31 Mart 2020 Salı

ÖLÜMLÜK KALIMLIK KEFEN PARASI



Ülkemiz; bulunduğu coğrafya itibariyle, sürekli depremlere maruz kalmakta ve bu husus,ilmen de sabit olup,sık sık tekrarlanan ölümcül ve yıkıcı depremler, bu gerçeği açıkça ispatlamıştır.
Yani,ülkemiz için deprem, beklenmeyen,olağanüstü bir afet değildir.
Rutin haline gelen depren afeti için bile, yedek akçe ayırmayan,deprem için toplanan vergileri dahi,lüzumsuz başka alanlarda kullanarak yok eden bizi yönetenlerin; şimdi içinde bulunduğumuz ve tüm Dünya'yı saran Korona virüsünden kaynaklı bir sağlık afetine karşı hazırlıksız yakalanmış olması da, çok doğaldır.
Nerede o Devlet aklı bizi yönetenlerde,neredede o ileri görüş?Ara da bulasın.
Cahili ve okumuşu, halkımız bile, anasından babasından,dedelerinden miras, güzel bir adeti kendileri için uygulamakta ve öngöremedikleri muhtemel ölüm,kalım, hastalık gibi zor günlerinde kullanmaları için;ölümlük,kalımlık ve kefen parası dedikleri belirli miktardaki parayı, bir kenara koyup saklamaktadırlar.
Ülkemizi de etkisi altına alan son Korona Virüs salgını gösterdi ki;bizi yönetenler,cahil halkın bile öngördüğü, ölümlük,kalımlık bir kefen parasını bir kenara koyamamışlar.Halkın; bir donunu almadıklarının kaldığı,verginin dahi vergisini aldıkları,1999 Gölcük depremi için geçici olarak konulan ve deprem vergisi olarak anılan vergiyi dahi,sürekli hale getirdikleri,fakir halkın kanını emen binlerce kalem ağır vasıtalı ve vasıtasız vergilerle topladıkları katrilyonları;bir miras yedi gibi,plansız ve programsız,ihtiyaç sıralaması yapmadan hoyratça harcayarak tüketmişler ve hazineyi boşaltarak, fakir halka el açar hale getirmişlerdir.
AKP Genel Başkanı ERDOĞAN;salgın nedeniyle herkesin evlerine kapanmaları,piyasanın ve alış verişlerin durma noktasına gelmesi nedeniyle işsiz kalan, gün kazanıp gün yemek zorunda olan;küçük esnaflara,taksicilere,inşaat işçilerine,amelelere,hamallara,berberlere,gündelikçi ev çalışanlarına,pazarcı esnafına,ayakkabı boyacılarına ve aklımıza gelmeyen emeğiyle çalışan milyonlarca fakir ve çaresiz insanımıza, nakdi ve mali yardım edemez durumda olup,onların sadece devlete olan borçlarını erteleme,kredi verme,uçamayacakları uçak biletlerinden alınan KDV'yi %1'e indirme,gidemeyecekleri kapalı olan otellerdeki konaklama vergisini erteleme,konut kredi faizinde indirim yapma gibi,akıl almaz,karın doyurmayan ve milletin aklıyla alay eden bir paketi ancak açıklayabilmişlerdir.
Baktılar bu tedbirler bir işe yaramıyor,halka el açarak, halktan yardım dilenme,yardım kampanyası açma yolunu seçmişlerdir.
Kampanya'yı dün açan AKP Genel Başkanı ERDOĞAN;lütfetmiş ve yedi aylık maaşını, bu kampanya'ya bağışladığını açıklamıştır.Adama sorarlar,niçin bir yıllık veya dönem sonuna kadar ki maaşını değil de, yedi aylık maaşını bağışlıyorsun?Seni, bu millet zaten 1150 odalı sarayında yemen ve içmen dahil bedavadan ağırlayıp misafir etmiyor mu,sen Dünya'nın en zengin insanlarından birisi değil misin,niçin yedi aylık maaş,bu yedi ayın bir anlamı mı var sizin için?
ERDOĞAN'ın bu kampanyası fazla ilgi görmez,halk artık kendisine inanmıyor ve güvenmiyor.Bu kampanya'ya; ancak, yandaş iş adamları,halkın parasını soyan yandaş müteahhitler,ERDOĞAN korkusuyla katkı sunabilirler o kadar.
Halkımızın güveni kalmadığı için halkımızın bu kampanya'ya destek vereceklerini sanmıyoruz.Zaten halkımızın yardım etme gücü kaldı mı ki?
Devleti yönetenler,halkın vergileriyle toplanan kamu gelirlerini;kamu hizmetlerini ve yatırımları önemlerine ve aciliyetlerine göre bir öncelik sırasına koyarak, iktisatlı ve planlı bir şekilde harcamak ve bunun da hesabını halkımıza vermek zorundadırlar.
Devleti yönetenler;topladıkları halkın parası vergilerden, bu afet günlerini düşünerek, ölümlük ve kalımlık bir parayı bütçede bir fasıl açarak ayırmalıydılar.Bunu yapmadıkları gibi,ayrılan halk yararına birçok fonda biriken paraları dahi, istedikleri yerlerde lüks ve israf için,taşa,betona ve toprağa yatırdılar.Merkez Bankasından aldıkları kefen parası tabir edilen yedek akçeyi dahi,bir çırpıda harcayıp tükettiler.Plan,bütçe ve bütçe disiplini diye birşeyle, asla tanışmadılar.
Halktan yardım dilenen ERDOĞAN'ın;halkına güven aşılaması ve peşinden gelmelerini isteyebilmesi için, acilen yapması gereken bazı zorunlu fedakarlıkları, burada sıralalamak istiyoruz.
ERDOĞAN öncelikle;
Yedi aylık değil,görevinin sonuna kadar alacağı tüm maaşlarını bu yardım kampanyasına bağışlamalıdır.
Nereye gittiği çok şüpheli olan ve yasa gereği soruşturulamayan örtülü ödenek harcamalarına derhal son vererek,mevcut örtülü ödeneğinin tamamını,bu salgından ekonomik olarak etkilenen kişilere düzenli olarak dağıtmasını sağlamalıdır.
Sarayın 1150 odasını doldurabilmek için,etrafında oluşturduğu ve adlarına danışman denilen paralel devlet yapısına derhal son vererek,aslında kendilerinden bir kelime dahi danışmadığı,tümü zengin, birkaç yerden maaş vesair geliri olan,işe adam değil adama iş icat edilerek saraya doldurulan yandaş danışmanlar ordusunun işlerine acilen son vererek,bunlara bütçeden beyhude ödenen ödenek ve maaşları, fakir halkın istifadesine sunmalıdır.
Sarayın günlük masrafının ağır yükünü bu şartlarda taşıyamaz hale gelen halkın durumuna acıyarak,bütçenin kamburu olan saray'a kilit vurmalı ve ATATÜRK'ün ve sonraki Cumhurbaşkanlarının şerefle ve severek ikamet edip mesai yaptıkları ÇANKAYA KÖŞKÜNE taşınarak,bütçedeki saray yüküne ve israfına son vermelidir.
Kullanımındaki uçan saray tabir edilen uçaklardan birini muhafaza ederek, geri kalanları satışa çıkarmalı ve elde edilecek paralar bütçeye gelir kaydedilerek,halkın istifadesine sunulmalıdır.
Marmaristeki yazlık ve Van Gölü kenarındaki, ne olduğu belirsiz saray yapımları kaldığı yerde dondurulmalı ve ileride tamamlandığında, turizme devredilmelidir.
Uçan ve uçmayan sarayları,yatları,lüks ve ihtişamı,israfı, devletin itibarı sayan yanlış ve köhne Osmanlı zihniyetini terk ederek,artık ülkenin gerçekleri ile yüzleşmelidir.
Salgın sona erdikten sonra da,kendisinin ve devlet büyükleriyle bürokratların gereksiz ve temelinde gezme amacı yatan sözde görev amaçlı yurt dışı seyahatlerine sınır getirmelidir.
Lüks makam otomobili saltanatını solandırmalıdır.
Yap,işlet devret modeliyle ve kar garantisiyle devlete iş yapan yandaş müteahitlerle masaya oturarak,tüm ihale anlaşmalarını, ortaya çıkan olağanüstü hal nedeniyle yeniden uyarlayıp güncellemeli ve şimdi devlete daha da ağır bir yük haline gelen kar garanti ödemelerinin, bu salgın boyunca tamamen silinmesini sağlamalıdır. Anayasanın bile çok kolay ihlal edildiği ve uygulanmadığı ülkemizde;gerekirse, bunun için hukuk ihlallerini halkının geleceği için göze alabilmelidir.Orta vadede de,bu yap işlet devret modeliyle yapılan kar garantili tüm tesisleri,süreleri dolmadan bedeli mukabilinde devletleştirmelidir.Bundan sonra da,yap işlet devret modeliyle tesis yapmaktan kaçınmalıdır.
Devlet ve bürokrasideki her türden lüks harcamalara derhal son vermelidir.
Diyanet İşleri Başkanlığının dikkati çekilerek,kuruluş amacının dışına çıkmaması sağlanmalı,ihtiyaç fazlası cami yapımından ve buralara din görevlileri atanmasından vaz geçilmeli,hatta her sokağa ve mahalleye yapılmış olan ihtiyaç fazlası camiler belirlenerek kapatılmalı,burada çalışanlar başka yerlerde görevlendirilmelidir.
Diayenet İşleri Başkanlığı 2020 yılı Bütçesinin %50 si;derhal, Sağlık Bakanlığına aktarılmalı,Diyanet İşleri Başkanlığı geri kalan para ile idare etmesi ve yasasındaki kuruluş amacının dışına çıkmaması gerektiği konusunda şiddetle uyarılmalıdır.
Dinci vakıfların hortumları kesilmeli,bu vakıflara kamudan bir kuruş dahi aktarılmamalı,vakıfların; yardım edilen değil, kendi öz varlıklarıyla yardım eden kurumlar olduğu gerçeği hatırlanarak uygulamaya konulmalı,dinci tüm vakıflara daha önceki zamanlarda, belediyeler ve devlet kurumları tarafından aktarılan değerler, geri çekilmeli ve halkımız için kullanılmalıdır.
Sayın ERDOĞAN;sadece yedi aylık maaşını bağışlayarak değil,yukarıda saymaya çalıştığımız ve bizim unuttuğumuz diğer tedbirleri alarak yürürlüğe koymalıdır ki; halkımız, onun peşinden yürümek değil,salgının vurduğu ihtiyaç sahibi insanlar için, seve seve koşsunlar.
Bunun başka yolu yok, Sayın ERDOĞAN.
Bize ve halkımıza kaybettirdiğiniz,size olan güven ve inancı yeniden kazandırabilmeniz için,yukarıda saymaya çalıştığımız bu adımları acilen atmanız zorunludur.
Bekliyoruz,tüm halkımız ve tabi bendeniz de. 31/03/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

30 Mart 2020 Pazartesi

CİNSEL SALDIRI SUÇLARINDA AF VE KANIT SORUNU


Malum,şu sıralarda Meclis gündeminde adına af mı dersiniz, infazda iyileştirme,cezaevlerinde yer açma mı dersiniz, ne derseniz deyiniz, cezaevlerinden yetmiş bine yakın mahkumun,bazı koşullarla salıverilmelerine imkan tanıyacak bir yasal düzeenleme çalışması bulunmaktadır.
Bu iyileştirmeden yararlanacak suçlu tipleri, her iyileştirmede sorun olmuş ve büyük tartışmaları beraberinde getirmiştir.
Aslında, gerçekten zor bir durumdur bu.
Her suçun mağduru;kendisini mağdur eden, kendisine yönelik suç işleyen suçlunun cezasını tam olarak çekmesini arzular, haklı olarak.
Aslında,kişilere yönelik;onların canlarına,bedensel bütünlüklerine,ırz ve namuslarına,özgürlüklerine ve mallarına yönelik suçun suçlarının,o suçun mağdurlarının rızaları olmadan,Devlet tarafından affedilmeleri,cezalarında indirime gidilmesi yerine,Devlete karşı,Devletin bazı makamlarına karşı işlenen suçlar diye adlandırabileceğimiz,en başta Cumhurbaşkanına hakaret olmak üzere,hükümeti devirmeye,parlamentoyu çalışmaz hale getirmeye teşebbüs,terör örgütüne üye olmak gibi malum suçların suçlularının cezalarında indirimlere gidilmesi, insanların rızaları alınmadan yapılabilmelidir.
Devlet ise; haklı olarak, kendisine yönelik suçların suçlularının affına hiç sıcak bakmamakta, terör suçu,hükümeti devirmeye teşebbüs suçu denilince aklı başından çıkmakta, başına kaynar sular dökülmektedir.
Devlet;kendi organlarına,kendisine yönelik suçların suçlularının cezalalarında iyileştirme yapılmasına karşı ise,sade vatandaşın canına,ırz ve namusuna, özgürlüğüne,bedeni bütünlüğüne ve malına karşı suç işleyen suçlunun cezasında iyileştirme hak ve yetkisini kendisinde nereden bulmaktadır?
Şimdi gelelim cinsel saldırı suçlarına;ülkemizde bu tür suçların giderek arttığı,bu suçların beraberinde,cinsel saldırıya uğrayan kişinin öldürülmesine kadar uzandığı,kadına şiddetin kol gezdiği,on beş yaş altı çocukların imam nikahıyla evlendirilerek çocuk gelinlerin her geçen gün arttığı ülkemizde,Devletin bu suçlara ilişkin ceza siyasetinin çok katı olması ve bu konuda,insanlara cesaret veren af veya ceza iyileştirmelerinden kaçınması zorunludur.
Değerli sınıf ve facebook sayfa arkadaşım Emekli Hakim Leyla ALKAN; sayfasında, ”REŞİT OLMAYANLA CİNSEL İLİŞKİYE ,CİNSEL SALDIRMA ve CİNSEL TECAVÜZE AF GELİYOR”şeklinde, bu tür suçlara affı kabul etmeyen bir paylaşımda bulunmuş,bir arkadaşı da bu paylaşıma; “ Geçen yıne bir haber vardı konuşamayan (LAL)galiba 16 yaşında bir kız çocuğuna tecavüzü suç saymadı mahkemenin .suçluları serbest bırakma gerekçesi de kızın bağırmamasıymış.İnanılır gibi değil kız engelli bir defa.acaba bağırabilmiş mi.ki .ve bu hakim hangi vijdanla verdi bu kararı.”yorumunu yapmış.
Bu yoruma göre;mağdur, hem de konuşma özürlü,haki; 16 yaşındaki cinsel saldırıya uğrayan kızın bağırmamasını,sanığın lehine delil sayarak, suçluyu serbest bırakmış.Kararı görmedik dosyadaki diğer delilleri de bilmiyoruz.
Ancak,mağdurenin bağırmamış olması,tek başına suçlunun lehine kanıt olamaz.
Evet,bu tür suçlarda,suçun; genellikle, kimsenin görmediği ıssız ve tenha yerlerde, iki kişi arasında vukubulan bir suç olması nedeniyle, doğrudan tanık kanıtı bulmak, ya çok zor, ya da mümkün değildir.
En önemli kanıt;diğer yan delillerle takviye edilen,mağdurun şikayet ve beyanlarıdır.Uygulamada,hakimlerimiz;mağdur kişi,kendisine yönelik olmayan bir saldırıyı olmuş gibi dillendirmez,bu hayatın olağan akışına aykırıdır,olmayan bir saldırıyı dillendirmek, olmuşundan daha zarar verir kendisine,bu nedenle söyledikleri doğru olmalıdır mantığıyla, mağdurların beyanlarına kural olarak itibar etmektedirler.
Bazen, şikayetin geç yapılması nedeniyle,mağdurda zora dayalı yara bere,tırnak izi,sıyrık,ekimoz,meni lekesi gibi maddi bulguların elde edilmesi de imkansızlaşmış olabilir.Mağdurenin vajinasındaki zarın elastikiyeti nedeniyle yırtılma olmamışsa veya tam duhul söz konusu değilse,kızlık zarı muayenesi ile de cinsel saldırının doktor raporuyla delillendirilmesi mümkün değildir.
Bu suçlarda hakimlerimizin işi,eylemi kanıtlandırmak açısından oldukça zordur.
Mağdurenin eylem sırasında bağırmaması; çeşitli nedenlere bağlı olabilir,örnek olayda mağdurenin konuşma özürlü olduğu söyleniyor,bu özürlü mağdurenin bağırmasını beklemek büyük iyimserlik olur,bazen olayın şokuna giren mağdure,istese de bağıramayabilir veya mağdur; daha önce, yakınlarına ve kendisine büyük zararlar verileceği konusunda tehdit edilmiş olabilir,sanık çok yakını olabilir ve o an bağırınca olabilecek aile faciasından çekinmiş ve bu nedenle bağırmamış olabilir veya damgalanmamak için korkudan bağırmamış olabilir.
Bu nedenle, bağırmadı öyleyse isteyerek bu ilişkiye girmiştir,on beş yaşını da tamamladığına göre, rızası da var,suç yoktur denilemez.
Tüm dosya içeriğine,mağdurenin geçmişine,içinde bulunduğu koşullara,kültür seviyesine,yetişme tarzına,yetiştiği ortama,bir genç kızın olmayan kendisine yönelik bir cinsel saldırıyı olmuş gibi göstermesinden kaynaklı bir yararının bulunup bulunmadığının,”şuyuu vukuundan beterdir” sözünün ışığında ve hayatın olağan akışına göre,hakim tarafından vicadani kanaat oluşana dek değelendirilmesi ve ona göre bir sonuca varılması gerekir.
Bu tür suçlarda;bazen bağırıp çağırmanın yanlış sonuçlar verebileceği de unutulmamalıdır.Bu nedenle; bağırıp çağırma,tek başına bu suçun kanıtı olmadığı gibi,ibazen iftira atmanın bir yardımcısı olabilir.
Bizim bir savunmamızda dile getirdiğimiz o örneği vermek istiyoruz.Özellikle büyük şehirlerdeki çok katlı apartman ve işyerlerinde asansörler kullanılır bildiğiniz gibi.Diyelim ki,aynı iş yerinde veya apartmanda oturduğunuz, size şu veya bu nedenle kızan ve sizden öç almak isteyen bir bayanla, hem de bir yaz günü yarı çıplak kıyafetlerin giyildiği bir günde, tesadüfen ve tek başınıza asansöre binmek durumunda kaldınız,o kötü niyetli, size iftira atmak isteyen bayan,yarı açık bulüzünün düğmelerini de çekip kopararak, tırnaklarında deri izi kalmayacak şekilde hafifçe göğüs nahiyesinde çizikler oluştursa ve bu arada da imdat imdat, bana saldırıyor diye bağırsa,ne olacak?Al başına belayı.Bağırmadı suç yok,bağırdı suç var mı diyeceğiz?
Bu nedenle ben, bir hukukçu olarak, tanımadığım bir bayanla ansöre asla tek başıma binmem.
Gördünüz mü,özellikle cinsel taciz suçlarında, hakimlerin işlerinin ne kadar zor olduğunu.Aşağı tükürsen sakal,yukarı tükürsen bıyık.
Yargılarken de,affederken de çok dikkat edilmesi gereken bir suç tipidir cinsel saldırı suçları. 30/03/2020
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu






29 Mart 2020 Pazar

ATATÜRK DİYANETİ SARAY'IN SOYTARISI OLSUN DİYE KURMADI



Sayın Diyanet İşleri Başkanı;oturduğun koltuğun değerini bil ve o koltuğa layık, gerçek bir Müslüman ve din adamı gibi davranarak,halkının çoğunluğu Müslüman olan bizleri, daha fazla rencide etme ve küçük düşürme lütfen.
ATATÜRK;şimdi sizin koltuğunda oturduğunuz Diyanet İşleri Başkanlığını, Allah'a değil de,kendisi de fani bir kul olan Saray'a kulluk ediniz,Saray'ın soytarısı olunuz diye kurmadı.
ATATÜRK,çok inandığı Yüce İslam dininin yozlaşmaması,politikaya alet olarak siyasallaştırılmaması, cemaat ve tarikatların elinde tanınmaz ve paçavra bir din haline getirilmemesi,gerçek İslamı milletimize öğretmesi ve milletimize rehber ve rol model olması için kurdu.
Dikkat ediyorum,siz göreve geldiğinizden bu yana,zaten yozlaşan ve siyasallaşan Diyanet ve İslam dini, tamamen yozlaştı ve adeta tanınmaz hale getirildi,kurucusu ATATÜRK'e yönelik bir tetikçi ve bütçenin kemiricisi haline dönüştürüldü.
Unutmadık,ATATÜRK düşmanı geberip giden o fesli Kadir denilen deli bozması soytarıya,resmi kıyafetiniz ve makam aracınızla yaptığınız vip ziyareti.
O Fesli deli Kadir ne demişti?ATATÜRK'e ağıza alınmayacak küfürler etmiş ve keşke Yunan galip gelseydi dememiş miydi?siz bu sözleri söylediğini bile bile,vatan haini bu adamı, büyük bir hayranlıkla ziyaret eden iyi dilekler sunan ve onun günahlarına sahp çıkarak ortak olan, günahkar bir zatsınız.
Son yaptığınız rezalete ne demeli?
Ülkemizde ve tüm Dünyada bir salgın hastlık var, insanlar hastalanarak ölüyorlar,siz gecikerek de olsa, camilerde toplu Cuma ve diğer toplu namazları halka yasaklıyorsunuz,ama bir bakıyoruz, bu yasağı delen de sizsiniz,Saraydaki halka kapalı camide, seçmece karpuz seçer gibi seçtiğiniz ve ölüm korkusundan aralıklarla saf tutturduğunuz değerleri kendilerinden menkul insanlara imamlık yaparak,vip cuma namazı kıldırdınız.
Ben, sizin kadar sözde Müslüman değilim ama,anayasanın eşitlik kuralına da aykırı olan bu ayrımcılıkla kılınan bu vip cuma numazı, Allah katında muteber bir namaz olarak kabul edilemez asla.
Bana göre;siz, sevap değil, aslında günah işlediniz.
Namaz niçin vardır? insanların ruh ve beden sağlıklarına yapacağı olumlu katkılar için vardır.
Allahın,kullarının namazına ihtiyacı yoktur,namazı kendisi için değil, kullarının beden ve ruh sağlıkları için farz kılmıştır.Kaldı ki; herkesin, evlerinde tek başlarına namaz kılma imkanları da vardır, bu yasak değildir.
Salgın hastalık;sağlık için gerekli olan dini vecibelerin üzerine çıkacak derecede insan sağlığına zarar verir hale gelmişken, siz,Allah'ın ihtiyacı olmayan kullarının sağlıkları için farz kıldığı cuma namazını,hem de insanlar arasında ayrım yaparak, seçkin insanları arkanıza alarak,cemaat halinde kılarak kendi yasağınızı asla delemezsiniz.Buna, ne insan olarak, ne de din adamı olarak, hakkınız ve yetkiniz yoktur.
Bana göre,siz Müslüman değilsiniz,hatta onurlu bir insan da değilsiniz.
Diyelim ki;emrinde olduğunuz Saray'dan, böyle bir vip cuma namazı kılınması emri ve teklifi aldınız.
Onurlu bir insan ve sözde en büyük din adamımız olarak;niçin,”Sayın Cumhurbaşkanım,biliyorsunuz ülkemiz büyük bir salgınla karşı karşıya,bu nedenle cemaat halinde toplu namaz kılınmasını yasakladık,şimdi biz halkın önderleri olarak,kendi aldığımız bu yasağı deler ve seçilen az sayıdaki cemaatle bir toplu cuma namazı kılmaya kalkışırsak,halkımıza kötü örnek oluruz,halkımız nezdinde inandırıcılığımızı kaybederiz,kaldı ki; bu şartlarda, ayrımcılık yaparak kılacağımız cuma namazı da, Yüce Allah katında hoş karşılanmaz,bu namazı beyhude kılmış oluruz ve hem sizin ve hem de bemim itibarım, iki paralık olur,lütfen bu niyetinizden vaz geçiniz,aksi halde, beni bu görevden affediniz”niçin diyemediniz,bu cesareti ve insanlığı niçin gösteremediniz,onurlu ve vicdanlı davranamadınız ve kul'a kulluk yaptınız?
Anlamak mümkün değil.Sayın Diyanet İşleri Başkanı;bir hukukçu olarak, size ancak bu kadar ağzımı bozabiliyorum,aslında siz daha kötü sözleri hak ettiniz onu da biliniz lütfen.
İslam sizlerin ellerinizde yok oldu.
Sizler Müslümansanız,batsın böyle Müslümanlık,ben sizin anladığınız ve öğrettiğiniz gibi Müslüman değilim,Allah sizlerin cezasını vermediği sürece, Hristiyanım bundan sonra.
Allah'ın yerinde olsaydım,sizleri secdedeyken taş keser ve ibreti alem için, o şekilde kaskatı bırakırdım, Müslümanlığı rezil ettiğiniz için. 29/03/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

28 Mart 2020 Cumartesi

DEVLETİN İTİBARINDAN TASARRUF OLMAZ!



Devletin itibarından asla tasarruf olmaz.Aksi halde, güçlü devlet olunmaz.
Allah, insanları;doğar doğmaz gördüklerinden,büyürken,okurken,evlenirken ve evlendikten çoluk çocuğa karıştıktan sonra sürekli olarak içinde bulunup yaşadıkları tüm zenginlik ve imkanlarından,alışkanlıklarından,görgülerinden asla yoksun bırakmasın.
Alışmış, kudurmuştan beterdir derler,bu nedenle Allah kimseyi, alışkanlıklarından mahrum bırakmasın.
Biz diyoruz ki;bu itibar, atalarımızdan bize miras,Osmanlı atalarımız, dedelerimiz,at sırtında Dünya'yı fethetmişler,elde ettikleri ganimetlerle,lüks ve ihtişam içinde saraylarda,haremlerde Dünya'nın dört bir yanından gelen cariyelerle muhteşem bir hayat sürmüşler,tüm Dünya'yı dize getirmişler,itibarlı bir imparatorluk kurmuşlar,itibarlarından hiç ödün vermedikleri için de,itibarlı bir şekilde itibarsızlaşarak çöküp gitmişlerdir.
Ama olsun,itibarlarından asla taviz vermemişler ya.
Bu nedenle,Osmanlının küllerinden yeniden kurulan günümüz Türkiye Cumhuriyeti Devletinde de,bizi yönetenler,Osmanlı mirası bu itibarı, taviz vermeden devam ettirerek,özlemle ve hayranlıkla andıkları Osmanlının yeniden diriltilmesi için çaba sarf etmektedirler.
Bugün de, Osmanlının küllerinden yeniden doğan ve kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin itibarından asla tasarruf edilmemekte,devletimizin itibarı için anayasa dahi değiştirilerek, Osmanlı gibi,tek adam tarafından yönetilmektdir.
Devletin itibarı için,öncelikle parlamenter demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden vaz geçilmiştir.
Uçan saraylar,itibarlı Osmanlının yadigarı İstanbuldaki onca saray itibarımıza yeterli gelmemiş,bu devletin kurucusu itibardan yoksun(!) ATATÜRK'ün gecekondu(!) Çankaya Köşkü terk edilerek, Ankara Beştepede devasa 1150 odalı saray yaptırılarak,bizi tek başına yöneten zamanımız padişahı devlet reisimiz, bu sarayda ikamet ve mesai yapmaya başlamıştır.
Bu da yetmemiş,Marmariste bir yazlık saray ve Van Gölü kenarında bir kaçak saray inşaatı devam etmektedir.
Devletimizin itibarı söz konusu olduğunda akan sular durmuş ve yine devletimizin itibarını korumak ve daha da göklere çıkarmak,Karadenizin sularını Marmara'ya akıtmak ve çok küçük kalan İstanbul'a(!) yeni bir İstanbul ilave etmek ve içinde bulunduğumuz bilgisayar ve uzay çağına son verip, yeni bir çağ açmak amacıyla(!) Kanal İstanbul yapmak üzere,yeni modern çağa uygun maskeler ve eldivenler takılarak atılan imzalarla,dün itibariyle ilk adım atılmıştır.
En başta Çin olmak üzere,devletimizin itibarını ve ihtişamını kıskanan dış güçler,Korona virüsü denilen bir virüsü ortalığa salmışlar ve maalesef aldığımız eksiksiz tüm tedbirlere(!) rağmen,bu virüsü ülkemize de bulaştırmak da başarılı olmuşlardır.
Ancak,ülkemizin ve devletimizin itibarına,bu Korona virüs salgını yoluyla dahi, asla mani olamayacaklardır.Önemli olan, ülkemizdeki;halkımızın sağlığı,iş sahibi olup olmadıkları,işsizlik,yokluk,pahalılık,üretim açığı,cari açık,ödemeler dengesi,cahillik,hazinenin iflası,lüks ve şatafata harcanan israflar değil, önemli olan devletimizin olmazsa olmazı, itibarıdır.Ülkemizdeki tüm olumsuzluklara rağmen,tek yapacağımız iş,devletimizin itibarını korumak ve itibarından tasarruf etmeye,ödün vermeye kalkışmamaktır.
Devletimiz;uçan ve uçmayan sarayları,vip yatları ve uçakları,lüks harcamaları,gelir garantili köprüleri,havaalanları,otobanları,tünelleri ile itibarlı kılındığı sürece korkmayınız.
Korona virüsü dahi, devletimizin itibarı ve ihtişamına yenilecek ve en kısa sürede ülkemizin sınırlarını terk etmek zorunda kalacaktır.
Biz, boşuna mı; Devletin itibarından asla tasarruf edilmez diye dil döküyoruz,işte bunun için sevgili vatandaşlarım!28/03/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

26 Mart 2020 Perşembe

AKLINI BAŞINA TOPLA RECEP TAYYİP ERDOĞAN


Kimse işi şakaya almasın lütfen, durum çok ciddi.
Bu Korona virüsü tüm Dünyayı sardı ve bizim ülkemizi de kıskacına aldı,siz bakmayınız açıklanan resmi rakamlara,bizden ileri ve medeni ve daha temiz ülkelerde bile bu kadar çok salgın olacak,geri kalmış tüm sınır kapıları kevgire dönmüş,tüm milletten insanın yaşadığı,göçmen kaynayan ülkemizde, virüs salgın halinde olmayacak öylemi?Buna çocuklar bile gülerler.
Felaket tellallığı ve halkı paniğe sevk etmek değil amacımız,işin ciddiyetini en başta bizi yöneten tek adam, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN olmak üzere herkes kavramalı ve aklını başına toplayarak,politik kaygılardan arınarak, en başta genel sokağa çıkma yasağı olmak üzere, sosyal ve ekonomik tüm tedbirleri alarak, derhal uygulamaya koymalıdır.
Yarın çok geç olabilir, insanlarımız telef ve zaten kırılgan olan ekonomimiz, yerle bir olabilir.
Bu salgın, zecri tedbirlerle dizginlenemezse, kontrol altına alınamazsa,hastalrımıza bakacak ve tedavi edecek doktor ve hastane dahi bulamaz hale geliriz ileriki günlerde.
Recep Tayyip ERDOĞAN;ülkesini ve milletini seviyor ve düşünüyorsa,virüse karşı alacağı sosyal,ekonomik ve kısıtlayıcı tedbirler yanında,halkın karşısına çıkarak,şu takıntı haline getirdiği, İstanbulu yok edecek ve ülke ekonomisini mahvedecek,fakir ve işsiz halkı daha da fakir ve işsiz kılacak, Kanal İstanbul projesinden kesin olarak vazgeçtiklerini,bunun için ayırdıkları veya ayırmayı düşündükleri ödeneği,ülkenin öncelikli işleri ve korona virüsü salgını için alınacak olan sosyal ve ekonomik önlemler için kullanılacağını, açıkça hakımıza açıklamalı ve vürüs ile mücadelede halkımızdan talep edeceği fedakarlıkları hak etmelidir.
Biz ülkesini ve halkını çok seven sorumluluk taşıyan elli yıllık hukukçu bir aydın olarak,her türlü sorumluluğu yüklenerek,bu çağrıyı yapıyoruz.
Bu çağrıyı,bu ülkenin yetiştirdiği ve bu ülkede yaşayarak karnını doyuran bir kişi olarak,ileride vatanımıza ihanet etmiş olmanın rahatsızlığını duymamak için yapıyoruz.
Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN'dan, işin ciddiyetini,halkımıza tarafsız bir Cumhurbaşkanı gibi önder olmasını,ilk iş olarak, şu Kanal İstanbul projesinden vaz geçtiklerini,ülkenin kısıtlı imkanlarını bu salgın hastalıktan korunmak için kullanacaklarını ivedi açıklamasını bekliyoruz.
Aksine bir davranışın ve bu salgının önlenmesi için alınması gereken tüm tedbirlerin alınmayarak,sadece halka sokağa çıkmamaları nasihatı yapılmasının,vatana ihanet olacağını buradan alenen ilan ediyoruz.
Türk Milleti,her türlü zorluğu aşacak güce ve morale sahiptir,bu virüs salgınından da kurtulacak ve ilelebet yaşayacaktır. 26/03/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



25 Mart 2020 Çarşamba

ÜLKENİN GENEL MANZARASI



Korona virüsü Dünya'yı esir aldı,olumsuz etkileri sadece bizim ülkemizde değil.
Ancak,bu virüs den çok daha az zararla çıkabilme şansımızın olmasına rağmen; maalesef,siyasal iktidarın, ülkenin ihtiyaçlarına öncelik sırası veremeyerek hazinedeki paraları,lüzumsuz,öncelik arz etmeyen işlere,taşa,toprağa,betona,lükse ve şatafata harcayarak sıfırı tüketmesi ve alınması gereken tedbirleri,dinsel nedenlerle zamanında alamaması,umreye gidişlere,toplu namazlara zamanında yasak getirmeyi göze alamaması,okulları zamanında tatil edememesi ve hala, ülkede genel bir karantina kararı alamamsı ve benzeri nedenlerle, bu vürüsün daha fazla yayılmasının önüne geçilememiş ve bu salgın nedeniyle acilen alınarak uygulamaya konulması gereken ekonomik ve sosyal yardım paket ve tedbirleri, uygulamaya konulamamıştır.
Ülke adeta sahipsiz kalmış,zaman zaman, Sağlık Bakanı medyanın karşısına çıkarak, salgının tahribatını sayılarla açıklamakta,ancak şeffaf bilgiler vermekten,özellikle salgının ülkenin hangi şehir ve kasabalarında yaygın olduğu konusunda bilgi vermekten kaçınmakta,bu gizlilik de, insanların bu salgınla mücadelesinde menfi etki yapmaktadır.
Hergün meydanlara çıkarak,kapalı salon toplantılarına katılarak,yandaş muhtarları ve yandaş iş adamlarını ve sanatçıları sarayda toplayarak siyasi nutuklar atan, partisinin propagandasını yapan,muhalefete ağıza alınmayacak laflar eden partili ve taraflı Cumhurbaşkanı,inzivaya çekilmiş ve vatandaşlarını,her saniye sesini duyma alışkanlık ve bahtiyarlığından esirgemiştir!
Denizcilikde bir kural vardır,bir tehlike halinde, gemiyi en son o geminin kaptanı terk eder.Gemiyi batırmamak için,olmadı gemideki yolcuların can güvenlikleri ve tehlikeden zarar görmemeleri,gemiyi sağlimen terk etmelri için, sonuna kadar canla başla çalışır ve gerekirse hayatını verir yolcuları için.
Bizler,iyi günlerimizde ağzından çıkanın emir ve yasa olarak kabul edildiği,herşey de kesin ve son söz sahibi olan ülkemiz gemisinin tek yetkilisi, Allah'dan sonra gelen kaptanı cumhurbaşkanını,salgın hastalığa dayalı bu ev hapsi günlerimizde televizyonlarda daha sık görmek,bu salgın için alınan ve alınması düşünülen kararları, onun sesinden duymak isterdik.
Ama,bizim geminin kaptanı kendi canının derdine düştü,iyi günlerde değerleri kendilerinden menkul insanları bile saray'ında kabul eden ve şereflendiren, kaptan köşkünde ağırlayan kaptanımız,bu salgın nedeniyle yaptığı toplantıyı dahi, o beğenmediği ve dışladığı ATATÜRK'ün Çankaya köşkünde yapma gereği duydu,kendi bürokrat ve bakanlarını dahi sarayına kabul etmekten çekindi,mikrop bulaştırırlar endişesiyle.
Şimdi gemisini,kapalı kapıların ardından, dört duvar arasında, tek başına ve beğenmediği hristiyanların icadı teknolojinin imkanlarından yararlanarak sözde yönetmeye çalışıyor,daha doğrusu yönetmeye çabalıyor.
Ama,sorun çok,Merkez Bankasının kefen parası dedikleri,ülkenin bu afet ve zor günlerinde devreye sokulması gereken ihtiyat akçeleri dahi, yendi ve tüketildi.
Bu makale,kimseyi eleştirmek ve insanlarımızı kötümserliğe sevk etmek amacıyla yazılmamıştır.İnsanlarımız her şeyin farkındadırlar,biz belki ilerisi için ders çıkarılır ümidiyle, bilinen gerçekleri şöyle bir toparlamak istedik o kadar.
Buradan,hukukçu olarak şu anda mecliste üzerinde çalışılan cezaevlerini boşaltma amaçlı infaz düzenlemesiyle ilgili olarak düşüncelerimizi de açıklamak istiyoruz.
Bize göre,cezaevlerini boşaltarak, binlerce hükümlünün dışarıya salıverilmesinin zamanlaması yanlıştır.Şu anda hükümlüler, devletin gözetiminde emin ellerde karantina altındadırlar.Genel bir sokağa çıkma yasağının dahi gündemde olduğu şu salgın günlerinde, infaz yasasında yapılacak bir düzenleme ile yaklaşık yüz bin civarında insanın sokağa salıverilmesi,bu salgının yayılma riskini artıracaktır.
Evet, bir saniye dahi özgülükten yoksun kalmak savunulamaz,ancak bugüne kadar özgürlüklerinden mahrum kalan hükümlülerin,hiç değilse salgının yavaşlayacağı günlere kadar cezaevlerinde tutulmaya devam edilmesi,hem kendilerinin ve hem de ülkenin geneli için yararlı olacaktır.
Zira,salınan her mahkum,özgürlüğüne kavuştuğunda daha büyük bir risk altına girecek,örf ve adetlerimiz gereği, evler geçmiş olsun ziyaretçileriyle dolup taşacak,dışarı çıkmama disiplini delinecek,ister istemez kucaklaşmalar,sarılmalar ve öpüşüp koklaşmalar çoğalacak ve korona virüsünün yayılmasına yol açılacaktır.
Bu nedenle,bize göre öncelikli olarak en başta haksız olarak tutuklanan gazetecilerden başlamak üzere,tıutukluların durumları savcılar ve hakimler tarafından yeniden değerlendirilmeli ve haksız olarak cezaevlerinde yatan kişilerin salıverilmesiyle yetinilmeli,salgın tehlikesi geçtikten sonra da, çok kapsamlı,eşitlik ilkesi gereği suç ayrımı yapılmadan infaz sisteminde iyileştirme yoluna gidilmelidir.
Hepinize,sağlıklı ve mutlu günler diliyoruz.25/03/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

24 Mart 2020 Salı

DEVLET(İDARE)HALKIN ZARARLARINDAN SORUMLUDUR



Korona virüs salgını ülkemizde de yaygınlaştıkça görülmüştür ki;iş başındaki iktidar, bağırarak geliyorum diyen bu tehlike için alması gereken tedbirleri;ya hiç almamış veya geç ve eksik almış olup,bundan dolayı bu salgının yol açtığı ve açacağı tüm ekonomik zararlarından dolayı vatandaşlarına karşı doğrudan sorumludur.
Hala bazıları çalışmak zorunda olan 65 yaş ve üstündeki vatandaşlar,alınan sokağa çıkmaya ilişkin yasaklama kararı nedeniyle işlerine gidemeyerek, işlerini kaybetmekle burun buruna gelmiş,halkın salgından korunmak için evlerine kapanması nedeniyle, iş yapamaz ve iş yerlerini kapatmak zorunda kalan veya kapatmasalar da işleri bozulan esnaf, çalışanlarının işlerine son vermek veya onları ücretsiz izne çıkarmak zorunda kalmış,ücretli öğretmenler derslere giremedikleri için ücretlerini alamaz hale gelmişler,salgın nedeniyle can derdine düşen az gelirli ücretleriyle çalışan insanlar, adeta açlığa mahkum edilmişlerdir.
Kimse darılmasın ama,devletin terör için aldığı tedbirleri, muhtemel bir salgın hastalık için almadığı, bu konuda hazırlığının ve planlarının olmadığı,bu sağlığımızı tehdit eden salgın için tahsis edeceği,zarar gören insanlarımıza doğrudan maddi destek sağlayacağı yeterli bir kayynağının olmadığı, anlaşılmaktadır.
Daha önce yazıp yayınladığımız ve devletin sorumluluğunu izah ettiğimiz makalemizde de açıkladığımız gibi, bu salgın nedeniyle ortaya çıkan zararlardan, devletin; hizmet kusuruna veya kusursuz (objektif) sorumluluk esasına göre sorumluluğu vardır.
Devlet yetkililerinin;bu salgın hastalığın önlenmesi için yapması gereken hizmeti,alınması gereken tedbirleri alarak yerine getirmemesi,eksik veya geç yerine getirmesi nedeniyle,hizmet kusuru içinde bulunduğu,her geçen gün ortaya çıkmaktadır.
Bu hastalığın, bağıra bağıra geliyorum demesine rağmen; laik bir devlete yakışmayan, dine, sağlıktan öncelik tanınarak, farz olmayan umrenin yasaklanmaması.binlerce insanın mikrop yuvasına başıboş salıverilmesi ve dönüşlerinde de tümünün karantinaya alınmaması,okulların camilerin ve statların kapatılmasında gecikilmesi ve benzeri alınmayan tedbirler, devletin kusura dayalı hizmet kusurundan kaynaklı sorumluluğunu gerektirmektedir.
Bir an için devletin tüm tedbirleri almasına ve hastalığın yayılmasında ve bu nedenle ortaya çıkan zararlarda hiçbir hizmet kusurunun bulunmadığını kabul etsek dahi, devletin; kamu yararı ve halk sağlığı ve bu hastalığın yayılmaması nedeniyle alacağı tedbirlerden dolayı vatandaşların uğrayacakları zararları, kusursuz(objektif) sorumluluk ilkeleri gereğince karşılamak zorundadır.
Devlet memurları ve emeklileri maaşlarını alacaklar ama,ücretli öğretmenler okulların zorunlu olarak kapatılması nedeniyle hak edemeyecekleri ücreti alamayavaklar,emeğiyle çalışan özel sektör çalışanları iş verenin ücretsiz izne çıkarmaları veya kazanamadıkları gerekçesiyle ödeyemedikleri ücretlerini alamayacaklar, öncelikle bu ücretlerin devlet tarafından karşılanması devletin yasal sorumluluğu ve sosyal devlet olmanın gereğidir.
Devletin,hastalığın yayılmaması için evlerinizden çıkmayın demesinin hatta bu konuda yasaklar getirmesinin bedelini devlet karşılamak ve çalışamayarak veya işten çıkarılarak açlığa mahkum edilen kişileri, sosyal devlet koruması altına almak zorundadır.24/03/2020


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu
NOT;Bu makalemizi tamamlarken aldığımız
bir habere göre, devlet bu makalemizdeki sorumluluğunu
hatırlayarak gerekli kararları almış olup,bu sevindiricidir.

23 Mart 2020 Pazartesi

ZORUNLU HAPİS GÜNLERİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ



Korona virüs salgınının ülkemizi de etkisi altına almış olması nedeniyle,bilinçli insanlarımızın çoğu kendi özgür iradeleriyle sokağa çıkmıyorlar ve kendilerini ev hapsine alıyorlardı.
Maalesef, bazı duyarsız insanlarımızın tehlikeyi ve halkımızın sağlığını hiçe sayarak sokağa çıkmaya, parklardaki banklarda yan yana oturmaya devam etmeleri üzerine,hastalığın daha da yayılmaması için, devletimiz bir karar alarak, 65 yaş ve üstü insanların sokağa çıkmalarına yasak getirmek zorunda kaldı.
Biz de 65 yaş üstü olmamız nedeniyle,zaten kendi arzumuzla çıkmadığımız sokağa çıkma yasağına tabi olan insan konumuna geldik.
İnsanın; kendi sağlığını düşünerek,bir yasaklama olmadığı halde,istediği zaman sokağa çıkabileceğini bilmesinin rahatlığı ve huzuru içinde,kendi özgür iradesiyle sokağa çıkmamasına karşın, getirilen yasak nedeniyle sokağa çıkamaması halinde,değişik ve farklı duygular yaşamaya başladığına tanık oluyoruz.
İnsanın, bir yasağa tabi olarak, sokağa çıkamayarak evde kalıp özgürlüğünden mahrum kalmasının,insanı tedirgin ve rahatsız ettiğini, özgürlüğünün değerini daha fazla hissettirdiğini anlamış olduk.
65 yaş ve üzeri insanların; çocuklarını okutup evlendirerek yuvadan uçurdukları, sağ ise, eşiyle iki başına kaldıkları düşünüldüğünde,bu iki yaşlı insanın aynı evde izole yaşayarak, ne kadar birbirlerine manen destek olsalar da, kendilerini; okuyarak, yazarak,medya'yı izleyerek vakit geçirmeye çalışsalar da,dört duvar arasında hapis kalmanın, ruh sağlıkları üzerinde mutlaka kötü bir iz bırakacağ yadsınamaz. Ancak,sağlıklı ve hayatta kalabilmenin;bugün süresi bilinmese de,gelip geçici olan bu hapis hayatından geçtiğinin bilinciyle, bu zor dönemi en az zararla atlatacağımıza güvenmeli ve kendimizi buna alıştırmalıyız.
Virüs nedeniyle; 65 yaş altı olmalarına rağmen,özgür iradeleriyle kendilerini ev hapsine almak zorunda kalan savcı ve hakimlerimiz de özgürlüklerinden mahrum kalacaklardır.Bize göre,savcı ve hakimlerimiz bu ev hapsi dönemlerinin olumsuz etkilerini,özgürlüğün ne demek olduğunu, kendi ruh halleri üzerinde gözlemleyip hissetmelilerdir ki;yasaları zorlayarak,tutuksuz yargılamanın asıl,hukuk sistemimizde zorunlu tutuklamanın olmadığını,yasal tutuklu nedenleri olsa dahi,hakimin tutuklama kararı verip vermeme konusunda özgür ve yetkili olduklarını,özgürlüğün insanların devredilemez en doğal ve tabii hakları olduğunu,bu vesileyle artık fark ederek, tutuklama kurumunu kötüye kullanma alışkanlıklarından kurtulmalıdırlar.
Bu zorunlu veya iradi ev hapsi günleri için, devletimize de bazı ekonomik görevler düşmektedir.Devlet olarak,kamunun sağlığı ve geleceği için alınan bazı yasaklayıcı kararlar nedeniyle, insanlar işlerini ve aşlarını kaybetmemelidir.
İşverenler işçi çıkarmasın demek kolaydır,ancak bu sağlık afeti nedeniyle iş yapamayan para kazanamayan küçük ve ortaboy esnaf çalışanlarına ücretlerini ödeyemezse ki,çoğu ödeyemeyecek,devletin (idarenin)kusursuz sorumluluğu ilkesi gereğince,gerekirse özel sektör çalışanlarının ücretlerinin de devlet hazinesinden objektif sorumluluk ilkesi gereğince ödenmesi zorunludur.Bunun için,normal zamanlar için geçerli olan işsizlik fonu devreye sokulmak zorunda değildir.
Ülkemizde Varlık Fonu kuruldu sözüm ona,aslında adının varlık olmasından başka hiçbir varlığı olmayan.
İşte, varlık fonu böyle olağanüstü durumlar için kurulur,varlıklı devlet kurumlarını bu fona alarak içlerini boşaltmak için değil.
Bizim bu salgın nedeniyle bir önerimiz daha olacak,şu yap işlet ve devret modeliyle yapılan tüm hastane,yol,köprü,tünel,havaalanı ve benzeri yerler için verilen devlet garantisi,içinde bulunduğumuz dünyayı sarsan ve beklenmeyen salgın nedeniyle, yeniden uyarlanmalı ve bu salgın geçene kadar, devletin garantisi kaldırılmalıdır,hatta yasal ve idari alt yapısı hazırlanarak orta vadede bu tür tüm tesisler,bedeli mukabilinde devletleştirilmeli ve butün yap işlet ve devret modeli tesislerin yapımından vaz geçilmelidir.
Bu salgın nedeniyle evlerimizde hapis kalmanın;sağlığımız ve ülke ekenomisi ve geleceği için olumlu sonuçlara vesile olacağını düşünerek, huzur bulmaya çalışıyoruz.
Hepinize sabırlar ve sağlıklar diliyoruz. 23/03/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

22 Mart 2020 Pazar

İSLAMIN BEŞ ŞARTI ÖYLE Mİ?



Şu Korona virüs, gerçekten iyi oldu,isterse Dünya'nın ve ülkemizin yarısı,ölsün yok olsun,inanın ki umrunda değil.Her şerde bir hayır vardır.
Hatta ben de yakalanıp öleyim hiç önemli değil.
Artık, Milattan önce, Milattan sonra diye Bir şey kalmadı.
Bundan sonra; Korona dan önce,Korona'dan sonra var artık.
İslamı,İslamın ortaya çıktığı Araplardan çok daha fazla önemseyen,
İslam dinini, Allah ile kul arasındaki kişisel bir manevi bağ olarak görmeyip,İslamın katı sosyal,ailevi ve ekenomik kurallarını, Devletimizin uyulması gereken temel esasları haline getirmek için çaba sarf eden,
Hem Müslüman ve hem de laik olunmaz diyerek seçim üstüne seçim kazanarak, ülkeyi 18 yıldır hak etmediği halde çok kötü yöneten,
Ülkemizi adeta esir alan,
Bilimden uzaklaşan,
Anayasamıza göre bir devrim yasası olan ve anayasanın koruması altında bulunan,laik eğitimi esas alan öğrenim birliği yasasını rafa kaldıran,Müslüman gençlik yetiştireceğiz diyerek laik eğitim kurumlarını bir bir kapatarak,imam yetiştiren imam hatip lislerine dönüştüren,
Gençlerimizi pozitif bilimden ve bilimin rehberliğinden uzaklaştıran,
İslamı, siyalaştırarak yozlaştıran ve tanınmaz hale getiren, İslam dini diye bir din bırakmayan,
İslamın beş şartı olarak bilinen beş şartdan, sadece; namazı,orucu ve haccı ön plana çıkaran, İslamı adeta üç şarta indirgeyen,
Ancak, bize göre İslamın altıncı şartı olması gereken;yalan söylememek,iftira atmamak,namuslu olmak,kul hakkı yememek,hırsızlı ve yolsuzluk yapmamak gibi en önemli şartının üzerini, namaz,oruç ve hac şartlarıyla örtüp gizlemeye çalışan,
İş başındaki bu iktidar ile bizim bu Korona illetinden kurtulmamız,kurtulsak da ileride karşılaşacağımız birçok tehlikeyi atlatmamızı sağlayacak gerekli bilim adamlarına,doktorlara,teknolojiye sahip olmamız asla mümkün değildir.
Politikacısından seçmenine ve en sade insanına kadar,bu halkın; artık aklını başına toplaması,dini kendi içinde gizlice yaşaması,dini inançlarını açık etmemesi,ibadet de gizli günah da gizli politikasını izlemesi,dini cemaat ve tarikatların,mezheplerin piyonu olmaktan kurtulması,tek tapılacak ve inanılacak ve yolundan gidilecek varlığın ,Yüce Allah olduğunu,Allah'ın yeryüzünde hiçbir temsilcisinin bulunmadığını,ahlaklı değilse,yani;yalan söylüyorsa,hırsızlık ve yolsuzluk yapıyorsa,önüne gelene iftira atıyorsa,kılacağı namazın,tutacağı orucun ve gideceği haccın hiçbir işe yaramayacağını,Müslüman sayılamayacağını bilmesinin vakti gelmiştir artık.
Korona virüsünün yayılmasında büyük etken olduğu söylenen umre ziyaretinin farz olmaması nedeniyle, niçin yasaklanmadığını anlayamıyoruz.
Aslında anlıyoruz ama anlayamıyoruz.

Ülke laik olmazsa,İslam dini sanki devletimizin anayasal resmi dinimiymiş gibi algılanırsa,Diyanet İşleri Başkanlığı çoğu bakanlıklardan daha önemli konuma getirilirse,bu fakir halkın vergileri Diyanet İşleri Başkanlığına peşkeş çekilirse, Diyanet İşleri Başkanı; eski Osmanlının Şeyhülislamı gibi, el üstünde tutulur,protokolde kendisine üstün bir yer verilirse,laik devletin tesislerinin açılşının baş konuğu olur ve onun duası ile bu tesislerin kurdelası kesilirse,kısacası laiklik ilkesi dama atılırsa,bu ülkede ihtiyaç olmadığı halde her sokağa bir cami yapılır,din adına yapılan en kötü işler dahi tabu haline getirilirse,
Bu ülkede;umre ve gerekirse hac yasağı getirilsin demeye, kimseler cesaret edemez.
Ben biliyorum,bazı insanlar,özellikle daha önce hacca gidip oraları görenler,hele ülkemizin kışı ağır geçen yerlerinde ikamet ediyorlarsa,kışı sıcacık ve ucuz bir şekilde geçirmek adına umreye gitmekte ve kış boyunca oralarda kalmaktadırlar. Bunun dini vecibeleri yerine getirme ile dindarlıkla ne ilgisi var Allahınız aşkına?Umre dini bir turizm faaliyetinden ibarettir.
Bu ülkede demokrasi var ama,demokrasinin de bir sınırı vardır,ülkenin çoğunluğunun yararına ve sağlığına aykırı olan uygulamalara, laik devlet bir dur diyebilmelidir.
Bu ülkede,kadınlarımız; kadınlar gününde bile seslerini duyuramıyorlar, bir adım atıp yürüyemiyorlar, sorunlarını dile getiremiyorlar,aksi halde devlet terörü ile karşılaşıyorlar, biber gazı ve joplarla durduruluyorlar,ama sözde İslam adına,insanlar mikrop yuvası umreye serbestçe gönderiliyorlar ve dönüşlerinde de karantinaya alınmadan,birar canlı virüs bombası olarak yurdun dört bir yanına dağılabiliyorlar.
Biz buradan, tabuları yıkmak adına diyoruz ki;İslamın Kelime-i şehadet getirmek,namaz kılmak,oruç tutmak,hacca gitmek ve zekat verme şeklindeki beş şartı eksiktir.
İslamın en önemli altıncı şartı da,bize göre;namuslu ve dürüst olmak,yalan söylememek,iftira atmamak,ölünün arkasından kötü konuşmamak,huzurda bulunmayan insanların yokluğunda onlara ağır sözlerle yüklenmemek, hırsızlık ve yolsuzluk yapmamak,dini siyasete alet etmemek,islamı siyasallaştırmamak,bilime önem vermektir.
Bunları yerine getirmeyenler diğer beş şartın tümünü de yerine getirseler asla Müslüman sayılamazlar,Cennetin tapularının satıldığı ülkemizde,kimse bunu Allah bilir demeye kalkışmasın lütfen.
Var mı bir itirazı olan?
Hodri meydan. 22/03/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

20 Mart 2020 Cuma

NEYMİŞ EFENDİM, DEMEK Kİ;



Büyük lokma yiyeceksiniz ama, büyük ve yalan konuşmayacaksınız
Allah'ın sopası yok;adama, yalan da olsa söylediklerini günün birinde yalatır,işte böyle.
Şimdi, değerleri kendilerinden menkul bazı insanlar,bizim bu yazımızı okuyunca, birlik ve beraberlik içinde olmaya ihtiyaç duyduğumuz, korona virüsü salgınından kaynaklı bu kritik ortamda böyle bir yazıya gerek varmıydı diyerek itiraz edeceklerdir mutlaka.
Onlara cevabımız şudur;oy uğruna, dini politikaya alet eden din bezirganı,yalanı kendilerine şiar edinmiş bazı siyasilerin;ATATÜRK ve İNÖNÜ'ye yönelik din düşmanı olduklarına, camileri kapatıp ahır yaptıklarına,ezanı yasakladıklarına, bunların iki ayyaş olduklarına dair, haksız ve yalan suçlamalarına cevap vermenin tam zamanı, bugündür.
Neymiş efendim,demek ki;Yüce Allahın yarattığı değerli kullarının can sağlıkları, yaşamları söz konusu olduğunda,salgın hastalıkların daha da yayılmaması için,bazı kritik zamanlarda,umumi ibadet yerleri olan camiler dahi, geçici olarak kapatılabilirmiş.
Din bezirganı,oy uğruna bilerek yalan söyleyen bu ülkenin kurucularına iftira atarak,ahlak ve İslam dininin en önemli kuralı olan yalan söylememe ve kul hakkı yememe ilkelerini ihlal ederek,aslında gerçek Müslüman olmadıklarını gösteren bazı siyasilerin düşündüklerinin aksine,Allahın; kullarından,kendisi için bir beklentisi yoktur,Allah'ın kullarının camide namaz kılmalarına asla ihtiyacı yoktur.Onun tüm emirleri, kullarının ruhen ve bedenen daha sağlıklı olmalarıdır.Bu nedenle,ruh sağlıkları ve temizlikleri için,yalan söylememelerini,hırsızlık yapmamalarını ve kul hakkı yememelerini emretmiş,beden sağlıkları ve temizlikleri için de beş vakit namaz kılmalarını istemiştir.Her şey kulları içindir.Allahın, bizim namazımıza asla ihtiyacı yoktur.
Bu itibarla,kullarının ruh ve beden sağlıklarını korumlarını isteyen Allahımız adına;kullarının sağlıkları için, zorunlu olarak, savaş,salgın hastalık ve benzerleri kriz dönemlerinde, namazlarını evlerinde kılmak üzere,camilerin geçici olarak bir süre kapatılmasında dinen hiçbir sakınca olmamalıdır.
Tüm Dünyanın yaşamakta olduğu salgın korona virüsü nedeniyle, geç de olsa,siyasal iktidar camilerde cemaat halinde kılınacak cuma ve vakit namazlarını askıya almış olup,başka bir deyimle, camiler geçici olarak ibadete kapatılmıştır.
Hiçbir zaman camileri kapatmamış,camileri ahır yapmamış ve ezanı anlaşılır kılmak için Türkçe okutma dışında asla yasaklamamış olan,ülkemizi ve ülke insanımızı,Yüce Allahın kullarını, ikinci Dünya harbinin yıkımından korumak için bazı elzem tedbirleri almak zorunda kalan özellikle İNÖNÜ'ye yönelik olmak üzere,iki devlet kurucumuza ve büyüğümüze yönelik yalan ve iftiraları atanlar,bakalım şimdi utanacaklar mı?
Minareler süngü,kubbeler miğfer,camiler kışlamız diyerek şiir okuyan ve hapis yatan ERDOĞAN'ın okuduğu bu şiirde yer alan, camilerin kışla olmasının kabulü halinde,o savaş yıllarında henüz tam anlamıyla motorize olmayan ordumuzun bel kemiği olan süvari birliklerinin atlarının da,zorunlu olarak kışla olan camilerin bir bölümünü barınak,yani ahır olarak kullanmalarından daha doğal ne olabilir,sonunda Allahın sevgili kullarının burunlarının dahi kanamamış olmasından daha önemli bir şey var mıdır?
Bugün de,camilerin ibadete geçici olarak kapatılmasının,kullarının salgın hastalıktan korunmalarına vesile olacak olması nedeniyle, Yüce Allahı memnun edeceğini herkes bilmelidirler.
Gözle görülmeyen virüs deyip geçmeyiniz,boya posa bakmayınız,boy devede de var biliyorsunuz,bu gözle görülmeyen virüs; Dünyayı hizaya getirdi,her şerde bir hayır vardır derler ya,bu virüs;en başta temizlik olmak üzere,insan sağlığı için camilerin dahi geçici olarak ibadete kapatılabileceği,her şeyin başının insan sağlığı olduğu gerçeğini, bazı kafalara adeta mıhladı.
Sağolasın Korona,sevildiğini bil ve tadında bırakarak en kısa zamanda uzaklaş artık hayatımızdan!
Hepinize,Korona ve görünen ve görünmeyen her tür diğer mikroplardan uzak, sağlıklı ve mutlu günler diliyorum.20/03/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

17 Mart 2020 Salı

DEVLETİN KUSURSUZ(OBJEKTİF)SORUMLULUĞU



İdare hukukuna göre,devletin eylem ve işlemlerinden dolayı ortaya çıkacak olan zararlardan dolayı, o eylem ve işlemlerin muhatabı zarar gören kişilere karşı bir sorumluluğu vardır.
En sık karşılaşılan sorumluluk;devletin hizmet kusurundan kaynaklanan kişi zararlarınının ödendiği, kusura dayalı hizmet kusuru sorumluluğudur.
Devletin ve diğer kamu kurumlarının üzerlerine düşen hizmetleri,hiç yapmamaları,eksik yapmaları veya geç yapmalarından dolayı kişiler zarar görmüşlerse,devletin ve sair kamu kurumlarının, bu kişi zararlarını ödemeleri anayasl bir zorunluluktur.
Bir de kusursuz sorumluluğu vardır devletin.Bu sorumluluğa, objektif sorumluluk da denmektedir.
Bu,kusursuz (objektif) sorumluluk halinde, devletin kamu adına bir hizmeti ifa ederken herhangi bir kusuru yoktur ama,devletin kamu yararını gerektiren zorunlu bir sebepten dolayı alması gereken ve bu nedenle,kamunun yararı için aldığı bir karar ve yapacağı bir eylemlerden dolayı, bazı kişiler zarar görmüş olurlarsa, kişilerin gördükleri bu zararların,kusura dayalı olmasa da,kamu tarafından karşılanması,bu zararları kamunun üzerine alması zorunludur.İşte bu zorunluluk, devletin kusursuz,yani objektif sorumluluğudur.
Bugün içinde yaşadığımız tüm halkımız için hayati bir tehlike içeren korona virüsü salgını nedeniyle,kamunun yararı için elzem olan bir takım tedbirlerin ve kararların alınarak uygulanması gündem de olup, örneğin bazı iş yerlerinin geçici olarak kapatılması,orada çalışanların çalışmadan izinli sayılarak ücretlerinin ödenmesi,iş yerelerinin kapalı kalmasından dolayı iş sahiplerinin uğrayacakları zararlarından kaynaklı maddi kayıpların,kusursuz(objektif) sorumluluk ilkesi gereğince devlet,yani kamu tarafından karşılanması zorunludur. 17/03/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

16 Mart 2020 Pazartesi

ADLİYELERDEKİ KAOS'A SON VERİNİZ LÜTFEN




Bugün İzmir Ağır Ceza Mahkemelerinde duruşmamız vardı.
Duruşmaya girdik,bir avukat arkadaşımız,duruşmaların ertelenmesi konusunda HSK tarafından alınan bir karardan bahsetti.Dosyada tutuklu sanık da yok,mahkeme başkanı; biz duruşmayı yapacağız, mahkemelere hiçbir merci emir ve talimat veremez dedi.
Sanki, mahkemeler bağımsızlar da, anayasa'nın; mahkemelere, hiçbir kişi ve merciin emir ve talimat veremeyeceği yasağı, bu ülkede uygulanıyor ve sarayın talimatıyla ve emirleriyle karar verilmiyormuş da.Güler misin ağlar mısın?
Savcı;güya, esas hakkındaki görüşünü bildirdi,biz avukatlar duymadık elektronik ortamda dosyaya girmiş,bizlere okunmadı, savunma için gün aldık ve duruşma bitti.
Henüz savcının esas hakkındaki görüşünden biz avukatlar habersiziz,UYAP dan henüz göremiyoruz.Duruşma tutanağı da verilmiyor, UYAP da görülmüyor.
Eski köye yeni adet çıkardılar.Ne demekse, duruşma tutanakları bir iki gün içinde onaylandıktan sonra UYAP da görüşümüze sunuluyor.
Olur mu öyle şey,duruşma tutanağının onaylanması da ne demek oluyor?
Hakim olarak,duruşma tutanağını yazdırırken, gözünle bilgisayar ekranından kontrol edersin ve bir yanlış varsa anında düzelttirirsin,duruşma bitiminde de avukatlara vermek zorundasın.
Sen, bu arada onaylama bahanesiyle,biz avukatların haberi olmadan duruşma tutanaklarına ilave ve çıkarmalar,değişiklikler yaparsan biz ne yapacağız?
Şu anda söz konusu olan, Dünya Sağlık Örgütünün dahi salgın hastalık ilan ettiği tüm dünyaya yayılmış ve ölümler saçan bir corona virüsü tehlikesi var,mücbir ve haklı bir ölümcül neden söz konusu,anayasanın; hakimlere talimat ve emir verilemeyeceğine ilişkin,güçlülerin takmadığı, fiilen geçersiz yasaklayıcı bu hüküm;mahkemelere, verecekleri kararlarda emir ve talimat verilmesini yasaklamaktadır,salgın bir hastalık nedeniyle insiyatifi mahkemelere bırakmadan,tüm ülke adliyelerinde uygulanması zorunlu,acil işler dışındaki duruşmaların belirli bir tarihe kadar ertelenmesi konusunda Hakimler ve Savcılar Kurulu yetkili sayılmalı ve tüm mahkemeleri bağlayıcı bir kararı acilen almalıdır. 16/03/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

12 Mart 2020 Perşembe

FIRSATÇILARA FIRSAT VERMEYİNİZ


Corona virüsü ülkemiz sınırlarından girince,maalesef insanlık sınırlarımızı terk etti.
Bunu her insanımız için söylüyoruz.
İnsanlığını unutmaması gerekenler; sadece, maske,makarna,kuru bakliyat,kolonya, temizlik malzemeleri ve benzeri ürünleri satan esnafımız değil,bu ürünleri satın alan insanlarımız da asla insanlıklarını unutmamalıdırlar.
Sağlık Bakanı'nın; evvelki gün, corona virüsünün ülkemizde de bir hastada görüldüğünü açıklaması üzerine,insanlarımız büyük bir telaş ve bencillik içinde alışveriş merkezlerine ve eczanelere hücum ederek, çekirge gibi tüm ürünleri ihtiyaçlarının çok üzerinde satın alarak tükettiler ve bu ülkede çok az satılan ve kullanılan kolonya bile tükendi.İnsanlarımız sanki süt banyosu yerine kolonya banyosu yapacaklar.Zannediyorlar ki,ellerini kolonyaladıktan sonra bu virüsten tamamen korunacaklar.
İnsanlarımız maalesef benciller ve paylaşmasını bilmiyorlar,ihtiyaçlarından fazla ürün satın alıp stoklayarak, diğer insanlara corona virüsünden daha fazla zarar veriyorlar.
İyi ki;bugünkü savaşlar mevzi ve bölgesel,ikinci Dünya savaşı benzeri topyekün bir Dünya savaşı yaşamıyoruz.Yaşasak;olacakları, ortaya çıkacak fırsatçılıkları ve yoklukları, düşünmek dahi istemiyoruz.
Şimdi anlamış olmalısınız,rahmetli İsmet İNÖNÜ'nün devlet adamlığını ve değerini.Ülkemizi hem savaşa sokmamış,savaşın yıkıcı etkilerinden ülkemizi korumuş ve hem de,ekmek gibi temel ihtiyaç maddesini, karneye bağlayarak, fırsatçılıkların önüne geçmiş ve savaşın yokluklarını, tüm vatandaşlara eşit olarak paylaştırmıştır.
Corona virüsü salgınının başlaması ve bu virüsün ülkemiz sınırlarından da içeri girmesi üzerine,dezenfektan ürünleri,koruyucu maskeler piyasada yok satmaya veya değerinin çok üzerinde satılmaya başlanmış ve bu ürünler kapanın elinde kalmıştır.Yarın,bu salgının ortadan kalkması halinde ihtiyaç fazlası alınan bu ürünler belki de bozulacaklar ve çöpe atılacaklardır.
Bize göre,alınması gereken tedbir,fırsatçıların ihbar edilmesi değildir,alanın da satanın da razı olduğu bu tür kriz dönemlerinde; fırsatçı satanları da,ihtiyaçlarından fazla satın alanları da dizginleyemezsiniz.
Bizce yapılması gereken;corona virüsünün yayılmasını engelleyecek maske, dezenfektan ve benzeri ürünlerin,devlet tarafından karne ile ihtiyaçları ölçüsünde, sağlık ocakları,aile hekimlikleri vasıtasıyla ve parasız olarak imza karşılığında vatandaşlara verilmesidir.
Tedbir alınmalı,ancak panik yapılmamalıdır.
Paniğin, corona virüsünden daha zararlı olacağı, asla unutulmamalıdır.12/03/2020
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

10 Mart 2020 Salı

BU HAKİMİ ALNINDAN ÖPÜYORUZ



Nihayet; cesur ve cesur olduğu kadar da, mesleki ve kişisel onuruna sahip çıkan gerçek bir hakim görebildi, bu ülkenin masum ve güzel insanları.
Hayatı;savcı,hakim ve sonrasında avukat olarak geçen 50 yıllık bir hukukçu olarak,bu onurlu hakimin alnından öpüyoruz ve kendisini yürekten kutluyoruz.
Sanırım hangi hakimden bahsettiğimizi hemen anlamışsınızdır.
Ezber bozan ve Cumhurbaşkanı'na hakaret suçuyla ilgili olarak en doğru kararı veren Ankara 46.Asliye Ceza Mahkemesinin değerli ve onurlu Hakiminden bahsediyoruz tabi.
Biz,elli yılı kürsüde uygulamanın içinde geçen deneyimli bir hukukçu olarak,bugüne kadar hep savunduk ve dedik ki;madem,cumhurbaşkanının tarafsızlığı fiilen yok edildi,cumhurbaşkanın aynı zamanda bir siyasi partinin lideri de olabileceği, cumhurbaşkanının siyaset de yapabileceği,anayasa değişikliğiyle kabul edildi, öyleyse; siyaset ve partiler üstü,gerçekten tarafsız bir cumhurbaşkanına göre,çok önceden düzenlenen,tarafız ve siyaset dışı bir cumhurbaşkanını,salt cumhurbaşkanı'nın görev,faaliyet ve söylemleriyle ilgili olarak, hakaret içeren sözlerden dolayı koruyan cumhurbaşkanına hakaret suçunun, amacına uygun olarak değerlendirilmesi zorunludur.
Ankara 46.Asliye Ceza Mahkemesi hakimi; bu yasal ve hukuki zorunluluğa uyarak, adil ve çok doğru bir karara imza atmış ve yargıda bir devrim yaparak, Türk Yargı Tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır.
Bu doğru ve onurlu kararından sonra, bu değerli,onurlu ve asil hakimimizin başına nelerin gelebileceğini düşünmek dahi istemiyoruz,ancak bu hakimimizin yanında olduğumuzu,ona sonuna kadar sahip çıkacağımızı, başına ne tür olumsuzluklar gelirse gelsin,gelip geçici olan bu olumsuzlukların,şahsi ve mesleki onurunun değeri karşısında,hiçbir değerinin olmadığını belirtmek istiyoruz
Cumhurbaşkanlığı koltuğu ve makamı;bir siyasi parti liderinin siyasi hırslarının koruyucu kalkanı ve zırhı olamaz.
ERDOĞAN'ın;Cumhurbaşkanı kimliğinin yanında, sahip olduğu parti lideri sıfatıyla partisel görev ve faaliyetiyle ilgili olarak yaptığı eylem,faaliyet ve söylemlerinin, rakip siyasi partilerin yönetici,mensubu ve seçmenlerinin karşı söylemleriyle kendisine aynen geri dönmesi halinde,hemen cumhurbaşkanlığı şapkasını ve zırhını giyerek, cumhurbaşkanı olarak hakarete uğradığını iddia etmeye, asla hakkı yoktur.
ERDOĞAN;aynı zamanda cumhurbaşkanı da olması nedeniyle,siyasi parti lideri olarak yapacağı konuşmalarında,muhalefet partilerinin liderlerinden daha fazla dikkatli olmak,rakiplerine yönelik hakaret içeren sözleri sarf etmekten sakınmak zorundadır.
Cumhurbaşkanlığı sıfatı; siyasi parti lideri olarak yapacağı söylemlerinde, ERDOĞAN'a aslında sorumsuzluk ve koruyucu kalkan değil,daha kibar olma hiç kimseye hakaret etmeme sorumluluğu yüklemektedir bize göre.
Üzerinde, aynı zamanda bu devletin Cumhurbaşkanı olma sıfatı taşıyan ERDOĞAN;siyasi rakiplerine,fütursuzca hakaret içeren söylemlerde bulunmak suretiyle,bizzat kendisi,temsil ettiği cumhurbaşkanlığı makamını küçük düşürmekte,saygınlığını yok etmekte ve cumhurbaşkanlığı makamına hakaret eden kişi konumuna düşmektedir.
Bugün bir referandum yapılsa ve insanlara;ERDOĞAN'ı,cumhurbaşkanın olarak kabul ediyor musunuz diye sorulsa,bu eylem ve söylemleriyle, ERDOĞAN'ı Cumhurbakanım olarak kabul etmiyorum cevaplarının çoğunluğu oluşturacağını, üzülerek söylemek istiyoruz.
Ankara 46.Asliye Ceza Mahkemesinin değerli ve saygın hakiminin; yasanın amacına,ruhuna ve hukuka uygun olan bu kararı,Cumhurbaşkanlığı makamının saygınlığının korunmasına büyük bir olumlu katkı sunacaktır.
Bu karar; tarihi önemde ve çok değerli bir karar olup,bu kararın, yargımızın yeniden itibar kazanması için, yeni bir milat olmasını diliyoruz. 10/03/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

8 Mart 2020 Pazar

MİT YASASI ÜZERİNDEN MUHALİF GAZETECİ AVI



Gün geçmiyor ki;bir elin on parmağı kadar ancak kalan muhalif gazeteciler,sistematik olarak, teker teker gözaltına alınarak sorgudan geçirildikten sonra,yasalara ve hukuka aykırı olarak tutuklanıyorlar.
Önce Barış TERKOĞLU,arkasından Barış PEHLİVAN ve daha sonra Murat AĞIREL,peş peşe tutuklandılar.
Tutuklanmalarının nedeni; sözüm ona MİT yasasının 27.maddesindeki yasağa uymamaları ve Libyada görev yapan ve şehit olan bir MİT görevlisinin adını açıklamaları.
Bu neden bahane,asıl neden bu gazetecilerin iktidara muhaif olmaları ve gerçek gazetecilik yaparak, iktidarın kirli çamaşırlarını kamuoyuna sunmalarıdır.
Son tutuklanan gazeteci Murat AĞIREL; önce,çıkarıldığı Sulh Ceza Hakimi tarafından adli kontrol şartıyla serbest bırakılmış ve daha sonra savcının itirazı sonucunda, bir diğer aynı derece Sulh Ceza Hakimi kararıyla, tutuklama amaçlı olarak yeniden gözaltına alınmıştır.
Atık bu ülkede hukuk,yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı diye bir kavram kalmamış ve hukuk ve adalet sıfırın da altına düşmüştür.
Adalet, aslında nedir?
Adalet, Devletin Temelidir.Her mahkeme kürsüsünün arkasında;ADALET DEVLETİN TEMELİDİR yazar.Ama, adaleti ara da bulasın.Adalet iktidarın sopası ve maşası oldu günümüzde.Adalet Devletin Temelidir sözünü, Adalet İktidarın Sopasıdır, şeklinde ifade edebiliriz rahatlıkla.
Bir Sulh Ceza Hakiminin tutuklamadığı bir gazeteciyi,itiraz üzerine aynı derecedeki bir başka Sulh Ceza Hakiminin tutuklaması, adalet değildir.Aslında böyle bir yasa olamaz.
Bir Sulh Ceza Hakiminin serbest bırakma,tutuklamama kararının,aynı seviyedeki aynı görevi yapan ve yetkileri kullanan bir diğer Sulh Ceza Hakimi tarafından itiraz üzerine kaldırılarak,şüphelinin tutuklanmasına imkan tanıyan bir yasal düzenleme olamaz.Bu yasal düzenleme, iktidar tarafından bugünler düşünülerek yürürlüğe konulmuş, çok planlı bir hukuk katliamıdır.
Madem ki; bu Sulh Ceza Hakimi tutuklamadı,gözdağı vererek öbürünü deneyelim ve ona tutuklatalım mantığıyla, adaleti ve adaleti olan güveni sağlayamazsınız.
Kaldı ki;bize göre, MİT Yasasının 27.maddesindeki ceza öngören yasaklama,yasanın amacına uygun olarak yorumlanmamakta ve kötüye kullanılmaktadır.
MİT Yasasının ceza öngöen 27. maddesindeki yasaklamanın amacı,mücerret bir MİT mensubunun ve ailesinin kimliğinin açıklanmasına getirilen bir yasak değildir.
MİT Yasasının 27.maddesi;MİT adına somut bir iç veya dış operasyonel bir göreve gönderilen MİT mensubunun açıkça hedef gösterilerek kimliğinin açıklanmasını, yaptırım altına almaktadır.
Burada korunan menfaat; hem, hedef tahtası yapılmaktan korunmak istenen MİT görevlisi,hem de ülkenin milli menfaatleri için yapılmasına başlanan veya başlanacak olan operasyonu güvence altına almaktır.
Aksini düşündüğünüz ve uyguladığınız taktirde,yani; soyut olarak, bir MİT görevlisinin adına yer verilmesini kayıtsız ve şartsız suç haline sokarsanız,kendisi de MİT'in en üst düzey bir personeli ve görevlisi olan MİT Müsteşarlığı Başkanının,başkan yardımcılarının ve MİT Müsteşarlığının doğrudan kendisine bağlı olduğu,bu nedenle de MİT görevlisi,MİT'in en üst amiri olan ve MİT'in tüm operasyonlarını emreden ve planlayan,yerine göre örtülü ödenekten harcama yapan bir kişi konumunda olan Cumhurbaşkanının isimlerinin,mücerret görsel ve yazılı basında açıklanmasının da, MİT Yasasının 27. maddesini ihlal eden bir suç olarak kabul edilmesi gerekir ki,MİT Başkanı ile MİT'in en üst amiri konumundaki Cumhurbaşkanının isimlerine,şu veya bu şekilde hergün yer veren,muhalifinden yandaşına kadar,yazılı ve görsel medya mensubu tüm gazetecilerin MİT Yasasının 27. maddesini ihlal ettikleri gerekçesiyle haklarında soruşturmalar açılarak tutuklanmaları gerekirdi.
Bu nedenlerle;ifa ettiği görev sırasında şehit olan,ifa ettiği görev somut olarak açıklanmadan,öldüğü ve şehit olduğu için,tamamen insani duygularla ve amaçlarla, bu şehit haberi vesilesiyle,şehit olmuş bir MİT görevlisinin isminin açıklanmasını, MİT Yasasının 27.maddesindeki yasağı ihlal olarak değerlendirerek gazeteci tutuklamak,bu ülkenin demokrasisine ve basın özgürlüğüne yapılan çok ağır bir saldırıdır.
Lütfen,yasa maddelerini işinize geldiği gibi yorumlayarak,özgür ve muhalif basına gözdağı vermeyiniz,hukuku, iktidarın sopası yapmayınız,hukuku katletmeyiniz.Devletin temelini yok etmeyiniz.
Aksi halde; hepimiz,adaletsiz ve temelden yoksun kaldığı için çökecek olan bu devletin enkazı altında kalarak, yok olup gideceğiz.08/03/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

7 Mart 2020 Cumartesi

8.MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ


Yarın (8.Mart.2020) Dünya Emekçi Kadınlar Günü.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 8.Mart'ı Dünya Emekçi Kadınlar Günü kabul etmiş olduğundan,her 8.Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmaktadır.
Dünya Emekçi Kadınlar günü deyince;benim aklıma,hemen ülkemizdeki ezilen,kocaları ve hatta bazılarının da babaları tarafından fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalan,can güvenliklerinden yoksun,eğitim ve çalışma alanında,siyasette erkeklerin çok gerisinde bırakılan kadınlarımız ve çocuk gelinler geliyor.Emekçi kadınlar deyince;sadece,bir işverene bağlı olarak ücretle çalışan kadınlar akla gelmemelidir.Evinde çalışan ev kadınlarımız da, bize göre emekçi kadınlarımızdır,eşine ve çocuklarına hem de bila ücret, hiçbir karşılık beklemeden fedakarca bakan,büyük emekler sarf eden.
Ülkemizde; kadınlarımıza verilen değeri, daha doğrusu kadınlarımıza çok görülen ve verilmeyen değeri, bir kadın yazarımız, sanırım Duygu ASENA“kadının adı yok” diyerek, çok güzel ifade etmiştir.
Gerçekten, “kadının adı yok”sözü, maalesef ülkemizde kadına verilen değeri,daha doğrusu değersizliği çok güzel ifade etmeye yetiyor ve artıyor da.
Aslında anayasamıza bakıyoruz,anayasanın yasa önünde eşitliği düzenleyen 10. maddesinde, cinsiyet farkı gözetmeksizin,kadın ve erkek herkesin yasa önünde eşit olduğu yazıyor.
Yüce ATATÜRK de, kadınlarımıza verdiği değer nedeniyle,kadın ve erkeğin eşit yurttaşlar olduklarını topluma yaymak ve kadınlarımızı bu konuda bilinçlendirmek için,5.Aralık.1934 tarihinde milletvekili seçme ve seçilme hakkını, demokrat geçinen çoğu Avrupa ülkelerinden çok daha önce kadınlarımıza tanımıştır.
Ancak,din kurallarının ve çağ dışı geleneklerin hakim olmaya bugün dahi devam ettiği,laiklik ilkesinin içselleştirilemediği,laik eğitimin yaygınlaştırılamadığı,erkek egemenliğinin yok edilemediği ülkemizde,hala kadınlarımıza eksik etek gözüyle bakan,kadınlarımıza; evde oturan,evde erkeğine hizmet eden, erkeğinin cinsel arzularını tatmin eden ve onlara soylarını sürdürmeleri için ekek çocuk doğurmakla görevli bir robot gözüyle bakan,kadınları erkeklerle eşit düzeyde görmeyen, azımsanamayacak sayıda erkeğin bulunduğu, üzücü olsa da, inkar edilemez bir gerçektir.
Asıl üzücü olan da;kadın ve erkek cinsiyet ayrımının, insan hak ve özgürlükleri yönünden bir eşitsizlik yaratma amacına yönelik olmadığını,kadın ve erkek cinsiyet ayrımının, iki cins arasında doğal ve işlevsel eşit bir iş bölümü olduğunu bilmeyen veya bilmek istemeyen erkekler yanında,bu gerçeği bilmeyen ve kendilerini karşı cins karşısında eşit haklara sahip bireyler olarak görmeyen,bu gerçeği kabullenmeyen ve erkeklerin kendi lehlerine yaptıkları kasıtlı ayrımcılığa,kadın ve erkek eşitsizliğine boyun eğip destek vererek, kendi ayaklarına kurşun sıkan,kadın ve ekek eşitliğini toplumumuza yerleştirmeye çalışarak bu yolda çok mesafeler alan,kadınlarımıza kişiliklerini kazandıran ATATÜRK'e sahip çıkamayan,onu savunamadığı gibi, hatta yeren çok sayıda kadınlarımızın var olmalarıdır.
Bu gerçekler karşısında, özellikle kırsal kesimlerde,daha genç kız olmaya başladıkları andan itibaren ezilmeye,cinsel istismara,çocuk gelin olmaya,fiziksel,bedensel ve ruhsal şiddete,eğitimsizliğe maruz kalan kadınlarımızı konuşmaya,kadın erkek eşitliğini,kadın haklarını savunmaya daha uzun seneler devam edeceğiz maalesef.
Bize göre,kadınlarımızın erkeklerle eşit bireyler olarak;ırz ve can güvenlikleri,eğitim ve çalışma alanındaki hakları,siyasi hakları,sosyal yaşamda hak ettikleri yere gelebilmeleri, erkeklerle her alanda eşit haklara sahip olabilmeleri için,erkeklerden büyük beklentilere girmeden bilinçlenerek haklarına sahip çıkmaları,seslerini yükseltmeleri,örgütlenmeleri,özellikle kız çocuklarının eğitimlerine azami gayret sarf etmeleri,kendilerini erkeklere biat eden ve erkekler olmadan ayakları üzerinde duramayan kişiler olarak görmemeleri,kendilerine öz güven duymaları,özellikle erkeklerin seks kölesi olmadıklarını göstermeleri,seks yaşamlarında erkeklerle eşit ve aktif rol yüklenerek işe buradan başlamaları,büyük ATATÜRK'ün kurtuluş mücadelesini başlattığında, Amasya Tamiminde açıkladığı gibi,nasıl ki;Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaksa,ki kurtarmıştır, kadınlarımızın haklarını da,bizzat, yine kadınlarımızın azim ve kararları kurtaracak ve kadınlarımız erkeklerle eşit düzeye geleceklerdir.
Bu duygularla,varlıklarından onur duyduğum,varlığımı borçlu olduğum anamın da hemcinsleri olan ücretle bir işveren yanında çalışan ve/veya sadece evinde çalışan emekçi ve fedakar tüm kadınlarımızın kadınlar gününü en iyi dileklerimle kutluyor,fedakar ve saygıdeğer tüm kadınlarımıza buradan selam olsun diyorum. 07/Mart/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

6 Mart 2020 Cuma

MOSKOVA'DA YİNE HAVANDA SU DÖVÜLDÜ




Ateşkes kararı alındı da ne oldu sanki?
Moskova'da ateş kes kararı alındı, bunun dışında bir arpa boyu yol alınmadı.Yine havanda su dövüldü.
Kardeşim, sizler; Suriye ve İdlib'i görüşmek üzere gittiğiniz Moskova da, Suriye Devlet Başkanı olarak ESAD'ı tanıyacağınızı,onu iktidardan indirme emelinizden vaz geçeceğinizi kabul ederek mi Putin ile görüşme masasına oturdunuz?
Putin de size, görüşmenin başında,Suriyenin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını,sizi ilgilendirmeyen ESAD'ın varlığını ve ona devlet başkanı olarak saygı duyduğunuzu,ESAD'ın meşruiyetini, kayıtsız ve şartsız kabul edecek misiniz diye sordu mu?
Sorduklarını hiç zannetmiyoruz.
Bize göre;iki taraf da, öncelikle,Suriye'nin toprak bütünlüğü,bağımsızlığı ve ESAD'ın diktatör de olsa varlığını ve meşruiyetini kayıtsız şartsız kabülde anlaşmalıdırlar.
Bu konu üzerinde anlaştıktan sonra,Suriye ve İdlib sorununu çözmek ve Suriyenin parçalanan toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını en kısa sürede sağlamak için yapılması gereken askeri ve diplomatik çabayı göstermeleri gerekir.
Dünkü Putin ve ERDOĞAN zirvesinde;öncelikle, ESAD'ın Suriye'nin meşru Devlet Başkanı olduğu üzerinde mutabık kalınmadan alınan tüm kararlar,zaman kazanmaya yönelik,rahmetli ERBAKAN hocanın dediği gibi,sorunu temelden çözmekten uzak pansuman tedbirler olmaktan öteye geçemeyecektir.
Bize göre;ESAD yönetiminin meşru olduğu konusunda peşin peşin anlaşmayan iki taraf da,Suriye ve İdlib sorununun çözümü ve Suriye'nin toprak bütünlüğü konusunda samimi değiller ve kafalarındaki gizli planları uygulamak için vakit kazanmak peşindedirler.
Bu adar basit.Kimse bizleri enayi yerine koymasın. 06/03/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



5 Mart 2020 Perşembe

SİZLER T.C.CUMHURBAŞKANINI MI YOKSA AKP GENEL BAŞKANINI MI KORUMAK İSTİYORSUNUZ?


Dün (04.03.2020) Türkiye Büyük Millet Meclisinde ceryan eden müessif bir olay yaşadık.Milletvekilleri, adeta meydan muharebesi yaptılar.Yüzümüz kızardı.
Öncesinde, aynı zamanda seçilmiş cumhurbaşkanı olan AKP Genel Başkanı ERDOĞAN; partisinin grup toplantısında,siyasi kimliğiyle AKP Genel Başkanı sıfatıyla(şapkasıyla) yaptığı konuşmasında, her zaman olduğu gibi,ana muhalefet partisi CHP Genel Başkanı'na yönelik, hakaret içeren konuşmalar yapmış ve sonrasında da, CHP Meclis Grup Başkan Vekili Engin ÖZKOÇ da, meclis çatısı altında yaptığı basın açıklamasında, AKP Genel Başkanı ERDOĞAN'a yönelik olarak,aynı üslupla cevap veren beyanlarda bulunmuştur.
Tarafsız bir hukukçu olarak,kim olursa olsun,ister Cumhurbaşkanı, ister AKP Genel Başkanı sıfatıyla olsun,ERDOĞAN'ın da;AKP Genel Başkanı sıfatıyla yaptığı konuşmalarında dahi,aynı zamanda bu ülkenin Cumhurbaşkanı olması nedeniyle,çok dikkatli davranması,hakaret içeren konuşmalar yapmaması ve Türk Milletine örnek olması, mutlak bir zorunluluktur.
Ama maalesef,AKP Genel Başkanı; elmayla armudu karıştırmakta ve kendisinin AKP Genel Başkanı sıfatıyla yaptığı konuşmalarında dahi;bu siyasi konuşmalarına cevap teşkil edecek,muhalefet milletvekillerinin kendisine yönelik konuşmalarında söylediklerinin,cumhurbaşkanlığı makamına hakaret olarak nitelendirileceğine güvenerek ve düşünerek,sadece kendisinin başkalarına hakaret etme imtiyazına sahip olduğunu zannetmektedir.
Bu zan nedeniyle,AKP Genel Başkanı sıfatıyla yaptığı açık olan konuşmalarına cevap veren muhalefet mensuplarının hakaret teşkil eden sözlerini, cumhurbaşkanına hakaret olarak kabul edip algılamakta,yargı bağımsızlığı olmadığı için de; savcılarımız, maalesef hemen harekete geçerek,aynı zamanda bir siyasi ve AKP Genel Başkanı olmasına rağmen,ERDOĞAN'a yönelik hakaret içeren her eylem ve söylemi, peşinen ve doğrudan doğruya Cumhurbaşkanına hakaret olarak nitelendirerek,soruşturma açmaktadırlar.
Dünkü olayda da,CHP Grup Başkan Vekili Engin ÖZKOÇ'un,partisinin genel başkanına yönelik ERDOĞAN'ın hakaret teşkil eden sözlerine cevap niteliğindeki meclis çatısı altında yaptığı basın açıklamasındaki sözleri, hakaret içermiş olsa dahi,bu eylem asla cumhurbaşkanına hakaret olarak nitelendirilemez.
Cumhurbaşkanlığı makamı,AKP Genel Başkanının koruyucu kalkanı ve zırhı değildir.
Burada, TCK.nun koruduğu makam ve kişi, Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanlığı makamıdır. Anayasayı değiştirip zorlayarak,Cumhurbaşkanlığı ile parti genel başkanlığını aynı kişide birleştirdiğinizde,AKP Genel Başkanı sıfatıyla, siyasi kişiliğinizle pervasızca yaptığınız hakaret içeren konuşmalarınıza,muhalif siyasetçiler tarafından verilecek cevaplara da katlanmak zorundasınız.
AKP Genel Başkanı ERDOĞAN;AKP Genel Başkanı sıfatıyla,AKP Grup toplantı salonunda yaptığı ve bundan sonra yapacağı tüm konuşmalarında,bu yalın ve mutlak gerçeği kabul etmek,CHP Grup Başkan Vekili Engin ÖZKOÇ gibi, kendisinin de başkalarına hakaret etme özgürlük ve imtiyazının bulunmadığını,kendisinin de herkesle eşit yurttaş olduğunu asla unutmamalıdır.
CHP Grup Başkan Vekili Engin ÖZKOÇ'un söyleminde hakaret içeren sözler olsa dahi,AKP Genel Başkanı'na yönelik bu eylemin, cumhurbaşkanına hakaret suçunu oluşturmayacağı gibi,Anayasanın 83. maddesinde ön görülen milletvekili sorumsuzluğu içinde değerlendirilerek,Engin ÖZKOÇ hakkında cezai ve hukuki bir sonuç doğurmayacağını değerlendiriyoruz.
Bir Alman atasözü der ki; “Wie du mir,so ich dir” Sen bana nasılsan, ben de sana öyleyim.
Bu atasözü'nü söylerken;size hakaret edene, siz de hakaretle cevap verin demek istemiyoruz, bunu temenni etmek de istemiyoruz.
Sadece,insanlarda eksik olan empati duygusunu hatırlatmak istiyoruz.05/03/2020
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu