30 Kasım 2015 Pazartesi

BİRAZ OLSUN UTANDINIZ MI?



Hain ve karanlık bir saldırı ile hayatını yitiren Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir ELÇİ, dün yapılan görkemli bir törenle ebedi istirahatgahına tevdi edildi.

Cenaze töreninde, merhum Tahir ELÇİ'nin ardından yapılan konuşmalarda çok anlamlı sözler söylendi.

Eşi Türkan hanım tarafından dile getirilen; acı,duygu ve anlam yüklü; “bugün yurtdışı yasağın kalktı,kuşlar gibi özgürsün” sözleri, anlayana çok şey ifade ediyordu.

Bu sözler, Sevgili Tahir ELÇİ'nin şahsında, ülkemizin içinde bulunduğu acınası koşulları, yargının siyasallaşarak bağımsızlığının yok olduğunu, insanların; konuşulanları, savunulan değerleri ve fikirleri anlayamamakta zorlanacak derecede önyargılı hale getirildiklerini ve şartlandırıldıklarını, rahmetli Tahir ELÇİ'nin;sırf Kürt kökenli olduğu ve Diyarbakırda yaşadığı için, bugüne kadar yaptığı, terörü, silahı, savaşı, çatışmaları eleştiren sayısız konuşmaları, ileri sürdüğü fikirleri ve insan hakları ve insanlık adına yaptığı olumlu çalışmaları görmezlikten gelinip bir kenara konularak, sadece çıktığı son televizyon programında sarf ettiği bir sözün, onun bugüne kadar ortaya koyduğu terörü eleştiren ve dışlayan duruşunun ve gerçek kimliğinin imbiğinden geçirilmeden cımbızlanarak, mercek altında büyütüldükten sonra, PKK terör örgütünün destekçisi ve propagandisti ilan edilip, vakit geçirilmeksizin hakkında soruşturma açılarak, Diyarbakır Baro Başkanı kimliği, toplum içindeki saygınlığı gözetilmeden, sanki kaçacakmış gibi, davetiye ile çağrılmadan, gözaltına aldırılarak, apar topar mevcutlu olarak Diyarbakır'dan İstanbul'a getirtilerek sorgulanması, tutuklama istemiyle hakim önüne sevk edilmesi ve adli kontrol tedbiri ve yurtdışına çıkış yasağı ile serbest bırakılarak itibarsızlaştırılması, zaten tehdit aldığı bilinen Tahir ELÇİ'nin hedef tahtası haline getirilmesi...kimse alınmasın ve darılmasın ama, malesef işte gelinen sonuç bu.

Tahir ELÇİ'nin eşi; eşinin ölümünden duyduğu büyük acı içinde, “Bugün yurtdışı yasağın kalktı, kuşlar gibi özgürsün” diyerek ölen eşine müjde verirken, bizim koskocaman paragrafa sığdırmakta zorlandığımız, onlarca cümle içinde ancak ifade edbildiğimiz acı gerçekleri, tek cümlede ifade etmiştir.

Cenazede bir konuşma yapan HDP Eş Başkanı DEMİRTAŞ da; “insanların nasıl öldükleri değil, nasıl yaşadıkları önemlidir.” diyerek, günün en anlamlı sözlerinden birisini yapmıştır.

Rahmetli Tahir ELÇİ; hakkında soruşturma açılmasına, gözaltına alınmasına,tutuklanmaktan kıl payı kurtulmasına ve hakkında yurt dışı yasağı uygulanmasına neden olan, hiç hak etmediği suçlamaya karşı, hain saldırı sonucu öldürülmeden birkaç dakika önce, Diyarbakır'ın simgelerinden Dört Ayaklı Minare önünde, propagandasını yapmakla suçlandığı terörün kendisine de yönelen baskısı altında ve korumalar eşliğinde, en anlamlı savunmasını yapmış ve bırakınız insanlarımızın, cansız dört ayaklı minarenin dahi uğradığı terör saldırısını kınamak amacıyla dile getirdiği; “Birçok medeniyete beşiklik, ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede insanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar çatışmalar opersayonlar bu alandan uzak olsun diyoruz “ sözleriyle, tüm halkımızın vicdanında aklanarak son nefesini vermiştir.

Bundan daha güzel, anlamlı, samimi, kalbi ve gerçekçi savunma olabilir mi?

Bu savunma, önyargıları kırmak ve yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı adına, Hukuk Fakültelerinde ders olarak okutulmalı ve iş başındaki her daldan hukuk adamlarımız, iş başı yapmadan önce her sabah, Tahir ELÇİ'ye son bir ay içinde yaşatılan bu eğitici dramın ses ve görüntü kayıtlarını gözlerinin önünden geçirmelidirler.

Son söz, Sevgili Tahir ELÇİ; birilerini utandırman, kendini savunabilmen, gerçek ve samimi düşüncelerini anlatabilmen için, mutlaka ölmen mi lazımdı? 30/11/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

28 Kasım 2015 Cumartesi

DİYARBAKIR BARO BAŞKANI TAHİR ELÇİ'NİN ÖLÜMÜ ÜZERİNE



Bugün(28/11/2015) sabah saatlerinde Diyarbakır'ın Sur ilçesinde terör nedeniyle hasar gören tarihi dört ayaklı minarenin bu hasarından ve bölgede devlet güçleriyle PKK terör örgütü militanları arasındaki şehir içi hendek savaşlarına dönen karşılıklı silahlı mücadeleden ve çatışmalardan duyulan üzüntüyü ve artık bu beyhude çatışmaya son verilmesi çağrısını içeren barışcıl bir basın açıklaması yapmak üzere Diyarbakır Barosunun yetkilileriyle bölgeye gelen ve gerekli basın açıklamasını yapan Baro Başkanı Tahir ELÇİ, basın açıklamasını yaptıktan sonra, henüz bölgeden ayrılmadan çıkan bir kargaşa ve silahlı çatışma sırasında başına isabet eden bir ateşli silah mermisine bağlı olarak hayatını kaybetmiştir.

Diyarbakır Baro Başkanının, planlı olan bu basın açıklamasını yapacağı önceden bilindiğine göre, sabahın erken saatlerinde vuku bulan bu silahlı saldırının, Baro Başkanı Tahir ELÇİ'nin öldürülmesine yönelik planlı bir suikast olduğu, aniden oluşan bir silahlı çatışmanın arasında kalarak kör bir kurşunun hedefi olarak tesadüfen hayatını kaybetmediği, kuvvetli bir ihtimal olarak varlığını muhafaza etmektedir.

Sayın Baro Başkanı değerli meslektaşımız Avukat Tahir ELÇİ'nin bir suikasta kurban gittiği şüphesi kuvvetli olduğuna göre, acaba bu suikastı kim ya da kimler, hangi hain odaklar yapmıştır sorusuna kesin bir cevap verebilmek, henüz soruşturmanın devam ettiği,delillerin tam olarak toplanmadığı bu aşamada mümkün değildir. Bu konuda ancak komplo teorileri ve tahminler yürütülebilir ki, ülkenin birlik ve beraberliğe ihtiyacının olduğu şu sırada bu konuda tahmine dayalı spekülatif beyanlarda bulunmaktan herkes kaçınmalıdır.

Ancak, kesin olan bir husus var ki; bu suikast ve saldırı, rahmetli Tahir ELÇİ'nin şahsında, ülkemizin bütünlüğünü,birliğini,huzurunu ve kardeşliğini bozmaya ve bu nedenle de, 78 milyon Türk vatandaşına yönelik hain bir saldırıdır.

Bu tür saldırı ve suikastlar, ülkenin birlik ve dirliğine, bütünlüğüne yönelik olduğundan, bu tür saldırı ve suikastlar için;toplumun bir kesimi tarafından sevilen ve sayılan, toplumun diğer kesimi tarafından da eleştirilen, isimleri bir adım öne çıkan, öldürülmelerinin toplumda ses getireceği ve halkı infiale sevk edeceği, toplumda gerginlik ve çatışma ortamı ve fail ya da faillerinin kimler olduğu konusunda toplumda kafa karışıklığı yaratmaya, faillerin derin devletin adamları olduğu kuşkusunu yaratmaya elverişli kişilerden seçildiği de bilinen bir gerçektir.

Öldürülen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir ELÇİ'nin kişiliğine bakıyoruz, Sayın Tahir ELÇİ; Cizreli ve bölücü terör örgütü PKK'nın hedefindeki Güneydoğu Anadolu bölgesinin bir evladı ve Diyarbakır Baro Başkanı olup, yörede sayılan sevilen ve PKK terörüne ve Kürt sorununa ve çözümüne ilişkin fikir beyan eden, seveni yanında sevmeyenleri de olan, ismi ve kişiliği sürekli gündemde kalan, hele, hele son iki ay içinde, katıldığı bazı televizyon tartışma programlarında açıkladığı fikirleri, özellikle de CNN Türk Televizyonunda katıldığı Tarafsız Bölge tartışma programında, amacını aşacak bir şekilde yaptığı konuşmanın ve açıkladığı fikirlerin bütünü içinde terör örgütü propagandası sayılamayacak ve fikir özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerekecek olan konuşmasının bütünü içinden cımbızla çekilen “PKK, terör örgütü değildir” açıklamasından hareketle, hakkında PKK bölücü terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan Bakırköy C.Başsavcılığı tarafından soruşturma açılarak, davetiye ile çağrılması mümkün iken, bu yapılmayarak apar topar gözaltına alınıp, Diyarbakırdan, mevcutlu olarak İstanbul'a getirilerek sorgulandıktan sonra tutuklanması istemiyle hakim önüne çıkarılan ve tutuklanmanın eşiğinden dönerek, ancak adli kontrol şartıyla serbest kalabilen, bu şekilde ismi tüm ülke genelinde öne çıkan ve tartışılan, siyasi amaçlı bir suikast sonucu öldürülmesi halinde,bu suikasttan dolayı, derin devletin kolaylıkla fail ilan edilerek suçlanabilmesine müsait bir kişi olması nedeniyle, Sayın Tahir ELÇİ'nin, provokasyon amaçlı bu suikast için en başta bölücü PKK örgütü olmak üzere, karanlık ve hain odaklar tarafından hedef seçildiğini değerlendiriyoruz.

Hayatını kaybeden meslektaşımız Diyarbakır Baro Başkanı Avukat Sayın Tahir ELÇİ'ye ve aynı olayda şehit düşen güvenlik görevlilerimize Allahtan rahmet, aile yakınlarına sabır, yaralanan güvenlik görevlilerimize ve basın mensuplarına da geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz.28/11/2015



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


27 Kasım 2015 Cuma

DEVLET SIRRI


Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Ankara temsilcisi Erdem GÜL'ün,halkın haber alma ve basın özgürlüğü adına yaptıkları MİT Tırlarıyla ilgili haberleri nedeniyle,hem de yayının yapıldığı tarihten altı ay geçtikten sonra,devlet sırrını ifşa ve casusluk suçlamasıyla, tamamen siyaset kokan hukuksuz ve haksız bir kararla tutuklanmaları üzerine, devlet sırrı kavramının ne anlama geldiği, demokrasi,basın özgürlüğü ve kişi özgürlükleri adına daha bir önem kazanmıştır.

Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi, ceza hukukunun en temel ve evrensel bir kuralıdır.

Kanunsuz suç olmaz ilkesine göre, unsurları ve sınırları ceza kanunlarında açıkça belirtilip tarif edilerek suç sayılmayan bir eylemden dolayı,hiç kimse, asla cezalandırılamaz.

Mahiyeti ve doğuracağı sonuçlar itibariyle devlet sırrı olmadığı halde, idari makamlar tarafından sözde devlet sırrı yaratılarak ve sır sayılması mümkün olmayan bir konunun devlet sırrı olduğu iddia edilerek, halkı haberlendirmekten sorumlu ve görevli olan gaztecileri devlet sırlarını açıklama ve casusluk yapmakla suçlayıp tutuklanmalarına neden olmak, açıkça kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin ihlalidir.

Yürütme organının, keyfi bir şekilde, her konuyu devlet sırrı kavramı içine sokmaları ve yargı organının da, hiçbir yorum ve değerlendirme yapmadan, buna harfiyen uyarak, devlet sırrı olmaması gereken bilgilerin peşine takılarak insanları cezaevine kapatmaları, bir demokrasi ve özgürlükler ayıbıdır.

Gelip geçici olan siyasal iktidarların, herkesin malumu olan politik pisliklerinin gizlenmesi, devlet sırrı kavramı içinde değerlendirilemez.

Can DÜNDAR ve Erdem GÜL'ün; uydurma devlet sırrı yaratılarak, devlet sırrını ifşa ve casusuluk yaptıkları iddiasıyla tutuklanmaları nedeniyle yeniden güncel hale gelmiş bulunduğundan, tarafımızdan kaleme alınarak daha önce yayınlanmış bulunan 02/06/2015 tarihli “DEVLET SIRRI NEDİR?” başlıklı makalemizi aşağıda aynen yayınlıyoruz.27/11/2015 Güner YİĞİTBAŞI

DEVLET SIRRI NEDİR?


Devlet sırrının ne olduğuna geçmeden önce; bir defa, kelime anlamı olarak “sır “ ne demektir? Onu belirlemekte fayda vardır.
Sır; varlığı veya bazı yönleri açığa vurulmak istenmeyen, gizli kalan, gizli tutulan şey olarak tarif edilmektededir. Gizli tutulan bu şey; bir bilgi, bir belge, bir fotoğraf, bir harita, bir plan, bir silah, herhangibir buluş, bir icraat, bir karar, bir fikir ve benzeri başka bir şey olabilir.
Bu sır tarifinden hareketle, bir şeyin devlet sırrı olabilmesi, yani varlığının açığa vurulmak istenmeyerek gizli kalması ve gizli tutulması için; o şeyin gizli tutulmasında, açığa vurulmamasında, devletin; askeri, siyasi, ekonomik,diplomatik ve Uluslar arası çıkar ve menfaatlerinin bulunması, o şeyin bir başkaları tarafından elde edilmesi ve/veya açıklanması halinde, devletin; askeri, siyasi, ekonomik, diplomatik ve Uluslar arası çıkar ve menfaatlerinin zarar görmesi ve/veya zarar görme ihtimal ve yakın tehlikesinin bulunması zorunludur.
Demek ki; bir şeyin devlet sırrı sayılabilmesi için, adı üzerinde, gizli kalmasında, açıklanmamasında, devletin askeri, siyasi,ekonomik,diplomatik ve Uluslar arası çıkar ve menfaatlerinin varlığı şart olup, devlet ile eş değer olmayan, devlet aygıtını geçici bir süre yönetmek üzere seçimle iş başına gelen hükümet ve siyasi iktidarların,kendi siyasi çıkarlarını ve geleceklerini tehlikeye atmamak, oy kaybına neden olmamak için, bazı kötü karar ve icraatlarını, kendi halkından gizlemek amacıyla, bazı şeyleri gizli tutmak istemeleri, devlet sırrı içinde değerlendirilemez.
Gündemdeki tartışma konusu olan MİT TIR'larıyla, Suriye Devleti ile mücadele içine giren Suriyeli muhalif örgütlere silah ve cephane mi, yoksa Türkmenlere insani yardım mı gönderildiğini açıklığa kavuşturan ve AKP iktidarı tarafından Devlet sırrı olarak nitelendirilen bilgi, görüntü ve belgelerin açıklanarak haber konusu yapılması, devletimizin siyasi, askeri, ekonomik,diplomatik ve Uluslar arası çıkar ve menfaatlerini zarara sokan ve/veya zarara sokma tehlikesi yaratan, bu nedenle de gizli tutulması ve açıklanmaması gereken bir devlet sırrının ifşası olarak değerlendirilemez.
Bize göre, AKP iktidarının bu haberi devlet sırrının ifşası ve casusluk faaliyeti olarak ilan etme ve soruşturma konusu yapma çabası, Suriye politikasındaki hatalı tutumunu örtme ve yaklaşan seçimler nedeniyle, kendi siyasi çıkarlarını koruma çabasından ibarettir.
Zira; AKP iktidarının bugüne kadar izlemiş olduğu Suriye politikası çok açık ve net olup, hiçbir gizli yanı bulunmamaktadır.
AKP iktidarı; Suriye'de cereyan etmekte olan iç çatışmada, açık ve net olarak pozisyonunu belirlemiş ve resmi Esat yönetimine karşı saf tutarak, tavrını açıkça ortaya koymuş, bir ara Esat'ın düşmesi için gün saymış, kendince süreler koymuş, bir hafta sonra Suriye'ye girerek Şam da Cuma namazı kılacağız demiş, Suriye Devletine isyan eden muhaliflere açıktan destek olmuştur.
Suriye'nin bu iç savaşında, bizim dışımızdaki bazı ülkeler de tavırlarını açıkça koymuşlar, İran, Rusya, Çin Esat yönetimine desteğini açıklamış, Amerika ve onun malum ortakları bazı Avrupa ve Arap devletleri de, AKP iktidarı ile birlikte, Esat karşısında saf tutmuşlardır.
AKP iktidarı, hatalı bir dış politika izleyerek, Suriye'nin iç işine burnunu sokmak ve Esat karşıtı bir tavır sergilemek suretiyle, Esat yönetimindeki Suriye Devleti ile adı konmayan bir savaş içine girmiş olup, bu nedenle; MİT TIR'larıyla Suriye Devleti ile savaşan muhalif gruplara silah ve cephane gönderildiğinin ifşa edilmesi, AKP'nin iktidarda olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletini, askeri yönden, Suriye ile savaşa girme riski ve tehlikesiyle karşı karşıya getirmeyecektir. Aynı şekilde, Esat ile papaz olan AKP iktidarı, Suriye ile olan siyasi, diplomatik ve ekonomik tüm bağlantılarını sona erdirmiş ve bu nedenle, siyasi, diplomatik ve ekonomik (dış ticaret) yönden uğrayabileceği tüm zararlara uğramış olduğundan, MİT TIR'larıyla Suriye muhaliflerine silah ve cephane sevkiyatı yapıldığının Cumhuriyet Gazetesinde açıklanması, AKP iktidarına oy yönünden zarar verecek olsa da, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin siyasi,askeri, ekonomik ve Uluslar arası çıkar ve menfaatlerine, bundan daha fazla bir zarar vermeyeceğinden, bu bilginin açıklanması, devlet sırrının ifşası ve casusluk faaliyeti olarak nitelendirilemez.
Şayet, AKP iktidarı; görünürde, Esat yönetimini destekliyor veya hiç değilse tarafsız kalıyor görüntüsü çizseydi ve buna rağmen, MİT TIR'larıyla el altından ve gizlice, Esat yönetiminin aleyhine muhaliflere silah ve cephane yardımı gönderseydi, görünürde tarafsız olması nedeniyle, Esat yönetimi ile siyasi, diplomatik, askeri ve ekonomik ilişkileri dostça devam ediyor olacağından, Cumhuriyet Gazetesinin MİT TIR'larıyla Suriye muhaliflerine silah ve cephane gönderildiğini ifşa eden haberi, devletin, askeri,siyasi,diplomatik,Uluslararası ve ekonomik çıkar ve menfaatlerine zarar veren ve/veya zarar verme tehlikesi doğuran bir devlet sırrının ifşası olarak kabul edilebilirdi.
Bize göre olayın hukuki değerlendirilmesi bundan ibaret olup, basının dördüncü kuvvet olduğunu dosta ve düşmana gösteren Cumhuriyet Gazetesini ve onun değerli yönetici ve yazarı Can DÜNDAR'ı, halkımızı bilgilendiren, kamuoyunu aydınlatma görevlerini yerine getiren bu yürekli gazetecilik ve habercilik hizmetinden dolayı gönülden kutluyoruz. 02/06/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

26 Kasım 2015 Perşembe

CAN DÜNDAR'IN TUTUKLANMASI SİYASİ BİR KARARDIR




Ülkenin içinde bulunduğu seçim ortamının hassas koşullarından kaynaklanan bir gecikme ile de olsa, bize göre hiç de sürpriz olmayan ve beklenen tutuklama kararı nihayet çıkmış bulunuyor.

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni gazeteci Can DÜNDAR ile gazetenin Ankara temsilcisi Erdem GÜL, MİT tırlarının silah taşıdığı görüntülerin gazete manşetinden yayınlanması haberine dayalı olarak haklarında açılan soruşturma nedeniyle İstanbul Çağlayan Adliyesinde bugün (26/11/2015) savcı tarafından sorgulanmalarını müteakip tutuklanmaları istemiyle sevk edildikleri Sulh Ceza Hakiminin aldığı kararla tutuklanarak ceza evine konuldular.

Biz burada, adı geçen gazetecilerin, halkın haber alma özgürlüklerinin gereği olarak, bir gazeteci sıfatıyla basın özgürlüğü çerçevesinde yayınladıkları bu haber nedeniyle Türk Ceza Kanununa göre savcı tarafından üzerlerine yüklenen suçları işlemiş olup olmadıklarını tartışacak değiliz.Ortada,gerçekten suç oluşturan bir eylem var mıdır, yok mudur, yapılacak olan yargılama sonunda ortaya çıkacaktır.

Bu aşamada üzerinde titizlikle durulması, demokrasi adına düşünülmesi ve altının kalın çizgilerle çizilmesi gereken husus;bugün itibariyle, ülkemizdeki yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının tamamen yok olduğu ve yargının tamamen siyasallaştığı, Anayasamıza göre Türk Milleti adına tarafsız bir şekilde yürütülmesi gereken yargı faaliyetinin, artık birilerinin telkin ve talimatlarına göre iş yapan bağımlı kuruluşlar haline geldiği gerçeğidir.

Bir hatırlayınız, bugün tutuklanan Gazeteciler Can DÜNDAR ve Erdem GÜL bu haberi yaptıktan sonra aradan yaklaşık altı ay gibi uzun bir süre geçmiştir.Bu haberin yapıldığı tarihlerde, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey çok kızmış ve bunun hesabının sorulacağını, bu gazetecilerin hesap vereceklerini, açık bir şekilde ifade ederek, bu haberi yapan gazeteciler hedef gösterilmiştir.

Bunun üzerine adı geçen gazeteciler hakkında harekete geçen savcılar inceleme başlatmışlar, ancak, 7.Haziran seçimlerine çok az bir zaman kaldığı için, siyasal ortam ve koşullar uygun bulunmamış olacak ki, soruşturma adeta uykuya yatırılmış,üzerine bir şal örtülerek seçim sonuçları beklemeye alınmıştır.

7.Haziran seçimlerinden, Tayyip Bey ve partisi AKP'nin güç kaybederek çıkması ve tek başına iktidardan düşmeleri nedeniyle, koşullar yine elvermediğinden Can DÜNDAR'ın üzerine gidilememiş ve soruşturmanın bırakıldığı uyku haline dokunulamamış, soruşturma uyutulmaya devam edilmiştir.

Koalisyonun kurulamaması ve Tayyip Bey'in seçimlerin 1.Kasımda yenilenmesi kararı almasından sonra, 1.Kasımda yapılan seçimlerde AKP'nin %49 oy alarak yeniden tek başına iktidar olarak eski gücüne kavuşması ve yeni AKP hükumetinin kurularak iş başı yapması üzerine,soruşturma uykudan uyandırılmış ve Can DÜNDAR'dan hesap sorulması ve defterinin dürülmesi için uygun bir gün kollanırken, iktidar tarafından, MİT Tırlarıyla kendilerine silah değil insani yardım gönderildiği iddia edilen Türkmenlerin Rus uçakları tarafından bombalanmaları ve tam bu esnada hava sahamızı ihlal eden bir Rus savaş uçağının angajman kurallarına göre düşürülmesi üzerine, MİT Tırlarıyla gönderilen malzemelerin yeniden gündeme geldiği günlere denk getirilerek, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL; 26/11/2015 günü Çağlayan Adliyesine çağırılarak sorgulanmışlar ve zamanlaması manidar olan bugün, yasal koşulları olmadığı halde, usul yasaları ihlal edilerek, siyasal bir kararla tutuklanarak cezaevine gönderilmişlerdir.

Evet, ülkemizin tanınmış ve saygın iki Gazetecisi olan Can DÜNDAR ve Erdem GÜL'ün tutuklanmalarını gerektiren ve haklı kılan hiçbir yasal neden yoktur.

Haklarında suçlu olduklarına dair yeterli suç şüphesi veya kanıt olsa dahi, tutuklanmaları için bu tek başına yeterli değildir.Suç işlediklerine dair haklarında yeterli suç şüphesinin bulunması, tutuklamanın olmazsa olmazı olan ön koşuludur.Bu ön koşula ilaveten, kaçma ve/veya delilleri karartma şüphesinin de bulunması zorunludur.

Şüpheli gazeteciler, tutuklandıkları suça ilişkin haberi yapalı altı ay gibi uzunca bir zaman geçmiş ve kaçmamışlardır.Gazetecilik görevlerine devam etmişler, zaman zaman da televizyonlara çıkarak tartışma proğramlarına katılmışlar, sorguya çağırıldıkları bugün de kaçmayarak tıpış,tıpış Çağlayan Adliyesine giderek ifade vermişlerdir.Artık, kaçma şüphesi diye bir tutuklama koşulu söz konusu değildir.Kaçmadıklarını, kaçmaya niyetli de olmadıklarını ve kaçmayacalarını,altı aydan bu yana sergiledikleri tavırlarıyla açık ve net bir şekilde ortaya koymuşlardır.

Can DÜNDAR ve Erdem GÜL hakında yapılmakta olan soruşturmada, bundan sonra, adı geçen şüphelilerin karartma şüphesinin bulunduğu toplanacak bir delil de mevcut değildir.Yaptıkları haber ortadadır, o haberin yer aldığı gazete ellerindedir.İfşa edildiği ve gizli ve devlet sırrı olduğu iddia edilen bilgi ve belgeler,devlet arşivlerinde olup,toplanacak ve dolayısıyla karartılacak bir delil olmadığı için, şüpheliler tarafından delillerin karartılması şüphesi de asla söz konusu değildir.

Kaldı ki, bizim hukuk sistemimizde, mecburi tevkif(tutuklama) kurumu yoktur.Tutuklamanın yasal koşulları olsa dahi, yargıç tutuklama kararı vermeyebilir.Yasa,tutuklama koşullarını saydıktan sonra,bu koşulların varlığı halinde şüpheli veya sanık tutuklanabilir demektedir, tutuklanır diyerek hakimi bağlamamaktadır.

Tutuklama bir tedbir olup, asıl olan tutuksuz yargılanmaktır.

Bizim Ceza Muhakemesi Yasamızda yer alan, her türlü kötülüğün ve keyfiliğin baş nedeni olan ve kişilerin haksız bir şekilde tutuklanmalarına gerekçe yapılan, kötü niyetli hakimler tarafından,verdikleri yasa dışı ve haksız tutuklama kararına yasal dayanak gösterilen, yasada yer alan ve adına katalog suçlar denilen bazı suçlardan yargılanan kişilerin, kaçacakları ve/veya delilleri karartacakları şüphesinin, yani tutuklama nedenlerinin var sayılabileceğine ilişkin karine getiren çağ dışı hüküm dahi, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL'ün tutuklanmalarını haklı gösteremez.Zira, tutuklamaya ilişkin katalog suçlarda dahi, tutuklama nedenleri var sayılabilir denmekte ve hakime taktir yetkisi verilmektedir.Katalog suçlarında dahi, şüphelilerin özel koşullarına göre,yargıç tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını taktir etme hak ve yetkisine sahiptir.

Yazımızı bitirirken şu soruyu sormakta yarar görüyoruz.

Can DÜNDAR ve Erdem GÜL, tutuklanacak kadar ağır bir suç işlemişlerse, bu savcı ve hakimlerimiz altı ay süreyle niçin beklemişler ve görevlerini savsaklamışlardır? Türk Milleti adına yetki kullanan savcı ve hakimlerimize bu soruyu sormak ve cevabını istemek, en doğal hakkımızdır. 26/11/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



25 Kasım 2015 Çarşamba

RUS RULETİ



Dün (24/11/2015) Suriye sınır bölgemizden hava sahamıza giren bir Rus savaş uçağı, tüm uyarılara rağmen hava sahamızı ihlal etmekte direndiği için, angajman kurallarına göre Hava Kuvvetlerimize mensup devriye gezen savaş uçaklarımız tarafından düşürülmüştür.

Kural olarak, hiçbir acil ve olağanüstü bir durum olmaksızın, Türk hava sahasına izinsiz ve yetkisiz olarak giren yabancı bir devlete ait savaş uçağının bu davranışını onaylamak asla mümkün değildir, devletimiz, tüm uyarılara rağmen, hava sahamızı ihlal etmekte direnen yabancı devlet savaş uçaklarına karşı, angajman kurallarına göre gereğini yapacaktır. Bu nedenle, Türk savaş uçaklarının, tüm uyarılara rağmen, hava sahamızı ihlalde direnen Rus savaş uçağını düşürmesinde, Uluslar arası hukuka bir aykırılık bulunmamaktadır.

Ancak, Tayyip Bey'in üstlendiği ve açıklamasının dahi saraydan yapıldığı ve çıkan krizin saraydan ve bizzat Tayyip Bey tarafından yönetildiği böyle bir uçak düşürme girişiminin, tüm haklılığına rağmen, Türkiye ile Rusya arasındaki ekonomik, ticari, beşeri, siyasi ve askeri ilişkilere vereceği olumsuz sonuçları düşünülmüş müdür bilemiyoruz.

Devletimizin itibarı, caydırıcılığı, sınırlarımızın güvenliği, pek tabiidir ki, herşeyden önce gelir.Devletimizin sınırlarının ve hava sahasının Rus savaş uçakları tarafından ihlal edilmesine tahammül etmek, bunu sineye çekmek, ülke olarak itibarımızı, caydırıcılığımızı,güvenliğimizi ve hükümranlık hakkımızı zedeler, bu nedenle Rus savaş uçaklarının hava sahamızı ihlal etmeleri karşılıksız kalmamalıydı.

Tüm bu gerçeklere rağmen, sadece ilgili askeri ve sivil üst düzey yetkililerin haberlerinin olduğu, insanlarımızın haberdar olmadıkları ve farkına varmalarının, galeyana gelmelerinin ve iktidarı eleştirmelerinin mümkün olmadığı bu hava sahası ihlalini yapan Rus uçağının düşürülmesi eylemine geçilmeden önce, Rusya'nın bu sınır ihlalinin ve ona tepki olarak bizim olası bir uçak düşürme eylemimizin;Türkiye ile Rusya arasındaki, ekonomik, ticari,kültürel,insani,siyasi,askeri ve diplomatik ilişkilere verebileceği büyük zararların, kendi savaş uçağının düşürülmesiyle sonuçlanacak olan bu sınır ihlalinin, Rusya'nın; Suriye ve Ortadoğu politikasının gerekli kıldığı bizim bilemediğimiz bir sonucu elde etmeye yönelik bir kışkırtma olup olmadığının enine boyuna düşünülmediğini, AKP iktidarının ve saray'ın, bu uçak düşürme eyleminden, iç politika adına yararlanma eğiliminde oldukları kuşkusunu taşımaktayız.

Biz de böyle bir kuşkunun oluşmasının haklı nedenleri var tabi.

Tayyip Bey ve onun vesayeti altındaki AKP iktidarının, Kürt sorununun çözümündeki, birbirine taban tabana zıt uygulamaları göstermiştir ki; AKP ele aldığı bir sorunun çözümünde, öncelikle üke menfaatini değil, kendi politik çıkarlarını esas almaktadır.Çözüm süreci adı altında uygulamaya koyduğu Kürt sorununun çözümünde, analar ağlamasın, şehit cenazeleri gelmesin sloganıyla başlattıkları çözüm sürecinde, aslında ülkemizin birliğine ve dirliğine büyük zararlar vereceğini bildikleri halde, bir süreliğine cenazeler gelmesin ve oylarımız düşmesin, iktadarda kalmaya devam edelim düşüncesiyle, PKK ve yandaşlarının ülke çapında silahlanmalarına ve mevzilenmelerine göz yumulmuş, PKK ve yandaşlarına yönelik operasyon yaptırılmamış olmasına rağmen, 7.Haziran seçimlerinde bu politikanın iflas ettiğinin ve AKP'ye zarar verdiğinin, tek başına iktidardan düşerek görülmesinden sonra, yüz seksen derece bir politika değişikliğine gidilerek,silahlı PKK ve yandaşlarına karşı şahin politikalar izlenerek, silahlı güç kullanmak suretiyle PKK ve yandaşlarıyla silahlı mücadeleye girişilip, bunun mükafatı da 1.Kasım seçimlerinde tek başına iktidar olunarak görülmüştür.

AKP'nin ve onun fiilen başında bulunan Tayyip Bey'in; değişken ve öncelikle AKP yararına olan bu tavırları, uyguladığı politikalardaki samimiyetsizliğini, politikalarını ülke menfaatinden önce, siyasal çıkar ve menfaatlerine göre belirlediğini açıkça göstermektedir.

Dün hepiniz televizyonlarınızın başında izlemişsinizdir.Rus savaş uçağının düşürülmesi nedeniyle oluşturulan kriz masasının başına Tayyip Bey oturmuş ve tüm açıklamaları bizzat kendisi yapmıştır.Tayyip Bey'in bu davranışını, Anayasamıza göre başkomutan odur gerekçesiyle izah edemeyiz.Bize göre, ülkemizde uygulanmakta olan parlamenter sistemin gereği olarak, sorumlu bir Türkiye Cumhuriyeti Hükumeti ve onun bir başbakanı vardır, dış politikadan da Başbakan sorumludur.

Anayasamıza göre,Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil etmekle birlikte, bize göre bu durum, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yabancı bir devlet ile savaş hali ilanına izin verdiği hallerde söz konusu olup, Anayasamıza göre barışta Silahlı Kuvvetlerin komutanı Genelkurmay Başkanıdır ve Başbakana karşı sorumludur. Genelkurmay Başkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin izniyle girilen bir savaş halinde,Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunan başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına yerine getirecektir.

Bu itibarla, Rusya veya bir başka devletle Türkiye Büyük Millet Meclisinin izniyle ilan edilen bir savaş hali bulunmadığına göre, barış halinde iken, angajman kurallarına göre Rus Savaş Uçağının düşürülmesinden kaynaklanan krizin, Başbakan yerine, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey tarafından üstlenilmiş bulunması, Tayyip Bey'in bu krizden yararlanmak istediği şüphelerini ister istemez aklımıza getirmektedir.

Umarız ve temenni ederiz ki;biz kuşkularımızda yanılırız ve ülkemiz bu krizden hiç zarar görmeden, bilakis daha da güçlenerek ve itibar kazanarak çıkmasını bilir. 25/11/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat






22 Kasım 2015 Pazar

BASTIR DAVUTOĞLU BASTIR!..


1Kasım seçimlerinin kesin sonuçlarının alınması ve yemin törenin yapılmasından sonra, 17 Kasım gününde Tayyip Beyden hükümeti kurma görevini alan DAVUTOĞLU, bugüne kadar geçen bir haftaya yakın uzun bir süreye rağmen, hükümeti kurarak Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in onayına sunup açıklayamadı.
Bu gecikme,bakanların belirlenmesinde, Tayyip Bey ile Ahmet Bey arasında çetin bir pazarlığın ve görüş ayrılıklarının bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Zira, AKP tek başına iktidar olmuş olup, başka bir parti ya da partilerle herhangibir koalisyon hükümetinin kurulması söz konusu değildir, ülkemizde 13 yıldan bu yana görev yapan bir çekirdek AKP hükümeti zaten vardır, bu nedenle, Tayyip Bey ile Ahmet Bey arasında baş gösteren bir anlaşmazlık dışında, yeni hükümetin açıklanmasının uzamasını izah eden hiçbir makul ve haklı neden bulunmamaktadır.
Bir anlaşmazlığın bulunduğunu; geçtiğimiz günlerde Tayyip Bey'in, hükümetin kurulmasına ilişkin olarak, Başbakan ile ortaklaşa hareket etme, Cumhurbaşkanı ile Başbakanın ayrı tellerden çalmamaları ve bu konuda senkronize olmalarının gerektiği yolundaki alışık olmadığımız, parlamenter sistemin yerleşik kurallarına ve geleneklerine aykırı açılaması da, açıkça ortaya koymuştur.
Her ne kadar Ahmet Bey hükümetin kurulmasının gecikmesiyle ilgili olarak yaptığı açıklamalarında; “sanki görüş ayrılığı varmış gibi bir hava yansıtılıyor. Daha Cumhurbaşkanımızla oturup herhangi bir şekilde bu anlamda detaylı bir görüşme yapmış değiliz. Yani yemin töreninden sonra görevi aldım hemen ertesi gün Sayın Cumhurbaşkanımız İstanbul'a gitti, şu ana kadar da dediğim gibi doğal bir süreç.Yarın inşallah kendisi Ankara'ya teşrif edecekler. O zaman oturup konuşacağız, istişare edeceğiz.” diyerek, Tayyip Bey ile aralarında bir görüş ayrılığı ve çekişme olmadığını savunmaya çalışmışsa da, Ahmet Bey'in bu beyanında yer alan; “ Daha Cumhurbaşkanımızla oturup herhangi bir şekilde bu anlamda detaylı bir görüşme yapmış değiliz,yemin töreninden sonra görevi aldım hemen ertesi gün Sayın Cumhurbaşkanımız İstanbul'a gitti,yarın inşallah kendisi Ankara'ya teşrif edecekler. O zaman oturup konuşacağız, istişare edeceğiz.” şeklindeki beyanları, Ahmet Bey'in bakanlar kurulu üyesi olacak olan bakanları Tayyip Bey'e danışmadan ve onunla uzun uzun görüşüp istişare etmeden belirleme yetkisini kendisinde görmediğini, bu konuda acele ve tek başına hareket etmemesi yolunda Tayyip Beyden uyarı ve talimat aldığını, açıkça göstermektedir.
Oysa ki, Bakanlar Kurulu üyelerinin belirlenmesinde doğrudan yetkili olan Başbakan olup, Cumhurbaşkanı onay makamıdır.Esas olan, bakanları başbakanın belirlemesidir, belirlenen bakanları onaylayacak olan Tayyip Bey, kendisine onay için sunulan listedeki bazı isimler konusunda, varsa sınırlı bir şekilde itirazlarını ve tavsiyelerini Başbakana bildirebilir ve başbakan da, yerinde göreceği itirazlar doğrultusunda, çok sınırlı olmak kaydıyla, bazı bakan isimleri üzerinde oynamalar yapabilir, bunun dışında, başbakan kendisine ait olan hükümeti kurma ve bu anlamda birlikte çalışacağı ve sorumluluk alacağı bakanlarını belirleme konusundaki yetkisini Cumhurbaşkanı ile paylaşamaz, onunla bir koalisyon ortağı gibi, görüşme,pazarlık ve istişare yapamaz,bakanların belirlenmesini cumhurbaşkanının tercihlerine bırakamaz.
Bize göre, Ahmet Bey, Tayyip Bey'n bir koalisyon ortağı gibi davranarak, hükümetin kurulmasında doğrudan yapacağı tüm müdahalelerine karşı direnmeli ve rüştünü ispat etmelidir. Ahmet Bey'in kaybedeceği hiçbir şeyi yoktur, kendisi akademisyen olup, Tayyip Bey'e direnmesi sonunda,en kötü ihtimalle, hükümeti kurma görevi elinden alınarak parti içinde dışlanması halinde, politikayı bırakarak, şerefiyle akademisyenlik görevine geri dönebilir.
Bir kriz halinde en büyük zararı görecek olan, Tayyip Bey'in kendisi ile onun arkasındaki politik destekçisi AKP olacaktır.Tayyip Bey'e direnmesi ve birlikte çalışacağı ve sorumluluk alacağı hükümet üyelerini Tayyip Bey'in müdahalesi olmadan belirleme konusunda dirençli olması ve dik durması halinde, çıkacak olan bir hükümet krizinden zarar görecek olan'ın kendisi olacağını çok iyi bilen Tayyip Bey'in, bir kriz çıkmaması için geri çekilmek zorunda kalacağı aşikar olup, bu nedenle Ahmet Bey asla pes etmemeli ve eline geçen bu fırsatı çok iyi değerlendirmelidir.22/Kasım/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



20 Kasım 2015 Cuma

SAYIN ABDULLAH GÜL'E AÇIK MEKTUP



Sayın GÜL; mektubumuza başlarken, size öncelikle yeni yaşantınızda sağlık ve mutluluklar diliyoruz.

Sayın GÜL; çok eminiz ki, siz de eski bir Cumhurbaşkanı, AKP'li ve de Türkiye Cumhuriyetinin sade bir vatandaşı olarak, bugün ülkemiz siyasetindeki olup bitenleri ve yaşadıklarımızı, ibretle ve bazen de üzülerek, ben, doğru veya yanlış,zamanında neleri yapmışım,neleri yapamamışım diye hayıflanarak izliyorsunuzdur.

Sayın GÜL; AKP'yi birlikte kurduğunuz, kader birliği yaptığınız, kardeşim dediğiniz ve Başbakanlık görevinizi, yasaklı hali kalktıktan ve milletvekili seçilebildikten sonra gözünüzü kırpmadan kendisine devrettiğiniz, uzun süren başbakanlıktan sonra,sizin yerinize Cumhurbaşkanı seçilen ve bu görevde de halefiniz olan Recep Tayyip ERDOĞAN'ın, parlamenter sistemi ne hale getirdiğini, Anayasa değişmediği halde, Anayasayı ihlal edip,fiili ve çakma bir başkanlık sistemi kurarak, bu sisteme çok yakışan 1150 odalı kaçak sarayından, tek başına ülkemizi idare etmeye kalkıştığını, siz de görüyorsunuz.

Şu anda ülkemizde Tayyip Bey tarafından fiilen yürürlüğe sokulan yönetim sistemini; tek partinin iktidarında, bir tarafta cumhurbaşkanı ve saray erkanı, diğer tarafta ise, başbakan ve bakanları olmak üzere, son sözü her zaman cumhurbaşkanının söylediği iki başlı bir koalisyon olarak nitelendirebiliriz.

Sayın GÜL, şu anda Cumhurbaşkanı olan halefiniz Sayın ERDOĞAN; içinde bulunduğumuz bugünlerde,yeni hükümetin kurulması aşamasında; Cumhurbakanı ile Başbakan'ın ortak hareket etmeleri gerekir, Cumhurbaşkanı bir telden, Başbakan başka bir telden çalamaz,Cumhurbaşkanı ve Başbakan senkronize olmalıdır diyor.

Sayın ERDOĞAN'ın bu beyanını tercüme edip yorumlayacak olursak, Tayyip Bey demek istiyor ki; Hükümeti Başbakan Ahmet Bey ile bir koalisyon içinde birlikte kuracağız, hükümet üyelerinin, yani bakanların bir bölümünü doğrudan ben belirleyeceğim.Ben sadece onay makamı değil, doğrudan belirleyiciyim.

Sayın GÜL; siz de Cumhurbaşkanlığınız döneminde Sayın Tayyip Bey'e hükümeti kurma görevi verdiniz ve Tayyip Bey hükümete girecek olan bakanları belirleyerek sizin onayınıza sundu, siz aynı sözleri alenen söylemediniz ama, gizli ve başbaşa görüşmelerinizde Tayyip Bey'e, hükümeti birlikte kuracağız, ortak hareket edeceğiz, ayrı tellerden çalmayacağız, senkronize olacağız, şu,şu,şu bakanlıklara getirilecek olan isimleri doğrudan ben belirleyeceğim dayatmasında bulundunuz mu?Böyle bir dayatmada bulunmadıysanız, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in alışık olmadığımız bu tavrı karşısında, siz kendinizi Cumhurbaşkanlığı görevinizi iyi bir şekilde yapamamakla, Tayyip Bey ve hükümetiyle uyumlu bir şekilde çalışmamış olmakla suçluyor musunuz?Çok merak ediyoruz doğrusu.

Sayın GÜL; sizin Cumhurbaşkanlığınız döneminde G20 Zirvelerine ve diğer Uluslar arası zirvelere, yürütmenin ve icranın gerçek başı ve sorumlu bir kişisi olarak Başbakan Tayyip Bey'in katılmasına göz yumdunuz, durumdan vazife çıkarmadınız ve Başbakan'ın rolünü çalarak Türkiye Cumhuriytetinin her şeyi benden sorulur havasına girmediniz,görev ve yetki sınırlarınızı ve haddinizi bildiniz, doğrusu da buydu zaten. Şimdi gördünüz ki, sizden sonra Cumhurbaşkanı olan Tayyip Bey, kendi başbakanlık dönemini görmezlikten gelerek ve bu ülkenin başbakanını yok sayarak, zamanında size layık görmediği G20 Zirvesinin geçtiğimiz hafta Antalya ilimizde yapılan son toplantısına Cumhurbaşkanı sıfatıyla ev sahipliği yaptı ve Başbakan Ahmet Bey, bir gözlemci ve misafir gibi,zirveyi uzaktan izledi.

Sayın GÜL; bir vatandaş olarak biz merak ediyoruz ve size sormak istiyoruz, görevdeki bir Cumhurbaşkanı olarak, bugün Tayyip Bey'in yaptıkları mı doğrudur, yoksa, Cumhurbaşkanı olarak geçmişte sizin yaptıklarınız mı doğrudur?

Sayın GÜL; bir vatandaş olarak izlediğimiz kadarıyla, siz de, Cumhurbaşkanlığınız döneminde, içinden geldiğiniz AKP iktidarının, kendi çoğunluk meclis grubuna dayanarak çıkardığı tüm yasaları,bazıları Anayasaya aykırı olduğu halde, tümüyle onayladınız,atamalar başta olmak üzere, onayınıza sunulan tüm Bakanlar Kurulu Kararnamelerini imzaladınız, hiçbirine karşı çıkmadınız, Anayasanın size tanıdığı,tek başınıza imzanızla yaptığınız tüm işlemlerinizde, seçim ve atamalarınızda, her zaman AKP yanlısı ve AKP görüşüne sahip, eşlerinin başı türbanlı kişileri tercih ettiniz ama, bu partizan tutumunuz ve tercihleriniz bir yana, Cumhurbaşkanlığı görevinizi, Anayasal yetki sınırlarınız içinde yapmaya çalıştınız ve Parlamenter sistemi işletmeye gayret ettiniz.

Sayın GÜL, şundan emin olunuz ki; bu açık mektubu,asla sizi üzmek, sizi birilerine karşı kışkırtmak,AKP'nin içini karıştırmak amacıyla yazmıyoruz.Zaten,bugünkü koşullarda sizin AKP içinde etkin olmadığınızı, esamenizin okunmadığını, eski AKP'den eser kalmadığını, siz isteseniz de, yeni bir yörünge içine giren AKP'yi karıştırmaya ve değiştirmeye asla gücünüzün yetmeyeceğini çok iyi bilmekteyiz.

Sayın GÜL; açık konuşmayı seven bir kişi olarak samimi bir şekilde beyan ediyoruz ki;sizi Cumhurbaşkanı olarak hiç sevemedik, hele Danıştayda Tayyip Bey'in size saygısızlık anlamına gelecek şekilde Türkiye Barolar Birliği Başkanı ile gereksiz ağız dalaşına girmesine ses çıkarmadığınız gibi, onun peşine takılarak Danıştay tören salonunu terketmekle yaptığınız hatayı ve temsil ettiğiniz Tük Milletine yönelik saygısızlığınızı hiç unutamadık ama, partizanca yaptığınız tercih ve taktir hatalarınız bir yana, hiç değilse, Anayasal yetki hudutlarınızı aşmadığınız, haddinizi bildiğiniz için, bugün sizi yine sevmesek de, sempati duymaya başladığımızı söyleyebiliriz.

Sayın GÜL; eminiz, Cumhurbaşkanı olarak sergilediğiniz AKP iktidarını şımartan partizan tutumunuzdan ve büyük oranda bu partizan tutumunuzun da etkisinin olduğu bugün olup bitenlerden, parlamenter sistemin fiilen yok edilmesinden dolayı, siz de büyük bir üzüntü ve pişmanlık duymaktasınızdır, ama bu aşamadan sonraki pişmanlık, maalesef bir fayda getirmemektedir.Mektubumuzu burada sonlandırırken,size karşı bir sürçü lisan eylediysek, öncelikle affımızı ve daha sonra da, ilk baştaki temennimizi yineleyerek, size ve ailenize sağlık ve mutluluklar diliyoruz. 21/Kasım/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



YEMİN ETMEYEN BİR MİLLETVEKİLİNİN AKİBETİ NE OLUR?




Kabul edilebilir, haklı bir nedeni ve özürü olmadığı halde, hiç yemin etmeyen veya yemin etmesine rağmen, Anayasanın 81. maddesinde yazılı olan yemin metnine uygun olarak yemin etmediği için yemini geçerli sayılmayan ve usulüne uygun bir şekilde yeniden yemin etmemekte direnen bir milletvekili, Anayasamıza göre milletvekilliği görevine başlamış sayılamaz. Zira, Anayasamızın 81. maddesine göre, milletvekillerinin görevlerine başlamadn önce, anılan yasa maddesinde belirtilen şekilde milletvekili yeminlerini yapmaları zorunludur.

Yeminini usulüne göre etmeyen ve makul süre içinde de, hiçbir haklı neden ve özürü olmadığı halde, usulüne uygun bir şekilde yeniden yemin etmemekte direnen milletvekili, milletvekilliği görevine başlayamayacağı için, meclis çalışmalarına katılamaz.

Haklı bir neden ve engel olmaksızın milletvekili yeminini yapmadığı için milletvekilliği askıda kalan ve Meclis çalışmalarına katılamayan kişinin bu askıdaki durumu, dört yıllık yasama dönem süresince devam edemez, milletvekilliği görevine başlayarak meclis çalışmalarına katılamayan bir milletvekilinin, en başta milletvekilliği ödeneği olmak üzere özlük haklarından yararlanmaya devam etmesi de asla düşünülemez.

Anayasamızın milletvekilliğinin düşmesine ilişkin 84. maddesinin son fıkrası, bu durumdaki milletvekiline uygulanması gereken yaptırımı düzenlemiştir.

Anayasanın 84. maddesinin son fıkrasına göre;Meclis çalışmalarına özürsüz veya izinsiz olarak bir ay içerisinde toplam beş birleşim günü katılmayan milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesine, durumun Meclis Başkanlık Divanınca tespit edilmesi üzerine, Genel Kurulca üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyuyla karar verilebilir.

Usulüne göre yemin etmeyen ve bu nedenle yemini geçerli sayılmayan HDP Milletvekili Leyla ZANA da, yeminini tekrarlayarak, usulüne göre yeniden yemin etmemekte direnirse, Anayasa gereği meclis çalışmalarına katılamayacağı ve meclis çalışmalarına katılamaması da, bir özüre dayalı olmayacağı için, bir aylık süre içinde toplam beş birleşim günü zarfında usulüne uygun olarak yemin etmez ise, meclis çalışmalarına, toplam beş birleşim günü katılmamış sayılacağından, Meclis Genel Kurulunca üye tam sayısının salt çoğunluğunun oyuyla, Leyla ZANA'nın milletvekilliğinin düşmesine karar verilebilecektir.20/Kasım/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

19 Kasım 2015 Perşembe

CEMAAT BANA İHANET ETTİ



Tayyip Bey 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddialarının ortaya çıktığı süreçte cemaat için ne demişti?Bir hatırlayınız lütfen.

İsterseniz biz hatırlatalım, Tayyip Bey; cemaati kastederek, “ne istediler de vermedik” demiş ve bu anlamlı ve sitemkar beyanıyla,cemaatin kendisine ihanet içinde olduğunu, dolaylı olarak ifade etmişti.

Tayyip Bey; cemaatin, sesini duyurduğu kontrolü altındaki bazı basın organlarıyla, para kaynağı diğer şirketlerine yönelik operasyonlardan sonra, dün televizyonlara verdiği son demecinde, daha da ileri giderek; “cemaat bana ihanet etti, ben onlara ihanet etmedim, ülkenin ve milletin hakkını onlardan geri alıyorum” diyerek, baklayı ağzından çıkarmış ve daha yakın zamana kadar kendileriyle işbirliği içinde oldukları ve devletin emniyetini ve yargısını kendilerine emanet ettikleri cemaatten kazık yediğini, Tayyip Erdoğan olarak, yani kişsel olarak cemaatin ihanetine uğradığını açıkça itiraf etmiştir.

İnsan; güvendiği,sevdiği,inandığı ve işbirliği içinde olduğu bir kimsenin ihanetine uğrar, ona olan güveni sarsılır ve kendisini aldatılmış ve ihanete uğramış hisseder.

Tayyip Bey de, bir zamanlar kendileriyle işbirliği yaptığı, güvendiği ve devletin bazı birimlerini aralarında paylaştıkları, emniyet ve yargının kontrolünü kendilerine bıraktıkları cemaatin; kendi kontrollerine bırakılan emniyet ve yargıyı kullanarak AKP iktidarına yönelik olarak başlattıkları 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturması nedeniyle, cemaate olan güvenlerinin sarsıldığını, devleti tümüyle ele geçirme gayreti içine giren cemaatin ihanetine uğradığını açıkça itiraf etme noktasına gelmiştir.

Tayyip Bey'in ve kontrolü altındaki AKP iktidarının, savcıları kullanarak, cemaatten kişisel olarak intikam almak amacıyla, cemaatin para musluklarını kesmek için cemaatin şirketlerine el koyarak kayyum atama yoluna gitmelerini, Tayyip Bey'in; “Cemaat bana ihanet etti” itirafından soyutlayarak değerlendirmek mümkün değildir.

Tayyip Bey'in; “Cemaat bana ihanet etti” itirafı, cemaatin yaptığı tüm kanunsuzlukları ve devlet içindeki tüm tahribatlarını çok iyi bilmekte olan Tayyip Bey ve onun kontrolü altındaki AKP iktidarının başlattığı cemaate yönelik mücadelenin, kendilerinin şahsi kin ve intikam duygularını tatmim amacına yönelik kişisel bir mücadele olduğunu göstermekte olup, cemaatin kontrolü altındaki basın organlarına ve şirketlere yönelik yasa dışı bu operasyonlar; Tayyip Bey ve onun kontrolü altındaki AKP iktidarının, sıkıştıkları anda, yasaları bir kenara iterek, büyük bir pişkinlik içinde ne çılgınlıklara imza atabileceklerinin korkunç örnekleri olarak öne çıkmaktadır. 19/Kasım/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat




13 Kasım 2015 Cuma

AL SANA YÖNETİMDE İSTİKRAR


AKP sürekli neyi savunuyordu, bizi iktidardan düşürürseniz, koalisyon gelir ve yönetimde istikrar diye bir şey kalmaz.
7.Haziran seçimlerinde, bir anlık dalgınlıklarına gelerek AKP'ye oy vermedikleri için tek başına iktidardan düşen AKP iktidarının ülkeyi kötü yönetmekteki istikrarını, beş ay gibi çok kısa süre içinde tamamen kaybedecekleri korkusuna kapılan seçmen çoğunluğu, beş ay sonra hatasını anlayarak, alışmış olduklar, AKP'nin ülkeyi tek başına kötü yönetmekteki istikrarını ilelebet kaybetmemek için, 1.Kasım seçimlerinde tekrar AKP'ye oy vererek, kötü yönetimde istikrarı sağlamış bulunuyorlar, ülkemizde istikrarlı bir kötü yönetimin devamına katkı sunan bu seçmenlerimizi ne kadar kutlasak azdır.
Madem öyle, al sana yönetimde istikrar.
Mazallah, AKP tek başına iktidara gelmeseydi ve AKP'nin ülkeyi kötü yönetmekteki istikrarı bozulsaydı ne yapardık!
Allahımıza şükürler olsun (!) 1.Kasım seçimleriyle AKP yeniden tek başına iktidar oldu da, ülkemiz kötü yönetimdeki istikrarını devam ettirebiliyor ve bu sayede hamdolsun;
Hergün şehit haberleri ve cenazeleri gelmeye devam ediyor!
Güneydoğu Anadolu bölgemizdeki PKK terör örgütü tarafından kurtarılmış şehir ve kasabalarda, bölücü terör eylemi son hızıyla devam ediyor, çıkan çatışmalarda insanlarımız ölüyor,yaralanıyor, şehir ve kasabalarımız harabeye dönüyor!
Bölgedeki bazı yerleşim alanlarındaki operasyonlar ve halkın sokağa çıkma yasakları devam ediyor!
Halkımızın geçim sıkıntısı ve pahalılık devam ediyor!
Seçimlerden hemen sonra bir ara 2.70 li rakamlara düşen dolar, yine tırmanarak, 2.80 ve 2.90 larda işlem görmeye devam ediyor.
Suriye sorunu ve bu soruna bağlı olarak, ülkemizin karadan asker sokarak Suriye bataklığına girmesi tehlikesi devam ediyor.
Halkımızın kimliklerine, din ve mezheplerine, etnik kökenlerine,başlarının açık yada kapalı olmalarına göre ayrıma tabi utulmaları devam ediyor. AKP iktidarının Manisa Valisi;FETÖ operasyonunda türbanlı kadınlara kelepçe takılmasına gösterdiği tepki sırasında, “toplumda olumlu imajla algılanan başörtülü bayanlara bu yapılanlar üzüntü vericidir” diyerek, başörtülü bayanlarla, başı açık bayanlar arasında ayrımcılık yapmakata bir sakınca görmüyor.
Kadınlarımıza yönelik cinayetler devam ediyor.
Tayyip Bey'in, Anayasal yetki sınırları dışına çıkan, anayasayı yok sayan, taraflı ve partili Cumhurbaşkanı anlayışı ve uygulamaları, son sürat devam ediyor.
AKP'nin,7.Haziran seçimlerinde tek başına iktidardan düşmesi nedeniyle buzdolabına kaldırılarak donmaya bırakılan başkanlık sistemi tartışmaları, yeniden buzdolabından çıkarılıp ısıtılarak, başkanlık sisteminin tartışılmasına kaldığı yerden son sürat devam ediliyor.
Düşünce ve düşünceyi açıklama, basın ve halkın haber alma özgürlükleri başta olmak üzere, özgürlüklerin sınırlandırılması ve daha nice olumsuzlular devam ediyor.
AKP'ye oy verenler, hiç şikayet etmeyin, AKP; 1.Kasım seçim beyannamesinde, yönetimde istikrarı öne çıkardı ve yönetimde istikrarı bozmak istemiyorsanız bize oy vereceksiniz diyerek sizleri açıkça uyardı, sizler de istikrara oy verdiniz.
Yüce Allahımız; AKP iktidarının, alışa geldiğimiz ve artık tiryakisi olduğumuz bu istikrarlı yönetimini,Türk Milletinden ve biz kullarından esirgemeyiniz, AKP iktidarını başımızdan eksik etmeyiniz!
Yaşasın AKP, yaşasın yönetimde istikrar! 13/Kasım/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

12 Kasım 2015 Perşembe

OYNATMAYA AZ KALDI!...




Bu iktidara 2019 senesine kadar nasıl dayanacağız, şimdiden kara kara düşünmeye başladık.Ülkemizde uygulanan demokrasi, sadece sandığa indirgenmiş olmasına ve tüm ilkeleriyle uygulanamamasına rağmen, sonuç itibariyle demokrasiye inanan bir kişi olarak sabredeceğiz tabi.

Bu iktidarın sorumsuz, anayasa ve yasaları hiçe sayan keyfi uygulamalarına tanık olmaya devam ettikçe sanırım oynatacağız, sözün kısası, oynatmaya,kafayı sıyırmaya çok az kaldı,sağlıklı günlerimizin son perdesine girmiş bulunuyoruz.

AKP iktidarının 13 yıllık Anayasa ve yasa tanımaz yönetimine, sandığı, her kanunsuzluklarını aklayan bir aygıt olarak kabul edip, bildiğini okumaya devam etmesine, dört yıl daha tahammül edecek olmamızı düşündükçe, Allahıma, bunların başımızdan gittiklerini görmeden benim canımı alma diye dua ediyoruz.

Bu karamsarlığa niçin kapıldık,oynatma aşamasına niçin geldik, merak ediyorsunuzdur.

Anlatalım öyleyse.

Hepiniz basından izlemişsinizdir, bugün çok okunan ve bir elin beş parmağını geçmeyecek sayıya inen muhalif gazetelerimizden SÖZCÜ gazetesinin, 15/16/Kasım/2015 tarihinde Antalyada yapılacak olan G-20 Zirvesini izlemesine ve buradan, zirveyle ilgili haberleri biz okuyucu kitlesine ulaştırmasına, kısacası, basın görevini icra etmesine, AKP iktidarı izin vermemiş ve Anayasanın, basın hürdür sansür edilemez hükmünü açıkça ihlal ederek, anayasa ihlalleri zincirine, yeni bir halka daha eklemiştir.

AKP iktidarının bu anayasa tanımaz tavrının, demokratik bir hukuk devleti olduğunu iddia eden ülkemiz adına, başlı başına çok üzüntü verici bir olgu olması bir yana, 12 Eylül darbe anayasasını sürekli olarak,özgürlükleri kısıtlayan ve artık ülkemize dar gelen bir anayasa olmakla suçlayarak, ülkemiz için daha özgürlükçü bir anayasa yapacaklarını utanmadan beyan eden AKP iktidarının, 12 Eylül darbe anayasasını dahi uygulamaktan aciz kaldığını, bu anayasada yer alan basın özgürlüğünü ayaklar altına alarak, basın ve halkın haber alma özgürlüklerini ihlal etmeye devam ettiklerini, her seçim başarısından sonra, seçim zafer sarhoşluğunun etkisiyle AKP Genel Merkez balkonundan yaptıkları konuşmalarda, AKP'ye oy versinler vermesinler, 78 milyon Türk Vatandaşının tümünün iktidarı olacaklarına, 78 milyonun tümünü kucaklayacaklarına dair söz vermelerine rağmen, kendilerine muhalif olan büyük bir kesimin okuduğu ülkemizin saygın ve çok okunan SÖZCÜ gazetesine sansür uyguladıklarını, demokrasiyi, muhaliferin de söz haklarının bulunduğu çoğulcu bir sistemden, çoğunlukçu bir siteme indirgediklerini gördülçe,oynatmayacaksınız da ne yapacaksınız?

Biz iddia ediyoruz; bu ülkenin, iyi muhalefet yapamamakla ve iktidar alternatifi olamamakla suçlanan bir ana muhalefet, yani CHP sorunu değil, gözü kara bir şekilde ve korkusuzca Anayasa ve yasa ihlalleri yapan bir iktidar sorunu ile bu iktidarı eleştirmeyerek sessiz kalan bir aydın ve bu anayasa ve yasa tanımazlıklarına rağmen, bulunmaz Hint kumaşı misali sürekli AKP iktidarına oy veren yandaş seçmenlerle, AKP iktidarına karşı olduklarını beyan ederek onu yerden yere vurmakla birlikte, oylarını sandıkta birleştirme becerisini göstererek, AKP'yi iktidardan uzaklaştırmak için kullanmamakta ısrar edip çöpe atan ve sonuç olarak AKP iktidarının değirmenine su taşıyan, sözüm ona muhalif seçmen sorunu vardır.

Bu ülkenin, AKP'nin senelerce iktidarda kalmasına neden olan en büyük sorunlarından birisi de, ülkemizde, insan hak ve özgürlükleri,basın özgürlüğü,hukukun üstünlüğü,yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı gibi demokratik değerler üzerinden ve bu demokratik değerlerin üstün tutulduğu ve sıkı sıkıya korunduğu bir siyaset yerine, bu değerlere yer vermeyen kimlik siyasetinin yapılması, halkımızın, AKP iktidarı tarafından, sürekli olarak, insanları kamplara bölen,ayrıştıran ve birbirleriyle düşman yapan bu kimlik siyasetine zorlanmasıdır.

Daha geniş özgürlük ve özgürlükçü yeni bir anayasa çığırtkanlığı yapmasına rağmen, özgürlükleri giderek kısıtlayan, 12 Eylül darbe anayasasında yer alan özgürlükleri dahi halkımıza çok gören, ülkemizin en çok okunan, bizim de gazetemiz olan SÖZCÜ Gazetesine sansür uygulayan sözde özgürlükçü,azgürlük düşmanı AKP iktidarına yazıklar olsun. 12/11/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

11 Kasım 2015 Çarşamba

BU TÖRENE ATATÜRK'Ü ANMA TÖRENİ DİYEBİLİR MİSİNİZ?




Dün, tarihlerden 10.Kasım.2015 idi ve 10.Kasım.1938 tarihinde kaybettiğimiz büyük kurtarıcımız ve Osmanlının küllerinden yeniden Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran büyük önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ümüzün, aramızdan ayrılışının 77. yıl dönümüydü.
Anıtkabirde icra edilen devlet töreninden sonra, Atatürk'ün ölümünün 77. yıldönümü nedeniyle,Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından da Atatürk'ü anma töreni düzenlenmiş ve bu törende Cumhurbaşkanı Tayyip ERDOĞAN da bir konuşma yapmıştır.
Bu törende Tayip Bey'in yapmış olduğu, çoğunuzun gözünden kaçan konuşmanın önemli satır başlarına baktığımızda, 10.Kasım Atatürk'ü anma töreninin amacı dışına çıkan ve siyaset kokan bu konuşmaya üzülmemek mümkün değildir.
Tayyip Bey'in yaptığı bu konuşmanın içeriğine bakıldığında; Atatürk'ün anıldığı çok özel bir gün olan 10 Kasımda Atatürk'ün anıldığı bir törende değil de, Tayyip Bey'in kaçak sarayında sıkça ağırladığı muhtarlar toplantısında yapılan bir konuşma olduğunu zannedersiniz.
Tayyip Bey'in konuşmasında; Atatürk'ün, önce asker ve daha sonra da bir devlet adamı olarak, ölümüne kadar gerçekleştirdiği icraatlarından, özellikle emperyalistlere ve onların yerli işbirlikçileri olan son Osmanlı Hanedanına karşı verdiği zorlu mücadele sonunda, Osmanlının küllerinden yeni bir Türk Devletini ve Cumhuriyetimizi nasıl inşa ettiğinden, bugün hala çoğu bizlere rehberlik yapan o değerli ve veciz söylemlerinden ve yaptığı devrimlerinden hiç bahsedilmediğini üzülerek ve kaygı duyarak görmekteyiz.
Konuşmada yer alan; “Bizi Anadolu'da boğmak isteyenleri Gazi Mustafa Kemal'le birlikte canımızla kanımızla durdurduk, bu vatanı çok ağır bedeller karşılığında kurtardık. “ibarelerine baktığımızda, Tayyip Bey'in; bizi Anadoluda boğmak isteyenleri canımızla kanımızla durdururken, Atatürk'ün bu mücadeledeki öncü rolünü,liderliğini, vazgeçilmezliğini, başarısını ve önderliğini görmezlikten gelerek inkar ettiğini ve hafife aldığını, ona, Gazi Mustafa Kemal şeklinde hitap etme inat ve alışkanlığını sürdürerek,ondan bilinçli olarak, ATATÜRK soyadını esirgemeye devam ettiğini görmekteyiz.
Konuşmasına baktığımızda;Atatürk'ün, en başta laiklik olmak üzere, devrimlerinden hiç bahsetmeyen Tayyip Bey'in; 10 Kasım Atatürk'ü anma törenini istismar ederek ve törenin amacını saptırarak, konuşmasının satır aralarına,Osmanlıya olan özlemini, kendi siyasi inanç ve doğrularını, yeni Türkiyede görmeyi ve tesis etmeyi arzuladıklarını sokuşturma gayreti içine girdiğini görmekteyiz.
Bir bakar mısınız? Tayyip Bey Atatürk'ü anma töreninde, törenin amacının dışına çıkarak, diyor ki; “Bir hususa özellikle dikkat çekmek istiyorum, millet olarak köklü bir geçmişimiz var. 1000 yıllık geçmişimize de sahip çıkmalıyız. Üstelik bu sadece Anadolu'da yaşadığımız toplumlardan oluşan sıradan bir geçmiş değildir. Cumhuriyetimizin 92. yıldönümünü hamdolsun kutladık. Bu yıl aynı zamanda Osmanlı'nın 716. kuruluş yıldönümüydü. Selçuklu'nun 940. kuruluş yıldönümü. Cumhuriyeti korurken ne Osmanlı'yı ne de Selçuklu'yu bir kenara bırakamayız. Biz bir kabile devleti değiliz.”Tayyip Bey demek istiyor ki; eyyy siz Atatürkçüler; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Atatürk tarafından, Osmanlının küllerinden yeniden kurulmuştur demeyiniz, ayıp oluyor, ecdadınız olan Osmanlıyla da, Osmanlının padişahlarıyla da, Abdülhamit Han ve Vahdetttin ile de övününüz.
Konuşmada yer alan; “Rejim endişelerimizi bir kenara bırakmalıyız. Artık geleceğe kilitlenmeliyiz. uzun yıllar boyunca bu endişeyi kendisine siper ederek ülkenin kanını, iliğini sömürenlerin foyası ortaya çıktı.”beyanları da dikkat çekici olup, Tayyip Bey'in bu beyanlarıyla; laik ve demokrat Atatürkçülere seslendiğini ve onlara, oturun oturduğunuz yerde, %49.5 sizin foyalarınızı meydana çıkardı, laiklik,demokrasi,insan hak ve özgürlükleri,hukukun üstünlüğü diye bağırıp çırpınmaktan artık vaz geçin, bu ülkede rejim endişesi diye bir şey yoktur,artık başkanlık rejimine kilitlenmelisiniz mesajını vermeye çalıştığını değerlendiriyoruz.
Tayyip Beyin; konuşmasında yer verdiği, “4 yıllık istikrar dönemi başladı. ... Sonuçta kararı verecek olan milletimizdir. Millete güvenelim. Bu ülkenin siyasetçileri yöneticileri olarak üzerimize düşeni yapalım nihai kararı milletimize bırakalım.” şeklindeki beyanlarıyla, 1.Kasım seçimleriyle tek başına iktidar olan ve kendisinin doğal lideri olduğu AKP'ye olan güvenini belirttikten sonra, Atatürk ve en başta laiklik olmak üzere, onun devrimleri hikaye, bana oy veren %50 ne isterse o olur, nihai kararı o benim milletim olan %50 verecektir,bölük pörçük, kendi arasında birlik olamayan benim karşımdaki diğer %50 bana göre hiçbir değer ifade etmiyor, ben gerekli çoğunluğu sağlarsam, bana oy veren ve bundan sonra da verecek olan çoğunluk ile istediğim rejimi kurarım, bu ülkeye başkan da olurum mesajını vermeye çalıştığını değerlendiriyoruz.

Biz de haydi hayırlısı diyoruz. 11/11/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

10 Kasım 2015 Salı

SEVGİLİ ATAM

Bugün, 10.Kasım.2015, her geçen gün yokluğunu ve boşluğunu daha da hissettiğimiz sevgili Atatürk'ümüzün bizleri yetim bırakarak, bedenen aramızdan ayrılışının 77.yıl dönümü,Sevgili ATA'mızı ölümünün 77.yıldönümünde sevgi,saygı,özlem ve şükran duygularımızla anıyor ve bu vesileyle, üç yıl önce 14.01.2012 tarihinde yazarak yayınladığımız “SEVGİLİ ATAM” başlıklı yazımızı, hala güncelliğini koruması nedeniyle,10.Kasım.2015- 77.yıl anısına aşağıda aynen yayınlıyoruz. 10/Kasım/2015 G.Y.

SEVGİLİ ATAM


Sevgili Atam; dün gece için sizden çok çok özür diliyorum.
Rüyama girdiniz, hiç beklemiyordum, birden sizi karşımda görünce çok şaşırdım, ne yapacağımı bilemedim.
Sizin yüzünüze bakmaya, sizinle konuşmaya yüzüm yoktu.
Çok korktum, benimle konuşup bize emanet ettiğiniz laik cumhuriyetin gidişatı hakkında bir şeyler sorarsınız diye ödüm patladı.
Size ne cevap verebilirdim?
Biliyorum ki, sorularınıza vereceğim cevaplar sizi çok üzecekti, onun için uyuyor numarası yaptım ve kısa bir süre sonra kaybolup gittiniz.
Bu nedenle sizden tekrar özür diliyorum.
Gerçekleri bir bilseniz, benim suskunluğumu mutlaka anlayışla karşılardınız.
Sevgili Atam;
-Cumhuriyetin tüm kazanım ve değerlerinin, birer birer yok edilmeye başlandığını,
-Yurtta sulh cihanda sulh ilkenizin giderek yozlaştırıldığını, emperyalist ülkelerle iş birliği yaparak, bize uzak ve komşu devletlerin içişlerine karışan ve onlarla olan dostluklara tarafsızlığa zarar veren bir iktidarın iş başında olduğunu,
-İş başındaki iktidarın; yıllardan beri et ve tırnak halinde kardeşçe yaşadığımız Kürt kökenli kardeşlerimizi ayrıştırmak isteyen bölücü PKK terör örgütü ile mücadelede yanlış politikalar uygulayarak, Kürt açılımı adı altında açılımlar ilan edip, amacı ülkeyi bölmek olan PKK terör örgütü ile görüşmeler yapıp, ülkenin bölünmesi için elinden geleni yapmakta olan PKK terör örgütünü ve onların uzantılarını umutlandırdığını ve Güneydoğu bölgemizin adeta kurtarılmış bir bölge haline getirildiğini,
-PKK terör örgütüne binlerce şehit verdiğimizi,
-Ülke güvenliğinin, sözüm ona bize istihbarat sunacaklarını vaat eden ABD ve İsrail'e ihale edildiğini, Uludere ilçesinde 35 köylü vatandaşın uçaklarla bombalanarak ölümlerine yol açan yanlış istihbaratın kaynağının, aradan geçen uzun zamana rağmen hala açıklanmamış olması karşısında, bu yanlış istihbaratın, muhtemelen ABD kaynaklı olup, devletimizin, dış mihraklar tarafından, Uluslar arası arenada, kendi vatandaşlarını bombalayan güçsüz devlet konumuna sokularak, küçük düşürülmek istendiğini,
-Tüm varlıklarımızın özelleştirme adı altında yabancılara satıldığını,
-Dış ülkelere olan borçlarımızın, her yıl katlanarak çoğaldığını,
-İşsizliğin kol gezdiğini, hala çok düşük olan asgari ücretle çalışacak bir iş bulabilenlerin, adeta göbek atarak sevindiklerini,
-Asgari ücretliden dahi, acımasız bir şekilde vergi alındığını,
-Sizin zamanınızda olmayan KDV denen vasıtalı bir vergi var ki, bu verginin zengin fakir ayrımı yapılmadan, son tüketici konumundaki her vatandaştan eşit ve peşin olarak tahsil edildiğini,
-Sizin kurduğunuz bazı kurumların yönetim kurullarına, bir zamanlar sizin oturduğunuz Çankayadaki makamınızda oturmakta olan bugünkü Cumhurbaşkanı tarafından, sizi düşman belleyen kişilerin atanabildiğini,
-Devrim Yasası olarak çıkardığınız Öğretim Birliği Yasası ile eğitimi laikleştirerek, sadece imam yetiştirmek amacıyla meslek okulu olarak kurduğunuz imam hatip okullarının, daha önceki iktidarlar tarafından lise haline getirildiğini, buradan imam olarak mezun olan kişilere istedikleri dallarda üniversite eğitimi alma ve bunların hakim, savcı, kaymakam ve vali gibi önemli görevlere getirilmelerinin önünün açıldığını, imam olmaları mümkün olmayan kızlar için dahi, ayrı imam hatip liselerinin açıldığını,
-Bugün ülke yönetiminin başında bulunan iktidar partisinin, laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olduğunun Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescil edilmiş olduğunu, buna rağmen, bu partimizin iki kişiden birisinin oyunu alarak yüzde elli oy oranıyla iktidar olabildiğini,
-Devlet kadrolarının, iktidar partisinin yandaşları tarafından doldurularak, kadrolaşmaya gidildiğini,
-Siyasal iktidarın, Avrupa Birliğine gireceğiz balonlarıyla Avrupa ile dirsek temasına girerek, Avrupalılara, ilerleme raporları adı altında, ülkemizi eleştiren raporlar düzenlettirerek, bilinçli olarak Avrupa'nın baskısını arkalarına alıp, zorunlu bazı yasal değişikliklere giderek, en başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, bazı kurumlarımızın içini oyduğunu,
-Sözüm ona, Postallı askeri vesayet kaldırılırken, onun yerine, rugan ayakkabılı sivil vesayetin ikame edildiğini,
-Basının ve sivil toplum örgütlerinin susturulduğunu, sivil toplum örgütlerine, bitaraf olan bertaraf olur tehditleri yapılarak, sivil bir korku imparatorluğunun kurulduğunu,
-Çok geniş bir okuyucu kitlesi bulunmayan İnternet ortamında yayın yapan gazetelerde amatörce yazı yazmama rağmen, korku imparatorluğunun farkında olan yakınlarımın ve arkadaşlarımın, kişisel güvenliğim açısından, artık yazmamam gerektiğini çok ciddi bir şekilde benden rica ettiklerini,
-Yargı bağımsızlığının ayaklar altına alındığını, yargının bağımsızlaştırıldığı savıyla yürütme erkinin vesayeti altına alındığını,
-Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst rütbeli subaylarının ve hatta yakın bir zamanda emekli olan eski Genel Kurmay Başkanının, Hükumeti devirmek amacıyla oluşturulan illegal örgütlerin kurucu üyesi ve silahlı terörist olmakla suçlanıp, tutuklu yargılandıklarını,
-Uygulamalara bakıldığında, amacın, askeri vesayetten kurtulmak olmayıp, topluma korku salınarak, kendi sivil vesayetlerini kurmak olduğunu,
-Bunun için bağımlı olan yargının kullanıldığını,
-Bunun tipik örneğinin de; 27.Nisan.2007 gecesi İnternet yoluyla emrinde bulunduğu siyasal iktidarı devirmek için şartlı tehditler içeren zehir zemberek bir muhtıra vermiş bulunan o tarihteki Genelkurmay Başkanı olduğunu, kamuoyu önünde yetmiş milyonun şahitliği altında, bu muhtırayı kendisinin verdiğini açıkça itiraf etmesine ve aradan beş yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen, muhtıracı emekli Genelkurmay Başkanı hakkında savcılarımızın bir türlü harekete geçemediğini,
-Hal böyleyken, Hükumete muhtıra veren emekli Genel Kurmay Başkanına nazaran, hakkındaki iddia çok daha hafif olan ve hakkındaki suçlamaları itiraf da etmemiş bulunan sonraki Genelkurmay Başkanı hakkında ise, savcılarımız tarafından soruşturma açılmasının, toplumu hayrete düşürdüğünü, bunun, adalet duygularını sarsan ve toplumun vicdanını zedeleyen, tipik bir çifte standart uygulama olduğunu,
-Sevgili Atam; sizin, unvanlarının başına “Cumhuriyet” sözcüğünü ekleyerek paye ve onur verdiğiniz, Cumhuriyeti koruyup kollamaları için kendilerine çok güvendiğiniz savcılarımızın, Hiçbir makamdan emir ve talimat almaksızın, resen, her suçlu hakkında soruşturma açmaya yetkili bulunmalarına rağmen, hakkında soruşturma açamadıkları muhtıracı Genelkurmay Başkanının, kendisine muhtıra verdiği Başbakan ile muhtıradan kısa bir süre sonra, sizin hakkın rahmetine kavuştuğunuz Dolmabahçe Sarayında saatler süren ve içeriği, hala halkımızdan saklanan, gizli bir görüşme yaparak barıştıklarını ve kan kardeşi olduklarını, bu muhtıracı Genelkurmay Başkanı emekli olurken, muhtıraya muhatap olan muhtıra mağduru Başbakan tarafından üstün hizmet madalyası ve emrine tahsis edilen zırhlı otomobil ile ödüllendirildiğini, unvanlarının başına “Cumhuriyet” sözcüğünü hediye edip onurlandırdığınız Cumhuriyet Savcılarımızın, muhtıracı Genelkurmay Başkanı ile muhtıranın muhatabı ve mağduru Başbakan arasında oluşan bu yakınlaşmadan çekindikleri için olsa gerek, bu muhtıracıdan hesap sorulamadığını,
-Sevgili Atam; sizin, demokrasi, Cumhuriyet ve laiklik düşmanları tarafından, korkusuzca ve pervasızca, alenen diktatör olmakla suçlanabildiğinizi, bu suçlamayı yapanların, demokrat sayılıp taktir edildiklerini ve el üstünde tutulduklarını, sizin kurduğunuz Cumhuriyet kurumlarında görevlendirilebildiklerini,
-İş başındaki siyasal iktidarın, Osmanlı dönemindeki Ermeni soykırımı iddialarına karşı Osmanlıyı savunurken, dönemin koşullarını görmezlikten gelerek, Dersim isyanlarını, günlerce diline dolayıp kaşıyarak, sizi ve döneminizi karalamak ve sizi katliamcı ve soy kırımcı ilan etmekten çekinmediğini,
-İş başındaki siyasal iktidarın, Van ilimizde meydana gelen depremi bahane ederek 29.Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiği yetmiyormuş gibi, henüz bunun şaşkınlığını ve üzüntüsünü üzerimizden atmadan, dün aldığımız bir habere göre de, Dini, pardon, Milli Eğitim Bakanımızın, aldığı bir kararla, kendisinin halkımızca malum olan dünya görüşüne ve ideolojisine göre, halkımız için hiç de sürpriz olmayacak şekilde, sizin Türk Gençliğine hediye ettiğiniz, Kurtuluş Savaşımızın simgesi, 19.Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı kutlamalarının, stadyumlardaki spor etkinliklerini yasaklayarak sizin Türk Gençliğine hediye ettiğiniz bayramı kuşa çevirdiğini ve bu yasaklama kararını, bir tamimle, tüm illerin valiliklerine duyurduğunu, sistematik hale gelen ve süreklilik kazanan bu yasaklarla, Cumhuriyet değerlerinin ve milli duygularımızın yok edilmeye çalışıldığını,


Size söyleyemedim, sizi bir kez daha öldürmek istemedim Sevgili Atam.
Hoşça kal, rahat uyu Sevgili Atam. 14.01.2012


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat