması, demokratik yönetimlerin görev ve sorumluluğudur.

Bu itibarla,yasakların savunucusu olan AKP iktidarının, başkanlık sistemi içeren yeni bir anayasa değişikliği teklifi üzerinden, istikşafi dahi olsa, AKP ile görüşme masasına oturmak, CHP'nin ve ülkemizin geleceği için hayırlı bir sonuç doğurmayacaktır.

2015 yılının bu son yazısını bitirirken, değerli dostlarımızın, okurlarımızın ve tüm halkımızın yeni yılını kutluyor, çok zorlu geçeceği gün gibi aşikar olan yeni yılda, tüm zorluklarına rağmen;sağlık,mutluluk, sabır ve dayanma gücü diliyoruz. 31/12/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat




29 Aralık 2015 Salı

DEMİRTAŞ'A YAPILAN YARGISIZ İNFAZ




Siyaset işte böyledir,kimseye yar olmaz.

Her siyasetçi, er veya geç, şu veya bu şekilde, siyaset yapmanın zararını birgün mutlaka tadacaktır.

Aynen her faninin ölümü tadacağı gibi.

Yazılarımla siyaset yaptığımı, siyaset yapmayı sevdiğimi gören yakınlarım ve dostlarım, niçin aktif siyasete atılmadığımı hep sorarlar. Ben de; siyaset bana göre değil, yüzüne güldüğün kişilerin arkasından konuşmazsan, dürüst olursan, siyaseti kendi şahsi menfaatlerin için değil de topluma hizmet için yaparsan, siyasete dini karıştırmazsan, bizim ülkemizde siyasette başarılı olamazsın, seni siyasette yetersiz görürler ve bir yerlere getirmezler, körelir kalırsın diyerek cevaplarım ve bu nedenlerle de, aktif siyaset yapmak aklımın ucundan dahi geçmez.

Yine yakınlarım ve dostlarım bu cevabımdan sonra, iyi ya, sen dürüst,topluma faydalı olmak için ilkeli bir siyaset yapacaksan siyasete gir ki, siyaset kötü siyasetçilerin elinde kalmasın derler, ben de yine derim ki; bir ekonomi kuralı vardır, kötü para iyi parayı kovar, bizim ülkemizde de, iyilerini tenzih ederim, sayıları azımsanamayacak kadar fazla olan kötü siyasetçiler, iyi siyasetçileri kovar, iyisi mi ben hiç siyaste bulaşmayayım.

Siyaset hakkındaki bu olumsuz düşüncelerimizi şuna bağlamak istiyoruz. HDP Eş Başkanı DEMİRTAŞ'ın düştüğü durum da, kötü siyasetin bir sonucudur.

Burada DEMİRTAŞ'ı savunuyor ve de savunacak değiliz.

Kürt sorunu diye bir sorunun olduğunu kabul eden, analar ağlamasın aldatmacasıyla açılım ve çözüm süreçleri ilan eden ve PKK ile masaya oturan, PKK'nın İmralıdaki doğal liderini muhatap alarak onun ağzının içine bakan, ondan medet uman, ona heyetler gönderen, seçim kazanmak ve seçim dönemlerinde şehit cenazelerinin gelmemesi için, silahlı kuvvetleri ve emniyet güçlerini pasifize eden, tüm istihbarat raporlarına ve PKK'nın yerleşim merkezlerini silah ve cephanelerle donattığını, hendekler kazıp barikatlar kurduklarını bilmelerine rağmen, kısa vadeli ve kısır siyasi menfaatleri için, PKK'nın bu iç savaş hazırlıklarına göz yuman ve sesini çıkarmayan, HDP dışındaki AKP iktidarı mensupları ile yandaşlarnın, ülkemizin bu noktaya gelmesinde hiç mi sorumlulukları yoktur?

AKP iktidarı, Kürt sorunu var diyor ve bu sorunu çözmek için çözüm süreci ilan ediyor ama, çözmeye çalıştığı bu Kürt sorunu nedir, Kürt sorunundan neyi anlıyor, hep yan çiziyor ve kaçamak güreşiyor. AKP iltidarı, günümüze kadar Kürt sorununun içeriğini hiç açıklamadı, bu sürecin sonunda, çözüm olarak ne tavizler verilecek, neler yapılırsa ve verilirse bu surun çözülmüş olacak, Kürtler ne istiyor? Bizim dilimizde tüy bitti, sürekli yazdık ve sorduk ama, maalesef açık ve net bir cevap alamadık.

AKP iktidarının, Kürt sorununun varlığını kabul ederek, gizlice masaya oturduğu PKK'nın amacı belli, bunun gizli kapaklı bir yanı yok. PKK lideri ÖCALAN'ın, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alarak hükümlü hale getirildiği Mahkeme Kararı ortada duruyor.PKK'nın ne istediği ve TCK da yer alan hangi suçu işlediği, bu mahkeme kararında ve PKK militanlarını yargılayan diğer mahkemelerin kararlarında açıkça yazılı.

PKK ve onun uzantısı olan HDP toprak istiyor, özerklik istiyor, en nihayetinde de bağımsızlık istiyor.Mahkeme kararlarıyla tescilli tüm bu isteklere rağmen, PKK ile masaya oturduğunuza göre, bu isteklere yabancı olmadığınızı, bu isteklerin sizin için sürpriz olmadığını, bu istekleri önceden bildiğinizi ve buna rağmen, bu istekleri tartışılır ve müzakere edilir bulduğunuzu ve müzakere masasına oturduğunuzu kabul etmeniz gerekiyor.

Biz şunu da çok yazdık; boyunuzdan büyük işler yapmayın, masaya oturarak PKK ve yandaşlarına umut aşılamayın, bu işler boyunuzu aşar, onların istediklerini veremezsiniz, sonunda PKK ve yandaşları kandırıldıklarını, oyalandırıldıklarını anlayarak, hayal kırıklığı içine girerlerse, daha büyük olaylar olur diyeek, sizleri hep uyardık. Korktuğumuz başımıza geldi.

Şimdi hiçbir şey olmamış gibi, asla desteklemememize, onaylamamamıza rağmen, gecikerek de olsa, ağzındaki baklayı çıkararak,halkımızı daha uzun süre kandırmadan, cezai sorumluluklarına katlanarak, mertçe gerçek amaçlarını açıkça beyan eden DEMİRTAŞ'ı suçlayarak,yargısız infaz yapıyorsunuz.Sil baştan doksanlı yıllara geri dönüyorsunuz.

Bize göre DEMİRTAŞ, tüm siyasi ve cezai sorumluluklarını göze alarak, herkesin malumu olan acı gerçeği, en yetkili ağız olarak, Türk kamuoyuna açıklamıştır. DEMİRTAŞ'ın, mertçe açıkladığı bu acı gerçek, bilinmeyen, sürpriz bir beyan ve açıklama değildir,ABD ve AB ülkelerinin kurmak istedikleri Kürdistan ve Büyük Ortadoğu Projesini, sağır sultan dahi bilmekte olup, AKP iktidarı yetkililerinin; DEMİRTAŞ'ın, malumun ilanı olan açıklamasının arkasına sığınarak, yaygara ve yargısız infaz yapmaya hakları ve yüzleri yoktur.

Ortada bir suç ve suçlu varsa, ilan ettikleri çözüm süreci ve kötü yönetimleri sebebiyle, Güneydoğu Bölgemizi bugünkü duruma getiren AKP iktidarı da bu suçun ortağı konumundadır.

Tüm halkımızın yeni yılını kutluyor, 2016'nın, bizim için çok kötü bir yıl olan 2015'i dahi aratmamasını gönülden diliyorum.28/12/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

26 Aralık 2015 Cumartesi

HAYRINI GÖR DENSİZLİĞİ




Başlığından, neyi tartışacağımızı anlamış olmanız gereken bu yazımıza başlarken, yazıya başlık olan “Hayrını Gör” deyiminin ne anlama geldiğini belirtmek gerekirse, hayrını gör deyiminin; yeni alınan ve sahip olunan bir şey için, “güle güle ve iyi günlerde kullan” anlamında söylenen, güzel bir temenni ve dileği ifade ettiğini söyleyebiliriz.


Ancak, insanlıktan nasibini almamış, kötü kalpli, densiz ve münafık kişiler tarafından kullanılan anlamı ise, alay içeren, hayrının görüleceği şeyi veya kişiyi küçük ve değersiz gören, başında paralansın demenin başka bir versiyonudur.


Tabiidir ki; kötü (kem) söz, her zaman bunu söyleyene aittir.


Bildiğiniz gibi dün, İstiklal Savaşı Komutanlarımızdan, Lozan Antlaşmasının Türk Delegasyonu Başkanı, Türkiye Cumhuriyetinin kurucularından, Türkiye Cumhuriyetinin 2.Cumhurbaşkanı,sonraki yıllarda Başbakanı, ülkemize çok partili çoğulcu demokrasiyi getiren büyük asker, diplomat, siyasetçi ve devlet adamı Sayın İsmet İNÖNÜ'nün 42. ölüm yıl dönümüydü.


Mecliste, AKP Kahramanmaraş milletvekili İmran KILIÇ'ın; rahmetli İsmet İNÖNÜ'nün 42. ölüm yıl dönümü nedeniyle kürsüde konuşan CHP Grup Başkan Vekili Levent GÖK'e yönelik olarak ve İNÖNÜ'yü kastederek, sarf ettiği, “hayrını görün” sözü, CHP Milletvekilleri ile AKP Milletvekillerini karşı karşıya getirmiştir.


İnsanlıktan nasibini almayan, bugünkü huzur ve rahatını, içinde insanca ve özgürce yaşamakta olduğu Türkiye Cumhuriyetini, çok partili çoğulcu demokrasiyi, bu densizlik ve nankörlük içeren sözü sarf ederek, sözüm ona kendisiyle alay ettiğini ve küçük düşürdüğünü sandığı,aslında kendi basitliğini, değersizliğini ve densizliğini gösterdiği, seçilmiş bulunduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğini kendisine borçlu bulunduğu, şu anda hayatta olmayan İsmet İNÖNÜ'ye saygısızlık eden bu AKP Milletvekilini, kınıyor ve lanetliyoruz.


Kendisinin doğal lideri Tayyip ERDOĞAN'ın; İsmet İMÖNÜ'nün 42. ölüm yıl dönümü nedeniyle yayınladığı bir cümlelik, İsmet İNÖNÜ'nün bu ülkeye yaptığı hizmetlerin onda birini dahi kapsamayan, onu sıradan bir Cumhurbaşkanı olarak nitelendiren; "Türkiye Cumhuriyetinin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'yü vefatının yıl dönümünde saygıyla anıyorum" şeklindeki sıradan bir mesajı yayınlamakla yetindiği,
Ülkemizi 2.Dünya Savaşına sokmama başarısını ve basiretini gösteren İsmet İNÖNÜ'nün; aynı büyük ATATÜRK gibi,”Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini çiğneyerek, kötü ve basiretsiz yönetimleriyle ülkemizde iç savaşa yol açan ve bu da yetmiyormuş gibi, ülkemizi Suriye ve Ortadoğu bataklığına sürükleyerek savaşın eşiğine getiren,
Çok patili, hukukun üstünlüğüne,insan hak ve özgürlüklerine dayalı, çoğulcu, laik parlamenter demokratik rejimi yok etmenin planlarını yapmakta olan, saltanat ve Osmanlı hayranı, AKP'nin; bir milletvekili olan bu zat-ı muhterem'in (!) İNÖNÜ'ye dil uzatmasını, belki normal karşılamak gerekirse de, bizim vergilerimizle beslediğimiz, Türk Milletini Mecliste milletvekili sıfatıyla temsil eden bu densiz yaratığın, bu devletin kurucularından rahmetli İNÖNÜ için, hem de Türkiye Büyük Millet Meclisinde sarf ettiği, “hayrını görün” sözü, yine de canımızı acıtıyor.
Bu ülke ve ülke insanı, bugün bir yerlere gelebilmişse, diğer Müslüman ülkelere nazaran, batılı, laik, özgür ve demokrat olabilmiş ise; bunları,ATATÜRK'e ve İNÖNÜ'ye borçludur.
Türkiye Cumhuriyeti, bugün getirildiği kaosa rağmen, hala dimdik ayakta kalabiliyorsa, onların hayrına ve onların yaptıklarıyla ayakta kalabiliyor.
Her kim olurlarsa olsunlar, herkes tarafından bu böyle biline. 26/12/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat















24 Aralık 2015 Perşembe

DAVUTOĞLU DİKENSİZ GÜL BAHÇESİNDE GEZİNMEK İSTİYOR




Başbakan DAVUTUĞLU Ahmet Bey, işin kolayını bulmuş, başında olduğu AKP iktidarının yanlışları hiç eleştirilmesin,dikensiz gül bahçesinde gezinir gibi,ülkeyi kolay bir şekilde yönetsin istiyor.
Ahmet Bey şu gerçeği iyi bilmelidir ki;Türkiye Cumhuriyeti, günümüzde artık Anayasa metinlerinde bir anı olarak kalsa da, kağıt üzerinde çoğulcu demokratik bir devlet olup, muhalif siyasi partiler ve diğer demokratik baskı grupları ile sayıları her geçen gün azalan muhalif basın, hükumetin yanlış iş ve icraatlarını eleştirecek ve kamuoyunu aydınlatmaya çalışacaklardır.
Hükumete yönelik haklı eleştirileri, ülkemizin ve devletimizin çıkarlarına zarar veren davranışlar olarak nitelendirerek, muhalefeti halkımız nezdinde itibarsızlaştırmaya çalışmak, şark kurnazlığından öteye hiçbir anlam taşımamaktadır.
Hükumetin; ülkemize ve devletimize zarar veren, devletimizi komşu ülkelerle düşman haline getiren ve Uluslar arası arenada itibarsızlaştıran iç ve dış politikalarını ve icraatlarını eleştirmek, demokrasinin olmazsa olmazı olup, asıl, bu konuda sessiz kalmak vatana ihanettir.
Siyasal iktidarlar; devleti yöneten kadrolar olmalarına rağmen,Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ta kendisi olmayıp, onların kötü icraatlarından dolayı ağır bir şekilde eleştirilmeleri ve hatta dolaylı olarak Dünya kamuoyuna şikayet edilmeleri, asla vatanımıza ve devletimize ihanet olarak nitelendirilemez.
Olması gereken; siyasal iktidarların, iç ve dış politikalarında ve icraatlarında yanlış yapmamalarıdır. Yanlış yaptıklarında, demokrasinin gereği olarak eleştirilmeleri halinde, bu eleştirilerden dersler çıkararak,yanlışlarından dönme erdemini göstermeleri gerekir.
Çok ağır da olsa, eleştiriler karşısında, eleştiri yapanları vatana ihanet etmekle suçlamak, bir aczin ifadesidir.
İşte size bir örnek, Musul'a asker gönderen AKP iktidarı istiyor ki, başka bir devletin(Irak) egemenlik hakkını ihlal anlamı taşıyan ve o devletin uyarılarına kulak asmamakta direnen AKP iktidarını eleştirmeyelim ve alkışlayalım.
Ne münasebet, sen önce kendi kapının önünü süpüreceksin, Güneydoğu kaynıyor, ilçelerde sokak ve barikat savaşları kol geziyor, ilçeler yakılmış yıkılmış,halk evlerini bırakarak ilçelerini terk ediyor, senin Irak da ne işin var? Böyle söyleyince, vatan hainliği ile suçlanıyorsunuz.
Ahmet Bey; Güneydoğudaki, PKK işgali altında bulunan ilçelere,sokak sokak, ev ev girecek ve PKK'yı bu ilçelerde yok edeceğiz, zarar gören, evlerinden barklarından ve iş yerlerinden olan halkımızın ve esnafımızın tüm zararlarını tazmin edeceğiz,yakılan yıkılan okulları yeniden yapacak ve çocuklarımızın eğitimlerini tamamlatacağız, esnafın vergi borçlarını erteleyeceğiz diyerek, adeta AKP propagandası yapıyor.
Ahmet Bey'e, tamam da, halkın bu hale getirilmesine, evlerinden barklarından edilmesine, çocukların okulsuz ve eğitimsiz kalmalarına neden olan PKK militanlarının, bu şehir ve ilçelerimizi silah ve cephanelik haline getirmelerine, hendekler kazarak barikatlar kurmalarına göz yuman ve ülkeyi bu hale getiren, sizin başkanlığınız altındaki AKP iktidarı değil midir? Sorusunu yönelttiğimizde, biz niçin PKK destekçisi ve vatan haini damgası yiyelim?
Ahmet Bey, bırakınız bu modası geçmiş hamaseti, bu halkın; korkudan sesini çıkaramayan, sesini çıkarmak isteyenlerinin de, polis baskısı ve biber gazı ile etkisiz hale getirilerek susturuldukları %49 dışında kalan büyük çoğunluğu, kimlerin vatan haini olup,kimlerin vatan haini olmadıklarını çok iyi biliyor.
Ahmet Bey; bırakınız bol keseden atmayı ve halkın vergilerinden oluşan devletin parasıyla, halkın zararlarını ödeme vaatlerini.Sizin kötü yönetiminizin, seçim kazanmak için yarattığınız ve bölücü terör örgütü PKK'yı başıboş bıraktığınız, şehir ve ilçeleri silah ve cephanelik haline getirmelerine bilerek göz yumduğunuz içi boş çözüm sürecinin eseri olan Güneydoğu il ve ilçelerinin Suriye' deki iç savaş görüntülerini aratmayacak perişan halkına her türlü maddi yardımı, kendi paralarınızla yapabiliyor musunuz? Halkın ödediği vegilerle kendi pisliğinizi temizlemek istediğinizin farkında olmadan ve hiçbir hicap duymadan, eşeğini bizzat sizin kaybettirdiğiniz halkımıza yardım vaat ederek, eşeğini buldurup sevindirmeye çalışıyorsunuz, bunun müjdesini veriyorsunuz.
Ahmet Bey; ülkemizi, komşularıyla düşman haline getirdiğiniz yetmiyormuş gibi, bizi sonuna kadar destekleyeceklerini ve yanımızda yer alacaklarını zannettiğimiz Türki Devletlerin dahi bize cephe almaya başladıklarını görüyoruz.
Basında yer alan bir habere göre, Tayyip Bey'e ağabey diye hitap edecek kadar ülkemize sempati duyan dost ülke Kırgızistan Cumhurbaşkanı Atambayev'in “Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi çok büyük yanlıştı.Türkiye bu davranışı ile 25 yılda kurulmuş olan iyi ilişkileri bozdu”diyerek, ülkemize karşı cephe aldığı anlaşılmaktadır.
Bize göre, Ahmet Bey; her geçen gün muhalefet ile arasına mesafe koyan ve duvar ören, muhalefetin, gerektiğinde iktidar ile işbirliği yapma istek ve arzularını yok eden muhalefeti kışkırtıcı gerçek dışı beyan ve konuşmalarından vaz geçmeli, Tayyip Bey'in konuşmalarıyla ülkeyi germesi yetmiyormuş gibi, ülkeyi geren ikinci kişi olma konumunu terk etmelidir. 25/12/2015




Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat







15 Aralık 2015 Salı

SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI UYGULAYAN VALİLER SUÇ İŞLİYOR




Hepimiz biliyoruz, PKK terörünün yoğun bir şekilde yaşanmakta olduğu, hendek ve barikatların kurularak silahlı sokak çatışmalarının vuku bulduğu bazı Güneydoğu illerimizin ilçelerinde,valiler tarafından alınan kararlarla, sokağa çıkma yasakları uygulanmakta ve bu yasaklar günlerce sürebilmektedir.

Sokağa çıkma yasağı kararlarının alınarak uygulanması, terörle mücadele ve kamu düzeninin sağlanması için gerekli olabilir.Sokağa çıkma yasağı kararının alınarak uygulamaya geçilmesindeki gereklilik başka bir konu,alınan bu sokağa çıkma yasağı kararının yasal ve hukuki olup olmadığı ise, başka bir konudur.

Şartlara göre, sokağa çıkma yasağı kararının alınarak uygulanmaya geçilmesi gerekebilir, ancak, demokratik bir hukuk devletinde, kişilerin dokunulmazlıklarını, serbestçe dolaşma ve seyahat özgürlüklerini yok eden sokağa çıkma yasağının, Anayasal ve yasal koşullarının bulunması zorunludur.

Yasal koşulları olmadan, sokağa çıkma yasağı kararlarını alarak uygulamaya koyan valiler, kişilerin özgürlüklerini kısıtlayarak suç işlemektedirler.

Evet, temel hak ve özgürlükler sınırsız değildir, gerektiğinde ve Anayasamızın ve yasalarımızın açıkça öngördüğü bazı koşulların varlığı halinde, temel hak ve özgürlükler, pekala sınırlanabilir,kullanılmaları durdurulabilir, bu bağlamda sokağa çıkma yasakları da alınıp uygulamaya konulabilir.

Anayasamızın temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin 13. maddesine göre;)
temel hak ve özgürlükler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir, Anayasamızın 15. maddesine göre de, Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde, temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir.

Anayasamızın 15. maddesine göre, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabilmesinin bir örneğini teşkil eden sokağa çıkma yasaklarının alınarak uygulamaya konulabildiği sebeplerden birisi, Anayasal bir olağanüstü yönetim usulü olan ve Anayasanın 119,120 ve 121. maddelerinde düzenlenen olağanüstü haller ile Anayasanın 122. maddesinde düzenlenen sıkıyönetim,seferberlik ve savaş halidir.

PKK terörünün yoğun olduğu, PKK güçleriyle Devlet güçlerinin, barikatların kurulduğu ve hendeklerin kazıldığı silahlı sokak çatışmasına girdikleri,halkın şehirleri terk etmeye başladıkları, devletin öğretmenlerini bölgeden çektikleri bazı Güneydoğu il ve ilçelerinde yaşananlara baktığımızda, orada yaşananlara olağan bir hal diyebilir miyiz? Tabii olağandır diyemeyiz.O bölgemizde ve şehirlerinde olağanüstü bir halin olduğu, bölgedeki terörün önlenerek asayişin,vatandaşların can ve mal güvenliklerinin yeniden sağlayabilmek için, sokağa çıkma yasağı kararı alınarak uygulamaya konulmasının gerekliliği yadsınamaz.

Ancak bir şartla, o bölgedeki koşulların olağanüstü bir hal aldığını kabul ederek, o bölgede,Anayasal bir olağanüstü hal yönetim usulü olan olağanüstü hal kararı alarak, olağanüstü hal ilan etmek koşuluyla.

AKP iktidarı, olağanüstü koşulların yaşandığı, bölge vatandaşlarının mal ve can güvenliklerinin kalmadığı, okulların yakıldığı, öğrenim özgürlüğünün yok edildiği, asayişin ve kamu düzeninin kalmadığı, devlet otoritesine karşı gelindiği Güneydoğu illerimizde, Anayasanın öngördüğü olağanüstü hal kararı alarak ilan etmekten niçin korkuyor? Anlamakta gerçekten zorlanıyoruz.

AKP iktidarı, bizim dönemimizde sıkıyönetimler ve olağanüstü hal yönetimleri olmaz ve olmamalıdır takıntısını ve kompleksini terkedip, Anayasal yetkilerini kullanarak, bugün için Anayasal koşulları fazlasıyla oluşmuş bulunan Güneydoğu illerimizin bazılarında, olağanüstü hal kararı alıp ilan etmek ve meclisin onayına sunmak zorundadır.Aksi halde, AKP iktidarının bundan sonra olacak olanlardan dolayı hukuki ve siyasal sorumlulukları daha da artacak ve en başta sokağa çıkma yasakları olmak üzere, bölgede Olağanüstü Hal Yasasının öngördüğü, özgürlükleri kısıtlamaya yönelik kararları alamayacaklar, almaya kalkıştıklarında da, en başta sokağa çıkma yasağı olmak üzere, aldıkları ve bundan sonra alacakları, kişilerin özgürlüklerini sınırlayan tüm kararları, Anayasal ve yasal dayanaktan yoksun olacaktır.

Olağanüstü hal kararı alınarak ilan edilmesi halinde, olağanüstü hal kararı alınan yerlerde kişi hak ve özgürlüklerinin nasıl kısıtlanacağı ve bunların kullanılmasının nasıl durdurulacağı, Olağanüstü Hal Yasasında açıkça belirtilmektedir.

Olağanüstü Hal Yasasının 11/a maddesinde yer alan açık hükme dayanarak, olağanüstü hal ilan edilen illerde, valiler, sokağa çıkmayı sınırlama veya yasaklama kararı alabileceklerdir.

Ancak, şu anda yapıldığı gibi, bölgedeki il valilerinin İl İdaresi Yasasına dayanarak,illerinde sokağa çıkma yasağı kararı almaya ve uygulamaya yetkileri kesinlikle mevcut olmayıp, bu kararı alarak uygulayan valiler ile valilere bu konuda talimat verenler, açıkça suç işlemektedirler. 16/12/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat






13 Aralık 2015 Pazar

AKP NE ÇEKİYORSA KADIN MİLLETVEKİLLERİNDEN ÇEKİYOR




AKP'nin şu anda milletvekili olmayan eski Balıkesir Milletvekili Tülay BABUŞCU'nun; Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in kaçak sarayındaki bir karşılama töreni gösterisinden sonra, Cumhuriyeti kastederek, 600 yıllık imparatorluğun 90 yıllık reklam arasının sona erdiği yorumunu yapmasından sonra, bu kez de, yine bir kadın, AKP Antalya Milletvekili Gökcen Özdoğan ENÇ de, Kadın ve Demokrasi konulu bir panelde yaptığı konuşmasında; “Cumhuriyet dönemine baktığımız zaman, 5.Aralık.1934 te seçme ve seçilme hakkı verilmiştir. 1930'larda ilk muhtarlık seçimine kadınlar katıldı.Burada arızalı bir durum var, seçme seçilme hakkı verilmiş,evet, çok güzel, ama ilk defa, başörtülü milletvekili seçilerek, 7.Haziran.2015 de meclise girebiliyorlar......kadınlar,benim kendimce farz olduğunu düşündüğüm başörtüsü yüzünden, 7.Hazirana kadar meclise giremedi” demiş ve AKP'nin kadına bakış algılanışını yerle bir ettiğini ve kendisinin de bu süreci “sessiz devrim” olarak adlandırdığını iddia etmiştir.

Bu AKP; kraldan çok kralcı kesilerek, hemcinsi kadınlara, siyasi ve medeni haklarını tanıyan Cumhuriyeti ve kadını aşağılayan bu kadın milletvekillerinden daha ne kadar çekecek dersiniz?

Neymiş efendim, takılması farz olan başörtüsünü kafasına geçiren kadınlar 7.Nisan.2015 tarihine kadar meclise giremedikleri için, 1934 de kadına tanınan seçme ve seçilme hakkı arızalıymış, bu arıza 7.Haziran 2015 de AKP tarafından giderilmiş ve kadınlarımız, seçme ve seçilme haklarına 1934 de değil de, 7.Haziran.2015 de AKP sayesinde kavuşmuşlar, AKP bu şekilde sessiz devrim yapmış.

Bu cevheri yumurtlayan, AKP'nin; kendince takılması farz olan başörtülü kadını milletvekili seçtirip meclise girmesini sağlayarak sessiz bir devrimi gerçekleştirdiğini iddia eden milletvekili Gökcen Özdoğan ENÇ'e bakıyoruz, başörtülü falan değil, kendince farz olmasına rağmen başı açık, kendi beyanına göre günahkar yani.Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu cinsinden bir iddia yani.

AKP Antalya Milletvekili Gökcen hanıma buradan soruyoruz; sessiz bir devrim ile kendisi için farz olan başörtüsünü 7.Haziran.2015 te meclise sokan AKP, bakalım sessiz devrimlerine devam ederek,kadınlarımızın;

-Kocaları tarafından yanlarına iki üç kuma getirilerek, kumalı karı olma haklarını,

-Kocalarının, mahkeme kararına gerek kalmadan, sadece boşol demeleri halinde, hiçbir nafaka alamadan beş parasız sokağa atılma haklarını,

-Ana ve babalarından kalan miras paylarının yarısını daha erkek mirasçı ortaklarına terk etme haklarını ve daha nicelerini,

Bakalım ne zaman kazanacaklar? Merak ediyoruz doğrusu.

İyi kazanımlar Gökcen Hanım, bundan sonraki sessiz devrimleri de bekleyiniz, bu sessiz devrimlerin kadınlarımıza kazandıracağı haklar, size ve sizin gibi düşünenlere çok yakışır doğrusu. 13/12/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat








10 Aralık 2015 Perşembe

ANAYASADAKİ VATANDAŞLIK TANIMI DEĞİŞTİRİLEBİLİR Mİ?




Bir tarafta avukatlık, öbür tarafta amatör köşe yazarlığı derken, her ikisini de birlikte ve başarılı bir şekilde yürütebilmek adına, sürekli okumak, güncel siyasal olayları ve gelişmeleri, her an sürekli ve hızlı bir şekilde değişen içerideki ve dışarıdaki tüm gündemi takip edebilmek için, geceleri oldukça geç yatarız ve gece saat birden önce yatmamız çok istisnadır.

Dün (09/12/2015) gece ne olduysa, biraz erken bir saatte, saat henüz 24.00'e gelip ertesi güne geçmeden yatıp dinleneyim dedim, ancak, bir türlü uyku tutmadı. Ülkemizin içinde ve dört bir tarafında cereyan eden, bizim için hiç de iç açıcı olmayan olaylar, çatışmalar, gelen şehit haberleri, harabeye dönen Güneydoğu illerimiz, yakılan yıkılan tarihi eserlerimiz ve camilerimiz, ateş, barut ve kan, hepsi birden gözümüzün önünde yeniden canlandı.

Kürt sorunu, Güneydoğuda iki ateş arasında kalan Kürt kökenli masum vatandaşlarımızın çektikleri, Kürt sorununun çözümündeki en büyük engel olarak önümüze çıkan, Kürt kökenli vatandaşlarımızın değiştirilmesinde, çoğu Türk kökenli vatandaşlarımızın da değiştirilmemesinde ısrar ettikleri Anayasamızda yer alan vatandaşlık tanımı, kafamıza takıldı, vatandaşlık tanımı değiştirilebilir mi, hadi değiştirelim, bugünkü vatandaşlık tanımı yerine acaba nasıl bir vatandaşlık tanımını getirebiliriz? Diye kendimizi sorgulamaya ve empati yaparak düşünmeye başladık, insanın beyni meşgul olmaya başlayınca, uykuya dalabilmek ne mümkün.

Uykumuz iyice kaçtı bir kere, şeytan dürttü, haydi Güner kalk yatağından şu konuya iyice bir kafa yor dedi, saate baktık, gecenin yarımı olmuş, güya erken yatmaya karar vermiştik.

Şeytana uyduk ve yataktan kalkarak bilgisayarımızın karşısına geçtik, 1961 ve 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarının ilgili maddelerini ekranımıza getirdik.
1982 Anayasasının, Devletin şeklini belirleyen 1. Maddesinde; “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” yazıyordu.Benzer bir hüküm, mülga 1961 Anayasasında da yer almaktaydı.

Bu Anayasa hükümlerine göre; vatandaşlık bağı ile bağlı olduğumuz, bizleri tek bir çatı olarak bir arada tutan ve bizde bir aidiyet duygusu yaratan siyasi örgütlenmemizin ve ortak paydamızın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğunu gördük.

Bir empati yaparak, mülga 1961 ve halen yürürlükte olan 1982 Anayasalarımızın 54 ve 66. maddelerinde yer alan ve benzer bir şekilde; ”Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” şeklinde tarif edilen, Türklüğe vurgu yapan ve dayatmacı bir üslupla kaleme alınan vatandaşlık tanımını beğenmediğimizi, itiraf etmeliyiz.

Oysa ki; Türk'ü, Kürt'ü, Laz'ı, Çerkez'i, Rum'u,Yahudi'si, Ermeni'si, Süryani'si, Müslüman'ı, Sünni'si, Alevi'si, Şafi'si, Hristiyanı,Musevi'si,Katolik'i, Ortadoks'u ve hatta dinsizi, kısacası; ırkı, etnik kökeni ve kimliği, dini, mezhebi ne olursa olsun, tasada ve sevinçte ortak, kendi etnik kimliğini ve bundan kaynaklı kültürel haklarını ve değerlerini, dinlerini ve mezheplerini,ana dillerini, buna ilaveten de, tarihten bu yana gelen, bir mozaik'in parçaları gibi, bu ülkede ortak ve birlikte yaşamanın, herkese kazandırdığı ortak kültürel ve tarihi değerlerini, Anadolu ve Türkiye olarak tanımladığımız, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kara parçası ve ortak vatanı olan bu topraklarda yaşayan herkesi kucaklayan ve kavrayan, sımsıkı saran, hiç kimsede, dışlanmışlık ve ötekileştirilmişlik duygusu yaratmayan, herkese eşit mesafede duran ortak bir kavrama ve paydaya dayanan, aidiyet duygusunu bu ortak kavram ve paydaya dayandıran,yeni bir vatandaşlık tanımı yapmak, pekala mümkündür.

Doğrudur, ülkemizde Türk ve Türklük kavramları, hiçbir şekilde, ırkçı bir anlayış ve yaklaşımla kullanılmamış, bu kavramlar, hangi ırktan ve etnik kimlik ve kökenden gelirlerse gelsinler, bu ülke topraklarında birlikte yaşayan tüm insanlarımızı kavrayan, içine alan ve kapsayan, şemsiye ve ortak bir üst kimlik anlamında kullanılmış ise de; sizler ne derseniz deyiniz, bizi bölmek ve ayrıştırmak isteyen emperyalist devletlerin kışkırtmaları olarak da değerlendirebilirsiniz, lafzen, Türk ırkı ile aidiyet kurduğu izlenimi ağır basan bugünkü vatandaşlık tanımı, özellikle Kürt kökenli çoğu vatandaşlarımız tarafından kabul görmemekte ve Kürt sorununun çözümünün önündeki en büyük engel olarak karşımıza çıkmaktadır.

Biraz empati yaptığımızda, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.”şeklindeki, Anayasamızda yer alan bu vatandaşlık tanımlamasının; Türk olsunlar, ya da olmasınlar, özellikle Kürt kökenli çoğu vatandaşlarımız tarafından, ırkçı bir dayatma olarak algılanmaya çok müsait bir tanımlama olduğunu kabul etmek zorundayız.

Anayasanın 66. maddesinin made başlığı,Türk Vatandaşlığı olmasına ve bu maddede Türk Vatandaşlığına bir tanım getirilmek istenmesine rağmen, madde içeriğinde vatandaşlık değil, Türk'ün tanımı yapılmaktadır. Maddenin, hiç değilse, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür. ” şeklinde dayatma getirmesi yerine, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes, Türk Vatandaşı sayılır” şeklinde olması ve Türk vatandaşlığına yumuşak bir iniş yapılması gerekirdi diye düşünüyoruz.

Türk Vatandaşlığını tarif eden Anayasanın 66.Maddesi, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümlerden olmadığına göre, Anayasanın 66. maddesi değiştirilerek;

Türk'ü, Kürt'ü, Laz'ı, Çerkez'i, Rum'u,Yahudi'si, Ermeni'si, Süryani'si, Müslüman'ı, Sünni'si, Alevi'si, Şafi'si, Hristiyanı,Musevi'si,Katolik'i, Ortadoks'u ve hatta dinsizi, kısacası; ırkı, etnik kökeni ve kimliği, dini, mezhebi ne olursa olsun, tasada ve sevinçte ortak, kendi etnik kimliğini ve bundan kaynaklı kültürel haklarını ve değerlerini, dinlerini ve mezheplerini,ana dillerini, buna ilaveten de, tarihten bu yana gelen, bir mozaik'in parçaları gibi, bu ülkede ortak ve birlikte yaşamanın, herkese kazandırdığı ortak kültürel ve tarihi değerlerini, Anadolu ve Türkiye olarak tanımladığımız, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kara parçası ve ortak vatanı olan bu topraklarda yaşayan herkesi kucaklayan ve kavrayan, sımsıkı saran, hiç kimsede, dışlanmışlık ve ötekileştirilmişlik duygusu yaratmayan, herkese eşit mesafede duran ortak bir kavrama ve paydaya dayanan, aidiyet duygusunu bu ortak kavram ve paydaya dayandıran,yeni bir vatandaşlık tanımı yapmak, bize göre, zaten bölünme aşamasına gelen ülkenin, vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne zarar değil, bilakis fayda sağlayacaktır.

Örneğin, Anayasanın 66. maddesi değiştirilerek; “Etnik kökenine, ırkına, ana diline, dinine, mezhebine ve dinsiz olup olmadığına bakılmaksızın,Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve vatanına vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes,Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vatandaşıdır.” şeklinde, Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle aidiyet kurarak, bu topraklar üzerinde yaşayan herkesi kucaklayan yeni bir vatandaşlık tanımı yapılabilir diye düşünüyoruz.10/12/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat




7 Aralık 2015 Pazartesi

ALSAN NE OLUR ALMASAN NE OLUR?




Hava sahamızı ihlal eden Rus savaş uçağını düşürmemiz nedeniyle, Rusya ile aramızın açılmasının artçı sarsıntıları bitmek bilmiyor.

Rus Devlet Başkanı Putin tarafından bu krizin sürekli tırmandırıldığını, Tayyip Bey'in de, televizyonlardan ulu orta yaptığı gerilimi artıracak olan konuşmalarıyla buna yardımcı olduğunu görmekteyiz.

Krizin her iki ülkeye vereceği muhtemel zararları akılcı bir düşünceyle önceden görüp, bu krizin sonlanması için, bundan sonrasına yönelik alınması gereken tedbirleri karşılıklı tartışarak, krizin her iki ülkeye de zarar vermeden sonuçlanmasını temin amaçlı olarak, Türkiye Cumhuriyetini idare edenlerin uzattıkları her elin, Putin tarafından geri çevrilerek, krizin daha da tırmandırılmaya çalışılması, akılcı ve basiretli bir davranış olmasa gerek.

Ancak, ortaya çıkan uçak düşürme krizinin sonlanması için Rusya ile görüşme çabası içinde olan ülkemizin, bu çabalarında samimi olduğuna gölge düşürecek, karşı tarafı kışkırtıcı ve kırılan onurlarını daha da kırmaya yönelik olan, diplomatik saygı hudutlarını zorlayan beyanlardan kaçınılması da zorunludur.

Tüm bu gerçeklere ve zorunluluğa rağmen, bakıyoruz, bir yandan krizi sonlandırmak amaçlı olarak dostluk elimizi uzatırken, özellikle Tayyip Bey'in, bugüne kadar iç politikada sürekli başvurduğu ve seçimlerde faydasını da fazlasıyla gördüğü gerilim politikasını, Rus krizinde de devreye sokmaktan geri kalmadığını gözlemliyoruz.

Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in; katıldığı her platformda yaptığı, tüm kanallardan sabah akşam yayınlanan konuşmalarında, lafı Rusya ile aramızda çıkan uçak krizine getirmesi ve Rus yönetiminin; canı yandığı için ve iç politikaya yönelik kaygılarının da etkisiyle, ülkemize karşı uygulamaya koyduğu ekonomik amborgoyu diline dolayarak Putin'i ağır bir şekilde eleştirmeye devam etmesi, Rusyanın, ülkemizden yaş sebze ve meyva ithalatına getirdiği yasağı kastederek, “alsanız ne olur almasanız ne olur” diyerek konuşmalar yapması ve kendisinin bu kışkırtıcı ve gerilim yaratan konuşmalarını da, diplomatik dil olarak niteleyerek, Putin'i diplomatik dil ile konuşmamakla suçlamaya kalkışması, anlaşılır gibi değildir.

Bugün, gazetelerde yer alan haberlere baktığımızda,Tayyip Bey'in, Rusya'ya yönelik, gerilimi tırmandırıcı meydan konuşmalarının, iç politikada Tayyip Bey'in aktifini çoğalttığını görmekteyiz. Ancak, bu demek değildir ki; Tayyip Bey'in iç politikada kendisine yarar sağlayan, taraftarlarını birlikte tutan gerilim politikası, Rus krizinin çözümünde ülkemize yardımcı olacaktır.

Hava sahamızı ihlal ettiği için, Rus savaş uçağının ülkemiz tarafından düşürülmesindeki hukuki haklılığımızı vurgulamalarına rağmen, özellikle doğal gaz ve dış ticaretimiz açısından, Rusya ile iyi ilişkilerimizin bozulmadan devam etmesindeki zorunluluk nedeniyle, her şeye karşın, Rus savaş uçağının düşürülmemesinin, ülke menfaatleri açısından daha akılcı, mantıklı, yararlı ve gerekli bir davranış olduğu yönünde fikir beyan eden muhalefetin, Tayyip Bey tarafından, Putin'in yanında yer almakla suçlanması, haklı ve demokratik bir davranış değildir.

Demokrasilerde, muhalefetin her zaman ve her ulusal konuda iktidar ile aynı düşünceleri paylaşma mecburiyeti olmadığı gibi, bazı koşullarda, iktidardan farklı düşünce açıklamak da, koşulsuz bir şekilde, ulusal çıkarlara aykırı bir davranış olarak nitelendirilemez.

Salt Uluslararası hukuka göre haklı olmak, devletlerin atacakları her adım için tek başına yeterli olacaksa, Irak Merkezi Hükumetinin muhalefet ve itirazlarına rağmen, bağımsız Irak Devletinin Musul kentine askeri güç sokmanızı nasıl izah edeceksiniz merak ediyoruz doğrusu.

Kim ya da kimlerin, hangi düşünce, davranış ve politikalarının, ulusun ve ülkenin gerçek yararına ve menfaatine olduğunu, zaman gösterecek olup, bunu da inşallah hepimiz yaşayarak göreceğiz. 07/12/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



5 Aralık 2015 Cumartesi

AKP VE ÖZGÜRLÜKLER



Yaklaşık bir sene önce “ÖZGÜRLÜK” başlığı altında bir yazı yazarak, AKP'nin özgürlük anlayışını, ironik bir şekilde dile getirmişiz.Bu yazımızda dile getirdiklerimiz halen geçerliliğini aynen korumakta.Ne dersiniz, bu hafta sonu aynen aşağıya aldığımız bu yazımızı tekrar okuyalım mı? 05/12/2015 Güner YİĞİTBAŞI

ÖZGÜRLÜK

Bizim ülkemizde, özgürlük; AKP iktidarının mensuplarının, her Allah'ın günü, akşam sabah, sürekli telaffuz etmelerine rağmen, bir türlü içlerine sindirip hayata geçiremedikleri, biraz yüzüne gülseler, iktidarlarını ve oturdukları koltuklarını ayaklarının altından kaydıracağına inandıkları, parti içinde sağlam irade, büyük reis dışında kalanların, bizzat yaşayıp bir kez dahi olsa gerçek tadını ve lezzetini tatma fırsatı bulamadıkları için, gerçek değerini bilemedikleri, sadece ağızlarında sakız yaparak, siyasal nutuklarında sos olarak kullanıp, çıkarmayı planladıkları dikta eğilimli yeni anayasa için reklam ve dolgu malzemesi olarak kullandıkları, içi boş bir kavramdır.
AKP'nin iktidar olduğu ülkemizde, özgürlük o kadar içi boşaltılmış bir kavramdır ki;halkımız, başı sıkıştığında sesini duyurmak ve bir bildiri sunmak amacıyla barışçıl bir eylem ortaya koymak ve milletin egemenlik hakkının, millet adına vekilleri marifetiyle kullanıldığı bir mabed olan Meclis önünde toplanmak istese, polis tomalarıyla karşılanır ve iktidarın polisleri tarafından, ülkemizdeki özgürlüklerin gerçek ve acı yüzüyle yüzleştirilirler.
AKP iktidarının ileri demokrasi anlayışında, özgürlükler mutlaka anayasada yazılı olmalıdır..Aksi halde o özgürlüğü ağzınıza dahi alamazsınız.Yürürlükteki 1982 darbe Anayasasında açıkça yazan özgürlükler dahi, AKP iktidarını eleştirmek için kullanılamaz.
Ülkemizde, halkımızın bolca kullanmak zorunda bırakıldıkları Anayasada yazılı olmayan,AKP'nin iktidarını sürdürmesine siyaseten zararları bulunmayan, tüm zararı halkımızın kendisine ait olan çok miktarda özgürlükler de vardır.
Halkımızın hiçbir polis ve toma engeline, biber gazı ve jop darbesine,polis tekme ve tokadına maruz kalmadan, gözaltına alınıp tutuklanmadan rahatlıkla kullanabildikleri, halkımıza AKP iktidarının ikramı olan, saymakla tüketemeyeceğimiz özgürlüklerin varlığını da unutmamalıyız.!
Bu özgürlüklerin başında; milletimizin, 12 yıldan bu yana, AKP iktidarına tahammül etme özgürlüğü gelmektedir. Halkımız bu özgürlüğü o kadar çok sevmişlerdir ki, üç dönem üst üste AKP iktidarına tahammül etme özgürlüklerinden vazgeçememişler ve vazgeçmeye de niyetli gözükmemektedirler.
Halkımızın çok sevdiği, AKP iktidarının ikramı, Anayasada yazmayan özgürlüklerinden biri de, çalışacak bir iş bulamama, işsiz, aç ve sefil kalma özgürlüğü olup,siyasal iktidar mensuplarıyla yandaşlarının ve mahdumlarının her geçen gün daha da zenginleştiklerini gördükçe iktidara olan desteklerini daha da artıran bu işsiz,aç ve sefil halk kesiminin, işsiz ve aç kalma özgürlüğünden pek memnun kaldıklarını görmekteyiz.
Ülkemizde halkımızın hiçbir iktidar baskısına uğramadan günün her saatinde, gece demeden gündüz demeden rahatlıkla kullanabildikleri özgürlüklerinden diğer bir kısmını da, şöyle sıralayabiliriz;
Yapacağın çocuk sayısını Tayyip Bey'in belirlemesi özgürlüğü..
Kadınlarımızın, kürtaj yaptıramama, doğumlarını ne şekilde yapacaklarını kendi iradeleriyle belirleyememe özgürlüğü...
Bitaraf olan iş adamlarımızın, bertaraf olma özgürlükleri...
Halkımızın, en ağır vasıtalı vergileri ödeme özgürlüğü..
Halkımızın, dünyada en pahalı akaryakıtı kullanma özgürlükleri...
Halkımızın, televizyonlarını açtıklarında her gün, her saat ve her saniye, Tayyip ve Ahmet Beyleri izleme, paralel söylemlerini dinleme ve gürültü kirliliğine maruz kalma özgürlüğü..
Başbakanlık örtülü ödeneğine ve bu ödenekten yapılan hesapsız harcamalara, vergileriyle katkı yapma özgürlüğü...
Bizleri yönetenleri, vergilerimizle satın alınan lüks vasıtalara bindirme özgürlüğü...
Başkanlığa soyunan Tayyip Bey'e, eski parayla, bir buçuk katrilyon liraya lüks ve kaçak saray yaptırma ve uçan saray diyebileceğimiz özel lüks uçak satın alma özgürlüğü..
İktidarın yolsuzluk ve rüşvet iddialarına göz yumma özgürlüğü...
Anayasal özgürlüklerini kullanamama, kullanmaya kalkıştığında da dayak ve biber gazı yeme özgürlüğü...
Anayasaya göre tarafsız ve partisiz olması gereken Cumhurbaşkanının, anayasanın bu açık kuralına uymayarak anayasyı ihlal etmesine tahammül etme özgürlüğü...
Yargısının bağımsız ve tarafsız olmamasına tahammül etme özgürlüğü..
Meclis çoğunluğunu oluşturan iktidar partisine mensup milletvekillerinin, yürütmenin emri altına girerek, milletimizden aldığı emanete hıyanet etmelerine seyirci kalma özgürlüğü...
12 Eylül darbecilerinin yaptıkları yasaları değiştirmemekte direnen iktidara karşı suskun kalma özgürlüğü...
Darbecilerin getirdiği yüzde onluk seçim barajını kaldırmamakta direnen AKP iktidarını hala başımızda tutma özgürlüğü..
İktidarın yalanlarına inanmış görüntüsü verme özgürlüğü..
İşçilerimizi, memurlarımızı ve emeklilerimizi ezen AKP iktidarına karşı sesini yükseltememe özgürlüğü...
Daha saymakla tüketemeyeceğimiz binlerce özgürlük.
Allah'tan korkalım, özgürlüklere doymak bilmiyoruz ve hala özgürlük istiyor, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğümüzün dahi olmadığını söyleyerek, yukarıda saymakla tüketemediğimiz özgürlükleri bize yaşatan AKP iktidarını yerden yere vurmaya çalışıyoruz!
Biraz insaflı olmalıyız, AKP iktidarı tarafından milletimize tanınan bu kadar çok özgürlükten sonra; protesto, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü bizim neyimize! 11/02/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


3 Aralık 2015 Perşembe

DEVLET ŞİKAYET ETMEZ!...





Sizler; terör örgütleri bizim görevimizi yapmamıza engel oluyor, biz işlenen bir suçun delillerini tespit için suç mahallinde inceleme yapamıyoruz, suç delillerini toplayamıyoruz gerekçesiyle, kendi vatandaşına dert yanan, özür üreten ve bir terör örgütünün militanlarından şikayetçi olan başka bir devlet gördünüz mü?

Bizim bildiğimiz, devlet; ne yapar ve eder, elindeki her türlü devlet gücünü ve otoritesini kullanarak ve her türlü tedbiri alarak, suç mahalline girer, gerekli incelemesini yapar ve suç delillerini, yok olmadan toplar, bunları yapabildiği taktirde orada devlet vardır denilebilir.

Devlet, ülkesinin bir bölgesinde ve şehrinde, işlenen bir suçun delillerini dahi toplayacak koşulları yaratamıyorsa ve suç delillerini toplayarak güvence altına alamıyorsa, orada devlet yok demektir.

Dememiz o ki, devlet şikayet makamı değildir. Devlet, görevlerini yerine getiremezse, işlenen bir suçun failine ulaşmak için gerekli olan suç delillerini toplayacak ortamı yaratamıyorsa,vatandaşının mal ve can güvenliğini sağlayamıyorsa, vatandaşlarının özgürlüklerini koruyamıyorsa, hukuk dışına çıkıyorsa, o devlet ancak şikayet edilir, devleti yönetenlerden bunun hesabı sorulur.

Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir ELÇİ'nin can güvenliğini sağlayamayan,aldığı tehditlere rağmen ona gerekli korumaları vermeyen, olay mahallinde bulunan sivil kıyafetli ve attığı kurşunları üç beş metre önünden geçen teröristlere isabet ettiremeyen iki üç adet polisin de, orada bulunmaktaki asıl örevlerinin, Tahir ELÇİ'yi ve beraberindekileri korumak olmayıp, basın açılaması yapan Baro Başkanı Tahir ELÇİ ve yanındakilerin, basın açıklamalarında suç teşkil eden bir beyanda bulunup bulunmayacaklarını denetlemek olduğu anlaşılan bir devletin; Tahir ELÇİ'yi korumada zafiyet gösterdiğini dahi iddia edemeyiz.

Olay mahallinde gerekli incelemeler yapılarak suç delilleri dahi toplanamadığına, bu haliyle orada bir devlet olmadığına göre, artık Tahir ELÇİ'nin korunmasında bir devlet zafiyetinin bulunduğundan bahsedilebilir mi, olmayan bir şeyin zafiyeti olabilir mi?

Tahir ELÇİ'nin korunamaması, can güvenliğinin sağlanamaması değil, bilerek korunmaması ve can güvenliğinin sağlanmaması bir yana, bizi üzen asıl konu, hangi nedenle olursa olsun, suç mahallinde gerekli incelemeyi yapamayan ve suç delillerini toplayamayan devlet yetkililerinin ekranlara çıkarak; efendim, PKK teröristleri ateş açıyorlar, bu nedenle suç yerinde gerekli incelemeleri yapamıyoruz, suç delillerini toplayamıyoruz diyerek mazeret üretip, ha, bakın gördünüz mü, bu cinayeti PKK teröristleri işlemiş olmalılar ki, suç delillerini bize toplatmıyorlar diyerek, faraziye üretip demeç vermeleridir.

Hayır efendim, suç delillerini toplatmadıklarına göre, Tahir ELÇİ'yi PKK teröristleri öldürmüştür diyerek bir faraziye üretip, bu cinayetin üzerini örtemezsiniz.

Zira,Tahir ELÇİ'nin ölmesi veya yaşaması, PKK teröristlerinin umurunda dahi değildir. Tahir ELÇİ ölmüş, ölmemiş, kendileri veya bir başkası tarafından öldürülmüş, onlar için hiç önemli değildir.

PKK teröristleri, orada devletin olmamasından yararlanarak, olay mahallinde inceleme yapanlara ateş açıyor ve suç delillerini toplamalarına engel oluyorsa, onların bu çabaları, kendileri tarafından işlendiği gerekçesiyle, suçun failine ulaşılmasına engel olmak falan değildir. PKK ve mensuplarının asıl amaçları, o bölgenin ve mahallin kontrolünün kendilerinde olduğunu, orada güçlü olduklarını göstererek, devletimizi itbarsızlaştırmak ve kendi yandaşlarına güven, yandaş olmayan bölge vatandaşına da gözdağı vermektir.

Bizim devlet yetkililerimiz de, Tahir ELÇİ cinayetine bir fail bulmak, kendi aczlerini örtbas etmek ve buna bir gerekçe yaratmak için, maalesef PKK'nın bu oyununa gelmekte ve devletimizi küçük düşüren açıklamalarda bulmaktadırlar. Hiç değilse, susun bari.

Devlet yetkilileri, birtakım faraziyelere sığınarak, Tahir ELÇİ cinayetini PKK'nın üzerine atmaktan vazgeçmeli ve mermi çekirdeğini bulamadık, bulunan mermi çekirdeği de deforme olmuştur, bu nedenle Tahir ELÇİ'nin ölümüne neden olan tek kurşunun kimin silahından çıktığını belirleyemedik gerekçesiyle, bu eylemi faili meçhuller kervanına eklemeden, çok net olan kamera görüntülerine, Tahir ELÇİ'nin cesedinin bulunduğu yere ve yöne, ensesinden girip kafasının önünden çıkan merminin izlediği yola, otopsi raporuna ve olay yerinde bolca bulunan tüm tanıkların anlatımlarına göre, objektif ve tarafsız bir değerlendirme yaparak, fail polis de olsa, gerçek faili en kısa zamanda kamuoyu ile paylaşmak zorundadırlar. 03/12/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

30 Kasım 2015 Pazartesi

BİRAZ OLSUN UTANDINIZ MI?



Hain ve karanlık bir saldırı ile hayatını yitiren Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir ELÇİ, dün yapılan görkemli bir törenle ebedi istirahatgahına tevdi edildi.

Cenaze töreninde, merhum Tahir ELÇİ'nin ardından yapılan konuşmalarda çok anlamlı sözler söylendi.

Eşi Türkan hanım tarafından dile getirilen; acı,duygu ve anlam yüklü; “bugün yurtdışı yasağın kalktı,kuşlar gibi özgürsün” sözleri, anlayana çok şey ifade ediyordu.

Bu sözler, Sevgili Tahir ELÇİ'nin şahsında, ülkemizin içinde bulunduğu acınası koşulları, yargının siyasallaşarak bağımsızlığının yok olduğunu, insanların; konuşulanları, savunulan değerleri ve fikirleri anlayamamakta zorlanacak derecede önyargılı hale getirildiklerini ve şartlandırıldıklarını, rahmetli Tahir ELÇİ'nin;sırf Kürt kökenli olduğu ve Diyarbakırda yaşadığı için, bugüne kadar yaptığı, terörü, silahı, savaşı, çatışmaları eleştiren sayısız konuşmaları, ileri sürdüğü fikirleri ve insan hakları ve insanlık adına yaptığı olumlu çalışmaları görmezlikten gelinip bir kenara konularak, sadece çıktığı son televizyon programında sarf ettiği bir sözün, onun bugüne kadar ortaya koyduğu terörü eleştiren ve dışlayan duruşunun ve gerçek kimliğinin imbiğinden geçirilmeden cımbızlanarak, mercek altında büyütüldükten sonra, PKK terör örgütünün destekçisi ve propagandisti ilan edilip, vakit geçirilmeksizin hakkında soruşturma açılarak, Diyarbakır Baro Başkanı kimliği, toplum içindeki saygınlığı gözetilmeden, sanki kaçacakmış gibi, davetiye ile çağrılmadan, gözaltına aldırılarak, apar topar mevcutlu olarak Diyarbakır'dan İstanbul'a getirtilerek sorgulanması, tutuklama istemiyle hakim önüne sevk edilmesi ve adli kontrol tedbiri ve yurtdışına çıkış yasağı ile serbest bırakılarak itibarsızlaştırılması, zaten tehdit aldığı bilinen Tahir ELÇİ'nin hedef tahtası haline getirilmesi...kimse alınmasın ve darılmasın ama, malesef işte gelinen sonuç bu.

Tahir ELÇİ'nin eşi; eşinin ölümünden duyduğu büyük acı içinde, “Bugün yurtdışı yasağın kalktı, kuşlar gibi özgürsün” diyerek ölen eşine müjde verirken, bizim koskocaman paragrafa sığdırmakta zorlandığımız, onlarca cümle içinde ancak ifade edbildiğimiz acı gerçekleri, tek cümlede ifade etmiştir.

Cenazede bir konuşma yapan HDP Eş Başkanı DEMİRTAŞ da; “insanların nasıl öldükleri değil, nasıl yaşadıkları önemlidir.” diyerek, günün en anlamlı sözlerinden birisini yapmıştır.

Rahmetli Tahir ELÇİ; hakkında soruşturma açılmasına, gözaltına alınmasına,tutuklanmaktan kıl payı kurtulmasına ve hakkında yurt dışı yasağı uygulanmasına neden olan, hiç hak etmediği suçlamaya karşı, hain saldırı sonucu öldürülmeden birkaç dakika önce, Diyarbakır'ın simgelerinden Dört Ayaklı Minare önünde, propagandasını yapmakla suçlandığı terörün kendisine de yönelen baskısı altında ve korumalar eşliğinde, en anlamlı savunmasını yapmış ve bırakınız insanlarımızın, cansız dört ayaklı minarenin dahi uğradığı terör saldırısını kınamak amacıyla dile getirdiği; “Birçok medeniyete beşiklik, ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede insanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar çatışmalar opersayonlar bu alandan uzak olsun diyoruz “ sözleriyle, tüm halkımızın vicdanında aklanarak son nefesini vermiştir.

Bundan daha güzel, anlamlı, samimi, kalbi ve gerçekçi savunma olabilir mi?

Bu savunma, önyargıları kırmak ve yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı adına, Hukuk Fakültelerinde ders olarak okutulmalı ve iş başındaki her daldan hukuk adamlarımız, iş başı yapmadan önce her sabah, Tahir ELÇİ'ye son bir ay içinde yaşatılan bu eğitici dramın ses ve görüntü kayıtlarını gözlerinin önünden geçirmelidirler.

Son söz, Sevgili Tahir ELÇİ; birilerini utandırman, kendini savunabilmen, gerçek ve samimi düşüncelerini anlatabilmen için, mutlaka ölmen mi lazımdı? 30/11/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

28 Kasım 2015 Cumartesi

DİYARBAKIR BARO BAŞKANI TAHİR ELÇİ'NİN ÖLÜMÜ ÜZERİNE



Bugün(28/11/2015) sabah saatlerinde Diyarbakır'ın Sur ilçesinde terör nedeniyle hasar gören tarihi dört ayaklı minarenin bu hasarından ve bölgede devlet güçleriyle PKK terör örgütü militanları arasındaki şehir içi hendek savaşlarına dönen karşılıklı silahlı mücadeleden ve çatışmalardan duyulan üzüntüyü ve artık bu beyhude çatışmaya son verilmesi çağrısını içeren barışcıl bir basın açıklaması yapmak üzere Diyarbakır Barosunun yetkilileriyle bölgeye gelen ve gerekli basın açıklamasını yapan Baro Başkanı Tahir ELÇİ, basın açıklamasını yaptıktan sonra, henüz bölgeden ayrılmadan çıkan bir kargaşa ve silahlı çatışma sırasında başına isabet eden bir ateşli silah mermisine bağlı olarak hayatını kaybetmiştir.

Diyarbakır Baro Başkanının, planlı olan bu basın açıklamasını yapacağı önceden bilindiğine göre, sabahın erken saatlerinde vuku bulan bu silahlı saldırının, Baro Başkanı Tahir ELÇİ'nin öldürülmesine yönelik planlı bir suikast olduğu, aniden oluşan bir silahlı çatışmanın arasında kalarak kör bir kurşunun hedefi olarak tesadüfen hayatını kaybetmediği, kuvvetli bir ihtimal olarak varlığını muhafaza etmektedir.

Sayın Baro Başkanı değerli meslektaşımız Avukat Tahir ELÇİ'nin bir suikasta kurban gittiği şüphesi kuvvetli olduğuna göre, acaba bu suikastı kim ya da kimler, hangi hain odaklar yapmıştır sorusuna kesin bir cevap verebilmek, henüz soruşturmanın devam ettiği,delillerin tam olarak toplanmadığı bu aşamada mümkün değildir. Bu konuda ancak komplo teorileri ve tahminler yürütülebilir ki, ülkenin birlik ve beraberliğe ihtiyacının olduğu şu sırada bu konuda tahmine dayalı spekülatif beyanlarda bulunmaktan herkes kaçınmalıdır.

Ancak, kesin olan bir husus var ki; bu suikast ve saldırı, rahmetli Tahir ELÇİ'nin şahsında, ülkemizin bütünlüğünü,birliğini,huzurunu ve kardeşliğini bozmaya ve bu nedenle de, 78 milyon Türk vatandaşına yönelik hain bir saldırıdır.

Bu tür saldırı ve suikastlar, ülkenin birlik ve dirliğine, bütünlüğüne yönelik olduğundan, bu tür saldırı ve suikastlar için;toplumun bir kesimi tarafından sevilen ve sayılan, toplumun diğer kesimi tarafından da eleştirilen, isimleri bir adım öne çıkan, öldürülmelerinin toplumda ses getireceği ve halkı infiale sevk edeceği, toplumda gerginlik ve çatışma ortamı ve fail ya da faillerinin kimler olduğu konusunda toplumda kafa karışıklığı yaratmaya, faillerin derin devletin adamları olduğu kuşkusunu yaratmaya elverişli kişilerden seçildiği de bilinen bir gerçektir.

Öldürülen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir ELÇİ'nin kişiliğine bakıyoruz, Sayın Tahir ELÇİ; Cizreli ve bölücü terör örgütü PKK'nın hedefindeki Güneydoğu Anadolu bölgesinin bir evladı ve Diyarbakır Baro Başkanı olup, yörede sayılan sevilen ve PKK terörüne ve Kürt sorununa ve çözümüne ilişkin fikir beyan eden, seveni yanında sevmeyenleri de olan, ismi ve kişiliği sürekli gündemde kalan, hele, hele son iki ay içinde, katıldığı bazı televizyon tartışma programlarında açıkladığı fikirleri, özellikle de CNN Türk Televizyonunda katıldığı Tarafsız Bölge tartışma programında, amacını aşacak bir şekilde yaptığı konuşmanın ve açıkladığı fikirlerin bütünü içinde terör örgütü propagandası sayılamayacak ve fikir özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerekecek olan konuşmasının bütünü içinden cımbızla çekilen “PKK, terör örgütü değildir” açıklamasından hareketle, hakkında PKK bölücü terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan Bakırköy C.Başsavcılığı tarafından soruşturma açılarak, davetiye ile çağrılması mümkün iken, bu yapılmayarak apar topar gözaltına alınıp, Diyarbakırdan, mevcutlu olarak İstanbul'a getirilerek sorgulandıktan sonra tutuklanması istemiyle hakim önüne çıkarılan ve tutuklanmanın eşiğinden dönerek, ancak adli kontrol şartıyla serbest kalabilen, bu şekilde ismi tüm ülke genelinde öne çıkan ve tartışılan, siyasi amaçlı bir suikast sonucu öldürülmesi halinde,bu suikasttan dolayı, derin devletin kolaylıkla fail ilan edilerek suçlanabilmesine müsait bir kişi olması nedeniyle, Sayın Tahir ELÇİ'nin, provokasyon amaçlı bu suikast için en başta bölücü PKK örgütü olmak üzere, karanlık ve hain odaklar tarafından hedef seçildiğini değerlendiriyoruz.

Hayatını kaybeden meslektaşımız Diyarbakır Baro Başkanı Avukat Sayın Tahir ELÇİ'ye ve aynı olayda şehit düşen güvenlik görevlilerimize Allahtan rahmet, aile yakınlarına sabır, yaralanan güvenlik görevlilerimize ve basın mensuplarına da geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz.28/11/2015



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat