24 Nisan 2018 Salı

OHAL TERÖRÜ





OHAL niçin ilan edildi?
Hain FETÖ Terör Örgütünün 15.Temmuz.2016 darbe girişimi nedeniyle ve FETÖ terörünü tepelemek amacıyla ilan edilmedi mi?
Evet OHAL döneminde,özgürlüklere yasada öngörülen bazı sınırlandırmalargetirilebilir, Amaç, özgürlükleri tamamen yok etmek değil, o özgürlükleri OHAL koşulları kalktıktan sonra sınırsız olarak kullanabilmenin özgür ve demokratik ortamını sağlamaktır.
Bu nedenle OHAL, demokrasi ve özgürlük temel amaçlı, OHAL'in ilanına neden olan konularla sınırlı olarak,özgürlüklerin geçici şekilde sınırlanabildiği,anayasal olağanüstü bir yönetim tarzıdır.
OHAL,siyasi partilerin ve mensubu olan siyasetçilerin,işleri olan siyaset yapmalarına,siyasi konularda görüş ve düşüncelerini açıklamalarına yasak getiremez.
Bu nedenle,CHP Marmaris İlçe Başkanının bir açıklama yaparken;bir polisin, OHAL var siyasi konuşma yapamazsın diyerek,asli görevi ve işi siyaset yapmak ve siyasi görüş ve düşünce açıklamak olan CHP İlçe Başkanını engelleyerek konuşturmaması da,yasa dışı ve başlı başına bir OHAL terörüdür.
Öyle anlaşılıyor ki;siyasal iktidar OHAL'i,,muhalefeti susturarak, memleketi kolayca idare edebilmenin bir aracı ve silahı olarak kullanıyor,OHAL'i bu nedenle çok seviyor ve seçime atmosferine girildiği halde, OHAL'i bir türlü kaldırmak istemiyor.
Şunu herkes çok iyi bilmelidir ki;OHAL,koşulları ve kuralları anayasada ve özel yasasında yazılı olan olağanüstü meşru bir yönetim şekli olup,siyasetçinin siyasi konuşma yapmasını engelleme ve ülkede terör estirme aracı ve bahanesi değildir. 25/04/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

İYİ PARTİ HİÇ İYİ YAPMIYOR






Evet,kural olarak verilen sözde durmak bir erdemdir.
Bu nedenle,Meral AKŞENER'in İYİ Partiyi kurma aşamasında vermiş olduğu, İYİ Partinin Cumhurbaşkanı adayı olacağına ilişkin sözünde durmak istemesi de, erdemli bir davranıştır.
Ancak,değişen ve gelişen yeni durum ve koşullara göre,ilk verilen söz, demokrasi ve muhalefet cephesinin amacına ulaşmasında bir takım sakıncalar yaratacaksa,amaca ulaşmanın önündeki engeli kaldırmak için, verilen sözü güncellemek daha büyük bir erdemdir.
Bunları niçin yazıyoruz?
Biz,önceki cumhurbaşkanlığı seçiminde Ekmeleddin İHSANOĞLU deneyiminin hüsranla sonuçlanmasının ve ortak çatı adayın cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetmesinin yarattığı kötümserlikle, ortak aday çıkarmayalım,ilk turda her parti kendi adayını çıkarsın görüşüne kesinlikle katılmıyoruz.
Her partinin kendi adayını belirleyerek parçalı bir vaziyette seçimlere katılmak demek,muhalefet partileri tarafından ilk turun kaybedileceğinin peşinen kabulüdür.
Cumhur ittifakının hedefi,seçimi kazanarak ilk turda ipi göğüslemektir.Niçin olmasın?Bu da bir ihtimaldir.
Cumhur ittifakı ilk turda işi bitirirse ve ikinci tur şansı yok olursa,tüm umudunu ikinci tura bağlayan muhalefet cephesi ne yapmayı düşünür?
Bize göre soğuk bir suç içmekten başka çaresi yoktur.Balkon konuşmasını dinlemekle yetinirler.
Diyelim ki;her parti kendi adayıyla seçimlere girdi ve seçimler ikinci tura kaldı,bu taktirde şu iki sorunun cevaplarını düşünmek lazım.
İlk soru;ikinci tur kimin işine yarar?
Cevap verelim;bize göre ikinci tur,tüm devlet imkanlarını,devletin hazinesini,devlet yetkilerini,kamu kudretini,devletin örtülü örtüsüz tüm ödeneklerini elinde tutan iktidarın işine yarar tabi.Seçim uzadıkça, iktidar kanadının değil,muhalefet kanadının fire vermesi daha olasıdır.Bize göre demiri tavında dövmek gerekir.
İkinci sorumuz da şudur;muhalefet cephesini oluşturan partilere mensup seçmenler;kısa sürede, ERDOĞAN ile birlikte en fazla oyu alarak ikinci tura kalan muhalefetin adayına oy verme iradesinde fire vermeden birleşebilir mi, bunun garantisi var mıdır?
Bu nedenle,CHP'nin 15 milletvekili takviyesiyle İYİ Partinin şahsında demkrasi adına yaptığı fedakarlığı,gerçekten parlamenter demokrasiden yana iseler,diğer muhalefet partileri de yapmalı ve tüm muhalefet partilerinin seçmenlerinden oy alabilecek,adı yıpranmamış, demorasiyi içine sindirmiş bir ortak adayda birleşilmeli,anlaşmaya varan tüm muhalefet partileri önümüzdeki iki ayı çok iyi değerlendirerek,isminde karar kılınan ortak adaya oy vermeleri için tüm seçmenlerini motive edip seçime yönlendirmelidirler.
Bu itibarla, İYİ PARTİ lideri Sayın AKŞENER; ben seçmenlerime ve milletime Cumhurbaşkanı adayı olacağıma dair söz verdim,sözümden dönemem dememelidir,ülkenin menfaati için, değişen koşullara göre, daha önce verilen sözü güncellemenin daha büyük bir erdem olduğunu unutmamalıdır.
Kaldı ki, ittifaka dahil partilerin liderleri yapacakları görüşmeler sonunda, ortak aday olarak Sayın AKŞENERİ de belirleyebilirler.
Ancak, AKŞENER; ortak aday tezini kabul etmeli, İYİ Partinin adaylığında ısrar etmemeli,ortak aday belirleme görüşmelerine katılarak bu konuda katkı sunmalıdır. 24/04/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

23 Nisan 2018 Pazartesi

UNUTMAYIN CHP BİR GÜN HERKESE LAZIM OLABİLİR




CHP;dün (22/04/2018) demokrasi adına aldığı bir karara dayalı olarak uygulamaya koyduğu eylemiyle, bir demokrasi savunuculuğu ve kahramanlığı yapmıştır
CHP'nin bu demokrasi kahramanlığını itibarsızlaştırmak için ortaya konulan tüm eleştiri ve çatlak seslerin sahipleri,kendi siyasi geçmişlerinden habersiz ve siyasi ihtiraslarının esiri olmuş,sadece kendilerine demokrat,özünde demorasi düşmanlarıdır.
Zira,demokrasi,çoğunlukçu değil, çoğulcu,çok sesli bir sistemdir.Çoğulculuğu,çok sesliliği değil de,sadece tek sesli çoğunlukçuluğu savunarak,bir şekilde ellerine geçirdikleri meclis çoğunluğu ile azınlığı yok sayarak her istediklerini yapabileceklerini sanan ve bunu da halkımıza ileri demokrasi olarak yutturmaya çalışanlar,CHP'nin demokrasi,çoğulculuk ve çok sesliliği pratiğe geçirmek için demokrasi adına yapmış olduğu bu fedakarlığı, asla anlayamazlar.
Anayasamız, temsilde adalet ilkesinden bahsederek, demokrasinin bu çoğulculuğuna işaret etmektedir.İş başındaki çoğunlukçu ve antidemokrat iktidar ise, anayasanın temsilde adalet ilkesine gözünü kapamış ve yine anayasada yer alan seçim ilkelerinden bir diğeri olan yönetimde istikrar ilkesine takılı kalmış,temsilde adalet ile yönetimde istikrar ilkelerini bir arada dengeleyecek yerde, nalıncı keseri gibi, tüm demokrasiyi AKP'ye yontmuş,diğer partilerin meclise girme yollarını, elinden geldiğince tıkamaya çalışmaktadır.
İktidardaki AKP,sözüm ona demokrattır ve darbelere karşıdır.Darbelere karşı olduğunu açıklayan AKP iktidarı ne yazıktır ki;12 Eylül darbecilerinin getirmiş olduğu %10'luk seçim barajını tüm baskılara rağmen,kaldırmamak için elinden geleni yapmaktadır.
Demokrat olmak,demokrasiye inanmak,söylemden ibaret değil,bir eylem işidir.
CHP,demokratlığını,demokrasiye olan inancını söylemden çıkarmış ve anketlere göre kendi partisinden dahi oy devşireceğini ve partisine zarar vereceğini bildiği halde, demokrasiye,çok sesliliğe,çoğulculuğa,temsilde adalet ilkesine olan inancı nedeniyle;İYİ PARTİ'nin seçimlere sokulmaması için iktidar ve ortağı tarafından yapılan planları ve tuzağı bozmuş ve demokrasiye olan inancını söylemden eyleme dökmüştür,antidemokratların eleştirdiği,küçümsediği ve itibarsızlaştırmaya çalıştıkları CHP'nin bu eylemi,kim ne derse desin,demokrasi tarihine altın harflerle yazılacaktır.
7.Haziran seçimlerinde, seksen milletvekili ile meclise girmesine rağmen,1.Kasım seçimlerinde partisini yarı yarıya eriterek milletvekili sayısını seksen'den kırk'a indirme başarısızlığını gösteren,daha sonra da bağımsız bir siyasi parti olduklarını ve iktidara talip olma amaçlarını unutarak,iktidar partisine biat eden ve onun için çalışmaya başlayan, tüm tabanını yitiren,seçim barajının altında ve meclis dışında kalacağını çok açık ve net bir şekilde gördüğü için,cumhur itifakı adı altında iktidar partisinin kanatları altına giren ve seçim barajını aşamayacağı halde, meclise milletvekili olarak girmeyi garanti altına alan, her türlü etik dışı siyasi davranışın sahibi ve lideri olan MHP genel başkanı,ortaya çıkmış ve CHP'ye siyasi ahlak dersi vermektedir.
Bu zat bilmelidir ki;CHP, İYİ Parti lehine yaptığı seçime girme yasağını delen bu demokratik eylemiyle,ne kendisine,ne de İYİ parti'ye yasa dışı ve haksız siyasi bir çıkar ve menfaat sağlamamış,bilakis CHP'nin zararına olabileceğini görmesine rağmen,sadece çoğulcu demokrasiye,temsilde adalet ilkesine katkı sunmayı amaçlamıştır.Güneş Motel benzetmeleri elmayla armudun toplanması gibi, akıl ve gerçeklerle bağdaşmayan, gerçekleri çarpıtmayı hedefleyen beyanlardır.Güneş Motel eyleminde bir koalisyon hükümeti kurabilmek için, başka bir partden milletvekili transferi yapılmıştır,CHP'nin, İYİ Partiye kurulan seçim tuzağını boşa çıkarmak için on beş milletvekilini istifa ettirerek İYİ Partiye geçmelerini sağlaması eyleminde, ne CHP'ye ne de İYİ Partiye, hakkı olmayan,meşruiyet dışı siyasi bir yarar sağlama amacı yoktur, İYİ Parti esasen hakkı olan seçimlere girebilecek ve bu eylemden sadece çoğulcu demokrasi yarar sağlayacak ve demokrasi kazanacaktır.
AKP sözcüsü BEKİR BOZDAĞ;CHP'nin, İYİ PARTİ'yi seçimlere taşıyan çoğılcu demokrasiye hayat verecek olan demokratik fedakarlığını, siyasi ahlaksızlığın son örneği olarak nitelendirerek,demokrasi adına çok talihsiz bir beyanda bulunmuştur.
Biz buradan Bekir BOZDAĞ'a soruyoruz;
Sizin de beyan ettiğiniz gibi,siyasi ahlaksızlığın son örneğini bu eylemiyle CHP vermişse,bu beyanınızdan siyasi ahlaksızlığın öncesinin de olduğu anlaşılmaktadır,siyasi ahlaksızlığın CHP tarafından verilen bu son örneğinden önceki siyasi ahlaksızlıklar hangileridir ve bu önceki siyasi ahlaksızlıkların sahipleri kimlerdir?
12 Eylül askeri darbecileri tarafından getirilen ve temsilde adaleti yerle bir eden %10 luk seçim barajı,biz demokrasi aşıklarına göre, darbecilerin siyasi bir ahlaksızlığıdır.
Sizin de çok karşı olduğunuzu sürekli beyan ettiğiniz darbeciler tarafından getirilen bu %10'luk seçim barajını kaldırmamakta ısrar etmek, sizce siyasi etiğe uyan bir davranış mıdır?
2002 seçimlerinde siyasi yasaklı olduğu için milletvekili ve başbakan olamayan AKP Genel Başkanı ERDOĞAN'a af getirerek milletvekili ve başbakan olmasının önünü açan demokratik eylemin sahibi de, CHP değil midir?
AKP Genel Başkanının;bazı illerin halk iradesiyle seçilen AKP'li belediye başkanlarını bir talimatla istifaya zorlaması, siyasi etiğe uygun mudur?
AKP Genel Başkanının, halktan %50'ye yakın oy alarak seçilen ve göreve gelen bir başbakanı istifa etmeye zorlaması, siyasi etiğe uygun bir davranış mıdır?
Herkesi,mahcup olmamaları için, mazideki davranışlarına göre konuşmaya davet ediyoruz.
Son söz, iyi ki;bu ülkede, bir gün herkese ve her partiye lazım olabilen ATATÜRK'ün eseri gerçek demokrat bir CHP var.Unutmayın,CHP bir gün herkese lazım olabilir,lütfen telefon numaralarını telefon rehberinizin ilk sayfasına yazınız.23/04/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

22 Nisan 2018 Pazar

DEMOKRASİYE KURULAN TUZAK BOZULMUŞTUR.




Bugün (22/04/2018) on beş CHP Milletvekilinin istifa ederek İYİ Partiye geçmeleri ve İYİ Parti'nin grup kurmalarını sağlayarak seçime girmesinin önünü açmaları,İYİ Parti'nin kurumsal şahsında demokrasiye,milli iradeye kurulmak istetenen tuzağı bozmuş ve demokrasinin önündeki çok önemli bir engel kaldırılmıştır.
CHP'nin on beş milletvekilini istifa ettirerek İyi Parti'ye geçmelerini ve İYİ Partinin seçimlere katılmasının önündeki engeli kaldırmaları,İYİ Parti için değil, demokrasi adına yapılan bir fedakarlıktır.
Cumhur Cephesinin baskın seçim kararıyla demokrasiyi ve milli iradeyi avlamak üzere çıktığı baskın seçim avında,kendisi av olmuş ve ava çıkan avlanır sözü bir kez daha gerçek olmuştur.
Biz, Cumhur ittifakına şok yaşatan bu demokratik kararından dolayı,CHP'yi kutluyoruz.
Şimdi,bu yazıyı kaleme alırken bir yandan izlediğimiz Halk Telvizyonunda Zamanın Ruhu Programında konuşan HDP'li katılımcı,CHP'nin bu demokratik fedakarlığını,aynı durumda HDP olsaydı aynı şekilde davranır mıydı? Diye sorarak, köprüden önceki son çıkış olan 24.Hazairan baskın seçimi için demokrasi adına CHP'nin yaptığı fedakarlığı itibarsızlaştırmaya çalışmıştır.
HDP'li katılımcının CHP'ye yönelik eleştirisini anlıyoruz,ancak ülkenin de bazı gerçeklerini ve seçmenlerin HDP'ye yönelik takıntılarını dikkate almak da zorunludur. CHP'nin, HDP ile işbirliği yapması halinde başına gelecekler,iktidar tarafından anında teröristlikle ve PKK'lı olmakla suçlanacağı düşünüldüğünde,halk çoğunluğunun nabzını da tutmak zorunda olan CHP'nin; HDP örneği üzerinden, demokrasi adına İYİ Parti lehine yaptığı fedakarlığı, HDP lehine yapmayacağı gerekçesiyle, eleştiri konusu yapılamaz ve bu fedakarlık asla küçük görülemez.
Eminiz ki;aynı mahiyette eleştiriler, bizzat CHP'li olduklarını iddia eden, ancak demokrasinin elimizden kayışını göremeyen bazı kör CHP'liler tarafından da dile getirilecek ve CHP sağ'a kaymakla,sağ'a destek olmakla suçlanacaktır.
Bu suçlamayı yapacaklara şunu söylemek istiyoruz;her parti ve her kişi, haddini bilmek zorundadır,CHP yönetimi de siyasi gücünü ölçmüş tartmış ve mevcut iktidarı iş başından uzaklaştırarak tek adam rejimine son vermeye tek başına kendi oy gücünün yeterli olmayacağı sonucuna vararak, tek adam cephesine karşı parlamanter demokrasiyi benimseyen İYİ Partiye destek olmaya karar vermiştir.Pragmatik düşünmüştür,sonuç almak istemiştir,politika da zaten bir nevi sonuç alma sanatı değil midir?
Cumhur ittifakına mensup olanlar, CHP'nin demokrasiye kurulan tuzağa son veren bu tutumunu seçim hilesi olarak yaftalamaya çalışarak, aslında kendilerini tarif etmeye başlamışlardır.
Sürekli söylüyoruz ve yazıyoruz,24.Haziran seçimleri, cumhur ittifakının dışında kalan demokrasi cephesini oluşturan partilerin, birbirlerine karşı kıyasıya yarışacakları bir seçim değil,insan hak ve özfgürlüklerine,kuvvetler ayrılığına,yargı bağımsızlığına,parlamentonun üstünlüğüne dayalı,tek adam yönetine karşı, demokratik parlamenter sisteme geri dönmek için,dayanışma içinde, elbirliği ile çalışacakları ve işbirliği yapacakları hayati önemde,demokrasiyi restore edecek olan bir ön seçimdir.
Bu nedenle,demokrasi cephesinin liderliğini yapan CHP'nin,İYİ Parti'ye verdiği desteği, iyi niyetli ve demokrasi açısından değerlendirmek gerekir. 22/04/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

20 Nisan 2018 Cuma

( Haber Güncel İnternet Sitesindeki köşemde yarın yayınlanacak olan yazımdır) KILIÇDAROĞLU ADAY OLMAYACAKTIR VE OLMAMALIDIR DA!..




Bugün (20/04/2018) gazeteci Deniz ZEYREK;KILIÇDAROĞLU ile yaptığı telefon görüşmesinde,cumhurbaşkanı adaylarıyla ilgili olarak sorduğu soruya karşılık KILIÇDAROĞLU'nun açıkladığı 3-5 tane adayımız var cevabından hareketle, KILIÇDAROĞLU'nun kesinlikle Cumhurbaşkanı adayı olmayacağını köşesinde yazmış.
Biz daha önce, dün akşam(19/04/2018) facebook sayfamızda yaptığımız bir paylaşımda, KILIÇDAROĞLU'nun, seçilememe riskini düşünerek, kesinlikle aday olmayacağını dile getirmiş ve gerekçe olarak da, KILIÇDAROĞLU'nun, özellikte grup toplantılarında yaptığı ve Cumhurbaşkanı ile yargıya hakaret olarak değerlendirilen konuşmalarından dolayı hakkında düzenlenen fezlekelerin kabardığını,cumhurbaşkanı seçilememesi halinde milletvekili de olamayacak ve dokunulmazlığının da kalkacak olması nedeniyle,muhtemel bir AKP'li Cumhurbaşkanı ve AKP iktidarında,iktidara bağımlı ve taraflı yargı tarafından huzura çağırılarak,en ağır suçlamalarla tutuklu olarak soruşturmaya tabi tutulacağını,KILIÇDAROĞLU'nun haklı olarak bu ihtimali düşündüğünü,biz de onun yerinde olsaydık,aynı endişeyle aday olmak istemeyeceğimizi belirtmiştik.
Gerçekten, bu ihtimal göz ardı edilmemeli ve KILIÇDAROĞLU kesinlikle aday olmamalıdır.
Bize göre,Cumhur İttifakının karşısında spontane oluşan demokrasi cephesinde, CHP lehine büyük bir oy fazlalığı yoktur.Saadet ve İyi parti beraberliğinden oluşan oy gücü,belki de CHP'nin oy gücünü geçecektir.
Bu nedenle,CHP; ana muhalefet partisi olması nedeniyle,demokrasi cephesinin lideri konumunda gözükse de,,Saadet Partisi,İyi Parti ve CHP arasında kendiliğinden tabanda oluşan demokrasi cephesindeki,açık ara CHP lehine bir seçmen ağırlığı olmadığı için,özellikle ikinci tur seçim düşünülerek, KILIÇDAROĞLU, CHP'nin adayı olarak gösterilmemelidir.
CHP içinden öyle bir aday belirlenmelidir ki;ikinci tura kalacak olan CHP adayına,Saadet ve İyi Parti seçmenleri de rahatlıkla oy verebilsinler,tereddüt içinde kalmasınlar,aksi halde, ikinci turda AKP adayının ipi göğüslemesi hiç de zor olmaz.
Burada CHP seçmenine büyük bir fedakarlık düşmektedir.CHP seçmeni,partinin göstereceği adayda fazla seçici olmamalıdır,ikinci turda Saadet ve İyi Partinin seçmenlerinin de içlerine sinip oy verebilecekleri; demokrat, Atatürkçü, Atatürk ve laiklikle herhangi bir sorunu olmayan, insan hak ve özgürlüklerine ve parlamenter demokrasiye saygılı, siyaseten fazla sivri olmayan yıpranmamış bir partilinin veya dışarıdan bir kişinin aday gösterilmesi, hoş karşılanmalıdır.CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı olarak bizim gönlümüzden, icraatlarıyla bütün Türkiyenin taktir ve güvenini kazanan Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz BÜYÜKERŞEN'in geçtiğini, özellikle belirtmek istiyoruz.
Zira,24.Haziranda yapılacak olan bu seçim;ön yargıların törpüleneceği,üzümün çöpü ve armudun sapı var bahanelerine sığınılamayacak kadar önemli, parlamenter demokrasi adına gerçekten son şansımız.
ERDOĞAN'ın dışında, ikinci tura kalan,demokrasi cephesine mensup partilerden herhangi birine mensup olması koşuluyla,kim cumhurbaşkanı seçilirse seçilsin, sonuç olarak, demokrasi cephesinin elbirliğiyle kazanması zorunlu olan bu seçim;ortak amaç olan, insan hak ve özgürlüklerini,yargının bağımsızlığını, parlamentonun saygınlığını ve üstünlüğünü, parlamenter sisteme geri dönmeyi sağlayacak olan,demokrasinin,cumhuriyetin ve parlamenter sistemin yeniden restore ve tesis edileceği çok önemli ve hayati bir ön seçimdir.
Bu ön seçim kazanılarak, insan hak ve özgürlüklerine dayalı,yargının bağımsız, parlamentonun halkın iradesini temsil eden en yetkili organı, parlamenter sistemin tüm kural ve kurumlarıyla işler hale getirilip, parlamenter demokrasinin restorasyonu tamamlandıktan sonra, demokrasi cephesini oluşturan tüm partilerimiz, kendi aralarında yine demokrasimizi daha da ileri seviyelere taşımak için,demokratik rekabet içinde, yeni seçimlerde karşılıklı olarak yarışacaklardır.
Parlamenter demokrasiyi restore ederek,bu demokratik yarışı,selamet içinde yeniden başlatabilmek için, 24/Haziran/2018 tarihinde yapılacak olan bu ön seçim için,demokrasi cephesini oluşturan partilerin yöneticileri ile seçmenleri, ön yargılarını ve endişelerini bir kenara koyarak,karşılıklı güven içinde elbirliği ile çalışmak ve bu seçimi kazanmak zorundadırlar. 21/04/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

YSK TARAFSIZLIK VE DEMOKRASİ SINAVINDAN GEÇECEKTİR





Erken seçim bekleniyordu.Ancak, erken seçim tarihinin 24.Haziran.2018 olarak belirlenerek, bir baskın seçime dönüştürülmesi,haklı olarak akıllara bazı soru işaretlerini getirmektedir.
Burada en önemli soru şudur;AKP Genel Başkanı ERDOĞAN,bugüne kadar yaptığı seçime yönelik tüm konuşmalarında, İYİ Partiyi ve genel başkanı AKŞENER'i hiç muhatap almadı ve onun eleştirilerine en ufak bir ceavap dahi vermedi,AKŞENER'e karşı sessiz kaldı ve adeta onu yok saydı,eleştirilerinin odağına, sürekli CHP lideri KILIÇDAROĞLU'nu koydu.ERDOĞAN'ın bu tutumu; acaba, İYİ Partinin ve AKŞENER'in seçim dışında tutulacağının,iktidara yakın tavırlar sergileyenYSK tarafından İYİ Partiye veto uygulanacağının işaret fişeği midir? Sorusunu akıllara getirmektedir.
YSK; 16/Nisan/2017 tarihinde yapılan Anayasa değişiklik referandumunda,yasanın açık hükmüne aykırı olarak,mühürsüz zarfların dahi geçerli olduğuna ilişkin kararını,milli iradeye, halkın oylarına saygı olarak gerekçelemişti.
Biz de şimdi diyoruz ki; madem öyle,YSK gerçekten milli iradeye ve temsilde adalet ilkesine saygılı ise,nedenlerini aşağıda açıklayacağımız gibi, İYİ Partinin seçimlere katılmasına engel hiçbir hüküm içermeyen Siyasi Partiler Yasasının 36. maddesinin kötü yazılışını aleyhe yorumlayarak ve de 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 14.maddesinin 4.fıkrasında yer alan ve konuya tam bir açıklık getiren hükmü görmezlikten gelerek, İYİ Partiy'e seçim engeli getiremez.
YSK; önümüzdeki günlerde, tam bir tarafsızlı ve demokrasi sınavı verecektir,bu sınavın sonucunu heycanla bekliyoruz.
Gelelim, YSK'nın dikkate alması ve uyması gereken asıl konumuza.
İYİ Parti sözcülerinin beyan ettiği gibi, 10/Aralık/2017 tarihinde yapılan 1.Olağan Büyük Kongre, Siyasi Partiler Yasasının 36. maddesinde seçime katılma şartı olarak gösterilen,illerin en az yarısında teşkilat kurma koşulu yerine getiridikten sonra yapılmışsa,seçimlere katılmak için hiçbir sorun bulunmamaktadır.
Şayet,1.Olağan Büyük Kongrenin yapıldığı 10/Aralık/2017 tarihi itibariyle illerin en az yarısında parti teşkilatı kurulmamış ise, yani 10/Aralık/2017 de yapılan Büyük Kongre,henüz illerin en az yarısında teşkilat kurulmadan yapılmışsa, 10/Aralık/2017 tarihinin baz alınması mümkün olmayacaktır.
Ancak,10/Aralık/2017 tarihli1.Olağan Büyük Kongre;illerin yarısında teşkilat kurmadan önce yapılmış olsa dahi,bize göre,seçimlerden en az altı ay önce önce, illerdeki teşkilatlanmayı bitiren, en az yarısında teşkilatlandıktan sonra,1.Nisan.2018 tarihinde büyük kongre yapıldığı için, seçimlerin yapılacağı 24.Haziran.2018 tarihinden en az altı ay önce illerin en az yarısında teşkilatını kurmuş olan İYİ Parti, 1.Nisan.2018 de yapılan Büyük Kongre baz alınsa dahi, seçimlere katılabilecektir. Bize göre Siyasi Partiler Yasasının 36. maddesinde yer alan,oy verme gününden en az altı ay önce illerin yarısında teşkilat kurmuş olma koşulunda yer alan,geçmesi gereken en az altı aylık süre, sadece illerin en az yarısında teşkilat kurma koşulu için gereklidir.Bu en az altı aylık sürenin geçmesi koşulu, teşkilatlanmadan sonra yapılacak olan büyük kongre için geçerli değildir.Zira;
Siyasi Partiler Yasasının 36. maddesi de;ülkemizdeki yasa yapma ve yazma tekniğinin kötülüğünden nasibini almış ve akılları karıştırmaya müsait bir şekilde, yanlış imla ile kaleme alınmış bir maddedir.Aslında, araya virgül konulacak yerde, “ve” konulmak suretiyle, madde akılları karıştırmaya müsait hale gelmiştir.Seçimlere katılabilmek için asıl olan, illerdeki teşkilatlanma olup,bu nedenle oy verme tarihinden önce geçmesi gereken en az altı aylık süre, teşkilatlanmaya ilişkindir,yasanın öngördüğü teşkilatın kurulmasından sonra yapılacak olan büyük kongrenin, seçimden en az altı ay önce yapılmasının, hiçbir haklı nedeni ve mantığı yoktur,YSK; bu 36. maddeyi, temsilde adalet,milli iradeye saygı ilkelerine uygun bir şekilde, lafzi değil gai yorumlayarak,demokrasi sınavından başarıyla çıkmak zorundadır.
Yüksek Seçim Kurulunun; önemine binaen, bizzat kendisine ait web sayfasına da koyduğu, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun;Yüksek Seçim Kurulu'nun görevlerini belirten 14. maddesinin 4.fıkrasında yer alan kural,Siyasi Partiler Yasasının 36. maddesinin kötü yazılımından kaynaklanan kafa karışıklığını açıkça gidermektedir.
298. sayılı kanunun 14. maddesinin 4.fıkrasında yazdığı gibi, Yüksek Seçim Kurulu; seçim gününden en az altı ay önce yapılıp yapılmadığına bakmaksızın, tüzüğüne göre,ilk genel kongresini yapmış olan,illerin en az yarısında ve en az altı ay evvel il ve ilçe teşkilatını kurmuş bulunan İyi Partinin adını tespit ve ilan etmek,seçimlere katılma hakkını tescil etmek zorundadır.
Halkın iradesine saygılı,katılımcı hür ve Demokrat bir hukukçu olarak dileğimiz,Yüksek Seçim Kurulunun;16.Nisan.2017 de yapılan Anayasa Halk Oylamasında açıkladığı milli iradeye olan saygısını ve samimiyetini sürdürerek,saray'ın değil halkın iradesine sahip çıkmak suretiyle, açık yasa hükümlerini de uygulayarak,bu demokrasi ve tarafsızlık sınavından başarıyla çıkması ve İYİ Parti'yi seçim dışına atmamasıdır. 20/04/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu-Em.Hakim




18 Nisan 2018 Çarşamba

DEMOKRASİYE KARA BİR LEKE SÜRÜLECEK Mİ?





Bundan önceki, “BAHÇELİNİN ERKEN SEÇİM ÖNERİSİ İYİ PARTİ'YE TUZAK MIDIR?”başlıklı yazımızda;MHP Genel Başkanı BAHÇELİ'nin, dünkü grup konuşmasında yaptığı erken seçim çıkışını,BAHÇELİ hakkında kırıntı halinde kalan güvenimizi de harcayarak,iyi niyetli yorumlamış ve bu çıkışın danışıklı dövüş olmadığını düşündüğümüzü açıklamıştık, maalesef yanılmışız, gösterdiğimiz bu yanılgı ve saflıktan dolayı, tüm okurlardan özür diliyoruz.Ne yapalım bize bu tiyatroyu reva gören BAHÇELİ ve yanındakiler utansınlar.

Bugün dananın kuyruğu koptu ve gerçek ortaya çıktı.MHP ve AKP önceden aralarında anlaşmışlar ve Türk Milletine bir tiyatro sergilemişler, baş aktörü de BAHÇELİ,figüranları da AKP ve MHP meclis grubu olmuş.

Gerçeği kısa sürede öğrenmiş olmamız dahi iyi bir gelişme.Bugün, RDOĞAN ile BAHÇELİ,sarayda göstermelik olarak yarım saat görüştüler ve daha sonra ERDOĞAN bir açıklama yaparak erken seçim tarihini 24.Haziran.2018 olarak açıkladı.

Erken seçimin yapılması bize göre de şart olmuştur,zira iktidardaki AKP ülkeyi yönetemediğini göstermiş ve erken seçim kararı ile ülkeyi yönetemediklerini,ülkenin yeni ve taze bir kana ihtiyacı olduğunu zımnen kabul etmişlerdir.

Bizim endişemiz,seçimlerin erkene alınması değildir,seçim tarihinin bilinçli olarak 24.Haziran olarak açıklanarak,erken seçimin bir baskın seçime dönüştürülmesidir.

Zira,OHAL'in üç ay daha uzatılacağı kesin gibidir,bu taktirde ülkemiz önemli bir seçime; özgürlüklerin,özellikle seçimlerde önem kazanan düşünce ve düşünceyi açıklama,toplantı ve gösteri ve basın özgürlüklerinin kısıtlanabildiği bir ortamda gidecek,muhalefet partilerimizin ve taraftarlarının propaganda yapmaları önemli derecede kısıtlanacak,iktidar ise, elindeki devlet olanaklarını ve tekel haline getirdiği medyayı alabildiğine kullanacak,bunun sonunda da, iktidar ile muhalefetin ellerindeki silahlarının eşit olmadığı adil olmayan bir seçim yaşayacağız.

Bir diğer önemli endişemiz de, halkımızdan büyük bir destek gören Meral AKŞENER liderliğindeki İYİ Parti'nin;büyük kongresini oy verme gününden en az altı ay öncek tarihte yapmadığı gerekçesiyle,seçim dışında bırakılacağına ilişkin çok kuvvetli bir ihtimalin mevcudiyetidir.

Biz umarım yine yanılmış oluruz ama,dikkat ettiyseniz, İYİ Partinin yülseliş trendine ve sürekli kendisini eleştirerek yüklenmesine rağmen; ERDOĞAN, İYİ Partiyi ve AKŞENER'i hiç muhatap almadı,eleştirmedi ve kendine yönelik ağır eleştirilere cevap verme ihtiyacı duymadı.ERDOĞAN, en ağır şekilde, sürekli olarak CHP'yi ve lideri KILIÇDAROĞLU'nu muhatap alıp eleştirdi ve kendisine CHP'yi rakip gördü.Oysa ki, AKP tabanından en fazla oyu çalacak olan parti CHP değil, İYİ Partidir.İşte, bu nedenledir ki;ERDOĞAN'ın, AKŞENER'e ve partisine yönelik bu sessizliğinin hayra alamet olmadığını düşünüyoruz.Bize göre, iktidarın yanında duran YSK'nın hukuka ve yasaya aykırı olarak alacağı bir kararla,İYİ Parti; oy verme günüyle büyük kongresinin yapıldığı tarih arasında en az altı aylık süre geçmediği gerekçesiyle, seçimlerin dışında bırakılacaktır.Erken seçimin, Ağustos yerine, daha da öne alınarak Hazirana çekilmesinin bir nedeni de budur.

Bir önceki yazımızda yasal gerekçelerini açıkladık,hukuken; İYİ Partinin büyük kongresini yaptığı tarih ile belirlenen oy verme günü arasında en az altı aylık sürenin geçmemiş olması,kesinlikle İYİ Parti'nin seçime girmesinin yasal engeli değildir.İllerin en az yarısında oy verme gününden en az altı ay önce teşkilatını kurması ve altı ay aranmaksızın büyük kongresini yaparak merkez teşkilatını kurmuş olması yeterlidir.Bu konuda daha geniş bilgi almak isteyenler.bir önceki “BAHÇELİNİN ERKEN SEÇİM ÖNERİSİ İYİ PARTİ'YE TUZAK MIDIR?” başlıklı yazımızı okuyabilirler.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz;bu erken ve baskın seçim,silahların eşitliği ilkesinin çiğnenmesi bir yana, OHAL altında ve koşullarında ve de bir oyun çevirerek İYİ Parti seçim dışında bırakılarak yapıldığı taktirde;Türk demokrasisine, bir daha silinmesi imkansız koskocaman kara bir leke sürülmüş olacak ve de böyle bir seçim sonucunda iktidarın alacağı muhtemel bir seçim başarısı, tarih boyunca tartışılacak ve lanetlenecektir.18/04/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

17 Nisan 2018 Salı

BAHÇELİNİN ERKEN SEÇİM ÖNERİSİ İYİ PARTİ'YE TUZAK MIDIR?




BAHÇELİ'nin bugün grupta açıkladığı erken seçim önerisi;coşkulu konuşmasına,BAHÇELİ'nin bu coşkulu konuşmasına aynı coşkuyla ve alkışla karşılık veren milletvekillerinin tutumlarına bakıldığında,bize göre, AKP ile yapılan bir ön görüşmeye dayalı,planlı ve danışıklı dövüş bir öneri değildir. BAHÇELİ'nin sürpriz çıkışı,yok olan itibarını yeniden kazanmak için,aslında AKP'ye yönelik bir meydan okuma ve darbedir.
BAHÇELİ cumhur ittifakı ile seçim barajının altında ve meclis dışında kalma riskini ortadan kaldırmış olmanın rahatlığı içinde,sürpriz bir kararla erken seçim önerisini ortaya atmış ve topu, bu vakitten sonra geri adım atamayacağından emin olduğu ortağı ERDOĞAN'a atmıştır.
Söz konusu BAHÇELİ olunca;esasen, bu sürpriz çıkışın mantıklı bir gerekçesini aramak da pek gerekmiyor aslında.
BAHÇELİ,referandumda yaptığı hatayı anlamış,ERDOĞAN'ın yeni sistemle cumhurbaşkanı seçilmesi halinde ülkenin sürükleneceği uçurumu görmüş ve bu muhtemel kötü sonucun sorumluluğundan kaçmak için,ERDOĞAN ve AKP'nin en zayıf döneminde erken seçime gidilerek ERDOĞAN'dan kurtulmayı planlamıştır.BAHÇELİ bir taş ile iki kuş vuracak,hem beş yıl daha milletvekili seçilecek, ondan sonra da aktif politikayı bırakacak, hem de ülkeyi ERDOĞAN'dan kurtararak iade-i itibar sağlayacaktır.
BAHÇELİ'nin, grupta erken seçim önerisini açıklarken söylediklerini iyi incelerseniz, satır aralarında AKP iktidarına yönelik ağır suçlamaların da yer aldığını göreceksiniz.BAHÇELİ,bu şartlarda,ERDOĞAN'ın yönetimindeki AKP iktidarı ile 2019'a kadar seçimleri beklemenin, ülkeye vereceği zarara dikkat çekmektedir.Bu dahi,erken seçim önerisini açıklarken AKP'nin sözcülüğünü yapmış olmadığını göstermektedir.
Bize göre ERDOĞAN 26.Ağustos tarihinde erken seçim için BAHÇELİ ile anlaşmış olsaydı,alınan bu kararı BAHÇELİ'ye açıklatması için hiçbir haklı neden yoktur.ERDOĞAN,alınan erken seçim kararını bizzat kendisinin açıklamasını tercih eder ve Bay Kemal diyerek, CHP liderine de sataşır ve onun seçimlerden kaçmak isteyeceğini ima ederek dalgasını geçmeyi de arzu ederdi,
En başta Suriye sorunu olmak üzere, dış politikadaki başarısızlıklar,Suriye konusunda bir ABD'ye yanaşıp daha sonra da Rusya^ya yanaşarak, adeta bir yalpalama ve çelişki içeren çarpık dış siyaset,döviz,benzin,mazot fiyatlarındaki aşırı artışlar,çözülemeyen işsizlik,cari açık,bütçe açıkları,hayat pahalılığı,ekonomideki kırılganlıkgibi olumsuz koşullar içinde, ERDOĞAN'ın bir erken seçimi düşünmediğini zannediyoruz.
BAHÇELİ'nin erken seçim önerisinin,İYİ Parti'nin seçimlere katılımını önleyerek AKŞENER'e bir tuzak olduğunu beyan edenlerin bu görüşüne katılmıyoruz.
Zira,İYİ Partinin seçimlere katılabilmesi için,büyük kongresini yaptıktan sonra altı aylık sürenin geçmesi gerektiğine ilişkin bir yasal düzenleme yoktur.Siyasi partilerin seçimlere katılabilme koşullarını belirleyen Siyasi Partiler Yasasının 36. maddesinde yer alan; Siyasi partilerin seçimlere katılabilmesi için illerin en az yarısında oy verme gününden en az altı ay evvel teşkilat kurmuş ve büyük kongrelerini yapmış olması şarttır” hükmü kimseyi yanıltmasın.Bu hükme göre, seçime katılabilmek için, büyük kongrenin,oy verme gününden en az altı ay evvel yapılması şart değildir.Seçimlere katılabilmek için aranan ve oy verme gününden en az altı ay evvel yerine getirilmesi gereken koşul;illerin en az yarısında teşkilat kurmuş olma koşuludur.İYİ Parti bu koşulu yerine getirmiştir.Büyük kongresini yapmış olma koşulu,bu kongrenin oy verme gününden en az altı ay önce yapılmasını içermemektedir.Burada yasa maddesinde bir yazım hatası vardır,illerin en az yarısında,oy verme gününden en az altı ay evvel teşkilat kurmuş cümlesinden sonra virgül konulması gerekirken, “ve”büyük kongresini yapmış olması şarttır yazılmak suretiyel,bu yazım ve imla hatası bir yanlış anlamaya sebebiyet vermiş ise de,altı ay öncesi koşulu aranmadan,oy verme gününden önce büyük kongrenin yapılarak partinin merkez organlarının seçilmesi yeterlidir.
Siyasi partiler Yasasına göre,parti genel başkanını ve diğer merkez yöneticilerini seçecek olan büyük kongrenin üyesi delegeleri, partinin il kongrelerinde belirlendiğine ve partinin il kongreleri yapılmadan ve burada büyük kongrede oy kullanacak delegeler seçilmeden de büyük kongre yapılamayacağına göre,oy verme gününden en az altı ay evvel illerin en az yarısında teşkilat kuran bir partinin oy vrme gününden en az altı ay önce büyük konresini yapması zaten imkansızdır.Bu çelişki dahi,seçime katılabilmek için, büyük kongrenin, oy verme gününden en az altı ay önce yapılmasının şart olmadığını göstermeye yeterlidir.Buna ilaveten,298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun Yüksek Seçim Kurulunun görev ve yetkilerini düzenleyen 14.maddesinin 4.fıkrasında yer alan;Tüzüklerine göre ilk genel kongresini yapmış olup, illerin en az yarısında ve en az altı ay evvel il ve ilçe teşkilatını kurmuş bulunan siyasi partilerin adlarını, ilçe seçim kurullarının yeniden kurulması için öngörülen ayların ikinci haftasında tespit ve ilan etmek,” şeklindeki hüküm de, İYİ Partinin; büyük kongresini, oy verme gününden en az altı ay önce yapmış olma koşulu aranmadan,altı aylık süreye bakılmaksızın,büyük kongrenin oy verme günüden evvel yapılmış ve oy verme günüden en az altı ay öncesinde illerin en az yarısında teşkilatını kurmuş olması koşuluyla seçimlere katılabileceğini teyit etmektedir.18/04/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu






16 Nisan 2018 Pazartesi

AKLIMIZLA ALAY ETMEYE UTANMIYOR MUSUNUZ?



AKP Genel Başkanına, kendi tek adamlık tutkusunun sonucu olarak, herşeyin üstesinden tek başına gelme arzu ve çabası nedeniyle içinde bulunduğu zor durumdan dolayı acıyor ve üzülüyoruz.
Her gün, sabahtan akşama kadar değişik yerlerde toplantı ve etkinliklere katılıyor ve her gittiği yerde, gün boyunca çeşitli konularda konuşuyor ve iktidarını savunmaya ve korumaya çalışıyor.
Değişik konularda hergün yaptığı konuşmaları, zaman sıkıntısı ve bazı konulara olan yabancılığı nedeniyle, bizzat kendisinin hazırlamasının imkansızlığı karşısında,bu konuşmalar, ERDOĞAN'ın ilgili kurmayları tarafından hazırlanarak ERDOĞAN'ın eline tutuşturulmakta ve o da teknik imkanlardan yararlanarak, o konuşmaları aynadan okuyarak yapmaktadır.
Yaptığı bazı konuşmalarını dinlediğimizde, ERDOĞAN'ın;bu konuşmaları hazırlayanların ihanetine uğradığını,oyununa geldiğini, bu konuşmalarla halkımızın enayi yerine konulduğunu ve akıllarıyla alay edildiğini görmekteyiz.
ERDOĞAN; dün (16/04/2018) televzyondan izlediğimiz bir konuşmasında, 2002 yılında iktidara geldiklerinde ülkemizin toplam ihracaat tutarının yaklaşık 36 milyar dolar olmasına rağmen,geçen zaman içinde ihracaatı büyük oranda artırdıklarını ve 2017 yılı ihracaat toplamının yaklaşık 156 milyar dolara yükseldiğini,bu rakalmlara göre, kendi iktidarları döneminde ihracaatımızın büyük bir artış gösterdiğini övünerek açıkladı.
Bu açıklama, halkı aldatmaya,halkın aklıyla alay etmeye yönelik, eksik, yanıltıcı ve aldatıcı bir açıklamadır.Neden aldatıcı ve yanıltıcı açıklamalar olduğunu açıklayalım
Ancak açıklama öncesinde müsaadenizle, biz de biraz kendimizi övelim.Ankara Hukuk Fakültesinde düzgün ve iyi hocalardan Pekiyi derecede aldığımız hukuk eğitimi sırasında iktisat,maliye ve maliye politikası eğitimi de aldık,bunun üzerine özel merakımızla öğrendiklerimizi de kayduğumuzda,hukukçu olmamıza rağmen,kötü eğitim alan bir iktisatçıdan daha iyi iktisat da biliriz.
Başkalarının hazırlayarak eline tutuşturduğu konuşma metnine göre, ERDOĞAN'ın yaptığı ihracaat artışına yönelik konuşmasının aldatıcı ve yanıltıcı,halkın aklıyla alay eden bir konuşma olduğunun ilk nedeni;bu konuşmada yer alan bilgilerin eksik olmasıdır.Zira,ülkenin döviz ihtiyacını karşılayan ihracaatın rakamsal olarak artmış olmasının tek başına hiçbir önemi yoktur.Bu artışın, reel olması gerekir.Bu ihracaat artışı rakamlarını verirken,ülkenin o dönemde yapmış olduğu toplam ithalat rakamının da açıklanması,rakamlar arasında mukayese yapılarak,ihracaat rakamı mı,yoksa ithalat rakamı mı daha fazladır onun görülmesi gerekir.
Ülke ekonomisinin sağlıklı olduğunu,geliştiğini ve ileri gittiğini, ihracaat rakamlarının reel olarak artmış olduğunu söyleyebilmek için,toplam ihracaat değerinin, toplam ithalat değerinden fazla,hiç değilse arada bir farkın olmaması gerekir.
Türk parasının dış alım ve satımlarda geçerli olmaması, dış alım ve satımların dövizle yapılması nedeniyle,sağlıklı bir ekonomi için; ihracaatın, her zaman ithalattan daha fazla olması ve dış ticaretin açık vermemesi,cari açık oluşmaması gerekir.
Şimdi, ERDOĞAN'ın tek yanlı ve eksik açıklamasına geri dönecek olursak,rakamsal olarak ihracaat toplamının yıllar itibariyle arttığı bilgisinin verilmesine rağmen,aynı yıllarda yapılan ithalatın toplam değeri gizlenmiş,ihracaata nazaran,ithalattaki artış ve patlama ve bu nedenle oluşan dış ticaret açığındaki devasa büyüme, halkın gözünden kaçırılarak halk açıkça aldatılmış ve enayi yerine konulmuş,halkın aklıyla alay edilmiştir.
Kaldı ki, rakamsal olarak büyük oranda arttığı söylenen 2017 yılı toplam ihracaat tutarına dahil edilen ihracaat kalemlerinin içinde;otomotiv gibi, yarı mamul ithalata ve dövize dayalı dışa bağımlı parçalardan oluşan montaj sanayi ürünlerin varlığını da dikkate aldığımızda,toplam ihracaat tutarından;montaj sanayi ürünlerinin; dışarıdan dövizle ithal edilen parçaları için ödenen döviz miktarını düştüğümüzde,ihracaattan elde ettiğimiz dövizin toplam tutarında azalma olacağı da,asla unutulmamalıdır.
Bizi yönetenler ekeonomide başarılı olduklarını açıklayarak övüneceklerse,ihracaatı şu kadar artırdık değil,ülkemizin toplam ihracaat tutarı,toplam ithalat tutarından fazla olmuştur,,dış ticaret açığımız(cari açığımız) yoktur,dış ticaret fazlamız oluşmuştur diyebilecek rakamlara ulaşmak zorundadırlar.Gerisi zırva,yalan ve halkı aldatmadır.
Muhalefet, gerektiğinde iktidarla ağız dalaşı da yapmalıdır ama,asıl muhalefetini, bizim dile getirmek zorunda kaldığımız, böyle teknik konularda da yapabilmelidir. 17/04/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

OHAL AMAÇ OLMAKTAN ÇIKMIŞ ARAÇ OLMUŞTUR




OHAL yönetiminin gerçek amacı; hür demokratik düzeni,temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak değil,bilakis, bunlara yönelik yaygın şiddet hareketlerini ve olaylarını tamamen ortadan kaldırmak veya hiç değilse yaygın omaktan çıkarıp etkisiz hale getirerek, hür demokratik düzeni,temel hak ve özgürlükleri korumak ve güvence altına almaktır.
OHAL'in anayasal dayanağı olan,yürürlükteki anayasamızın 120 ve 121. maddeleri çok açıktır.OHAL, anayasal koşulları gerçekleştiğinde ilan edilen,anayasal ve meşru bir yönetin tarzıdır ama,OHAL'den yararlanarak alınacak olan olağanüstü karar ve tedbirlerle, OHAL'in ilanını gerekli kılan nedenlerin süratle ortadan kaldırılarak normal anayasal demokratik düzene dönülmesinin sağlanması da iktidarın asli görevidir.
OHAL; geçici ve istisnai, olağanüstü bir yönetin tarzıdır.
Ülkemizde 20/Temmuz/2016 da ilan edilen ve bugüne kadar altı kez uzatılarak,yaklaşık iki yıldır sürdürülen ve sürdürülmeye de devam edileceği iktidar tarafından açıklanan OHAL yönetimi;siyasal iktidarın,anayasaya aykırı olarak, OHAL'in ilanına neden olan olaylarla sınırlı olmaksızın, canının istediği her konuda OHAL Kanun Hükmünde Kararnameleri çıkararak ülkeyi yönetmesi nedeniyle, geçici,olağanüstü ve istisnai anayasal bir yönetim tarzı olmaktan çıkmış ve adeta olağan bir yönetim halini almıştır.
Siyasal iktidar,OHAL'in kendisine tanıdığı anayasal yetkilere tecavüz ederek,bu yetkilerini aşarak çıkardığı kararnamalere rağmen,hala OHAL'in ilanına neden olan hür demokratik düzeni,temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerini kontrol altına alamadığı,etkisizleştiremediği görüşünde olmalı ki,OHAL'i bir kez daha uzatma kararı almıştır.O zaman iktidara söylenecek söz şudur;iki yıla yakın süreye,hem de anayasanın tanıdığı yetkilere tecavüz ederek, yetki aşımıyla çıkardığınız OHAL KHK'larına ve aldığınız olağanüstü kararlara rağmen, hala OHAL koşullarını yok edememişseniz, yapacağınız şey; OHAL'i uzatmak değil,başarısızlığınızı kabul ederek, ülkenin yönetiminden uzaklaşmaktır.
Yok eğer,OHAL koşullarını ortadan kaldırdığınızı ve başarılı olduğunuzu iddia ediyorsanız,niçin OHAL'i uzatmak istiyorsunuz?Sorusuna cevap vermeniz gerekir.
Bize göre, ülkemizde OHAL'in ilanını gerekli kılan koşullar ortadan kalkmış olup;siyasal iktidar,bağımlı hale geldiği,ülkenin yönetimini kolaylaştırdığı ve işine böyle geldiği için, OHAL yönetimini olağan yönetim haline getirmeyi arzulamaktadır.
OHAL; FETÖ darbe girişiminden kaynaklı, Anayasa ile kurulan hür demokratik düzeni veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerinin önlenmesi amacıyla ilan edilmiştir.Dikkat buyurun lütfen, anayasa;“yaygın şiddet hareketleri” diyor,özellikle şiddet hareketinin ve olaylarının yaygın bir hal almış olmasını şart koşuyor.
Şu anda ülkemizde,FETÖ Silahlı Terör Örgütünden haynaklı, hür demokratik düzeni,temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın bir şiddet hareketi ve tehkikesi mevcut değildir.Terör örgütüne yönelik idari ve yasal tedbirler alınmış,devlete sızan örgüt mensupları KHK'larla işten uzaklaştırılmış,örgüt üyesi oldukları iddiasıyla suçlu suçsuz binlerce kişi gözaltına alınarak hapse atılmış,yargı da kırıntı delillerle örgüt üyesi olduğu iddia edilen kişler hakkında süratle ağır hapis cezaları vermeye başlamıştır.
Bu gerçeklere rağmen;siz, siyasal iktidar olarak ne yapmayı amaçlıyorsunuz? Yoksa siz;FETÖ terör örgütünü, bir tek terörist kalmadığından emin olana kadar, tamamen yok etmeyi ve örgütü tamamen yok edene kadar da,ülkeyi OHAL ile yönetmeyi mi düşünüyorsunuz?Bunu düşünüyorsanız,yanılıyorsunuz.o zaman,ülke sittin sene demokrasiye ve normal yönetim şekline asla dönemez.Siz değil, hiçbir iktidar,sizden sonra gelecek iktidarlar da,terörü tamamen sonlandıramaz,doyumsuz insan oğlu ve bu çarpık düzen dünyada var olduğu sürece, ülkemizde de,diğer ülkelerde de terör ve terör örgütleri sürekli olacaktır.
Bir kez daha altını çizerek yineliyoruz,OHAL'in amacı;demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri geçici bir süre sınırlayarak,demokrasinin,temel hak ve özgürlüklerin tamamen ortadan kaldırılmasını,yok edilmesini önlemektir.OHAL de temel amaç,alınacak geçici olağanüstü tedbirlerle,geçici hak ve özgürlük kısıtlamalarıyla,hak ve özgürlükleri sonsuza kadar güvence altına almak ve ugulanabilir kılmaktır.
Bu nedenle, OHAL 'in; demokrasinin,insan hak ve özgürlüklerinin önünde engel teşkil eden,yaygın şiddet hareketlerini yok edecek veya yaygın olmaktan çıkaracak olan asıl amacı göz ardı edilerek, OHAL; demokratik düzeni,temel hak ve özgürlükleri yok etmeye ve boğmaya yönelik bir araç olarak kullanılmaya kalkışıldığında, anayasal ve yasal meşru bir yönetim şekli olma niteliğini kaybeder.
OHAL'i 7. kez uzatma iradesini ortaya koyan siyasal iktidar;ortağı MHP ile OHAL'i 7.kez uzatabilir.Ancak, meclis çoğunluğunun bu onayı dahi,bu koşullarda uzatılacak olan OHAL'in anayasa dışılığı gerçeğini asla ortadan kaldıramaz.16/04/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu





15 Nisan 2018 Pazar

AŞK VE SEVGİ ÜZERİNE




Bugün pazar.
İzmir'de pırıl pırıl güneşli, ılık ve huzurlu bir ilkbahar gününü yaşıyoruz.
Tek dileğimiz,Suriye ve tüm Ortadoğu'ya, en kısa zamanda aşk ve sevginin hakim olduğu barış ve huzurun gelmesidir.
Bugün politik yazmayacağız,aşk ve sevgi üzerine yazacağız.
Peki,aşk ve sevgi nedir?
Aşk ve sevgi kavramları,göreceli,yani anlamları insandan insana değişebilen kavramlardır.
Bize göre ise;aşk ve sevgi kavramlarının her ikisi de özünde sevgi kaynaklıdır.Temelinde sevgi vardır.
Aşk ve sevgi kavramları arasındaki fark şudur;aşk, iki kişinin özeline ilişkin bir sevgi ve duygu ilişkisidir.
Sevgi ise, geneldir,bir üst kavramdır.Bu nedenle sevgi, aşk'a nazaran çok daha kapsamlıdır.
Sevgi; tabiattaki,yeryüzündeki tüm insanları,insanlar dışında kalan her cinsten bitki ve hayvan, tüm canlıları kapsar.
İnsan, ancak kendisi gibi karşı cimsten bir diğer insana aşk besleyebilir,aşık olabilir,fakat bir bitkiyi,ağacı,çiçeği ve hayvanı sadece sevebilir,onlara aşık olamaz,aşk başka bir duygudur.
Aşk; yukarıda belirttiğimiz gib,özeldir,insanın kalbine,beynine ve tüm organlarına,tüm hücelerine,hükmeder.Temelde, sevgi,mutluluk, huzur ve güzellikler vermesine rağmen,insanın tüm organlarına,duyularına ve hücrelerine sızdığı için.zaman zaman, insana acı,üzüntü,keder verebilir,iştahını kesebilir veya iştahını açabilir,sağlıklı düşünürken birden sağlıksız bir karar vermesine dahi sebep olabilir.
Aşk ve sevgi kavramlarını bu şekilde anlamak koşluyla,hayvanları ve bitkileri sevdiğimiz gibi,tüm insanları,komşularımızı,okul ve iş arkadaşlarımızı,nereden olurlarsa olsunlar tüm tanıdıklarımızı ve arkadaşlarımızı,hatta tanımadığımız ve ilk defa karşılaşıp tanıştığımız kişileri dahi sevmeliyiz,utanmadan sıkılmadan, onlara kendilerini yürekten ve çok sevdiğimizi,iyi günde kötü günde sürekli yanlarında olduğumuzu rahatlıkla beyan edebilmeliyiz,sevgimizi gösterebilmeliyiz.
Hepiniz sevgiyle kalınız. 15/04/2018


Güner YİĞİTBAŞI


14 Nisan 2018 Cumartesi

28 ŞUBAT DAVASI KARARI'NIN YORUMU



28 Şubat davasında aralarında İsmail Hakkı Karadayı,Çevik Bir ve Çetin Doğan'ın da bulunduğu 21 sanık müebbet hapis cezasına çarptırıldı.Davada 68 sanığın beraatına karar verildi
Rahmetli ERBAKAN'ın başkanlığında kurulu iş başındaki Refahyol Koalisyon Hükümetinin;o dönem, askerlerin sayıca ağırlıkta olduğu, Başbakan ERBAKAN'nın da katıldığı Milli Güvenlik Kurulunda,28.Şubat.1997 de alınan kararlar sonrasında, 28.Haziran.1997 de ERBAKAN'ın hükümetin istifa dilekçesini Cumhurbaşkanı DEMİREL'e sunmasıyla sona ermesini, postmodern darbe olarak nitelendiren bu davanın dayanağını oluşturan,ERBAKAN'ın da Başbakan olarak katıldığı 28 Şubat 1997 tarih ve 406 sayılı MGK'unda alınan aşağıda yer verdiğimiz kararlar; iş başındaki hükümeti cebren devirmeye yönelik kararlar olmayıp,laik Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasında yer alan, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez olan temel niteliklerinin korunmasına,aynı şekilde, en başta bir devrim yasası olan ve anayasanın koruması altında bulunan Tevhid-i Tedrisat Yasası ile diğer devrim yasalarının harfiyen uygulanmasının sağlanması ve Tevhid-i Tedrisat Yasasına göre, dini eğitim veren İmam Hatip Liselerinin sayılarının,ülkenin din adamı ihtiyacı ile sınırlandırılmasına, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin korunmasına yönelik ve adeta, laik cumhuriyetin meşru müdafaası niteliğinde kararlardır.
MGK'nın bu kararlarını dikkate alması ve uygulaması, anayasal ve yasal görevi olan iş başındaki Refahyol Hükümetin,bu anayasal ve yasal kararları uygulayabilme gücünü,isteğini ve arzusunu siyaseten kendisinde bulamayarak,Başbakan ERBAKAN'ın kendi isteğiyle hükümetin istifasını zamanın cumhurbaşkanı DEMİREL'e sunması,asla ve asla, MGK kararına imza koyan askerlerin,hükümeti deviren yasa dışı postmodern bir darbe eylemini gerçekleştirdikleri şeklinde yorumlanamaz ve nitelendirilemez.Ceza kanunumuzda postmodern diye nitelendirilen bir darbe suçu yoktur.O dönemde güçlü ve söz sahibi olan asker,gerçekten bir darbe yapacak olsaydı,doğrudan klasik bir darbeyle iş başındaki hükümeti pek ala alaşağı edebilir ve zamanın koşullarına göre de, halkın desteğini arkasına alabilirdi.
Biz bir hukuçu olarak her zaman idam cezasına karşı çıktık ve idam cezasını; kamunun kişilerden öc alması,kan gütme saikiyle adam öldürmenin nitelikli adam öldürme sayıldığı bir ülkede,idamın da,devletin, kamunun, kan gütme saikiyle adam öldürmesi olarak nitelendirmemize rağmen,artık idam cezası olmadığı için,eskiden cezası idam olan ağır suçlar söz konusu olduğunda,hakimlerimizin; nasıl olsa idam cezası kalktı düşüncesiyle, çok kolay bir şekilde, anayasayı ihlal,hükümeti ve meclisi devirme, ortadan kaldırma gibi ağır suçlardan,yasal unsurları oluşmadığı halde çok kolay mahkumiyet kararları verebildiklerini görüyor ve bu suçlarla ilgili uygulamaları olan yaklaşı elli yıllık bir hukukçu olarak çok üzülüyoruz.
Yedi buçuk yıl ile yargılanan ve mahkum olacakları dahi belli olmayan FETÖ'cülerin tamamına yakınını tutuklu olarak yargılayacaksınız,müebbet hapis cezası verdiğiniz 28.Şuba sanıklarını sudan sebeplerle hükümle birlikte tutuklayamayacaksınız,bu dahi, verdiğiniz karara kendinizin de inanmadığınızın açık delilidir.
Bize göre de,Tevhid-i Tedrisat Kanunu tam olarak uygulanmalı ve ATATÜRK tarafından çıkartılan bu yasanın amaçladığı gibi,Türkiyenin din adamı ihtiyacını giderecek kadar İmam Hatip Liselerini muhafaza ederek, geri kalan tümü derhal kapatılmalı,en önemlisi de,din adamı yetiştiren bir meslek okulu olan bu lise mezunlarının, ilahiyat fakülteleri dışında kalan fakülte ve yüksek okullara girişleri engellenmelidir.Bunu ben söylemiyorum,bir devrim yasası olan Tevhid-Tedrisat Yasası böyle söylüyor.
Herkes şu gerçeği aklının bir köşesine iyice kazısın.Postmodern darbe olarak nitelendirilen 28.Şubat MGK kararlarına burun kıvırılmasaydı ve gereği eksiksiz yerine getirilseydi,FETÖ Terör Örgütü, darbe girişiminde bulunacak kadar gelişmez,ülkemiz 15.Temmuz darbe girişimini yaşamazdı ve darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL altında idare edilmezdik.
28.Şubat.1997 tarih ve 406 sayılı MGK Kararlarını aşağıda beğeni ve taktirlerinize sunuyoruz.
1-Anayasamızda cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine anayasanın 4’üncü maddesi ile teminat altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.
2- Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat Kanununu gereği Millî Eğitim Bakanlığı’na devri sağlanmalıdır.
3-Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından:
a- 8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı.
b Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği Kuran kurslarının Millî Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
4- Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılâplarına sadık, aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, milli eğitim kuruluşlarımız, Tevhid-i Tedrisat Kanununu'nun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.
5-Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı’nca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.
6- Mevcudiyetleri 677 sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.
7- İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK’yi dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.
8- İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK’dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkân verilmemelidir.
9-TSK’ya aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.
10- Bu maddenin tam metnini Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini ilgilendirdiği için yayınlayamıyoruz.
11- Aşırı dinci kesimin Türkiye’de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.
12-T.C.Anayasası,Siyasi Partiler Yasası,Türk Ceza Yasası ve bilhassa Belediyeler Yasası'na aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır.
13-Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.
14- Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.
15-Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtarı örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.
16-Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasadışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır.
17-Ülke sorunlarının çözümünü “Millet kavramı yerine ümmet kavramı” bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir.
18-Büyük Kurtarıcı Atatürk’e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemelidir.


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




13 Nisan 2018 Cuma

DURAKLAMA DEĞİL ÇÖKÜŞ DEVRİDİR BAY KAHRAMAN!...





AKP Milletvekili bay İsmail KAHRAMAN;Meclis Başkanlığı koltuğuna yakıştıramadığımızdan, bilinçli olarak Meclis Başkanı diyemediğimiz bu zat,Atatürk'e olan sevgisizliğini bir kenara koyalım, yine ATATÜRK'e saygısızlığını ortaya koyan malum konuşmalarından birini daha yaparak,Abdülhamit ile ERDOĞAN arasındaki duraklama devrinden ne günlere geldik,şimdi muhteşem bir dönem yaşıyoruz demiş. Yani,ATATÜRK,İNÖNÜ ve sonrası Cumhuriyet Dönemini duraklama devri olarak kabul buyurmuştur.
Bay İsmail KAHRAMAN,bize göre az bile söylemiş,ABDÜLHAMİT ile ERDOĞAN arasındaki günümüze gelene kadar geçen Cumhuriyet dönemini,lütfetmiş ve duraklama devri olarak nitelendirerek, sevmediği ve saygı duymadığı ATATÜRK'ü elinde olmadan yüceltmiştir.
Yanılıyorsunuz Bay KAHRAMAN,ABDÜLHAMİT'den ERDOĞAN'ın iş başına geldiği zaman dilimine kadar gelen Cumhuriyet dönemi, bir duraklama devri değil, adeta bir çöküş ve yok olma dönemidir.Bu nedenle kendisine teşekkür ediyoruz.
Gerçekten,ATATÜRK ile onun silah ve siyaset arkadaşı İsmet İNÖNÜ;
-Kurtuluş savaşını kazanarak, ABDÜLHAMİT'in yıllarca halkına istibdat yaşattığı,gerilemesine yol açtığı Osmanlı Devletini tarihe gömerek,Osmanlı'nın küllerinden bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuştur.Bir anlamda Bay KAHRAMAN'ın hayranı olduğu Abdülhamit ve Osmanlı'yı bırakınız duraklatmayı, çökertmiştir.
-Saltanata,hilafete,tekke ve zaviyelere,dini eğitime son vererek; saltanatı,hilafeti,tekke ve zaviyeleri ve dini eğitimi çökertmiş ve yok etmiştir.
-Kapitülasyonları kaldırarak emperyalizmi çökertmiştir.
-Türkiye Büyük Millet Meclisini açarak, demokrasiyi tesis etmiş ve tek adam yönetimini çökertmiştir.
-Birçok devrimi yürürlüğe sokarak,devrim karşıtlarını durdurmuş ve çökertmiştir.
-Yaptığı devrimlerle Laik bir toplum ve devlet tesis ederek,laiklik karşıtı eylem ve faaliyetleri duraklatmış ve çökertmiştir.
-Anti laik kalkışmalara,taviz vermeden en sert şekilde karşılık vererek, hainleri durdurmuş ve çökertmiştir.
-Milli ekonomiyi ve sanayii tesis ederek,fabrikalar açarak,karma ekonomiyi geliştirerek,iktisaden dışa bağımlılığı durdurmuş ve çökertmiştir.
-Ülkenin çok partili demokrasiye geçişini sağlayarak, tek partili demokrasiyi çökertmiştir.
-Kadınımıza seçme ve seçilme hakkını,medeni haklarını sağlayarak ve garanti altına alarak,kadının ezilmişliğini durdurup çökertmiştir.
-Bilimi ön plana çıkararak,hurafeleri çökertmiştir.
-Türkiye Cumhuriyeti devletine itibar ve saygınlık kazandırarak, yabancı devletlerin aksi yöndeki kanaat ve davranışlarını çökertmiştir.
-Özellikle ATATÜRK,yabancı devletlerin en üst yöneticilerini kendi ayağına kadar getirterek, onların ayağına gitme uygulamasını çökertmiştir.
-Dinine,mezhebine,etnik kimliğine bakmaksızın Türk Milletinin tümünü sevip sayarak,milli birliği tesis ve temsil etmiş,bölünmeyi ve ayrımcılığı çökertmiştir.
Bu anlamda,Bay KAHRAMAN'ın dediği gibi,ABDÜLHAMİT'ten ERDOĞAN'a kadar gelen Cumhuriyet dönemi, gerçekten bir duraklama ve çöküş dönemidir.Böyle duraklama ve çöküşe bizler razıyız.Gerçek duraklama ve çöküşü temsil eden sizin muhteşem döneminiz sizin olsun Bay KAHRAMAN. 13/04/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


11 Nisan 2018 Çarşamba

KİLİTLENEN DIŞ POLİTİKAMIZ




Atalarımız; boşuna, “Söz Gümüşse Sükut Altındır”, “Keskin Sirke Küpüne Zararlıdır”,”Öfkeyle Kalkan Zararla Oturur” dememişler.
Bu ata sözlerinden en fazla yararlanması ve kendilerine pay çıkarmaları gerekenler, devlet adamlarıdır.
Devlet adamları;özellikle, temsil ettikleri devleti bağlayacak olan bölgesel ve Uluslar arası sorunlarla ilgili konularda, ülkesini bağlayıcı bir söylemde bulunmadan ve herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, meseleyi akıl süzgecinden geçirmeli,bir satranç ustası gibi birkaç hamle sonrasını düşünüp muhakeme etmeli,hislerine,duygularına,öfkesine,inançlarına,siyasi beklenti ve ihtiraslarına esir olmadan,uluslararası münasebetlerde, asla kalıcı dostlukların olamayacağını,ülkelerin karşılıklı menfaatlerinin önde geldiğini,devletler arasındaki dostlukların da, bu karşılıklı menfaatler ile sınırlı olduğunu düşünmek,konuyla ilgili olarak emrindeki deneyimli diplomatların değerlendirmelerini almak zorundadırlar.
Bu aşamaya gelinmesinde, iş başındaki iktidarın da kusurlu dış politikalarının etkin rol oynadığı Suriye sorunu iyice tırmanmış, Rusya ve müttefikleri Suriye,İran ile ABD ve müttefikleri İngiltere,Fransa,İsrail ve Suudi Arabistan arasında bir sıcak çatışma ihtimali doğmuş,tarafların savaş gemileri Akdenize açılmıştır.
ABD'nin ortadoğuya yönelik amaçları herkesin malumudur,aynı şekilde Rusya'nın da,Suriye ve Ortadoğuda üsler edinerek bölgede söz sahibi olup sıcak denizlere açılmak,Suriye'nin hamisi olarak Suriye krizinden azami derecede yararlanmak arzu ve isteği bilinen bir gerçektir.
Krize neden olan,Suriyede kimyasal silah kullanıldığı iddiası,bir bahanedir.Bu nedenle bu silahı kimin kullandığının hiç önemi yoktur.Amerika ve Rusya bunu vesile yaparak, karşılıklı güç gösterisi yapmaya,Suriye ve Ortadoğudan en büyük payı alma yarışına girmişlerdir.
Bölgede çıkması muhtemel sıcak bir çatışmadan,Suriye'ye askeri bir müdahalede bulunulmasından, Suriye kadar ülkemizin de zarar göreceği muhakkaktır.Bu nedenle, Atatürk'ün;“Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözünün,daha da değerlilik kazandığı sıcak günler yaşamaktayız.
Türkiye bu koşullarda ne yapmalıdır?
Bize göre, iş başındaki iktidar çok zor durumdadır.Yukarı tükürse bıyık,aşağı tükürse sakal pozisyonundadır.
Esat benim düşmanımdır,onunla el sıkışmam mümkün değildir,Esat mutlaka gitmelidir,ben Suriyede aldığım toprakları asla Esat'a geri vermem,buraları ÖSO'ya vereceğim görüşünde ısrarlıysanız,ABD'nin yanında,Esat'ın şimdilik hamisi olan Rusya'nın karşısında yer almak zorundasınız.
Yok eğer,ben Esat ile barışacağım onunla işbirliği yapacağım,onun iktidarını tanıyacağım.Çünkü, Rusya ile o kadar içli dışlı oldum ki,enerji yönünden Rusya'ya kendimi teslim ettim,Rusya'nın enerji bağımlısıyım,Rusya'ya hava savunma füzeleri siparişi verdim,Rusya ile nükleer enerji santralı yapımı için anlaşmalar yaptım,Putin benim dostum diyorsanız,Nato ittifakında yan yana olduğunuz ABD'nin karşısında ve Rusyanın yanında yer alacaksınız.
Tam da iki ucu boklu değnek bir durum,söylemesi kolay ama,bize göre her iki ihtimal de asla mümkün değildir.Sarkaç gibi,bir Rusya'nın,bir de Amerikanın yanına gidip geleceksiniz.
Ayıklayabilirseniz ayıklayın bakalım pirincin taşını,dış politika ancak bu kadar kötü yönetilebilir ve kilitlenir.
Allah Türk Halkının yardımcısı olsun.
Umarız,aklıselim galip gelir. 11/04/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

10 Nisan 2018 Salı

HER İŞTE EMEK ALIN TERİ VE BECERİ VARDIR




Birisi çıkmış kürsüye,bir diğerine diyor ki;"Ömründe devletten aldığı maaş dışında kendi emeğiyle, kendi alın teriyle, kendi becerisiyle, kendi yeteneğiyle tek kuruş kazanmamış adama ana muhalefet partisini teslim ederseniz işte böyle zırvalar."

Bu sözü batı demokrasilerinin birinde söyleseler,söyleyenin sıfatına ve işgal ettiği makama bakmazlar tefe koyarlar,emeklisi ve çalışanı;tek gelirleri, devletin verdiği maaş olan,çalmayan ve çırpmayan şerefli ve namuslu devlet memurları ayağa kalkar.

Herkesin bir mesleği ve yaptığı iş vardır.Kimi insan, devlet sektöründe devlet memuru,bürokrat,özel sektörde memur ve işçi olarak çalışır,kimi insan da, sanayici,tüccar, iş adamı,futbolcu, işportacı,pazarcı,muhasebeci, avukat, profesyonel siyasetçi, hırsız,dolandırıcı,kaçakçı,boş gezenin boş kalfası ve sair iş sahibi olur.

Çalışanları; kimin adına çalıştıklarına bakarak,devlet sektöründe devlet memuru olarak çalışan bürokratlar,işçiler,özel sektörde memur ve işçi olarak çalışanlar ve kendi hesabına özel işinde serbest çalışanlar olmak üzere, üçe ayırabiliriz.

Çalışanları ve yaptıkları işleri; bir de, yapılan işin yasal olup olmadığına göre,yasal işler ve bu işlerde çalışanlar,yasa dışı işler ve bu işlerde çalışanlar olarak, ikiye ayırabiliriz.

Yasa dışı işler ve bu işlerde çalışanları da, kendi aralarında ikiye ayırılabiliriz.Başka hiçbir yasal işi olmadığı halde sürekli olarak yasa dışı işler yapıp çalışanlar(Hırsızlar,dolandırıcılar,yağmacılar,her türden kaçakçılar,sokak dilencileri gibi) ve kazançlarını bu yolla sağlayanlar ile devlet sektöründe, özel sektörde veya kendi hesabına yasal bir işte çalışmalarına rağmen,yasal işini kötüye kullanarak fırsatını bulduğunda yasa dışı ek işler yaparak kendilerine haksız kazanç temin edenler.

Bize göre, yukarıda türlerini açıklamaya çalıştığımız devlet memuriyetinde,özel sektörde,kendisine ait özel iş yerinde serbest olarak çalışanlar,sürekli olarak yasa dışı iş yapıp çalışanlar,hem devlette,özel sektörde ve kendi özel işinde çalışmasına rağmen, fırsatını bulduğunda(rüşvet,irtikap,zimmet,emniyeti kötüye kullanma,kaçakçılık gibi)kendine haksız kazanç sağlamak amacıylayasa dışı ek işler yapanlar olsun,hiç fark etmez, tüm çalışanlar; emek,alın teri,beceri ve yetenek kullanan kişilerdir.

Devlet memuriyetinde,örneğin devlet hastanesinde doktorluk yapan genel cerrah da,özel sektöre ait bir hastanede cerrahlık yapan doktor da, muayenehanesinde kendi hesabına çalışan doktor da, bir emek,alın teri,beceri ve yetenek sarf ederek para kazanırlar.

Sürekli olarak yasa dışı işlerde çalışarak para kazanan hırsızlar,dolandırıcılar, yağmacılar ve her türden kaçakçılar da, yaptıkları iş yasa ve suç olsa da,bu işleri yaparlarken bir emek,alınteri,beceri ve yetenek ortaya koyarlar.Örneğin;bir apartmanın en üst katına tırmanarak kilitli kapıyı açıp hırsızlık yapmak, bir beceri ve yetenek işidir,çeviklik ister,cesaret ister.Keza,kaçakçılık,dolandırıcılık yapmak da bir emek,akıl,beceri ve yetenek ister,kaçakçının sevk ettiği uyuşturucunun adresine teslimine kadar duyduğu heyecan,döktüğü ter,organizyon becerisi yabana atılamaz.

Devlet veya özel sektörde ücret ve maaş alarak çalışan bir memur;bu yasal işini yaparken, bir fırsatını bulduğunda şeytana uyarak ve memuriyet görevini kötüye kullanarak, zimmet,irtikap, rüşvet,ihaleye fesat karıştırmak gibi ek bir iş yapmaya,haksız bir kazanç elde etmeye kalkışsa, o devlet memuru da bu yasa dışı işi çevirirken, bir emek,alın teri,beceri ve yetenek sergilemek zorundadır.Mesela,bir devlet memuru kendisine iş yaptığı bir vatandaştan rüşvet alacak,anlaşmışlar ama her şey olabilir,rüşvet vercek kişi savcı ve polisle anlaşarak, memuru rüşvet alırken suçüstü yapabilir,örneklerini hergün gazetelerde okuyoruz.Bu durumdaki bir rüşvetçi devlet memurunun yürek çarpıntısını,akıttığı teri düşünebiliyor musunuz?

Demek ki; alın teri,emek,yetenek ve beceri az veya çok her iş için gerekli olup,bunlardan biri veya birkaçı olmadan para kazanmak mümkün değildir.Ancak,sadece alın teri,emek,beceri ve yetenek;kazanılan paraların helal olması için asla yeterli değildir.Önemli olan namuslu ve şerefli bir çalışan olmak ve helal para kazanmaktır.10/04/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu