30 Nisan 2015 Perşembe

MÜJDE YARIN 1 MAYIS ÖZGÜRLÜKLERİ DURDURMA BAYRAMI!..





AKP iktidarı ne diyor?

1982 Darbe Anayasası, bu millete dar geliyor, biz bu darbe Anayasasını tümüyle değiştirip, insan odaklı kişi hak ve özgürlüklerini daha da genişleten, özgürlükçü yeni bir Anayasa yapacağız.

Lafla peynir gemisi yürümüyor.

AKP iktidarı, her konuda olduğu gibi, özgürlükler konusunda da milletimizi aldatıyor. Elindeki o beğenmediği ve darbeci olarak yaftaladığı 1982 Anayasasının özgürlükçü maddelerini dahi uygulamıyor ve sözüm ona az bulduğu bu özgürlükleri dahi milletimize ve işçilerimize çok görüyor.

AKP iktidarı söylediklerinin tam tersini yapıyor. Darbeci Anayasa olarak tanımladığı 1982 Anayasasını yapan darbecilerin çıkardıkları yasalarla getirilen %10 seçim barajı ile 7 Haziran seçimlerine gidilmesine göz yumuyor, daha nice anti demokratik yasa hükümlerine sığınarak, kendisine siyasal rant sağlamaya çalışıyor.

Beğenilmeyen ve AKP iktidarı tarafından daha iyisinin yapılacağı vaat edilen 1982 Darbe Anayasasının insan hak ve özgürlüklerine ilişkin bazı maddelerine bakmakta yarar görüyoruz.

Darbe Anayasası Madde 13-Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

Darbe Anayasası Madde 15- Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

Darbe Anayasası Madde 23- Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.
..............................................................................................................................
Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek;
Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.

Darbe Anayasası Madde 34- Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

AKP iktidarı ise; bu Anayasa hükümlerine rağmen,yarın kutlanacak olan 1 Mayıs Emek ve Dayanışma (İşçi) bayramı için, en başta İstanbul, Ankara ve İzmir gibi üç büyük ilimiz olmak üzere,tüm büyük kentlerimizde hangi önlemleri almaya çalışıyor?

O beğenmediği ve darbeci olarak yaftaladığı 1982 Anayasasının milletimize ve işçilerimize tanımış olduğu,yukarıda belirttiğimiz özgürlükleri yok etmeye, kullandırmamaya, durdurmaya ve askıya almaya çalışıyor.

Oysa, 1982 darbe Anayasasının yukarıda yer verdiğimiz ilgili maddeleri ne diyor;

-Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir,

-Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması, kısmen veya tamamen, ancak ve ancak, Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde ve milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla ve durumun gerektirdiği ölçüde durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir,

-Seyahat hürriyeti, kanunla sınırlanabilir, diyor.

Ülkemizin tamamında veya İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük illerimizde, Anayasada belirtilen organlar tarafından alınmış ve ilan edilmiş kararlarla uygulanmaya konulmuş bir savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hal var mıdır ki; İstanbulda 10 bin polisi, tomaları, biber gazlarını, tazyikli suları, jopları devreye sokarak, bu da yetmedi, otobüs, vapur ve metro gibi vasıtalarla sağlanan ulaşım ve seyahati durdurarak, meydanlara ve yollara barikatlar kurarak, o beğenmediğiniz 1982 darbe Anayasasına aykırı bir şekilde insanlarımızın ve işçilerimizin toplantı ve gösteri yürüyüşü, seyahat hak ve özgürlüklerini engellemeye ve durdurmaya çalışıyorsunuz?

Türk Milleti, Türk İşçi ve Emekçisi; AKP iktidarının, kendilerine reva gördüğü bu iki yüzlü, topal ve onuncu sınıf özgürlük anlayışını artık görmeli ve 7 Haziran seçimleriyle eline geçmiş bulunan fırsatı çok iyi değerlendirerek, 2016 senesinin 1 Mayıs kutlamaları için, 8 Haziran 2015 tarihi itibariyle, İstanbul Taksim Meydanındaki yerini ayırtmalıdır.

Bu vesileyle biz de, tüm Dünya işçileri de dahil olmak üzere, kendi milletimizin tüm işçi ve emekçilerinin,1 Mayıs Bayramını yürekten kutluyoruz.30/04/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat





I

29 Nisan 2015 Çarşamba

AYIPTIR VE GÜNAHTIR!..


Tayyip Bey; ATO Congresium'da Türkiye Tarım ve Kırsal Kalkınma Hamlesi Proje Uygulamaları Tanıtım Programı'na katılarak burada bir konuşma yapmış, çiftçilere mazot'u 1.5 liradan satacakları vaadinde bulunan CHP'yi ve lideri KILIÇDAROĞLU'nu eleştirerek, çiftçilere mazot desteğini ilk kez kendilerinin başlattığını hatırlatarak, "Mazot desteğini hep konuşuyorlar. Bunu 2003 yılında ilk defa biz başlattık. Bazıları mazot üzerinden çiftçilerimize selam göndermeye çalışıyor. Bu hak gaspıdır" diye konuşmuş.
Ayıptır ve günahtır.
Tayyip Bey, muhalefet partilerinden ne istiyor?
En başta CHP olmak üzere, muhalefet partilerini acımasızca eleştirmek, tarafsız olması gereken bir cumhurbaşkanına hiç yakışıyor mu?
Beni halk seçti, bu nedenle ben alışılmışın dışında bir cumhurbaşkanı olacağım,yetkilerimi zorlayacağım, çok çalışacağım, koşacağım, yorulacağım ve terleyeceğim diyerek yola çıkan Tayyip Bey'in; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına uyan ve Anayasanın öngördüğü koşulları taşıyan tarafsız bir cumhurbaşkanı olamadığına, AKP Genel Başkanı gibi AKP yararına çalışmasına, AKP'nin propagandasını yapmasına, ister istemez alıştık ve sineye çekmek zorunda kaldık diyelim, ama, doğrudan muhalefet partilerine dil uzatarak, onları haksız ve acımasız bir şekilde pervasızca eleştirmesini, muhalefet partilerinin en doğal hakları olan, seçim beyannameleri ile kamuoyuna açıkladıkları, seçimi kazandıkları taktirde halkımıza sunacakları hizmet ve vaatlerini, kendi ön yargısını kullanarak gerçekleştirilemez vaatler olarak karalamasını, muhalefet partilerine doğrudan sözle saldırmasını anlamak ve hoş görmek, asla mümkün değildir.
Tayyip Bey; hiçbir hukuk kuralına, hak ve adalet kavramına, seçimlerin dürüstlüğüne ve selametine uymayan ve dünyadaki hiçbir parlamenter demokraside bir örneğine rastlanamayan bu kural tanımayan keyfi tutumuyla, 7 Haziran seçimlerine fesat karıştırdığının, seçimlerde hangi parti veya partiler başarılı olurlarsa olsunlar, bu koşullarda yapılan bir seçimin adil bir seçim sayılamayacağının farkında mıdır?
Tayyip Bey; kendisini bu ülkenin cumhurbaşkanı olarak görüyor ise, artık başbakanlık dönemini ve başbakan olarak yaptığı icraatlarını unutmak ve Anayasanın Cumhurbaşkanına tanıdığı görev ve yetkileri yerine getirmekle yetinmek zorundadır. Hadi diyelim ki, AKP ile ilişkisini kesemiyor, AKP'nin propagandasını yaparken, hiç değilse muhalefet partilerinin yaptıkları propaganda ve seçim vaatlerini görmezden gelmeli ve onları açıktan eleştirmemelidir.
Tayyip Bey; çiftçilere mazot desteğini, 2003 yılında ilk kez kendilerinin başlattığını beyan ettikten sonra, 7 Haziran seçimlerini kazanmaları halinde, mazotu çiftçiye 1.5 liradan satacaklarına ilişkin KILIÇDAROĞLU'nun vaadini kötülüyor ve KILIÇDAROĞLU'nu, mazot üzerinden çiftçilerimize selam göndermeye çalışmakla suçlayarak, bunun hak gaspı olduğunu beyan ediyor.
Çiftçiye mazot desteğinin 2003 yılında ilk kez Tayyip Bey ve AKP tarafından başlatılmış olması, mazot üzerinden propaganda yapma hakkını; kullanım hakkı sadece Tayyip Bey'e ve AKP'ye ait ve muhalefet partilerinin kullanması yasak olan, tescil ettirilmiş ve özel marka haline getirilmiş kendi tekelleri altındaki bir (icat) hak haline mi getirmiş oluyor?
Tayyip Bey o kanıda olmalı ki; mazot fiyatları üzerinden seçim propagandası yapan CHP ve onun genel başkanı KILIÇDAROĞLU'nu, çiftçiye mazotu 1.5 liradan vereceklerine ilişkin vaatleri nedeniyle, hak gaspında bulunmakla suçlayabiliyor.
Bize göre, Tayyip Bey; bu akıl almaz ve hukuk dışı tekelci çıkışıyla, CHP ve KILIÇDAROĞLU'nun emeklilerimize iki maaş ikramiye sözünden sonra, çiftçiye 1.5 liradan mazot satacakları vaadinin de tuttuğunu ve CHP'nin iktidar alternatifi bir parti haline geldiğini itiraf etmiş oluyor.
Tayyip Bey şu gerçeği iyi bilmelidir ki; Başbakan iken yaptıkları, kendisine ve AKP'ye, sadece kendilerinin kullanabileceği tescilli bir marka hakkı bahşetmez, başka partiler de, aynı icraatları, geliştirerek ve daha da iyiye götürerek, halkın yararına sunabilir ve bu konudaki seçim vaatleri de, hiçbir şekilde, bir hak gaspı olamaz.
Bizden hatırlatması,Tayyip Bey; konuşmalarına biraz daha dikkat etmelidir, zira, mazot konusundaki bu tekelci düşünce ve beyanlarıyla, kendisini diktatörlükle suçlayan kesimlerin eline yeni bir koz vermektedir. 29/04/2015
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

28 Nisan 2015 Salı

SADECE HAKİMLER DEĞİL HERKES HADDİNİ BİLECEKTİR!..




Ülkemizde yaşanan son tahliye krizinden, mevki ve makamları ne olursa olsun, herkesin kendisine bir ders çıkararak, anayasanın ve yasaların kendisine tanıdığı görev ve yetkilerin sınırlarını zorlayarak sorumsuzca davranmaması gerektiğinin bilinci içinde görevini yerine getirerek, toplumu boş yere gerip bir kriz ortamı yaratmamaları zorunludur.

Hukuk devleti olduğunu iddia eden ve hukukun üstünlüğünü kabul eden, bunu anayasasına da yazan demokratik ülkelerde, yargı yetkisini Türk Milleti adına kullanan mahkemelerimizde görev yapan hakimlerimiz, yargı görevlerini, usul yasalarında belirtilen usul kuralarına uyarak yerine getirmek zorundadırlar.

Usul yasalarımız, her mahkemenin ve hakimin görevlerini açıkça belirlemiştir. Usul kuralları; kamu düzenine ilişkin kurallar olup, bu nedenle usul kurallarındaki yasal değişiklikler geriye yürür ve usul kuralları, esastan da önce gelir. Esasa ilişkin bir sonuca, usul kurallarına uymak suretiyle ulaşmak zorunludur.

Bir mahkemenin, bir hakimin hangi görevleri yerine getireceğini ve o görevin gerekli kıldığı yetkileri kullanacağını usul yasalarımız açıkça belirlemiştir.

Burada görev ve yetkinin ne anlama geldiğini kısaca izah etmek gerekirse;

Görev; aynı yargı çevresi içindeki çeşitli mahkemelerimizin ve hakimliklerimizin, hangi tür yargısal faaliyetleri ve davaları yürüteceğini belirler. Her görev, aynı zamanda bir yetkiyi de içerir. Ancak, görevin içerdiği bu yetkiyi, mahkemelerimizin ve hakimliklerimizin, kendi yargı çevreleriyle sınırlı olan teknik anlamdaki yargı yetkileri ile karıştırmamak gerekir.

Bu itibarla, yargı dilinde teknik anlamda mahkemelerimizin ve hakimliklerimizin yetkilerinden söz ettiğimizde,mahkemelerimizin ve hakimliklerimizin,yer itibariyle, başka bir anlatımla, yargı çevreleri itibariyle yapabilecekleri görevler akla gelmelidir.

Yani mahkemelerimiz ve hakimliklerimiz, usul yasalarının kendilerine verdiği yargısal faaliyetleri ve görevleri, yer itibariyle, ancak görevli oldukları kendi yargı çevreleri içinde ve bu çevre ile sınırlı olarak yerine getirme yetkisine sahiptirler. Bir örnek vermek gerekirse, adam öldürmek suçunun failini yargılamaya Ağır Ceza Mahkemeleri görevli ve yetkili iseler de, İstanbul Ağır Ceza Mahkemelerinin görevli oldukları İstanbul belediye sınırları içinde kalan İstanbul yargı çevresinin dışında kalan Ankarada işlenen bir adam öldürme suçunun failini yargılama konusunda, İstanbul Ağır Ceza Mahkemelerinin yetkileri bulunmamaktadır. Suç ağır ceza mahkemelerinin görevine girdiğine göre, bu cinayet failini Ankara Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılamayalım, İstanbul Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılayalım diyemeyiz.Aksi halde, usul yasalarında yer alan ve adam öldürme suçunun işlendiği yerdeki (yargı çevresi içindeki )görevli ağır ceza mahkemelerini yetkili kılan usul kuralı çiğnenmiş olacaktır.

Nasıl, adam öldürme suçunun failini yargılamakla görevli olan bir ağır ceza mahkemesi, kendi yargı çevresi içinde işlenmemiş olan adam öldürme suçunun failini yargılama konusunda yetkili değilse, aynı yargı çevresi içinde bulunsalar dahi, bir yargı işini yerine getirme görevi bir mahkemeye veya hakimliğe verilmişse, o yargı işini başka bir mahkeme üstlenerek yerine getiremez.

Ceza Muhakemesi Yasamız, henüz hakkında kamu davası açılmamış ve sanık sıfatını almamış ve hakkındaki hazırlık soruşturması devam etmekte olan şüpheli konumundaki zanlıların tutuklanmalarına ve tahliyelerine ilişkin taleplerin değerlendirilmesi işinde sulh ceza hakimliklerini görevli kıldığından, bir yargı krizine neden olan tahliye kararı konusunda, İstanbul Asliye Ceza Mahkemelerinin bir görev ve yetkileri bulunmamaktadır. Bu nedenle, 32.Asliye Ceza Mahkemesinin tahliye kararı, Ceza Muhakemesi Yasasına aykırı olarak alınmış bir karar olup, İstanbul Sulh Ceza Hakimliği tarafından alınan, bu tahliye kararının yok hükmünde olduğuna ilişkin karar da, Ceza Muhakemesi Yasasına aykırı ve yok hükmünde olan bir karardır.

Burada yapılması gereken; İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından görevli olmadığı halde alınan tahliye kararını geçersiz kılabilmek ve uygulamamak için, bu karar aleyhine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz kanun yoluna başvurmak olmalıydı.

Bu yargı krizi; kendi hukuk ve anayasa ihlallerini görmezlikten gelen, anayasaya aykırı olarak, anayasayı askıya alarak parlamenter sistemi fiilen bekleme odasına, tarafsızlığını ve ettiği tarafsızlık yeminini ayaklar altına alan Tayyip Bey'in ve şakşakçılarının, çifte standart hukuk ve demokrasi anlayışlarını yeniden gözler önüne sermiş ve bu ülkede, sadece ben yasaların ve anayasanın üzerine çıkabilirim diyen bir kişinin söz sahibi ve etkili olduğu bir Türkiye profilini ortaya koymuştur.

Şayet, bu ülkede, gerçekten hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir hukuk devletinin var olduğunu iddia etmeye devam edeceksek, en sade vatandaşından başlamak üzere, hakimlerinin ve cumhurbaşkanının da yasalara ve anayasaya saygılı olmaları ve hadlerini bilmeleri gerekmektedir.28/04/2015



Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

21 Nisan 2015 Salı

AKP'NİN İKTİDARDAN UZAKLAŞTIRILMASI EN BÜYÜK EKONOMİK KAYNAKTIR!...

.


Geçtiğimiz pazar günü CHP Genl Başkanı Sayın KILIÇDAROĞLU seçim bildirgesini kamuoyu ile paylaştı.

Ekonomi ağırlıklı, sosyal adaleti ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin olumsuz etkilerini gidermeye yönelik, dar gelirli vatandaşların biraz olsun nefes almalarını ve daha rahat bir şekilde yaşamalarını sağlayacak olan vaadleri içeren seçim bildirgesi, kamuoyunda oldukça ses getirdi.

CHP, son yılarda ilk kez böyle somut öneri ve çözümler içeren bir ekonomi paketini seçmenlerin tercihlerine sunmuş bulunmaktadır.

Bugüne kadar, CHP'yi, seçmenlere karşı somut çözüm önerileri üretip sunamamakla suçlayan, en başta AKP omak üzere, tüm muhalefet çevreleri, CHP'nin, ezilen yoksul halkımızın, emeklilerimizin ve çiftçilerimizin ekenomik sorunlarını çözmeye yönelik bu somut çözüm önerilerine de bir kulp bulmuşlar ve ekonomi alanındaki bu vaadlerini yerine getirebilmek için gerekli olan ekonomik kaynağı nereden bulacaksın? Diye sorarak, bağırmaya ve saldırmaya başlamışlardır.

Anlaşılıyor ki, CHP'nin önerileri, kamuoyunda hatırı sayılır bir şekilde benimsenerek ses getirmiş ve özellikle AKP kanadında bir endişeye neden olmuştur.

Bize göre; AKP'nin, CHP lideri KILIÇDAROĞLU'na sorduğu, ekonomi alanındaki bu vaadlerinizi hangi ekonomik kaynakla yerine getireceksiniz? Sorusuna verilebilecek olan en gerçekçi ve yerinde yanıt; “ Hazineyi gereksiz olan lüks ve örtülü harcamalarla boşaltmayı kendisine görev bilen AKP'nin, seçimleri kaybederek iktidardan uzaklatırılması ve devlet hazinesinden elinin çektirilmesi, başlı başına en büyük ekonomik kaynağımız olacaktır” şeklindeki yanıt olmalıdır.

Biz vatandaşlar olarak; AKP iktidarının, gizli örtülü ödenek, lüks uçak ve lüks makam otomobilleri için yaptığı harcamaları, lüks kamu binalarına ödediği yüksek kiraları, lüks saray harcamalarını savurganlık olarak eleştirirken, geçtiğimiz günlerde basında yer alan bir habere göre, AKP Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Erdem, yaptığı bir konuşmada; Başbakan’ın niye özel uçağı olmak zorunda diye sorulmakta olduğunu, bırakınız Başbakanı, bakanların dahi özel uçaklarının olmasının gerektiğini, çünkü Türkiye’yi başka türlü büyütmenin mümkün olmadığını beyan etmiş ve savurganlıktan bıkan ve AKP ikitdarının savurganlığını ve lükse olan düşkünlüğünü eleştiren halkımızı yeni bir hayal kırıklığına uğratmıştır.

İşte AKP zihniyeti budur, savurganlığı, Başbakan, Cumhurbaşkanı, Bakan ve bürokratlar için yapılan gereksiz ve lüks harcamaları, israfı, hayat tarzı olarak kabul eden ve bunu Türkiyenin büyümesi ve büyültülmesi olarak algılayan bir zihniyet. Gelişmiş Avrupa ülkeleri bu şekilde mi kalkınmışlar?Sormak gerekir.

Bu zihniyet şimdi kalkmış, CHP'nin yoksul halk yararına yapmayı düşündüğü icraatlarının kaynağını sorgulayarak, CHP'nin yapacaklarını, dolaylı olarak eleştiriyor ve yoksul halkımıza çok görüyor.

Tekrarlıyoruz, AKP iktidarının seçimler sonunda iş başından uzaklaştırılması ve devlet hazinesinin onların savurgan ve lüks düşkünü tasallutundan kurtarılması sonucunda, CHP, vaadlerini gerçekleştirmek için yapacağı harcamaların büyük bir bölümüne otomatikman kavuşacaktır.

Olası bir CHP iktidarında, kaynak yaratması için bizim de CHP'ye bir önerimiz olacaktır.

Şayet CHP iktidar olursa yapacağı ilk iş, acele bir yasa çıkararak, kaçak Cumhurbaşkanlığı Sarayını boşalttırarak, Cumhurbaşkanlığı makamını yeniden Çankaya Köşküne taşımak olmalıdır.

Boşaltılacak olan ve oda sayısı hala netlik kazanmayan, bir rivayete göre 1150 odalı kaçak saray ve tüm eklentileri, Başbakanlık ve sığabildiği ölçüde diğer bazı Bakanlıkların çalışmalarına tahsis edilmeli ve bu nedenle boşalacak olan Başbakanlık ve Bakanlık binaları da, başka alanlarda değerlendirilmelidir. Bu şekilde Devletimizin büyük bir tasarruf sağlayacağını ve yeni kaynaklar yaratacağını değerlendiriyoruz.

Halkımız; AKP iktidarının, devlet hazinesini kendi lüks merakını tatmin amacıyla kullanarak israf ettiğini, yoksul halkını düşünmediğini artık görmelidir. 21/04/2015



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


18 Nisan 2015 Cumartesi

NOTER



Noter, noterlik mesleğini ve görevlerini icra eden kişidir.

Peki noterlik mesleği nedir?

1512 Sayılı Noterlik Kanununun 1. maddesien göre; noterlik, bir kamu hizmetidir. Noterler, hukuki güvenliği sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek için işlemleri belgelendirir ve kanunlarla verilen başka görevleri yaparlar.

Noterlik Kanununun 60. maddesinde noterlerin görevleri belirtilmektedir.

Noterlerin en büyük özelliği, bizzat düzenledikleri hukuki işlemler,sahtelikleri ispat edilmedikçe geçerli ve mutebirdir.

Yine noterlerin resen kendileri tarafından düzenlenmemiş de olsa, dışarıda düzenlenerek getirilen hukuki işlemlerdeki imza, mühür ve tarih noterler tarafından onaylanmışsa, bu hukuki işlemdeki imza, mühür ve tarih de,sahteliği ispat edilene kadar hukuken muteber ve geçerlidir.

Noterlerin bizzat düzenledikleri, ya da imzasını onayladıkları hukuki işlemler altında imzası bulunan kişiler, bu imzalarını inkar edemezler.

Bu açıklamalarımızdan da anlaşıldığı üzere, kişiler, işlerini sağlama almak, imza inkarlarıyla karşılaşarak yaptıkları hukuki işlemlerin geçersiz sayılmaması ve hak kayıplarına uğramamak için, işlemlerine noter vasıtasıyla bir resmiyet ve sağlamlık kazandırmak isterler.

Peki, noterlerle ilgili bu bilgileri niçin yazma gereği duyduk?

Belki anladınız. Başbakan Ahmet Bey, son günlerde, sık sık, biz AKP olarak, KILIÇDAROĞLU'nun yaptığı gibi notere değil, millete gideceğiz diyor ve demagoji yapıp kafa karıştırıyor.

CHP lideri KILIÇDAROĞLU'nun, emeklililere her yıl iki maaş ikramiye vereceğiz vaadi, Ahmet Bey'i oldukça korkutmuş olmalı ki, KILIÇDAROĞLU'nun, bu yılda iki maaş ikramiye vaadini değersizleştirmek için, biz notere değil, millete gideceğiz diyor.

Ahmet Bey'in, noter yerine millete gideceğiz söylemi, dam üstünde saksağan vur beline kazmayı denebilecek cinsten, kel alaka ve geçersiz bir söylem.

KILIÇDAROĞLU, emeklilere yönelik yılda iki maaş ikramiye ödeneceği vaadini, noter vasıtasıyla yapmak ve bu vaadinin altındaki imzasını notere tastik ettirmek suretiyle, ileride seçimleri kazanıp da Başbakan olursa, bu ikramiye vaadini inkar etmenin, ben böyle bir vaadde bulunmadım, böyle bir vaadin altına imza atmadım diyerek yan çizmenin olanağını ortadan kaldırmış, kendisini bu vaad ile bağlamış ve bu vaadine, hukuki bir geçerlilik ve sağlamlık kazandırmıştır.

Bu itibarla, KILIÇDAROĞLU'nun, ileride emeklilere karşı kendisini bağlayan iki maaş ikramiye vaadini inkar etme yollarını kapayan,iki maaş ikramiye vaadini noter vasıtasıyla yapması, tenkit edilecek değil, taktir edilecek ve bir politikacı olarak vaadinin arkasında duracağını gösteren asil bir davranıştır.

Notere giderek, seçimleri kazanıp iktidara gelmeleri halinde, her sene emeklilere iki maaş ikramiye vereceklerini vaad eden KILIÇDAROĞLU da, seçimleri kazanmak için öncelikle millete gidecek, şayet iktidar olursa, bu vaadini yerine getirecektir.

KILIÇDAROĞLU, ben notere gittim, artık millete gidip oy istemeyeceğim demiyor ki, bu Ahmet bey, milleti salak mı zannediyor da, biz notere değil millete gideceğiz diyebiliyor.Ahmet Bey'in yaptığı tam bir demagojidir.

Ahmet Bey'e bizim tavsiyemiz, KILIÇDAROĞLU'nu manasız bir şekilde eleştireceğine, kendisi de, seçimler için millete gitmeden önce, en yakınındaki bir notere giderek, milletimize yapacaklarını vaad ettiği şeyleri, ileride inkar edemeyecek şekilde noter tastikine tabi tutup, resmileştirmek olmalıdır.

Ancak, hepinizin tahmin ettiği gibi, Ahmet Bey'in gideceği yer, noter olmayıp,Kaçak Saray olacaktır. 19/04/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


17 Nisan 2015 Cuma

DERSİM'DEN ÖZÜR DİLEYENLERİN STRAZBURG (A.P.) GÖZYAŞLARI!..




Genel kurulu Strazburg'da toplanan Avrupa Parlamentosu, hepinizin bildiği gibi, iki gün önce,Türklerin Ermeni soykırımını kabul etmelerini isteyen yasa tasarısını görüşerek kabul etti.

AKP iktidarı döneminde iyice yalnızlaşan, dünya ülkelerine güven vermekten ve sözünü kabul ettirebilmekten, insan hak ve özgürlüklerine, demokrasinin en temel ilkelerine, hukukun ve Anayasanın üstünlüğüne olan saygıdan tamamen uzaklaşan,ülkenin birliğinden sorumlu olanve ülkemizin yüzlerce sorununa rağmen, ülkenin tek sorununun başkanlık sistemi olduğuna halkını zorla inandırmaya çalışan Cumhurbaşkanının, eylem ve söylemleriyle ülkeyi kamplara böldüğü, ülkemizin dış itibarının ve saygınlığının giderek azaldığı, ülkenin bağışıklık sisteminin çöktüğü bugünlerde, Avrupa Parlamentosundan böyle bir yasanın çıkmış olmasına, ülkesini çok seven bir vatandaş olarak çok üzüldük, ancak, böyle bir yasanın çıkabilmiş olmasına, ne yalan söyleyelim, hiç de şaşırmadık.

Fransa, 2011 senesinde buna benzer bir yasayı kendi parlamentosundan geçirmek istediğinde, 21/12/2011 tarihli “Dersimden Özür Dileyenlerin Paris Gözyaşları” başlıkı bir makale yazmış ve AKP iktidarına şöyle seslenmiş idik;

Türk Halkı; tarihi, kendi akıllarınca yorumladıktan sonra, yargısız infaz yaparak, Dersimde katliam yapılmıştır hükmüne vararak, Dersim Halkından özür dileyen AKP iktidarının, Paris'e yönelik gözyaşlarını ibretle seyrediyor.

Lafı nereye getireceğimizi anlamış olmalısınız.

AKP iktidarı, Başbakan ERDOĞAN ve Cumhurbaşkanı, sözde ermeni soykırım iddialarını inkar etmeyi suç sayan bir yasayı parlamentolarından geçirmek isteyen Fransaya ateş püskürüyorlar.

Tarihi, parlamentoların yorumlayamayacağını, bu iddiaların, tamamen gerçek dışı ve haksız iddialar olduğunu dile getirerek, böyle bir yasanın çıkarılamayacağını savunuyorlar. Bu savunma, bize göre de, özünde tamamen haklı ve yerinde bir savunma.

Ancak; AKP ve yandaşlarının, tabi söylemeye gerek yok, AKP lideri ve T.C. Başbakanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN'ın, meydanlarda yaptığı konuşmalarla, hiç gereği yok iken, sırf Cumhuriyet Halk Partisini halkın gözünden düşürerek,AKP için siyasal rant elde edebilmek amacıyla, tarihe mal olan Dersim olaylarını gündeme getirip kaşıyarak, Dersimde, en başta büyük Atatürk olmak üzere, zamanın CHP yönetimi tarafından katliam yapıldığını kabul ederek, Dersim Halkından özür dilemek suretiyle, tüm dünya uluslarının gözleri önünde, zamanın CHP yönetiminin, Türk Halkının bir kesimine karşı katliam yaptığını ihbar etmeleri karşısında, bizim için tamemen yabancı bir ulus olan Fransadan, başka ne bekliyebiliriz ki?

Siz, bu ülkenin yönetiminde bulunan ve bu ülkenin evladı olan kişiler olarak, siyasal amaçla, siyasi rakiplerinizi zor durumda bırakarak, siyasal rant elde etmek için, gözünüzü kırpmadan ve kendi ülkenize vereceği zararları düşünmeden, Dersimde katliam yaptık, özür dileriz derseniz, Osmanlı döneminde yapıldığı iddia edilen Ermenilere yönelik sözde Ermeni soykırımı iddiaları nedeniyle, Fransayı nasıl suçlayabilir ve Türk Milletini, bu utanç veren gerçek dışı ve haksız iddialara karşı, nasıl savunabilirsiniz?

Şimdi yaptığınız gibi, Ermenilere yönelik sözde soykırım iddialarını inkar ederek, ülkenizi savunmaya kalksanız dahi, inandırıcı olabilir misiniz?

Elin gavurları, size; hem de Cumhuriyet döneminde, kendinizden olan Dersim Halkına karşı dahi katliam yapmışsınız, üstüne üstlük, bu katliamı, en yetkili ağızlardan doğrulayarak, bir de özür dilemişsiniz, demek ki, katliam yapmak genetik yapınızda var, Osmanlı'nın çöküş döneminde Ermenilere karşı yapıldığı iddia edilen soykırım iddiasını nasıl inkar edebilirsiniz, diye sormazlar mı?

Sizler, Türk Ulusunun bir ferdi olarak, Dersim katliamı iddiasına ilişkin tarihi, meydanlarda yaptığınız konuşmalarda yorumlayarak, Türk Ulusunun fertleri olan Dersimlilere Atatürk döneminde katliam yapıldığı hükmüne vararak Dersimlilerden özür dilerseniz, teşbihte hata olmaz, bizde sıkça tekrarlanan, çok afedersiniz, “İmam osu....., cemaat sı...” sözünde geçen cemaat konumundaki Fransa ve diğer yabancı devletlerin Ermeni soykırım iddialarına ilişkin densizliklerini yüzlerine vurmakta zorlanırsınız.

Bugün, Fransa Devlet Başkanının; yaklaşan seçimler nedeniyle, siyasal rant elde etmek ve Ermeni oylarını alarak yeniden seçilebilmek amacıyla sergilediği, sözde Ermeni soykırımı iddialarını istismar eden haksız tutumu gibi, Sayın ERDOĞAN'ın; Dersim olaylarına ilişkin olarak, zamanın CHP yönetimi üzerinden, bugünkü CHP ve Genel Başkanı Sayın KILIÇDAROĞLU'nu yıpratarak siyasal rant elde etmek amacıyla, Dersim olaylarını istismar eden ve CHP'yi suçlayan konuşmaları üzerine, hatırlarsanız, Sayın KILIÇDAOĞLU, ERDOĞAN'ın bu konuşmalarının, ileride, Ermeni soykırımı iddiları konusunda bize zarar verebileceğini dile getirmişti.

Biz de, Dersim tartışmaları üzerine yaklaşık bir ay önce yazdığımız 22.11.2011 tarihli makalemizde; endişelerimizi, Dersimde katliam ve soykırım yapıldığını iddia ederek, bu iddiaları, hiç gereği yokken yeniden gündeme getirenler, Ermeni Diasporasının, sözde Ermeni soykırım iddialarına yeşil ışık yaktıklarının farkındalar mı?” diye sorarak dile getirmiştik.

Sorumlu devlet adamları, sarf ettikleri her söze dikkat etmek zorundadırlar.

Seçim kazanmanın, sorumlu devlet adamı olmaya yeterli olmadığı bir dönemden geçiyoruz.

Fransa ve Fransa gibi düşünen eski sömürgeci ulus ve devletleri, Türkiye Cumhuriyetine yönelik haksız Ermeni soykırım iddiaları nedeniyle, bir kez daha şiddetle kınıyoruz.”

Evet değerli okurlar, 21/12/2011 de bunları yazmışız.

Avrupa Parlamentosunun; Ermeni soykırımını kabul eden ve bizim de kabul etmemizi isteyen yasayı kabul etmesi nedeniyle, bugün, biz; Dersim'den özür dileyenlerin Paris gözyaşları dememizden dört yıl sonra, Dersim'den özür dileyenlerin Strazburg-Avrupa Parlamentosu- gözyaşları demek zorunda kalıyoruz.

Dış politikayı, iç politikadan soyutlayamazsınız beyler, iç politikada siyasal rant elde etmek için, haksız bir şekilde eski dönemleri kötüleyerek sorumsuzca konuşur ve zamanın özel koşullarına göre şekillenen bazı tarihi gerçekleri istismar eder ve saptırırsanız, sözde Ermeni soykırımı icat eden dış emperyalist güçlere karşı ağzınızı açıp savunma yapmakta zorlanır ve inandırıcı olamazsınız. 17/04/2015


Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

16 Nisan 2015 Perşembe

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ ÇÖKEN BİR ÜLKE!..


Allah bu millete akıl fikir versin ve ülkemiz, AKP'nin ömrü sona eren ve ülkeyi felakete taşıyan bugünkü iktidarından kurtulsun.
Bu temennimizi niçin dile getiriyoruz, bu kötümserliğimizin sebebi nedir?
Açıklayalım.
Başbakan Ahmet Bey, Ankara Spor Salonunda AKP seçim beyannamesini açıkladı ve AKP'nin adayları tanıtıldı,Ahmet Bey, Tayyip Bey'in uzaktan kontrollü konuşmalarından bir yenisini daha yaptı.
Ahmet Bey bu konuşmasında, selefi Tayyip Bey'in taktiğini kulanarak, artık çok bayatlamış olan ve hiç gereği olmayan, kefenle yola çıkma beyanlarını yineledi.
Muhalefetin her kanadına yerli ve yersiz çok ağır eleştiriler yaptı ve en kötüsü de HDP Eş başkanı DEMİRTAŞ'a açıkça hain diyerek, çözüm sürecindeki samimiyetsizliklerini gösteren ve çözüm sürecinin temeline dinamit koyan, bazı kesimleri tahrik eden çok tehlikeli bir beyanda bulundu.
Bazılarınızın dikkatlerinden kaçmış olabilir,hak,hukuk,adalet,insan hak ve özgürlükleri,ileri demokrasi diyerek mangalda kül bırakmayan AKP iktidarının başındaki Ahmet Bey, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkıyla ilgili olarak, “Bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesine getirdiği aşırı iş yükünün, mahkemenin işlevselliğine zarar verme ihtimali karşısında bu uygulamayı gözden geçireceğiz.”diyerek, bireysel baçvuru hakkına sınır getirme sinyalini ve müjdesini (!) verdi ve AKP'nin ileri demokrasiden ne anladığını halkımıza açıkçagöstermiş oldu.
AKP iktidarı, Anayasada 12 Eylül 2010 yılında yapılan referandumla kabul edilen Anayasa değişikliğiyle getirdiği ve çok övündüğü, kişilerin hak ihlaline uğradıkları gerekçesiyleAnayasa Mahkemesine bireysel başvuru haklarından pek hoşlanmadı.
Kendilerini 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddialarından kurtarmak için icat ettikleri paralel yapı söylemleriyle, cemaatle ortaklaşa olarak ordumuza karşı kurdukları kumpasları itiraf etmek zorunda kaldılar ve Ergenekon ve Balyoz sanıklarının da kumpasa kurban edildiklerini açıkladıktan sonra, Anayasa Mahkemesinin hak ihlali gerekçesiyle Ergenekon ve Balyoz sanıklarının müracaatlarını haklı bulup Ergeneken ve Balyoz sanıklarının özgürlüklerine kavuşmaları, bu davaların savcılığına soyunan AKP iktidarını rahatsız etti ve bireysel başvuruların, Anayasa Mahkemesine getirdiği aşırı iş yükünün, mahkemenin işlevselliğine zarar verme ihtimali gerekçesiyle, bireysel başvuru hakkının yeniden gözden geçirileceği, yani sınırlandırılacağı, seçim beyannamesine konuldu.
Şayet, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular sebebiyle artan iş yükü nedeniyle işlevselliği zarar görüyorsa,bunun çaresi, bireysel başvuru hakkının sınırlandırılması olmayıp, iş yükünü hafifletecek ve işlevselliği tehlikeye sokmayacak başka yasal tedbirler düşünülmeliydi.
AKP iktidarının ileri demokrasi anlayışının, hak ve özgürlüklerin giderek kısıtlanması ve fşizan baskı ve uygulamaların artması olduğunu iddia edenlerin haklılıkları, bir kez daha kanıtlanmış oldu.
Ahmet Bey demokrasi, hak ve özgürlükler, yeni anayasa, başkanlık sistemi adı altında, ülkeyi daha da antidemokratik bir ortama sürükleyecek olan seçim beyannamesini açıkladığı konuşmasını yaparken, bu arada ne oldu? Avrupa Parlamentosu, gözle kaş arasında, Ermeni soykırım yasa tasarısını kabul ediverdi.
Milletçe hemen hepimiz ayağa kalktık ve bu kabul edilemez dedik.Tayyip Bey de, bir kulağımızdan girer, öbüründen çıkar diyerek, olayı küçümser bir tavır takındı.
Peki biz buralara nasıl ve niçin geldik,Avrupa Parlamentosu bu soykırım yasasını kabul etme cüreti nereden buldu?
Bu sorunun cevabını, AKP iktidarının kötü yönetimiyle ülkemizi getirdiği bugünkü durumuna bakıp tarafsız bir gözle değerlendirebilen aklı başındaki kişiler kolaylıkla görebilmektedirler.
AKP iktidarı; iktidarının ilk yıllarındaki tavrından çark ederek, Avrupa Birliği sürecinden vazgeçti, demokrasiyi lüks olarak görerek, ülke yönetimini otoriterleştirdi, ülkeyi polis devleti haline getiren iç güvenlik yasasını çıkararak uygulamaya koydu,tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı Tayyip Bey, tarafsızlığını çiğneyerek AKP Genel Başkanı gibi çalışmaya başladı, bu ülkeyi tek başına istediği gibi yönetebilmek için parlamenter sistemi bekleme odasına alarak, fiilen başkanlığını ilan ederek, tek başına otoriter bir gücü temsil eden kaçak sarayda karargah kurup, ülkeyi geren ve bölen bir tavır içinde ülkeyi istediği gibi yönetmeye başladı, uygulanan yanlış dış politikalarla komşu devletlerle aramız bozuldu ve dost bir komşumuz kalmadı,dolar aldı başını gidiyor, büyüme oranı düştü, işsizlik,yoksulluk,yolsuzluk ve pahalılık tavan yaptı,ülke ekonomisi sinyal vermeye başladı, sonuç olarak, ülke her yönden zayıf düştü ve ülkemizin bağışıklık sistemi çöktü, mikroplarla mücadele kabiliyetini kaybetti, ülkemiz, vücudu zayıf düşen ve bağışıklık sistemi çöken bir insan gibi korumasız ve yalnız kaldı, ülkemizin bağışıklık sistemi çöken bu en zayıf halini gören Avrupa Parlamentosu, boş mu duracaktı?
Tabbii ki hayır, kötü yönetimle bağışıklık sistemi çöken ve zayıf düşen AKP yönetimindeki Türkiye Cumhuriyetinin bu halinden yararlanan Avrupa Parlamentosu Ermeni soykırım yasasını çıkarıverdi.
Bu nedenle, kabahati başkalarında aramayalım, aklımızı başımıza alalım ve AKP iktidarını iş başından uzaklaştırarak, önümüzdeki seçimleri ülkemiz için bir fırsata dönüştürelim. Bunun başka yolu yok. 16/04/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

14 Nisan 2015 Salı

CHP'NİN ALKIŞLI SEÇİM REKLAMI!..



Bravo CHP'ye, bravo CHP'nin seçim reklam filmlerini hazırlayanlara.

CHP yöneticilerini kutluyoruz, alkışın; ayağa düşen namus ve değerine sahip çıktıkları için.

Siz bakmayın bazı gazetecilerin ve kişlerin bu seçim reklamını beğenmedik demelerine.

Havuz medyası ve TRT, AKP iktidarını protesto amacıyla kullanılan bu alkışlı seçim reklam filmini beğenmediklerine ve TRT bu alkışlı seçim reklam filmini, bu iktidara karşı diyerek yayınlamadığına göre, CHP doğru yolda ve bu reklam da tutmuş ve ses getirecek demektir.

Bugün, değerli gazeteci Belkir CUŞKUN da, gazetesindeki köşesinde bu konuya değinmiş ve “ALKIŞLAYIN...”başlığıyla yazısına konu etmiştir

Biz de aynı konuyu işlemeyi düşünüyorduk ki, Bekir COŞKUN bizden hızlı davranmış, Bekir COŞKUN'un affına sığınarak, biz de bu alkışlı seçim reklamını bu makelemize konu yapıyoruz.

Alkış, hepinizin bildiği gibi, insanların, kendisi, yakınları, ülkesi ve milletinin yararına olarak yapılan bir işi, eylemi, icraatı ve söylemi beğendiğini, övgüye değer bulduğunu ve onayladığını, çıkacak olan sesle,dışa vurarak ve ifade etmek için, iki elinin avuçlarını birbirine vurmaları eylemidir.

Alkış'ın bu tarifinden de anlaşıldığı gibi, insanlar; kendisinin, aile yakınlarının,yaşadıkları ülkenin ve toplum bireylerinin yararlarına bir söylemde bulunulduğunda, eylem ve icraat yapıldığında, memnuniyetlerini, övgülerini ve onaylarını dışa vurarak ifade etmek amacıyla, o güzel ve faydalı, eylemde ve söylemde bulunanları, o faydalı ve güzel icraatı yapan yöneticileri ve devlet adamlarını alkışlarlar.

Bu nedenle, alkış denince ve bir alkış sesi duyunca, insanların aklına olumsuzluklar gelmez, daima güzel, faydalı, doğru, hoş ve olumlu şeyler gelir. Alkış sesi, doğruyu, güzeli,faydayı, olumluluğu, onay vermeyi ve memnuniyeti ifade eder. Bu nedenle, alkışın bir değeri ve namusu vardır.

Şu anda ülkemizde olup bitenlere bakıyoruz; alkış ayağa düşmüş, iyi olan kötü olan herşeye alkış tutuluyor, ülkede bir alkış enflasyonu hüküm sürüyor.

Cumhurbaşkanlığı görevine başlarken, namusu ve vicdanı üzerine tarafsızlık ve Anayasaya sadakat yemini eden Cumhurbaşkanı Tayyip Bey, yeminine rağmen tarafsızlığını, Anayasaya sadakatini bir kenara koymuş, Anayasaya göre ilişkisini kesmesi gereken AKP'nin fiili Genel Başkanlığını sürdürüyor,seçim propaganda mitingleri yaparak AKP için oy istiyor ve fanatik AKP seçmeni ve yandaşları buna rağmen, olumlu bir iş yapılmış gibi kendisini alkışlıyor,

Tayyip Bey, aç ve işsiz halkını düşünmeden, Atatürk Orman Çiftliğine vatandaşın paralarını israf ederek, egosunu ve gösteriş merakını tatmin için katrilyonlar harcayarak kaçak saray yaptırmış ve yapılan haklı eleştirilere karşı, bu kaçak sarayı devletin itibarı saçmalığı ile savunmaya kalkışıyor ve bu olumsuzluğa ve israfa da, AKP yandaşları tarafından alkış tutuluyor.

Tayyip Bey her vesileyle karşısına topladığı her kesimden insanlara karşı yerli yersiz konuşuyor, paralel yapı, hükümete yönelik darbe girişimi,başkanlık sistemi artık gelmeli, bu gömlek bu ülkeye dar geliyor diyor, kendisini dinleyenlerden yine alkış alıyor.

Tayyip Bey her gittiği yerde parlamenter sistemi kötülüyor, parlamenter sisteme fiilen son verip onu bekleme odasına aldığını söyleyerek, başkalarını hükümeti devirmeye teşebbüs etmekle suçlarken, kendisi, Anayasal düzeni zorla değiştirme suçunu işlediğini itiraf ediyor ve sanki bir Anayasa suçu işlememiş de, olumlu bir iş yapmış gibi, belli çevreler tarafından şiddetle alkışlanıyor,

Tayyip Bey, başkanlık sistemini savunmak ve bu konuda kendisine taraftar kazanmak ve toplumda bir taban oluşturmak için, cingözce bir buluşa imza atarak, gruplar halinde muhtarları kaçak sarayda ağırlayarak, başkanlık sisteminin gerekliliğini savunuyor, araya paralel yapı iddialarını serpiştiriyor ve muhtarların alkışlarını alıyor.

Ülkemiz, tüm komşu devletlerle düşman edilmiş, AKP iktidarının iflas eden bu dış politikası yandaşlar tarafından alkışlanıyor.

Tayyip Bey Valileri toplayıp talimatlar veren konuşmalar yapıyor, alkışlanıyor,

Büyükelçileri topluyor, paralel yapıyı dış ülkelerde anlatın, hükümetimize karşı yaptıkları darbeyi anlatın talimatını veriyor, koca, koca büyükelçiler tarafından alkışlanıyor,

Tayyip Bey, alkışlanmak için, her gün bir yerlerde nutuk atıyor.

CHP yönetimi; alkışı, AKP iktidarının antidemokratik ve kötü yönetimini protesto ve ülkenin AKP iktidarından uzaklaştırılmasının figürü olarak kullandığı alkışlı seçim reklamıyla, alkışı ters yüz etmiş ve alkışın o bilinen klasik anlamını değiştirerek, alkışı, hoşa giden, memnuniyeti ve onay vermeyi ifade eden özünden kopararak, AKP iktidarını eleştiren, korkutan, tedirgin eden bir protestonun sembolü haline getirmiştir.

Bundan sonra, Tayyip Bey ve onun gibiler, her alkışlandıklarında, bir şüphe içine girecekler,bunun kendilerine yönelik bir memnuniyeti ve onayı ifade eden bir alkış mı, yoksa bir memnuniyetsizliği, eleştiriyi ve protestoyu mu ifade ettiğini düşünecekler, alkıştan eskisi gibi zevk almayacaklar,Tayyip Bey'i her ortamda alkışlamak mecburiyetinde bırakılan gönülsüz ve mecburiyetten alkışlayanlar da, şayet bu arada Tayyip Bey cemaatine alkışı yasaklamazsa, alkışa başlamadan önce, içlerinden, protesto niyetine diyerek, Tayyip Bey'i avuçları patlayana kadar huzur içinde alkışlayarak, protestolarını yapabileceklerdir.

İşin en keyifli yanı da, Tayyip Bey alkıştan artık keyif almamaya başlayacak, belki de cemaatine alkışı yasak edecektir.

Alkış, CHP sayesinde, namusunu kurtaracak ve kötü şeylere alet olmaktan kurtulacaktır.

Sağ olasın CHP, sağ olasınız alkışlı seçim reklamını yapanlar.

Bize göre onlar, gerçek alkışı hak ettiler doğrusu.14/04/2015



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

12 Nisan 2015 Pazar

TAYYİP BEY'İN İKİ ŞAPKASI VE YÜKSEK SEÇİM KURULU!..




Şu anda Tayyip Bey'in giydiği iki şapkası var olup, buna, iki kisve de diyebiliriz.

Tabi bu bir benzetmedir.

Tayyip Bey'in giydiğ birinci şapka, Cumhurbaşkanlığı şapkası, ikinci şapka da, illegal bir şekilde, fiilen yürüttüğü Başbakanlık ve AKP Genel Başkanlığı şapkasıdır.

Tayyip Bey'in Cumhurbaşkanlığı şapkası, hukuken giymesi gereken asıl ve legal şapkadır.

Ancak, Tayyip Bey; Cumhurbaşkanı seçildilkten sonra, Cumhurbaşkanlığı görevine başlarken, Meclis önünde namusu ve vicdanı üzerine yaptığı, Anayasaya göre zorunlu olan tarafsızlık ve Anayasaya bağlılık yeminini yaparken giydiği yasal olan Cumhurbaşkanlığı şapkasını, yemin edip, Cumhurbaşkanlığına başlar başlamaz çıkarmış ve 1150 odalı kaçak saray'ın en ücra köşesindeki kullanılmayan bir odasına koyup saklayarak, bir daha giymemek üzere kilit altına almıştır.

Tayyip Bey, bu arada hiç kimseye sorup danışmadan, halkın oyu ile Cumhurbaşkanı seçildim diyerek, Anayasaya aykırı bir şekilde, parlamenter sistemi alaşağı ederek, hayal etmekte olduğu başkanlık şapkasını giyeceği günün özlemi içinde, alaşağı ettiği parlamenter sistemi de, başından çıkardığı Cumhurbaşkanlığı şapkasını sakladığı 1150 odalı kaçak sarayın en ücra köşesindeki odasına kilitleyerek, bekleme odasına almıştır.

Bu nedenle, Tayyip Bey; fiili Başbakan ve fiili AKP Genel Başkanı gibi çalışarak, halktan, AKP'ye oy talep ettiği propaganda konuşmalarında, sık sık parlamenter sistem bekleme odasına alınmıştır diyerek, Anayasaya aykırı bir şekilde,bugünden ilan edip uygulamaya koyduğu fiili başkanlığına, halkımızın dikkatini çekmek istemektedir.

Bu duruma baktığımızda, şu anda ülkemizde hukuken Cumhurbaşkanlığı koltuğu dolu olarak gözükmekteyse de, aslında Cumhurbaşkanlığı koltuğu fiilen boş olup, Başbakanlık ve AKP Genel Başkanlığı koltuklarının ise; biri hukuki, diğeri fiili olmak üzere iki sahibi bulunmaktadır.

Hukuken Cumhurbaşkanı gözüken Tayyip Bey; tüm mesaisini, fiilen başına geçirdiği Başbakan ve AKP Genel Başkanı şapkası altında, ülkenin fiili Başbakanı ve AKP'nin Genel Başkanı gibi çalışarak harcamakta, hergün ve günün her saatinde bir yerlerde konuşarak, başkanlık sistemine geçilmesinin gerekliliğini anlatarak, bunun için önümüzdeki seçimlerde Anayasayı değiştirecek oranda milletvekili çıkarması için AKP'ye oy talep etmektedir.

Bununla da yetinmeyen fiili Başbakan ve AKP Genel Başkanı Tayyip Bey, tarafsız ve partisiz Cumhurbaşkanı olamadığı için kendisini eleştiren her kesimden kurum ve kişilere anında ayrı ayrı laf yetiştirmekte, hükümetin icraatlarını eleştirenlere de, fiili Başbakan refleksi içinde cevap verme ve onları azarlama lüzumunu hissetmektedir.

Tayyip Bey, ülkede olup biten herşeyden haberdar olmak ve hoşuna gitmeyen bir şey olduğunda, görevine girse de girmese de, anında o işe burnunu sokarak, birşeyler söyleme ihtiyacı duymaktadır.

Muhtarlarla sıkça buluşup onlara hitap ettiği, başkanlık sistemine onlardan destek istediği için olsa gerek, bugünlerde muhtarlarımıza özenmiş ve Cumhurbaşkanlığını bir kenara iterek, kendisini Türkiye'nin muhtarı ilan etmiştir.

Tayyip Bey, Türkiyenin muhtarı olmayı bile göze almasına rağmen, Cumhurbaşkanlığını bir türlü sevip benimseyememiş, hayalindeki başkanlık koltuğuna oturana kadar, Türkiyenin muhtarı olmayı yeğlemiştir.

Tayyip Bey; bize göre, artık ne olduğunu unutmuş, uçan kuş dahil, herşeyden sorumlu ve herkese laf yetiştiren otomatik cevap makinası olmuş, bu arada, Eyyy Baro Başkanı diyerek, İstanbul Baro Başkanını muhatap almış ve onu da eleştirmeye kalkmış, ancak, pek televizyon izlemiyor ve İstanbul Baro Başkanının; sözünü esirgemeyen, haklı oldu mu, korkusuzca ağzına geleni söyleyen ve en ağır eleştirileri yapmaktan çekinmeyen kişiliğini pek tanımıyor olsa gerek, bu sefer sert bir kayaya çarptığını fark edememiş ve İstanbul Baro Başkanından gerekli cevabı ve dersi almıştır.

Fiili Başbakan ve AKP Genel Başkanı şapkası ile konuştuğu Sakarya mitinginde, TÜSİAD Başkanının enflasyon eleştirisine ağır bir şekilde karşılık vermiş, iş adamlarını şımarıklıkla suçlamış, TÜSİAD eski başkanını da hedef alarak, hükümeti eleştiren bugünkü TÜSİAD Başkanına hitaben, al birini vur öbürüne diyerek, başkanları küçük düşürmeye çalışmıştır.

Demokrasinin; karşı görüşlere saygı duyan, eleştirilere tahammül eden, çoğulcu bir sistem olduğunu bir türlü kabullenemeyen Tayyip Bey; AKP'nin seçim propagandasını yaptığı konuşması sırasında, Ağrıda PKK teröristleriyle güvenlik güçleri arasında baş gösteren silahlı çatışmadan, canlı maç nakleder gibi, sıcak bilgiler sunmuş ve çözüm sürecinin mimarı benim diye övünmesine rağmen, çözüm sürecine zarar vereceği endişesiyle, bu PKK saldırısının bir provakasyon olduğunu, çözüm sürecinin bundan zarar görmeyeceğini beyan edecek yerde, adeta bu çatışmayı, 7 Haziran seçimlerinde AKP lehine can kurtaran simidi gibi kullanarak, bu çatışmadan, PKK militanlarına dokunmamakla,onları şımartıp yüz vermekle suçlanan ve eleştirilen AKP iktidarına, seçim propaganda malzemesi çıkarmaya çalışan bir görüntü vermiştir.

Biz, seçim sonuçlarının ne olacağı henüz bilinmeden, buradan ve bugünden söylüyor ve ilan ediyoruz; tüm devlet imkanları ve iktidar olmanın nimetleri kullanılarak, bir yandan tarafsız ve partisiz olması gereken ve fiili Başbakan ve AKP Genel Başkanı gibi çalışan, Anayasayı korkusuzca ve pervasızca ihlal eden Tayyip Bey'in, öbür yandan hukuki Başbakan Ahmet Bey'in, aynı şekilde devlet ve iktidar olanaklarını kullanarak, muhalefete karşı orantısız güç ve imkanları kullanarak, iki kanaldan yaptıkları ve yapmaya devam edecekleri yoğun propaganda toplantı ve mitingleri sonunda gidilecek olan 7 Haziran seçimleri, asla meşru bir seçim olmayacak ve AKP yeniden tek başına çoğunluğu elde ederse, bu sonuç kamu vicdanını yaralayacaktır.

Anayasamızın 79. maddesi çok açıktır. Anayasamızın, SEÇİMLERİN GENEL YÖNETİM VE DENETİMİ başlıklı bu 79. maddesine göre; seçimler,yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır. Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzluklar, şikayet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama görevi,Yüksek Seçim Kurulunundur.

Bu nedenle, 7 Haziran seçimlerinin meşruiyetine gölge düşürmemek adına, Yüksek Seçim Kurulu, Anayasanın kendisine tanıdığı yetkileri kullanarak, bu ülkenin hukuken Cumhurbaşkanı olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı şapkasını çıkararak, bu şapkayı 1150 odalı kaçak sarayın en ücra köşesindeki bir odaya gizleyerek, parlamenter sistemle birlikte bekleme odasına alan Tayyip Bey'e müdahale etmeli ve Anayasamızın açık hükümlerine göre, kendisinin tarafsız ve partisiz bir Cumhurbaşkanı olması gerektiği anayasal gerçeği hatırlatılarak, Tayyip Bey tarafsızlığa ve adı ne olursa olsun, AKP'nin propagandasını yaptığı seçim mitinglerine son vermeye davet edilmelidir.

Yüksek Seçim Kurulu tarafından seçimin başlangıcı olarak belirlenen 10.Mart.2015 tarihinden itibaren, seçimlerin düzen içinde ve dürüst bir şekilde yürütülmesinin önünde engel teşkil eden, Tayyip Bey dahil, kimden gelirse gelsin, her türlü yasa ve Anayasa dışı davranışlar, seçimlerin düzen içinde ve dürüstlükle yapılmasından sorumlu olan ve bunun denetimi ile görevli ve yetkili olan Yüksek Seçim Kuruluna şikayet edilebilmeli ve Yüksek Seçim Kurulu da, topu taca atmadan, bu haklı şikayetleri esastan değerlendirerek, seçimlerin düzen içinde ve dürüst bir şekilde yürütülmesinin önündeki engelleri kaldıracak kararları alarak, uygulamak zorundadır.

Hatta, Anayasanın bu 79. maddesinde yer alan açık hüküm gereğince, Yüksek Seçim Kurulu, seçimlerin düzenini ve dürüstlüğünü bozan davranışlara bizzat tanık olursa, bu davranışlara resen müdahale etmek zorundadır.

Tayyip Bey'in; 7.Haziran seçimleri için, AKP yararına meydanlara çıkarak seçim propaganda miting ve konuşmaları yapması da, seçimlerin dürüstlüğü ilkesinin ağır bir ihlali olup, Anayasanın 79. maddesine göre,Yüksek Seçim Kurulu buna da müdahale etmek ve Tayyip Bey'in, bu tür miting, konuşma ve meydan toplantılarına son vermesi için karar alıp yaptırım uygulamak mecburiyetindedir.

Seçimlerin tarafsız ve dürüst bir şekilde yapılması ve milli iradenin tecellisine gölge düşürülmemesi için dir ki; Anayasamızın 114. maddesine göre,Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimlerinden önce, Adalet, İçişleri ve ulaştırma bakanlarının çekilmeleri, yani bakanlık görevlerinden istifa etmeleri ve onların yerlerine Türkiye Büyük Millet Meclisi içinden veya dışarıdan bağımsız kişilerin Başbakan tarafından bakan olarak atanmaları zorunluluğu getirilmiştir.

Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in; görevinden dolayı sorumsuz olması ve kendisinden hesap sorulamaması, tarafsız bir Cumhurbaşkanı şapkası altında, hukuken Anayasanın açıkça kendisine tanıdığı yetkileri kullanırken ve görevleri icra ederken yaptığı faaliyetleri kapsamakta olup, Anayasayı çiğneyerek, Anayasanın kendisine tanımadığı ve hatta tarafsız ve partisiz olmasını emrettiği için, üstüne vazife olmayan yetkileri kullanmaya ve görevleri yapmaya kalkıştığı, bu cümleden olarak, taraflı ve partili bir Cumhurbaşkanı profili çizerek, AKP şapkası altında,fiilen AKP'nin Genel Başkanı gibi, AKP'nin propagandasını yapan mitingler düzenlemeye kalkıştığında, kendisine tarafsız ve yaptıklarından sorumlu olmayan bir Cumhurbaşkanı gibi muamele edilemeyeceğini, Yüksek Seçim Kurulu görmek ve buna göre Tayyip Bey'e karşı gereğini yapmak zorundadır.

Aksi halde, Yüksek Seçim Kurulu görevini yapmamış ve meşru olmayan bir seçimin doğracağı olumsuz tüm sonuçlara ortak olmuş sayılacaktır. 13/04/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

10 Nisan 2015 Cuma

CHP İLE UĞRAŞMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ




Seçimler yaklaştıkça, AKP'nin iktidardan düşmesi halinde, bugüne kadar AKP iktidarını eleştiren ve sosyal medyada paylaşma rekorları kıran çok okunan yazılarıyla ve bu yazılarını daha sonra çok baskı yapan ve satan kitaplara dönüştürerek, AKP iktidarının sırtından bol paralar kazanan bazı yazarlarımızın; sermayelerini kaybedecek olan tüccarların korkusuna kapılarak, bırakınız seçim kazanmayı, seçim barajını dahi aşmaları mucize olan bazı partilerin gösterdikleri, tek özellikleri şu veya bu nedenle isimleri duyulan milletvekilleri adayları üzerinden, Vatan Partisini parlatma ve öne çıkarma, CHP'yi itibarsızlaştırarak zayıflatma amacıyla, ülkemizdeki tek iktidar alternatifi olan CHP'yi eleştirerek yerden yere vuran bazı köşe yazarlarının bu inanılmaz tavır ve gayretlerini gördükçe, üzülüp şaşırmamak mümkün değil.

Bugün Sözcü Gazetesinde çıkan VATAN başlıklı yazıyı okuyunca; bizim de kendisini severek ve beğenerek okuduğumuz çok tanınmış bir yazarımız nasıl olur da, bu ülkenin tek iktidar alternatifi ve yazılarına bakıldığında kendisinin de beğenmediği ve sürekli eleştirdiği AKP'nin en güçlü rakibi olan CHP'nin seçmen tabanının ve CHP'ye oy vermeyi düşünen yeni seçmenlerin kafalarını karıştırarak, CHP'nin seçimlerde kan kaybetmesine ve AKP'nin yeniden çoğunluğu sağlayarak, iki başlı antidemokratik bir yönetimle, Türk Milletinin başına çorap örmeye devam etmesine katkı sunabilir? Diyerek saçımızı başımızı yolduk.

Yazıya bakıyoruz, örneğin Anayasa Mahkemesinin önünde cübbesiyle adalet nöbeti başlatan,hukuk tarihine damga vuran avukatın Vatan Partisinin milletvekili adayı olduğunu beyan ederek, bu kişi ile CHP'nin aday gösterdiği kişileri mukayese ediyor ve Vatan Partisinin, aday bazında CHP'ye yüzde yüz fark attığını iddia ediyor.

Yazarımız; Vatan Partisinin adayları üzerinden isimler vererek mukayeselerine devam ediyor, örnek verdiği isimlerden birisi de, kendisini televizyonlardan sunduğu CEVİZ KABUĞU programından tanıdığımız değerli bir gazeteci yazarımız. Abdullah ÖCALAN'ı İmralıda yargılayan ve daha sonra Yargıtay Üyeliğine seçilerek emekli olan yargıcımızı da, Vatan Partisinin adayı olarak CHP adayları ile mukayesesine malzeme yapıyor.

Olabilir, Vatan Partisinden aday olan bu avukat, gazeteci ve emekli hakim, kendi çaplarında mutlaka değerli kişilerdir, yazarımız da bu kişileri beğenebilir ve bu beğenisini, CHP aleyhine bir algı operasyonu yapmadan, yazılarında paylaşabilir, demokrasinin olmazsa olmazı olan düşünce ve düşünceyi serbestçe açıklayabilme özgürlüğü bunu gerektirir, ancak, bu özgürlüğü kullanırken, tam da seçim arifesinde, demokrasi ile diktanın oylanmasının yağılacağı 7 Haziran seçimlerine fesat karıştıracak olan açıklamalardan sakınmak da, demokrat ve özgürlüklerden yana olmanın bir gereğidir.

Anayasa Mahkemesi önünde adalet nöbeti tutmak ne demektir? Allahınız aşkına. Avukatın böyle bir görevi yoktur, avukat dilekçesini en iyi şekilde yazar ve Anayasa Mahkemesine verir, sonucu bekler. Sonucun çabuklaştırılmasını istiyorsa, yeniden dilekçe verir, bu nöbet tutmalar bize göre, başvurunun sonucunu olumlu olarak etkileyen yasal ve hukuki davranışlar olmayıp, vitrine, gösterişe ve reklama yönelik davranışlardır. O avukat arkadaşımız da, amacına ulaşmış ve hukuk tarihine damga vuran bir hukukçu kimliğini kazanarak(!) bu hareketini oya tahvil etmek için aday olmuş ve sayın yazarın övgülerine mazhar olmuştur.

Gelelim, CHP adaylarıyla kıyaslanan meşhur ve tanınmış gazeteci yazarımıza; televizyonlardan sunduğu CEVİZ KABUĞU programı ile önemli konuların tartışılmasına ve kamuoyunun bilgilendirilmesine çok olumlu katkılar sunduğunda hiçbir şüphe duymadığımız, birkaç kez programına telefon ile bizim de konuk olduğumuz bu gazetecimiz, daha önce siyasete soyunmuş ve şu anda ismini hatırlayamadığımız bir partinin genel başkanlığını üstlenmiş ve şu veya bu nedenle başarılı olamayarak, genel başkanlığı ve aktif siyaseti bırakmıştır.Kendisi, milletvekili olmadan da, pekala, bu ülkeye ve bu ülkenin demokrasisinin gelişmesine, gazeteci ve yazar olarak daha fazla hizmet edebilir, Vatan Partisinden adaylığı, CHP adaylarıyla kıyaslanarak, CHP'yi itibarsızlaştırmanın malzemesi yapılması, bu gazeteci yazarımızı üzmüş olmalıdır.

ÖCALAN'ı İmralıda yargılamak, o yargılamayı yapan hakime, insan olarak ve mesleki yönden artı bir üstünlük ve değer kazandıramaz. O yargılamada bir başka hakim başkan olsaydı da, o yargılama yine yapılacak ve ÖCALAN'ın mahkumiyetine kesin olarak karar verilecekti. Siz yargılanan kişinin ününe bakarak o yargılamayı gözünüzde büyütmeyin, ÖCALAN davası, Türk Hukuk Tarihinin en kolay bir şekilde vicdanları sızlatmadan karara bağlanan bir davasıdır. ÖCALAN'ın suçlandığı eylemlerin sübutu için delil aramaya bile gerek yoktur, ÖCALAN, PKK lideri olarak tüm eylemlerini, cinayetlerini halkın gözlerinin önünde onların tanıklığı ile işlemiş olup, onun yargılanması ve suçluluğunun mahkeme kararı ile tescil edilmesi, sadece hukuki bir formalite olarak yerine getirilmiş olup, ÖCALAN hakkında verilen ölüm cezası da, kamuoyunun vicdanında kolaylıkla onay bulmuştur. İnanın, emekli bir hakim,savcı ve şu anda da avukat olarak çok samimi bir şekilde söylemek istiyorum, çok sanıklı, müşteki sanıklı ve bol tanıklı, karşılıklı hakaret, tehdit ve müessir fiil içeren asliye cezalık bir mahalle kavgasının yargılamasında, gerçeği bulmak için sarfedilen çaba, ÖCALAN davası için sarfedilen çabanın çok üzerindedir. Bu itibarla, sayın yazarın hangi düşüncelerle, ÖCALAN'ı yargılayan hakimde artı bir üstünlük bulduğunu ve CHP adaylarıyla kıyaslamada malzeme olarak kullandığını anlamakta zorlanmaktayız.

Sayın yazar tarafından eleştiri konusu yapılan, CHP Genel Sekreteri Sayın Gürsel TEKİN'i; “HDP'nin barajı aşmasını arzu ederiz, HDP'nin güçlenmesi bizi çok mutlu eder” dediği için özellikle tebrik ediyoruz. Biz de bu beyanın altına imzamızı atıyor ve HDP'nin barajı aşarak meclise girmesini yürekten diliyoruz. HDP'nin barajı aşamayıp da çöpe gidecek olan oylarının, bu ülkeye HDP'den daha büyük zararlar vereceğinin bilincindeyiz.

Bir köşe yazarı olarak bugüne kadar yazdığımız yazılarımızı takip edenler bilirler, PKK ve HDP'nin yaptıklarını şiddetle eleştirmişizdir, AKP'nin; başı, kıçı ve gövdesi bilinmeyen gizlice yürüttüğü çözüm sürecini en ağır şekilde eleştirenlerden biriyiz, ancak, Kürtleri ve onları temsil eden HDP'yi inkar edemeyiz, bu sosyolojik ve etnik gerçeği kabullenmek ve Kürtlerin de mecliste HDP tarafından temsil edilmelerine, kontrol altında tutulmalarına tahammül etmek zorundayız, bu tahammül gücü, demokrat olmanın asgari koşul olup, parlak yazılar yazan ve çok okunan yazarlarımızın da, yazdıklarında samimi ve gerçek bir demokrat olup olmadıklarının en önemli kriteridir.

Diyelim ki, HDP barajı aşamadı ve meclis dışında kaldı, siz zannediyor musunuz ki, uslu uslu köşelerinde oturacaklar, tabii ki hayır, onları ve temsil ettikleri kitleyi illegaliteye ve sokağa mahkum etmiş olmayacak mıyız?

Bu nedenle, CHP'ye yapılan karalama ve haksızlığı ve bu yolla AKP iktidarının değirmenine su taşıyanları, kim olurlarsa olsunlar, kınıyoruz. 10/04/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


9 Nisan 2015 Perşembe

BİR ÇÖKÜŞÜN PANİĞİ



İktidarıyla muhalefetiyle, tüm partilerimiz, 7 Hazairan seçimlerinde partileri adına yarışarak milletvekili seçilecek adaylarını ismen belirlediler ve Yüksek Seçim Kuruluna sundular.

Adayları belirlerken, adaylarının büyük bir bölümünü partili üyelerin katılımlarıyla, hakim denetiminde yapılan ön seçimle belirleyen CHP, bu davranışıyla, partili seçmenin iradesine değer veren, sözde değil özde demokrat bir parti olduğunu açıkça ortaya koydu ve örgütüne güvenerek uyguladığı bu aday belirleme yöntemi sayesinde, kontenjan ile aday belirlemenin olası haksızlıklarını ve bunun sonucunda oluşacak olan parti içi tartışma ve küskünlükleri asgari düzeye indirerek, Sayın KILIÇDAROĞLU'nu da büyük bir sıkıntıdan kurtardı ve seçim öncesinde parti içindeki bütünlük ve dayanışmanın yok olmasının önüne geçilmiş oldu.

MHP, HDP ve iktidar partisi AKP. eskiden olduğu gibi, adaylarının belirlenmesini, merkez yoklaması yoluyla, liderlerin seçimlerine bıraktılar.

Aday listesi en çok merak edilen ve açıklandıktan sonra da üzerinde en çok tartışılan liste, iktidar partisi AKP'nin listesi olmuştur.

AKP listesi iki yönden tarışılmaktadır.

Aday listesinde yer alan isimlerin, kimin damgasını taşıdığı, aday listelerini Tayyip Bey'in mi, yoksa Ahmet Bey'in mi hazırladığı, listedeki isimlerin, kimin tercihlerini içermekte olduğu sorusuna cevap arayan yorumlar, liste üzerindeki tartışmaların odağını oluşturmuştur.

Tartışmanın gölgede kalan ikinci odağını ise, aday listesinin; AKP'nin, ülkenin hangi meselelerine ağırlık vermek istediği sorusuna cevap arayan yorumlar oluşturmaktadır.

Tayyip Bey'in, Anayasayı ayaklar altına alarak, tarafsızlık yeminini çiğneyen ve Anayasanın anladığı anlamda gerçek bir Cumhurbaşkanı olamayan, hala, AKP Genel Başkanı gibi AKP'nin propagandasını yapan, hergün toplumun her kesimine laf yetiştirerek onları eleştiren, muhalefet partilerini karşısına alarak, onları yerden yere vurarak eleştiren, hala kendisini başbakan olarak gören, söylem ve davranışlarına baktığımızda, AKP aday listesinin Tayyip Bey tarafından oluşturulduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

AKP aday listesine bakıyoruz, listede yer alan bazı isimler, gelmekte olan bir çöküşün, sanki çıkan bir yangından mal kaçıran kişinin, can havliyle ve son bir gayretle, en değer verdiği birkaç parça eşyasını kurtarma çabasını ve ruh halini göstermektedir.

Listeye bakıyoruz, Tayyip Bey'in; kara kutusunu,şoförünü,yaptığı konuşmalarının metin yazarını,danışmanlarını,hayranlarını,danışmanların akrabalarını,avukatını ve damadını milletvekili seçilmeleri için aday olarak koyduğunu görüyoruz.

AKPnin başındakiler; partinin lider ve elit kadrosunun üçüncü dereceye kadar yakın akrabalarının milletvekili adayı olaral listeye konulmadığını övünerek beyan ediyorlar ya, bu beyana itibar eden Sözcü Gazetesinin yazarlarından Sayın Rahmi TURAN da, gazetesinin dünkü (09/04/2015) köşesinde yazdığı yazısında, Tayyip Bey'in damadının listede aday olarak yer almış olmasını dile getirerek, damat bey, Tayyip Bey'in akrabası değil mi? Diye sorarak, bu çelişkiye dikkat çekiyor.

Biz diyoruz ki, ilahi Rahmi TURAN bey, çok safsınız, bunda anlamayacak ne var?

Onlara göre, damat bey'in aday listesinde yer alması çok doğal, evet damat bey Tayyip Beyİn en yakın sıhri akrabası, bir nevi evladı ise de; aday belirlemede AKP'nin uyguladığı akraba yasağı delinmiş falan değil, Ortada bu akraba yasağı ile çelişen bir durum da yok.

Okurlar şimdi bana haklı olarak soracaklar, sen ne diyorsun Güner Bey? Rahmi TURAN Bey çok haklı, akraba yasağı varsa, ortada bal gibi bir çelişki var.

Değerli okurlar, AKP'liler haklılar, onlara göre, ortada akraba yasağını delen bir çelişki yok, AKP'liler demek istiyorlar ki; evet, damat Berat ALBAYRAK, Tayyip Bey'in evladı ve çok yakın akrabası, ama, Anayasamıza göre; Tayyip Bey Cumhurbaşkanı seçildi, partisi AKP ile ilişiğini kesti, Cumhurbaşkanı sıfatıyla, tüm partilerimizi ve 77 milyon vatandaşımızı kucaklayan ve temsil eden tarafsız ve partisiz bir konuma geldi, dolayısıyla damat Berat ALBAYRAK'ın AKP listelerinde milletvekili adayı olarak yer alması, akraba yasağını delen bir çelişki olarak yorumlanamaz.

AKP'lilerin ve Tayyip Bey'in, damat Bey'in adaylığına yönelik eleştirilere verecekleri bu muhtemel cevap ve savunmaya ne diyeceksiniz? Rahmi TURAN Bey, bunu düşünememiş olmalı.

Bunlar böyledir, işlerine geldimi, anayasa, babayasa,demokrasi, hak ve özgürlükler, işlerine gelmedi mi, anayasayı korkusuzca ihlal edip ayaklar altında çiğnemek, anayasayı askıya ve bekleme odasına almak,tam bir keyfilik ve sorumsuzluk örneği göstermekte pek mahirdirler. Bu konuda kimse ellerine su dökemez.

Şimdi herkes haklı olarak şunu düşünüyor olmalı, evet, Tayyip Bey anayasa ve rejim ile kedinin fareyle oynadığı gibi oynayıp halkımızla alay ediyor ama, anayasamıza göre, seçimden başka onu düşürecek ve hesap soracak bir yol da mevcut değil.

Evet, vatana ihanet ile suçlanarak hesap sorulabilir ve Cumhurbaşkanlığından düşürülebilir ama, onun için gerekli çoğunluk mevcut değil, başka da anayasal bir yol yok. Zaten, anayasa da başka bir yol da olamazdı. Zira, Anayasalar yapılırken, demokratik bir hukuk devletinde, anayasaya göre seçilen ve görev ve yetkileri anayasada açık bir şekilde gösterilen Cuymhurbaşkanlarının, Tayyip Bey gibi bir kişi cumhurbaşkanı seçilene kadar,Tayyip Bey'in yaptığı gibi, korkusuzca, milletin gözünün içine bakarak, açıkça ve alenen anayasayı ihlal edip, anayasayı rafa kaldırıp bekleme odasına alacakları ve milletin de bunu sineye çekerek sessiz kalacakları asla düşünülemez, hayal dahi edilemezdi, Türk milleti, kendi hatalı tercihleri yüzünden, Tayyip Bey sayesinde hak ettiği böyle kötü ve çirkef antidemokratik bir uygulamayı, ilk ve son kez tatmış oldu.

Dileriz, önümüzdeki çok hayati olan 7 Haziran seçimleri, Tayyip Bey'i anayasa hizasına çekmeye ve ona gerekli olan anayasa dersini ve saygısını vermeye vesile olur ve AKP iktidarının antidemokratik zihniyetinden temizlenerek iş başına gelecek olan yeni Meclis çoğunluğunun yapacağı yeni anayasada, ileride iş başına gelecek olan Tayyip Bey gibi, anayasa tanımayan,açıkça tarafsızlığını ihlal eden, parti lideri gibi eylem ve söylemlerde bulunan cumhurbaşkanlarını, işgal ettikleri Cumhurbaşkanlığı koltuğundan kolayca alaşağı etmek için, gerekli olan anayasal emniyet tedbirlerine yer verilir. 10/04/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat