Ülkemizde yaşanan son
tahliye krizinden, mevki ve makamları ne olursa olsun, herkesin
kendisine bir ders çıkararak, anayasanın ve yasaların kendisine
tanıdığı görev ve yetkilerin sınırlarını zorlayarak
sorumsuzca davranmaması gerektiğinin bilinci içinde görevini
yerine getirerek, toplumu boş yere gerip bir kriz ortamı
yaratmamaları zorunludur.
Hukuk devleti olduğunu
iddia eden ve hukukun üstünlüğünü kabul eden, bunu anayasasına
da yazan demokratik ülkelerde, yargı yetkisini Türk Milleti adına
kullanan mahkemelerimizde görev yapan hakimlerimiz, yargı
görevlerini, usul yasalarında belirtilen usul kuralarına uyarak
yerine getirmek zorundadırlar.
Usul yasalarımız, her
mahkemenin ve hakimin görevlerini açıkça belirlemiştir. Usul
kuralları; kamu düzenine ilişkin kurallar olup, bu nedenle usul
kurallarındaki yasal değişiklikler geriye yürür ve usul
kuralları, esastan da önce gelir. Esasa ilişkin bir sonuca, usul
kurallarına uymak suretiyle ulaşmak zorunludur.
Bir mahkemenin, bir hakimin
hangi görevleri yerine getireceğini ve o görevin gerekli kıldığı
yetkileri kullanacağını usul yasalarımız açıkça
belirlemiştir.
Burada görev ve yetkinin ne
anlama geldiğini kısaca izah etmek gerekirse;
Görev; aynı yargı çevresi
içindeki çeşitli mahkemelerimizin ve hakimliklerimizin, hangi tür
yargısal faaliyetleri ve davaları yürüteceğini belirler. Her
görev, aynı zamanda bir yetkiyi de içerir. Ancak, görevin
içerdiği bu yetkiyi, mahkemelerimizin ve hakimliklerimizin, kendi
yargı çevreleriyle sınırlı olan teknik anlamdaki yargı
yetkileri ile karıştırmamak gerekir.
Bu itibarla, yargı dilinde
teknik anlamda mahkemelerimizin ve hakimliklerimizin yetkilerinden
söz ettiğimizde,mahkemelerimizin ve hakimliklerimizin,yer
itibariyle, başka bir anlatımla, yargı çevreleri itibariyle
yapabilecekleri görevler akla gelmelidir.
Yani mahkemelerimiz ve
hakimliklerimiz, usul yasalarının kendilerine verdiği yargısal
faaliyetleri ve görevleri, yer itibariyle, ancak görevli oldukları
kendi yargı çevreleri içinde ve bu çevre ile sınırlı olarak
yerine getirme yetkisine sahiptirler. Bir örnek vermek gerekirse,
adam öldürmek suçunun failini yargılamaya Ağır Ceza Mahkemeleri
görevli ve yetkili iseler de, İstanbul Ağır Ceza Mahkemelerinin
görevli oldukları İstanbul belediye sınırları içinde kalan
İstanbul yargı çevresinin dışında kalan Ankarada işlenen bir
adam öldürme suçunun failini yargılama konusunda, İstanbul Ağır
Ceza Mahkemelerinin yetkileri bulunmamaktadır. Suç ağır ceza
mahkemelerinin görevine girdiğine göre, bu cinayet failini Ankara
Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılamayalım, İstanbul Ağır Ceza
Mahkemelerinde yargılayalım diyemeyiz.Aksi halde, usul yasalarında
yer alan ve adam öldürme suçunun işlendiği yerdeki (yargı
çevresi içindeki )görevli ağır ceza mahkemelerini yetkili kılan
usul kuralı çiğnenmiş olacaktır.
Nasıl, adam öldürme
suçunun failini yargılamakla görevli olan bir ağır ceza
mahkemesi, kendi yargı çevresi içinde işlenmemiş olan adam
öldürme suçunun failini yargılama konusunda yetkili değilse,
aynı yargı çevresi içinde bulunsalar dahi, bir yargı işini
yerine getirme görevi bir mahkemeye veya hakimliğe verilmişse, o
yargı işini başka bir mahkeme üstlenerek yerine getiremez.
Ceza Muhakemesi Yasamız,
henüz hakkında kamu davası açılmamış ve sanık sıfatını
almamış ve hakkındaki hazırlık soruşturması devam etmekte olan
şüpheli konumundaki zanlıların tutuklanmalarına ve
tahliyelerine ilişkin taleplerin değerlendirilmesi işinde sulh
ceza hakimliklerini görevli kıldığından, bir yargı krizine
neden olan tahliye kararı konusunda, İstanbul Asliye Ceza
Mahkemelerinin bir görev ve yetkileri bulunmamaktadır. Bu nedenle,
32.Asliye Ceza Mahkemesinin tahliye kararı, Ceza Muhakemesi Yasasına
aykırı olarak alınmış bir karar olup, İstanbul Sulh Ceza
Hakimliği tarafından alınan, bu tahliye kararının yok hükmünde
olduğuna ilişkin karar da, Ceza Muhakemesi Yasasına aykırı ve
yok hükmünde olan bir karardır.
Burada yapılması gereken;
İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından görevli olmadığı
halde alınan tahliye kararını geçersiz kılabilmek ve uygulamamak
için, bu karar aleyhine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde
itiraz kanun yoluna başvurmak olmalıydı.
Bu yargı krizi; kendi hukuk
ve anayasa ihlallerini görmezlikten gelen, anayasaya aykırı
olarak, anayasayı askıya alarak parlamenter sistemi fiilen bekleme
odasına, tarafsızlığını ve ettiği tarafsızlık yeminini
ayaklar altına alan Tayyip Bey'in ve şakşakçılarının, çifte
standart hukuk ve demokrasi anlayışlarını yeniden gözler önüne
sermiş ve bu ülkede, sadece ben yasaların ve anayasanın üzerine
çıkabilirim diyen bir kişinin söz sahibi ve etkili olduğu bir
Türkiye profilini ortaya koymuştur.
Şayet, bu ülkede,
gerçekten hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir hukuk
devletinin var olduğunu iddia etmeye devam edeceksek, en sade
vatandaşından başlamak üzere, hakimlerinin ve cumhurbaşkanının
da yasalara ve anayasaya saygılı olmaları ve hadlerini bilmeleri
gerekmektedir.28/04/2015
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu
Üyesi Avukat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder