30 Nisan 2016 Cumartesi

ŞANSLI VE GÜZEL ŞEHİR ESKİŞEHİR



Hep duyardık, Eskişehir ilimizi görmeden bu dünyadan göçüp gitmeyin derlerdi de, gözümüzle görmeden pek inanmak istemezdik. Acaba abartılıyor mu diye düşünürdük.

Hemen belirtelim ki;bunu diyenler, az bile söylemişler. Eskişehir'e gittik, üç gün kalıp gördük ve döndük, bayıldık Eskişehir'e.

Bu mucizeyi gerçekleştiren Eskişehir'in Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz BÜYÜKERŞEN'i gönülden kutluyor ve en başta yaşamakta olduğumuz İzmir ilimiz olmak üzere, Tanrımızdan; her ilimize böyle çalışkan ve vizyon sahibi belediye başkanı nasip etmesini diliyoruz.

Bu arada, Yılmaz BÜYÜKERŞEN'e güvenerek ve inanarak, böyle çalışkan, iş bitiren, şehirlerine eserler kazandıran, yapıcı, üretici ve vizyon sahibi bir kişiyi belediye başkanı olarak seçme becerisini ve öngörüsünü gösterdikleri için, Eskişehir halkını kutluyoruz.

Hepimizin yere göğe sığdıramadığımız İzmir ilinde yaşayan bir vatandaş olarak, Eskişehir'i gördükten sonra, Eskişehir halkını kıskandım doğrusu. Bir an içimizde Eskişehir'de yaşama duygusu belirdi.

Eskişehir'i, bunca yaşımıza rağmen, daha önceden gidip kalarak, yakından görüp tanımak imkanını bulamamıştık. İstanbul ve Ankara demiryolu güzergahında olduğu için, çok eskiden öğrencilik yıllarımızda, yaz tatillerini rahmetli dedemin yaşamakta olduğu İstanbul Pendik de geçirmek üzere, Ankara'dan İstanbul'a trenle giderken Eskişehir'in tren istasyonun'dan çok sık geçmiş ve burayla sınırlı olarak Eskişehir'in çok eski halini trenden görmüştük, tabi buna görme denebilirse.

Görmeden, sadece coğrafya bilgilerinize göre bir değerlendirme yaptığınızda, Anadolu'nun bozkırında bulunan Eskişehir'in, İzmir'den daha yeşil bir kent olduğunu, pek haklı olarak bilemeziniz, tahmin dahi edemezsiniz tabi.

Öyleyse hemen belirtelim, Eskişehir bugün itibariyle en yeşil kentlerimizden birisi. Her yer park. Kent Park, Şelale Park, Bilim Ve Kültür Park'ı en belli başlıları. Kentin değişik yerlerindeki, İrili ufaklı pek çok park da işin cabası.

Porsuk çayının, kent için önemi çok büyük.Porsuk kenarındaki yürüyüş yolları, cafeler ve lokantalar, eğlence yerleri, şehre canlılık katıyor, Porsuk üzerindeki gondollar, Venedik'i anımsatıyor, Porsuk üzerinde motorlarla gezinti yapmak ayrı bir güzellik ve zevk kaynağı, deniz kenarındaki kentlere, denizi kullanarak değer ve güzellik katamayanları gördükten sonra, Porsuk Çayından, sinekten yağ çıkartacak şekilde yararlanarak yapay plaj mucizesi yaratanları görünce şapka çıkarmamak mümkün değil.

Bu arada üniversiteyi de unutmayalım, üniversitenin varlığı ve burada okuyan, okumak için diğer illerimizden Eskişehir'e gelen binlerce genç üniversiteli de, kente ayrı bir güzellik, sosyal, kültürel ve ekonomik alanda bir zenginlik, canlılık ve hareket getirmiş doğrusu.

Eskişehir de gecekondu göremedik. Odun Pazarı denilen ve ayrı bir belediyesi bulunan yerleşim alanı, eski ahşap Eskişehir evlerinin örneklerini sunmakta, her biri boyalı ve bakımlı, restore edilen bazı evler otel olarak kullanılmakta. Çağdaş Cam ve Yılmaz BÜYÜKERŞEN Balmumu Heykel Müzeleri görülmeye değer yerler.

Hemen Odun Pazarının üst noktasında büyük bir alana kurulan Şelale Park var ki, burada yapay br şelaleden akan su sesinin eşliğinde Eskişehir ilini tepeden kuş bakışı izlemek mümkün oluyor. Park içinde bulunan şehrin manzarasına hakim restoranda yemek yemek, cafesinde kahve ve çayınızı yudumlamak, insana ayrı bir mutluluk veriyor.Bu park da yer alan minyatür Yel Değirmeni ve Donkişot heykelini de görmeniz mümkün oluyor.

Büyük bir alana inşa edilmiş bulunan ve içinde çeşitli etkinliklerin yer aldığı bir diğer güzel ve yeşil park ise,Bilim ve Kültür Parkı. Bu park'ın içinde; Masal Şatosu, Bilim Deney Merkezi,Uzay Evi,Su Altı Dünyası, Hayvanat Bahçesi,Korsan Gemisi etkinlikleri yer almakta.Parkın etrafını, minyatür trenle dolaşmak, özellikle çocuklar için ayrı bir mutluluk kaynağı.

Eskişehir'e güzellik ve değer katan önemli ve büyük parklardan birisi de, Kent Park.Bu park da da; büyük havuzlar, içinde fıskiyeler, adacıklar, pelikanlar, balıklar, havuz etrafında cafeler ve en önemlisi de, kirlenen denizlerinde gerçek plajların kapandığı illerimize nazire yapan, yapay plaj ve güneşlenme kumları. Görsel anlamda harika bir park.

Sonuç olarak ve gördüğümüz kadarıyla Eskişehir; gerçekten yaşanılacak, içinde çeşitli etkinlikleri barındıran yeşil, büyük ve ferah parklarıyla, Porsuk Çayı ile ulaşımına büyük katkı sağlayan raylı sistemiyle, muntazam ve planlı yapılaşmasıyla, yollarıyla,üniversitesiyle, üniversiteli genç ve dinamik nüfusuyla, en önemlisi de çalışkan ve vizyon sahibi, yaratıcı Büyük Şehir Belediye Başkanı Yılmaz BÜYÜKERŞEN ve BÜYÜKERŞEN'i Belediye Başkanı seçerek bilinçli bir tercih yaptıklarını gösteren halkıyla, güzel ve bir Turizm Kenti olmuş.

Eskişehir halkını ve bu halkın çok isabetli ve yerinde bir tercihi olan, çalışkan ve yapıcı Belediye Başkanı Sayın Yılmaz BÜYÜKERŞEN'i yürekten kutluyor ve görmeyenlere diyoruz ki; ilk fırsatta sizler de Eskişehir'i mutlaka görünüz. 30/04/2016

Güner YİĞİTBAŞI





26 Nisan 2016 Salı

MECLİS BAŞKANINA GÖRE YENİ ANAYASADA LAİKLİK OLMAMALI



İstanbuldaki bir konferansta konuşan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail KAHRAMAN; “Mevcut Anayasada Allah lafı geçmiyor.Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır.Yeni anayasa dindar olmalı..” demiş.

Bize göre, Meclis Başkanına,laiklik karşıtı bu sözleri, kendisini bu makama ısmarlama olarak oturtan birileri söyletmiştir.

O birileri de; daha mürekkebi kurumayan 18.04.2016 tarihinde, yani daha on gün önce kaleme alıp yayınladığımız,”Bu Zihniyetle Ancak İslam Dinine Dayalı Bir Anayasa Yapılır” başlıklı makalemizde açıkladığımız gibi, yapmış olduğu bir konuşmada; “Bizim tek dinimiz var, İslam, bizi birleştiren İslam. Biz İslam'ın bütünleştirici çatısı altında toplanacağız.” şeklinde beyan ve açıklamada bulunan ve bu beyanıyla, Cumhuriyetimizin laik, demokratik ve özgürlükçü yapısına ve ilkelerine aykırı ve çok sakıncalı projesi olan bu ülkenin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan zattır.

Bizi yönetemeyenlerin; kafalarındaki, artık gizliliği falan kalmamış olan projeyi hayata geçirmek için, emin adımlarla ilerlediklerini fark ediyor musunuz?

Daha sekiz gün önce kaleme aldığımız makalemizde dile getirdiğimiz hususlar, ne kadar önemli ve doğruymuş değil mi?

Taşları üst üste koyarak, Laik Cumhuriyetimiz üzerinde oynanmak istenen oyunu görmek için, Meclis Başkanının son sözlerinden sekiz gün önce yazdığımız ve aşağıda aynen yer verdiğimiz 18/04/2016 tarihli makalemizi yeniden okumaya ne dersiniz?

Haydin buyurun, hep birlikte yeniden okuyalım ve Tayyip Bey ile Meclis Başkanının birbirlerini tamamlayan beyanları üzerinde iyice düşünelim.26/04/2016 Güner YİĞİTBAŞI

BU ZİHNİYETLE ANCAK İSLAM DİNİNE DAYALI BİR ANAYASA YAPILIR

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; etnik kökenleri itibariyle Türk'lerin çoğunlukta olduğu, daha sonra Kürt'lerin ve daha asonra da diğer etnik kökenden gelen ve ancak, etnik kökenleri ne olursa olsun hepsinin Anayasa ve yasalar önünde eşit oldukları, tasada ve kıvançta ortak yurttaşlardan oluşan milli bir devlettir.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin; Türk, Kürt ve sair etnik kökenden de gelmiş olsalar, yurttaşlarının çok büyük çoğunluğu Müslümandır, fakat, Türkiye Cumhuriyeti demokratik ve laik bir devlet olup, devletimizin Anayasasında yazılı olan resmi bir dini yoktur.

Din ve vicdan özgürlüğünün cari olduğu ve Anayasasında, herkesin din ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğu açıkça yazılı bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anayasasına göre, bütün dinlere eşit mesafede olup, Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti; İslam dinine dayalı bir din devleti, başka bir ifadeyle, İslam Cumhuriyeti değildir.

Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin; bir mozayiği andıran, çeşitli etnik kökenlerden gelen vatandaşlarının neredeyse tamamına yakınının İslam dinine mensup birer Müslüman olmaları, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarını,Türkiye Cumhuriyeti ile irtibatlandıran, birleştiren, bütünleştiren ve bir arada tutan ortak kimlik, değer ve birleştirici çatının, İslam dini olmasını, vatandaşların İslamın çatısı altında toplanmalarını zorunlu kılamaz. Vatandaşlarımız; ister İslam, ister Hristiyan ve Musevi veya başka dinlere mensup olsunlar, dinler; her yurttaşın kendi özeli ve Tanrı ile aralarındaki gizli ve uhrevi bir bağdır.

Bu itibarla; Laik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Cumhurbaşkanı olduğunu iddia eden Tayyip Bey'in; dün (17/04/2016) Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından İstanbulda düzenlenen Kutlu Doğum Programında yaptığı konuşmasında; vaktiyle rahmetli babasıyla kendisi arasında geçen bir anısına atfen yer verdiği, “Babama Laz mıyız, Türk müyüz? Diye sordum, büyük dedem babama, Müslüman'ım de geç demiş. Mezhepçilik, ırkçılık ve terör belasıyla karşı karşıyayız.Bizim tek dinimiz var, İslam, bizi birleştiren İslam.Biz İslam'ın bütünleştirici çatısı altında toplanacağız.”şeklindeki beyanlarını, Cumhuriyetimizin laik, demokratik ve özgürlükçü yapısına ve ilkelerine aykırı ve çok sakıncalı buluyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin birliğini temsil eden, tarafsızlık ve Anayasaya bağlılık yemini etmiş olan bir Cumhurbaşkanının; laik Türkiye Cumhuriyetinde, vatandaşlarının çoğunluğunu İslam dinine mensup olanlar teşkil etmiş olsa dahi, bize göre, azınlıkta da olsalar, diğer dinlere mensup Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını diğerlerinden ayırma ve bölme, başka bir çatı altında toplanmaya itme anlamına gelecek şekilde, İslam dinini öne çıkararak,vatandaşlarımızı, İslam'ın bütünleştirici çatısı altında toplanmaya çağırmasını, adeta ümmetçilik yapmasını, sade bir şekilde ve bölücülük yapmadan, kendi etnik kökenini dile getirmeyi ırkçılık yapmakla eş değer saymasını, kendisi de Müslüman olan demokratik ve laik bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olarak kınıyor ve bu zihniyetin yeni bir anayasa yapmak üzere kollarını sıvamış olmalarından, ülkemizin geleceği adına endişe duyuyoruz.18/04/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu üyesi Avukat

25 Nisan 2016 Pazartesi

KİLİS İLİMİZDE NELER OLUYOR?




Kilis'de neler oluyor?

Kilis, sürekli olarak IŞİD roketlerinin hedefi oluyor.

Kilis'de yaşayan vatandaşlarımız; tedirgin, IŞİD roketlerinin, ne zaman, hangi ev ve iş yerini vuracağının korkusu ve tedirginliği içindeler.

Kilisliler sokağa çıkamıyorlar, İş sahipleri iş yerlerini açamıyorlar, öğrenciler okullarına gidemiyorlar, gidenler de tedirginler.

Bugüne kadar Kilis'e atılan roketlerle, yirmiye yakın yurttaşımız hayatını kaybetti ve onlarcası da yaralandı.

Şimdi bu makaleyi yazıyoruz ya, Kilis de korku ve endişe içinde ve can güvenliklerinden yoksun olarak yaşamlarını sürdürmeye çalışan, sokağa çıkamayan vatandaşlarımızın dertlerine belki sahip çıkılır ve çare bulunur düşüncesiyle bu makaleyi yazmamızın altında da, kötü niyet aranacak ve belki de, Kilis halkını iktidara karşı kışkırtıcılık yapmakla suçlanacağız.

Halkının can ve mal güvenliklerini koruyamayan aciz iktidarların yapabilecekleri tek şey, doğruları dile getirenleri kışkırtıcı ilan etmektir, bunu çok iyi bilenlerdeniz.

Bizim ise, asla halkı iktidara karşı kışkırtmak gibi bir kötü niyetimiz yoktur.

Biz, ülkemize ve halkımıza istikrar ve huzur vaat ederek oy isteyip iktidar olan AKP'yi; sözünü tutmaya ve korku içinde yaşamaya mahkum edilen Kilis halkına yönelik IŞİD roketlerini engellemeye ve Kilis halkının can güvenliğini sağlamaya davet amacıyla, bu yazıyı yazıyoruz.

Kilis halkı, roketlerin altında canlarını kaybedip yaralanırlarken, ülkeyi fiili başkan olarak, bildiği gibi ve tek başına yönetmeye kalkışan Sayın ERDOĞAN'ın; zamanında, Amerikada öldürülen 3 Müslüman genç için, mangalda kül bırakmadan, ABD Başkanı Obama'ya dahi siyaset ve demokrasi dersi verdiği günleri hatırlıyoruz.

ERDOĞAN;ABD Başkanı OBAMA'ya karşı sesini yükselterek ne diyordu?

Biz siyasiler, ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz, tavrımızı ortaya koymak zorundayız, çünkü halk size oylarını verirken, benim can güvenliğimi, mal güvenliğimi sağlayacaksın diyor, eğer siz,bu tür bir olay karşısında sessiz kalırsanız, dünya da size her zaman sessiz kalacaktır ve diyorum ki, unutmayın, Dünya 5'ten büyüktür” demiyor muydu?

Hani nerede kaldı bu sözler?

Siz de; istikrar, can ve mal güvenliği vaat ederek, Kilis halkından aldığınız oyları, aldığınız bu oylar karşılığında da, onların can ve mal güvenliklerini sağlama sorumluluğunuzun bulunduğunu ne çabuk unuttunuz, IŞİD roketlerine niçin sessiz kalıyorsunuz, tavrınızı ortaya koymak için neyi bekliyorsunuz? Kilis halkının can güvenliğini sağlayamadığınız bir yana, demokratik haklarını kullanarak bu durumu protesto eden Kilis halkının üzerine polisleri sürerek tazyikli su sıkıp onları cezalandırıyorsunuz.

Daha yazacak ve söyleyecek çok şey var ama, karşımızda; bunları anlayacak olan, sorumluluk duygusu gelişmiş, beceremeyince, görevi becerecek olanlara bırakıp gitme onurunu ve olgunluğunu taşıyan kişilerin bulunmadığını bildiğimiz için, daha fazla uzatmadan noktayı koyuyoruz. 25/04/2016




Güner YİĞİTBAŞI

24 Nisan 2016 Pazar

BÖYLE YÜZ KARASI, TARAFLI VE CAHİLANE BİR ADLİ TIP RAPORU GÖRÜLMEMİŞTİR.




Bir hukukçu olarak, hiçbir kurumu alenen suçlamayız ama,ülkemizin adli tıp konusunda en yetkin resmi bilirkişi kurumu olan Adli Tıp Kurumunun Genel Kurulu tarafından düzenlenen, yürütmekte olduğumuz bir davaya ilişkin rapor karşısında, bu rapora münhasır ve ilişkin olarak, böyle bir suçlamada bulunup, raporu kamuoyu ile paylaşmayı, adil yargılanma hakkının bir gereği olarak zorunlu görüyoruz.

Hikayemizi özetlersek; ismi lazım değil, bir müvekkilimizin eşi,bir özel hastanemizde, erken ve sezaryen yoluyla bir doğum yapıyor ve doğan bebek inlemelerine, solunum ve meme emme zorluğu çekmesine ve bebekte yeni doğanın geçici taşipnesi denilen bir rahatsızlık ön tanısı konulmasına rağmen,bebek yoğun bakım ünitesine alınarak izlenmiyor, kadın doğum sevisinde yatan annenin odasına alınıyor, gününden önce ve sezaryenle doğan ve hayati risk taşıyan bebeğin izlenmesi, sezaryen ameliyatlısı olup, kendisi de acı çekmekte ve bakıma muhtaç olan tıbbi bilgiden yoksun annenin gözetim ve takibine bırakılıyor.

Doğumdan bir gün sonra anneyle birlikte hastaneden taburcu olan bebek, ertesi günü ölüyor. Bebeğin cesedi üzerinde yapılan otopsi sonunda düzenlenen rapora göre; akciğerinde “hyalen membran” hastalığı bulguları tespit edilen bebeğin, akciğer hastalığı ve komplikasyonları nedeniyle oluşan solunum yetmezliğine bağlı olarak öldüğü belirleniyor.

Bebeğin doğumunun tam zamanında ve normal doğum şeklinde gerçekleşmemesi nedeniyle ortaya çıkması olası ağır risklere, özellikte bebekte tespit edilen ve olası ağır risklerin habercisi olan inleme ve solunum zorluğu bulgularına, bu bulgulara göre, bebeğe yeni doğanın geçici taşipnesi ön tanısı konulmasına rağmen, ilgili tabipler; bu geçici tanıyı kesinleştirme cihetine gitmedikleri gibi, zamanında tedavi edilmediğinde ölümcül sonuçları olan bu tür erken ve sezaryenle doğan çocukların ciğerlerinde gelişen hyelan membran gibi hastalıkları ekarte etmek için yapılması gereken, bebeğin akciğer grafisinin çekilmesi,kan tahlilleri ve kan gazı ölçümleri gibi ayırıcı tanı yöntemlerine de başvurmamışlardır.

O kadar ki, bebeğe ön tanı olarak konulan yeni doğanın geçici taşipnesi dahi kesin tanı haline getirilerek, onun için gerekli olan tıbbi tedaviler dahi yapılmamıştır.

Sonuç olarak; zamanından önce ve sezaryenle doğan bebek, ilgili doktorların yanlış tanısı ve bu yanlış tanıya bağlı olarak zamanında gerekli tıbbi müdahale ve tedaviler uygulamadıkları için ölmüş ve ilgili doktorlar hakkında taksirle ölüme sebebiyet suçundan kamu davası açılmıştır.

Hazırlık soruşturmasında, iddia makamı Adli Tıp 1.İhtisas Kurulundan rapor almış ve raporda ilgili çocuk doktorları kusurlu bulunmuş, yargılama evresinde Yüksek Sağlık Şurasından alınan raporda da,ilgili doktorların kusurlu bulundukları teyit edilmiş, yapılan itirazlar sonunda, iki yeni doğan çocuk uzmanın da bulunduğu Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan yeni bir rapor alınması cihetine gidilmiş, Adli Tıp Kurumu Genel Kuruluna mütalaasını bildiren 1.İhtisas Kurulu, doktorları suçlayan önceki raporunu, mütalaasında da yinelemiş, tüm dava dosyasını ve önceki raporları inceleyen Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu; önceki raporları aynen yineleyerek, önceki raporlarda belirtilen tıbbi eksiklikleri kabul ederek, ilgili doktorların bebeğin takip ve tedavisinde kusurlu olduklarını tespit edip vurgulamasına rağmen, Adli Tıp Genel Kurulu da, pek yaygın olan modaya uyarak,günümüzde bazı gerçeklerin kabulünden sonra bir virgül atılarak, ancak ve fakat ile başlayan ifadelerle gerçeklerin üzerini örtme gayreti içine girmiş ve “...bebeğin klinik durumu itibariyle zamanında uygun takip ve tedavinin yapılması durumunda da, kurtulma ihtimalinin yüksek olduğu, fakat kesin olmadığı cihetle; hekimlerin kusurlu eylemiyle, bebeğin ölümü arasında kesin bir illiyet bağı kurulamayacağı mütalaa olunur” denilmişir. Haydi buyurun cenaze namazına. Raporun bu bölümünü izah edebilecek bir hukukçu var mı bilemiyorum.

Biz; “...bebeğin klinik durumu itibariyle zamanında uygun takip ve tedavinin yapılmas durumunda da, kurtulma ihtimalinin yüksek olduğu fakat kesin olmadığı cihetle; hekimlerin kusurlu eylemiyle bebeğin ölümü arasında kesin bir illiyet bağı kurulamayacağı mütalaa olunur” diyen Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun, hukuken ne demek isyediğini çözebilmiş değiliz. Adli Tıp demek istiyor ki; bebeğin ölümünde doktorlar kusurlu ama, mahkeme olarak sen yine de görmezlikten gel ve doktorları beraat ettir.

Bu ne biçim bir rezilliktir, bir hukukçu olarak anlamak mümkün değil, doktorların tıbbi tedavi ve müdahale görevini ihmal ettiği,kusurlu oldukları ve görevlerini yapmadıkları anlaşılıyor, görevlerini yapsalardı, gerekli tıbbi müdahale ve tedavileri uygulasalardı, yüksek bir ihtimalle bebek ölmeyebilirdi, kurtulabilirdi ama, yaşaması yine de yüzde yüz kesin olmadığı için, bebeğin ölüm sonucu ile doktorların takip ve tedavi eksikliklerinden kaynaklı ihmali ve kusurlu hareketleri arasında bağ kuramazsın diyen Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu; bebeğin ölümü kader, yazgı, ömrü bu kadarmış, kader utansın, yapacak bir şey yok demek istiyor ve günümüzün zihniyeti ve koşullarıyla tam örüşüyor.

Mahkemenin, bu rezil rapor karşısındaki tutumunu göreceğiz.

Bir hastalık nedeniyle gerekli tüm tıbbi takip,muayene ve tedavilerin uygulanması halinde, hastanın kurtulması için yüzde bir şans dahi varsa, o hastaya gerekli tıbbi tedavinin uygulanmamış olması, ölüme sebebiyet vermek suçu için öngörülen taksirli bir davranıştır.Bebeğin ölüm ile ilgili doktorların eylemleri arasında; illiyet,sebep sonuç ilişkisi vardır.Bunu da bilirkişi değil, ilgili yargıç taktir edecektir.

Adli Tıp'ın bu mantığından hareket edecek olursak, ülkemizde hastalara, ötenazi isteme hakkı tanınmadığına göre,ölümcül bir hastalıktan muzdarip ve öleceği kesin olan bir hastayı acı çekmesin diye öldürmek de suç omamalıdır ki, bu da hukuken mümkün değildir. 24/04/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Avukat




23 Nisan 2016 Cumartesi

AKP İKTİDARI BUNU HEP YAPIYOR




Bugün 23.Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı,ulusal egemenlik deyince, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu akla gelir.

Millete ait olan bu egemenlik hakkının yasama bölümünü, Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi kullanır.

Bu itibarla,Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının, ulusal egemenliğin mabedi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde kutlanması gerekmez mi?

Millet kavramı yerine ümmet, milliyetçilik kavramı yerine de ümmetçiliği benimsemiş olan AKP iktidarının; bu nedenle,milli bayramlarımıza karşı sürekli soğuk yaklaştığını, milli bayramlarımızı büyük bir coşkuyla ve heyecanla her ortamda sıcak bir şekilde kutlamaya yanaşmadığını, milli bayramlarımızda her nasılsa bir bahane bulup bu bayramlarımızı adet yerini bulsun diyerek sönük bir şekilde kutlamayı adet haline getirdiğini, artık bilmeyen kalmamıştır.

Bu yıl da terör ve şehitlerimiz bahane yapılarak, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki kutlamalar iptal edilmiş, 23 Nisan Bayramında Türkiye Büyük Millet Meclisinin yerine, Ankara'daki Kaçak Saray ve Külliyesi ön plana çıkarılmış ve onun reklamı yapılmıştır.

AKP iktidarı, Van depremini bahane ederek, 2011 yılının 29.Ekim.Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını da iptal etmişti ve biz bu nedenle, “ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞTE!” başlığıyla duygusal bir makale kaleme alıp yayınlamıştık. Hepinizin Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınızı tekrar kutluyor ve bu makalemizi aşağıda aynen yayınlıyoruz. 23.Nisan.2016 Güner YİĞİTBAŞI

ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞTE!


Ben, Van ve Erciş de yüzlerce kişinin enkaz altında kalarak öldükleri depreme Erciş de yakalanarak enkaz altında yaşamını yitiren onlarca öğretmenden biriyim.

Ben, Cumhuriyet çocuğuyum, bu nedenle, Cumhuriyetin kazanımlarından yararlanarak ve Cumhuriyetin ilkelerini benimseyerek okudum ve öğretmen oldum.

Cumhuriyetin kazanımlarını ve ilkelerini benimseyerek, bunların savunuculuğunu yapacak ve Türkiye Cumhuriyetini daha da ileriye götürecek olan genç nesiller yetiştirmek üzere, tüm sıkıntılarına, yokluklarına ve zorluklarına katlanarak, Erciş ilçesinde severek ve isteyerek öğretmenlik yapmaya başladım.

Hayatın cilvesi işte, her şey iyi ve yolunda giderken, tabii bir afet olan depremin, Van ve Erciş'i vurması üzerine, yıkılan bir binanın enkazı altında kalarak, hayata veda ettim.

Beni bu fani dünyadan uzaklaştıran depremden üç beş gün sonra, 29.Ekim.2011 de, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümü kutlanacaktı. Tek arzum; öğrencilerimle birlikte 29.Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamak ve bu vesileyle, ülkemizde Cumhuriyeti kuran Atamızı ve diğer büyüklerimizi anıp, onlara şükranlarımızı sunmak ve öğrencilerime, Cumhuriyetin ilkelerini ve pozitif kazanımlarını anlatarak, onların Cumhuriyetin ilkelerine ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimize dört elle sarılmalarına katkı sağlayabilmekti.

İnanın, depremde enkaz altında kalarak bedenen sizlerden ve aile yakınlarımdan ayrılmış olmam, beni hiç üzmedi, tek üzüntüm, 29.Ekim.2011 tarihinde Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümünü kutlama imkanından mahrum kalmış olmamdı.

Aslında daha yolun başındaydım ve bu vatana ve bölge halkına yapacağım ve yapmak istediğim daha çok güzel şeyler vardı. Ancak, benim için kısmet bu kadarmış.

Ülkemizde, Cumhuriyetin ilkeleri doğrultusunda yetişmiş, insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasiyi benimsemiş ve özümsemiş çok sayıda insan ve öğretmenin var olduğunu bildiğim için, deprem yüzünden hayatımı kaybederek, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümünü kutlayamamaktan kaynaklanan üzüntüme rağmen, teselli buluyor ve gözüm arkada kalmıyordu.

Canlı bedenim sizlerden ve ülkemden kopmuş olsa da, ruhum sizlerle ve ülkemle birlikte tüm canlılığı ile yaşamaya devam edecek, Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarının yadigarı olan, insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin yaşatılması ve daha da ileriye götürülmesi için yapılacak olan icraatları uzaktan izleyerek, teselli bulacaktım.


Biliyordum ki; benim yapamadıklarımı, arkamda bıraktığım arkadaşlarım yapacaklar, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 88.yıl dönümü, tüm ülkede coşkuyla kutlanacak, Cumhuriyetimizi kurarak bize emanet eden Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları, minnetle anılacak, bu coşkulu kutlamalarla, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin her kesimden tüm iç ve dış düşmanlarına korku salınacak ve hak ettikleri cevap verilecekti.

Heyhat!

Bir de ne duyayım; her fırsatta insan hak ve özgürlüklerinden, demokrasiden, Cumhuriyetten dem vuran ve daha özgür bir yeni Anayasa yapma hazırlığında olan Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN, bir genelge yayınlamış ve tüm yurtta, çelenk sunumu ve tebriklerin kabulü dışında, Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümü olan bu seneki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve resmi geçit törenlerini iptal etmiş.

Gerekçe olarak da, benim de enkazı altında kalarak hayata veda ettiğim Van depremini göstermiş. Asıl beni üzen husus da, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının iptaline, benim de enkazı altında kalarak bu hayattan göçmeme neden olan Van depreminin gerekçe yapılarak, benim cansız bedenimin, bu gereksiz iptal kararına alet edilmiş olmasıdır.

Oysa ki, benim tek arzum ve vasiyetim, geride bıraktığım arkadaşlarım tarafından, Cumhuriyetin 88. kuruluş yıl dönümü olan 29.Ekim.2011 bugün, Cumhuriyet Bayramının coşkuyla kutlanmasıydı. Şunu da ilave edeyim; Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiniz ama, görüyorum ki, ölenle ölünmüyor ve herkes, olduğu gibi günlük yaşantısına aynen devam ediyor.

Kaldı ki, ülkemiz, tabii afet olsun, PKK terörü olsun çok sık aralıklarla onlarca toplu ölümlere maruz kalıyor, bu koşullarda, Milli Bayramlarımızı iptal etmeye kalktığımızda, hiçbir bayramı kutlama imkanı bulamayacağımız çok açık. Önümüzde, bir de dini Kurban Bayramı var. Kurban Bayramı için Sayın ERDOĞAN ne düşünüyor bilemiyorum.

İşte, en önemli Milli Bayramımız olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının, hem de, benim de içlerinde bulunduğum Van depreminde ölenler gerekçe gösterilerek iptal edilmesiyle, şimdi ben gerçekten öldüm.

Sizlerin, kutlanması yasaklanan, ancak hepinizin gönülleriniz de yürekten kutladığınız dan emin bulunduğum 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızı kutluyorum.

Hoşça kalın. 29.Ekim.2011


Güner YİĞİTBAŞI





22 Nisan 2016 Cuma

HAK EDENLERİN BAYRAMI 23 NİSAN



AKP iktidarının, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının düşük profille kutlanması, tüm yurtta yapılacak olan kutlama törenlerinin asgari düzeye indirmesi, ulusal egemenliğin mabedi olan Türkiye Büyük Millet Meclisindeki kutlamaların iptal edilmesi yönünde almış olduğu karar nedeniyle, milletimizin asla üzülmemelerini, kötümserliğe kapılmamalarını, bilakis sevinmelerini istiyoruz.

AKP iktidarının başında bulunanlar tarafından temsil edilen zihniyete baktığımızda, onlar için ulusal egemenlik diye bir kavram yok ki. Bakmayın siz, onların sürekli milli irade demelerine, milletimiz ne derse o olur demelerine, iki de bir de, anayasa değişikliklerini millete soralım, halkın oylarına başvuralım demelerine.

On dört yıllık iktidarlarında, eğitim sistemini değiştirerek ve devletin mali imkanlarını, tekelleştirdikleri ve yandaşlaştırdıkları medyayı kullanarak,basın özgürlüğünü yok ederek, kendi kafalarına ve zihniyetlerine uygun kemikleşmiş bir yandaş kitle oluşturduklarını ve bu kitlenin, kendilerinin her dayatmalarına evet diyeceklerini çok iyi biliyorlar.

Biz,milli düşünmediklerini, demokrat olmadıklarını,ulusal egemenliğe saygı göstermediklerini, tek kişinin egemenliğine dayanan ve her konuda onun isteği olan, milli değil, ümmet esasına dayalı bir devletten yana olduklarını açıkça göstermeleri ve gerçek saflarını belli etmiş olmaları nedeniyle, AKP iktidarını kutluyoruz.

AKP iktidarının fiili lideri ve tek adam Tayyip Bey; çok yakın bir tarihte Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından İstanbulda düzenlenen Kutlu Doğum Programında yaptığı konuşmasında, “...bizim tek dinimiz var, İslam, bizi birleştiren İslam.Biz İslam'ın bütünleştirici çatısı altında toplanacağız...” diyerek, milli düşünmediğini, ümmetçi bir kafa yapısına sahip olduklarını deklere etmiştir.

Daha dün, İzmit Körfezi üzerine yapılan asma köprünün tamamlanarak iki yakayı birleştirmesi nedeniyle yapılan törende konuşan Tayyip Bey; ulusal egemenliği ve Türk Milliyetçiliğini tanımayan tavrını yeniden sergilemiş ve ulusa danışma gereği duymadan, kendi kafasından geçen ve ümmetçi zihniyetiyle örtüşen bir şekilde, tek yanlı olarak, köprünün isminin Osman Gazi olacağını açıklamış, Osmanlıya olan hayranlığına yeni bir sayfa daha eklemiştir. Önemli yatırımlara isim verilirken, Milli bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetinin temelinde harçları bulunan ve bu dünyadan göçüp gitmiş bulunan en başta Atatürk olmak üzere, diğer tarihi ve ulusal devlet büyüklerimizin es geçilmeleri, nasıl bir zihniyetle yönetilmekte olduğumuzu göstermektedir.

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, hepinizin bildiği gibi, milli bir bayramdır. Milli düşünmeyen, milliyetçi duyguları bulunmayan, ümmetçi bir zihniyetin, Türkiye Cumhuriyetinin en önemli milli bayramlarından olan 23.Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını, gönülden kutlamak istememeleri, kutlamaları asgari düzeye indirmeleri, Meclisteki törenleri şehit cenazelerini bahane ederek iptal etmeleri,çok doğaldır.

Milliyetçi duyguları gelişmiş, Türkiye Cumhuriyetini milli bir devlet olarak gören, Atatürk ve demokrasi ilkelerine gönülden bağlı, ulusal egemenliğe saygılı partilerimiz ve yurttaşlarımız; bu yalın gerçekleri kabullenerek, düzenleyecekleri alternatif törenlerle, ümmetçi safralarından arınmış, saf, milli ve temiz bir Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlamalı ve bayramın tadını çıkarmalıdırlar.

Tüm halkımızın ve çocuklarımızın,23.Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını en iyi dileklerimizle kutluyor, bu bayramı ve bayram kutlama ortamını bizlere ve çocuklarımıza armağan eden ve sağlayan, en başta Sevgili ATATÜRK olmak üzere, tüm ulusal kahramanlarımızı ve devlet adamlarımızı,şükranla ve rahmetle anıyoruz. 22/04/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

21 Nisan 2016 Perşembe

BİR ÜLKEDE DEMOKRASİ YOKSA ADALET DE YOKTUR




Evet, bir ülkede tüm kurallarıyla işleyen şeffaf ve gerçek bir demokrasi yoksa, bu nedenle o ülkede yaşayan insanlar, bir takım gerçek dışı ve antidemokratik algı operasyonlarına açıksa, bu algı operasyonunun alt yapısını hazırlayan antidemokratik söylem ve eylemler zirve yapmışsa, kağıt üzerinde yargının bağımsız ve tarafsız olduğu yazıyor olsa da, o ülkedenin yargısı asla bağımsız ve tarafsız olamaz.

Bir ülkede yargının tarafsız ve bağımsız olabilmesi için, o ülkede yaşayan insanların büyük çoğunluğunun vicdanlarında, başka bir ifadeyle kamu vicdanında, yargı bağımsızlığının da içinde bulunduğu tüm ilkeleriyle demokrasi şuurunun oluşup yer etmesi gerekir.

Kamu vicdanını temsil eden halkımızın bir kesiminin; o günün koşullarında, benimsedikleri ideoloji, demokrasi anlayışı, siyasi ve dünya görüşü, tuttuğu siyasal partinin görüş ve icraatları açısından, yargının tarafsız ve bağımsız olmamasından dolayı bir çıkarı varsa, ülkede demokrasi tüm kurallarıyla işlemiyorsa,kuvvetler ayrımı ilkesi iflas etmişse, o ülkede artık yargının tarafsızlığından ve bağımsızlığından bahsedemezsiniz. Kendileri de bir insan olan, her insan gibi etten ve sinirden oluşan yargı mensubu hakimlerimiz de, işlemeyen demokrasinin yok olan teminatlarından mahrum kaldıkları için, ister istemez bağımsızlıklarını ve tarafsızlıklarını yitireceklerdir.

O kadar ki, yargı mensubu bazı hakimler de, antidemokratik, demokrasinin kurallarının işlemediği bu düzende; kolaylıkla, bazı yasa dışı cemaat ve oluşumların, siyasal iktidarların dümen suyuna girerek, kararlarıyla onlara hizmet edeceklerdir.

İşte; demokrasinin, kuvvetler ayrımının, şeffaflığın erdemi buradadır.

Ülkemizde, bugüne kadar askeri darbeler olmuş, demokrasimiz zaman zaman askıya alınmış, daha sonra tekrar demokrasiye geçilmesine rağmen, siyasal iktidarlar da askeri darbe dönemlerini aratmayacak şekilde sivil darbeler yapmışlar ve ülkemiz gerçek anlamda bir demokrasiyi yaşayamadığı için, kamunun genel vicdanı da, demokrasinin ilkelerine ve erdemine uygun oluşamamış, bu bölünmüşlük ortamından yargı da nasibini almıştır.

Bu yazıyı niçin yazma gereği duyduk?

Dün, Karaman'da jet hızıyla ve ilk celsede verilen, cinsel taciz davası ile bugün Yargıtay tarafından açıklanan ve beklendiği gibi, Ergenekon davasının tümden bozulmasına ilişkin kararlar, bizi bu makaleyi yazmaya itmiş bulunmaktadır.

Sonuçları itibariyle olması gereken ve bir hukukçu olarak bizim de hoşumuza giden bu iki karara bakarak, bazı kesimler hep bir ağızdan; Türkiye de tarafsızlıklarını ve bağımsızlıklarını yitirmeyen yargıçlarımız da varmış diyecekler, kararları veren hakimlere methiyeler düzecekler, ortalığı inletecekler ve tabii, bize göre kendilerini ve halkımızı aldatacaklardır.

Bize göre, demokrasinin işlemediği, kuvvetler ayrılığı ilkesinin fiilen kaldırıldığı, ülkenin Cumhurbaşkanının; parlamenter sistemi fiilen kaldırdığını ve fiili bir başkanlık sistemini kurduğunu açıkça ilan ettiği, parlamentoya talimatlar yağdırdığı, namusu ve vicdanı üzerine yaptığı tarafsızlık ve anayasaya bağlılık yeminini ayaklar altına aldığı, fiili başkan gibi ülkeyi tek başına yönettiği, anayasayı ihlal suçunu işlediği, kimsenin sesini çıkaramadığı, aydınların suskun olduğu, aydın ihanetinin tavan yaptığı, sesini çıkaraların tutuklandıkları, Başbakan iken, kendi siyasal çıkarları için, dün Güneydoğu Bölgemizdeki il ve ilçelere silah ve cephane dolduran, hendekler kazan, barikatlar kuran bölücü PKK terör örgütü militanlarına göz yumarak teröre yardım ve yataklık etmesine, kısa sürede dört yüz şehit vermemize vesile olmasına rağmen, bugün işin doğası, hayatın olağan akışının ve dayandığı kendi siyasal tabanının gereği olarak, teröristlerin taziye çadırlarını ziyaret eden HDP milletvekillerinin yargı önünde hesap vermelerini istemeyi kendisine hak sayması ve HDP Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için meclise baskı yapması karşısında, ülkemizde demokrasinin bir kırıntısının kalmadığı bu ortamda, bağımsız ve tarafsız bir yargıya sıcak bakacak, tarafsız ve bağımsız bir yargıyı destekleyecek, tarafsız bir kamuoyu vicdanının oluşacağına, buna bağlı olarak da, yargının tarafsız ve bağımsız kalabileceğine inanabiliyor musunuz?

Bugün Yargıtay tarafından tümüyle bozulan Ergenekon Davasının geldiği bu olumlu aşama, bağımsız ve tarafsız bir yargının başarısı değildir. 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla başlatılan soruşturma ile AKP iktidarının geleceğini tehlikeye atan,bir anda ve tesadüfen değişen siyasal şartların, olması gereken zorunlu sonuç ve başarısıdır.

Aslında, ülkemizde gerçek bir demokrasi, demokrasinin ilkelerine sıkı sıkıya bağlı, bağımsız ve tarafsız bir yargının önemine vakıf, bağımsız ve tarafsız bir yargı şuuru gelişmiş,adaleti içselleştirmiş adil bir kamuoyu vicdanı olsaydı, Ergenekon diye bir kumpas dava ve bunun neden olduğu mağduriyetler söz konusu olmayacaktı.

İşte, bu gerçeği anlamamız ve kabul etmemiz durumunda, önce eşeğimiz kaybederek üzülüp, daha sonra birileri buldurduktan sonra sevinmekten ve ülkemizde bağımsız ve tarafsız hakimler de varmış aldatmacasından kurtulacağız.21/04/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

18 Nisan 2016 Pazartesi

BU ZİHNİYETLE ANCAK İSLAM DİNİNE DAYALI BİR ANAYASA YAPILIR




Türkiye Cumhuriyeti Devleti; etnik kökenleri itibariyle Türk'lerin çoğunlukta olduğu, daha sonra Kürt'lerin ve daha asonra da diğer etnik kökenden gelen ve ancak, etnik kökenleri ne olursa olsun hepsinin Anayasa ve yasalar önünde eşit oldukları, tasada ve kıvançta ortak yurttaşlardan oluşan milli bir devlettir.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin; Türk, Kürt ve sair etnik kökenden de gelmiş olsalar, yurttaşlarının çok büyük çoğunluğu Müslümandır, fakat, Türkiye Cumhuriyeti demokratik ve laik bir devlet olup, devletimizin Anayasasında yazılı olan resmi bir dini yoktur.

Din ve vicdan özgürlüğünün cari olduğu ve Anayasasında, herkesin din ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğu açıkça yazılı bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anayasasına göre, bütün dinlere eşt mesafede olup, Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti; İslam dinine dayalı bir din devleti, başka bir ifadeyle, İslam Cumhuriyeti değildir.

Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin; bir mozayiği andıran, çeşitli etnik kökenlerden gelen vatandaşlarının neredeyse tamamına yakınının İslam dinine mensup birer Müslüman olmaları, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarını,Türkiye Cumhuriyeti ile irtibatlandıran, birleştiren, bütünleştiren ve bir arada tutan ortak kimlik, değer ve birleştirici çatının, İslam dini olmasını, vatandaşların İslamın çatısı altında toplanmalarını zorunlu kılamaz. Vatandaşlarımız; ister İslam, ister Hristiyan ve Musevi veya başka dinlere mensup olsunlar, dinler; her yurttaşın kendi özeli ve Tanrı ile aralarındaki gizli ve uhrevi bir bağdır.

Bu itibarla; Laik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Cumhurbaşkanı olduğunu iddia eden Tayyip Bey'in; dün (17/04/2016) Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından İstanbulda düzenlenen Kutlu Doğum Programında yaptığı konuşmasında; vaktiyle rahmetli babasıyla kendisi arasında geçen bir anısına atfen yer verdiği, “Babama Laz mıyız, Türk müyüz? Diye sordum, büyük dedem babama, Müslüman'ım de geç demiş. Mezhepçilik, ırkçılık ve terör belasıyla karşı karşıyayız.Bizim tek dinimiz var, İslam, bizi birleştiren İslam.Biz İslam'ın bütünleştirici çatısı altında toplanacağız.”şeklindeki beyanlarını, Cumhuriyetimizin laik, demokratik ve özgürlükçü yapısına ve ilkelerine aykırı ve çok sakıncalı buluyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin birliğini temsil eden, tarafsızlık ve Anayasaya bağlılık yemini etmiş olan bir Cumhurbaşkanının; laik Türkiye Cumhuriyetinde, vatandaşlarının çoğunluğunu İslam dinine mensup olanlar teşkil etmiş olsa dahi, bize göre, azınlıkta da olsalar, diğer dinlere mensup Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını diğerlerinden ayırma ve bölme, başka bir çatı altında toplanmaya itme anlamına gelecek şekilde, İslam dinini öne çıkararak,vatandaşlarımızı, İslam'ın bütünleştirici çatısı altında toplanmaya çağırmasını, adeta ümmetçilik yapmasını, sade bir şekilde ve bölücülük yapmadan, kendi etnik kökenini dile getirmeyi ırkçılık yapmakla eş değer saymasını, kendisi de Müslüman olan demokratik ve laik bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olarak kınıyor ve bu zihniyetin yeni bir anayasa yapmak üzere kollarını sıvamış olmalarından, ülkemizin geleceği adına endişe duyuyoruz.18/04/2016


Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu üyesi Avukat

16 Nisan 2016 Cumartesi

BENDEN İKİ MİLYON DOLAR YOK MU ARTIRAN?





İstanbul da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi tamamlandı.

Bu zirveye katılan İslam ülkelerinin devlet ve/veya Hükümet Başkanları ülkemize geldiler. Tayyip Bey, zirvenin ev sahibi olarak ve zirveye katılan İslam Ülkelerinin lideri olma iddia ve edası içinde, zirveye katılan liderleri tek tek karşıladı, zirvenin açılışında ve kapanışında konumalar yaparak gövde gösterisinde bulundu, darbeci Sisi'nin ülkesi Mısır'a teşekkü etti, ancak, Mısır ve Sisi adına zirveye katılan Mısır delegesi, zirvenin sonunu beklemeden ve aile fotoğrafında yer almadan, kendilerince haklı olan nedenlerle, sıvışmayı yeğledi.

Bu zirveden, İslam Ülkeleri adına; olumlu, faydalı ve yararlı hangi sonuçların çıkmış olduğunu anlayabilmiş değiliz.

Zirveye katılan teşkilat üyesi İslam Ülkelerinin, kendi halklarına bir faydaları ve hayırları yok ki, İslam Ülkelerinden oluşan İslam İşbirliği Teşkilatı adına yapılan bu zirveden, ortak yararlı ve olumlu sonuçlar elde edilebilsin.

Bu zirveden çıkan, somut ve elle tutulur tek karar ve sonuç; İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde çok uluslu bir İslam Polis Teşkilatının kurulacak olmasıdır.

Kurulması kararlaştırılan İslam Polis Teşkilatı ne yapacak, anlamış değiliz.

Hani, ünlü İngiliz felsefeci Thomas Hobbes yıllar önce, “insan insanın kurdudur” demiş ya, günümüzde de, bir İslam'ın, diğer bir İslam'ın kurdu olduğu, Müslüman'ın Müslüman'ı boğazladığı,öldürenin de, ölenin de tekbir çektiği, Allah adına hareket ettiklerini haykırdığı ortadoğu ve diğer İslam coğrafyasında, bu polis teşkilatı vasıtasıyla, bir İslam'ın, yok yere bir diğer İslam tarafından boğazlanmasına mı mani olunacak, bilemiyoruz.

Belki de, kurulması kararlaştırılan bu İslami Polis Teşkilatı marifetiyle, halk oyunu oynayarak ve halay çekerek zina yapan (!) Müslümanlar hakkında şeriat hükümlerinin uygulanması ve zina ile etkin bir mücadele başlatılması ön görülmüş ve planlanmış olabilir! İlerleyen günlerde, bu İslam Polis Teşkilatının görev ve yetkilerini hep birlikte öğreneceğiz.

Biz diyoruz ki; ABD, AB ve Avrupa Konseyi ve Parlamentosunun demokrasi,basın özgürlüğü, ifade özürgürlüğü, yargı bağımsızlığı gibi alanlarda ülkemizi eleştiren zehir zemberek raporlarını görmezlikten gelen, hiç takmayan ve sadece yok sayarak kendini avutan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olarak; dost olduğun ve dost olmaya çalıştığın, ortak zirvelerde buluşarak havanda su dövdüğün ülkeleri bize söyle, nasıl bir Hükümet olduğunuzu size söyleyelim.

Öyle bir teşkilat ki; üyesi olan ülkelerde, demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden eser olmadığı gibi, üye ülkelerin çoğunluğu, üzerlerine düşen aidat ödeme gibi mali yükümlülüklerini dahi yerine getirmemişler.

Tayyip Bey; örtülü ve örtüsüz ödeneklerden bol para harcamaya, bu fakir milletin vergileriyle oluşan devlet parasını oraya buraya savurmaya alışık ya, ülkelerin çoğu bırakınız ilave bağış yapmayı, üye ülke olarak ödemekle mükellef oldukları normal aidat borçlarını dahi ödememişler,sanki kendi kesesinden ödeyecekmiş gibi, Tayyip Bey, İslam İşbirliği Teşkilatına 2 milyon dolar bağışladığını açıklamış, zirveye katılan diğer İslam Ülkelerinin liderlerine yönelik olarak yaptığı bağış öneri ve teklifi itibar görmemiş ve karşılıksız kalmış olup, buna sinirlenen Tayyip Bey de, aidat borçlarını ödemeyen ülkeleri, ödeyenlerin isimlerini açıklamak suretiyle, kendisinden beklenmeyen bir nezaketle, ödeyenlerin dışında kalan ülkelerin aidat borçlarını ödemediklerini, dolaylı ve üstü kapalı olarak açıklamıştır.

Medyada yer alan haberleri değerlendirdiğimizde, bize göre, zirvenin, kötü bir anı olarak akılda kalacak olan en önemli ve çarpıcı olayı, diplomatik nezaketle bağdaşmayan, “ benden iki milyon dolar, yok mu artıran” deyimini anımsatan ve diğer ülkelerin ilgi göstermemesi nedeniyle başarısız kalan, açık artırma benzeri bir yöntemle örgüte bağış toplama girişimi ile aidatlarını ödemeyen aidat borçlusu ülkelerin isimlerinin alenen açıklanması olmuştur.16/04/2016



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



14 Nisan 2016 Perşembe

ZİNA





Her işimiz bitti ve en başta bölücü terör olmak üzere, ülkenin sırada bekleyen tüm sorunlarını halletik de sıra zina'ya geldi sanki.

Öncelikle, şu gerçeği de belirtelim ki; zina, şu anda yasalarımıza göre suç değildir. Zina'yı, Türk Ceza Yasasına göre suç olmaktan çıkaran da, bizzat AKP iktidarıdır.

Zina; bizim ahlak kurallarımıza,dinimize aykırı ve dinimize göre ağır yaptırım ön gören çok ağır bir suç olarak kabul edilmişse de; bizim devlet yapımız içinde, zina'nın Türk Ceza Yasasına göre suç sayılmaması, Türkiye Cumhuriyetinin laik bir devlet olması nedeniyle, çok doğal bir uygulamadır.

Laik devletler; reşit olan ve akli melekeleri yerinde olan yetişkin bir kadın ile erkek arasında rızaya dayalı olarak, aleniyet içermeyen ve gizli bir ortamda gerçekleşen cinsel birleşmelere karışamaz.

Tabi, zinanın delilleriyle saptanması halinde, zina nedeniyle hakları ihlal edilmiş olan kişilerin; zinaya dayalı boşanma davası açmak, tazminat talebinde bulunmak gibi,bazı yasal başvuru hakları mevcuttur.

Dinimize ve şeriat hükümlerine göre, zina'nın çok ağır cezayı gerektiren bir suç olması, laik devletlerin meselesi değildir.Zinayı yasaklayan, bunu günah ve suç sayan dinin mensuplarının kendileri zina yapmazlar, aile yakınlarına da yaptırmazlar ve mesele kapanır, zira her koyun kendi bacağından asılır.

Sıfatları, makam ve mevkileri ne olursa olsun, hiç kimse; kendi çekirdek aile yakınları dışında kalan kişilere,din ve şeriat kurallarına uymaları, bu kurallar arasında bulunan zina eyleminde bulunmamaları için dayatmada bulunamaz,zina yaptıklarını iddia ederek, eleştiremez ve kınayamaz.

Hele, hele örf ve adetlerimize göre yıllar öncesine dayalı olarak oynanan ve artık gelenek haline gelen bazı halk oyunlarımızda, kadın ve erkeklerin, oyunun gereği olarak el ele tutuşmalarını, halay çekmelerini, zina olarak nitelendirerek fikir beyan edemez, kendi sapık zihniyetinden, kalbinin kötülüğünden hareketle, halk oyunu oynayan, halay çeken kadın ve erkeklerimizi, zina yapmakla suçlayamaz.Böyle bir suçlama, kişilerin özgürlüklerine yapılan alçak ve şerefsiz bir saldırıdır.

Bir okulumuzun müdür yardımcısı olan bir eğitimcinin; el ele tutuşarak halay çekenler zina yapmaktadır diyerek, elele tutuşarak halay çeken tüm insanlarımızı, alenen zina yapmakla suçlaması ve bu cesareti kendisinde bulabilmesi, demokratik ve laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin çökmek üzere olduğunun en önemli belirtilerinden birisidir.

Halay çekenler zina yapmaktadır diyenler, aynı kafa yapısında olanlar, bu sapıkları açık ya da gizli olarak destekleyen ve bu sapıklara cesaret verenler, iş başında tutmaya devam edenler; şunu çok iyi biliniz ki; halay çekmek üzere el ele tutuşan kadın ve erkeklerimiz, asla zina yapmış olamazlar, bu değerlendirme; kadın saçı görünce tahrik olduklarını beyan eden, halay çekmek üzere bir kadınun elini tuttuklarında nefislerine hakim olamayarak cinsel haz duymaya başlayarak tahrik ve orgazm olan, herkesin de kendileri gibi tahrik ve orgazm olacaklarını zanneden, karşılarında gördükleri kadın ve kızlarımızı beyinlerinde çırılçıplak soyarak göz ve beyin zinasında bulunan sapıklar, ayağınızı denk alınız, devran böyle devam etmeyecek, bir gün mutlak surette laik demokrasinin geri geleceğini ve sizlerden hesap sorulacağını asla aklınızdan çıkarmayınız.

Allah; tüm kadın ve kızlarımızı, göz ve beyin zinasının sapıklarından korusun. 14/04/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

12 Nisan 2016 Salı

TAŞIMAK



Hepinizin çok iyi bildiği gibi, taşımak kelimesinin birçok anlamı vardır.

Taşımak kelimesinin, çok kullandığımız anlamlarından biri de, bir şeyin, bir nesnenin, örneğin bir kıyafet ve giysinin, bir makamın, bir makam koltuğunun ağırlığını, sorumluluğunu yüklenebilmek ve onun hakkını verebilmek,ona değer katabilmektir.

Bir kıyafet düşününüz, çok pahalı ve gösterişlidir, çok değerli, nadide ve pahalı kumaşlardan üretilmiştir, giydirirsiniz birisinin üzerine,değerinden eser kalmaz,o değeri fark edemezsiniz, çünkü giyen kişi o kıyafetin ağırlığını ve sorumluluğunu üzerinde taşıyamaz, ona bir şeyler katamaz, kıyafet o kişinin üzerinde adeta ağlar.

Yine bir kıyafet düşününüz, çok ucuz, değersiz, gösterişsiz iddialı olmayan bir kumaştan üretilmiştir ama, o kıyafeti konuşmalarıyla, kültürüyle, bilgisiyle, duruşuyla, oturuşuyla, kalkışıyla ve yürüyüşüyle öyle zarif ve kibar bir insan giyer ki; ekonomik ve maddi yönden ucuz ve değersiz olan o kıyafeti artık tanıyamazsınız, o kıyafeti üzerinde taşıyan kişinin güzelliği, nezaketi, zarifliği, kibarlığı, kültürü, tatlı dili, insanlarda uyandırdığı güven duygusu, sempatikliği,tevazuu ve öz güveni, kıyafetine de yansır ve o değersiz kumaştan yapılan giysi, onun ağırlığını ve sorumluluğunu çok iyi taşıyan o kişinin üzerinde, olduğundan çok değer kazanır, o kıyafetin maddi ve ekonomik değersizliğini göremezsiniz ve fark edemezsiniz.

Çok üzülerek ve sıkılarak söylemek gerekirse, devlet yönetimindeki bazı koltuk ve makalar da tıpkı o giysilere benzer.

Bu itibarla, bazı önemli makam, mevki ve koltuklara ulaşıp buralara oturabilmekten ziyade, ulaşılan o makam, mevki ve oturulan koltukların ağırlığını ve sorumluluğunu üstlenebilmek ve taşıyabilmek çok daha zor ve önemlidir.

Kağıt üzerinde çok önemli, değerli ve saygın olan bir makama ve koltuğa, layık olduğu asıl değeri ve saygınlığı, o makama ve koltuğa oturan kişinin, bilgisi, görgüsü,kültürü, demokrasiye ve özgürlüklere verdiği değer, hukuka ve hukukun üstünlüğüne olan saygısı, tevazuu, Anayasaya ve yasalara olan bağlılığı verebilir.

Sahi ya, bu yazıyı kaleme almaya başladığımız gecenin bu ilerleyen vaktinde, biz niçin bu konulara daldık, yoksa millet olarak, bizi yönetenlerin, işgal ettikleri makamların ve oturdukları koltukların ağırlıklarını ve sorumluluklarını taşıyamadıkları konusunda bir şüpheye mi düştük acaba?

Ne dersiniz? 12/04/2016

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


7 Nisan 2016 Perşembe

ATATÜRK SEVGİSİNİ ASLA YOK EDEMEYECEKSİNİZ




İktidar ve yandaşlarının ahlak ve sapıklık anlayışlarını; tarafsız, orta zekaya sahip ve sorgulama yeteneği olan herkes anlamış olmalıdır.

Öyle bir zihniyet ki; koruma ve kollama,siper olma anlamında kullanılan “önüne yatmak” tabirini, kendi partilerine mensup hem de zamanın İçişleri Bakanı olan kişi, Reza Zarrab isimli şu anda Amerika da tutuklu bulunan 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddialarının odağındaki şüpheli hakkında kullanıyor ve yasa dışı eylemlere bulaştığı iddia edilen kişiye, gerekirse senin önüne yatarım diyor, bunu söyleyen bakan, iktidar partisinin yöneticileri tarafından en küçük bir eleştiriye tabi tutulmuyor,hatta hakkındaki suçlamalardan dolayı iktidar milletvekilleri tarafından mecliste aklanıyor, aynı iktidarın yöneticileri ve yandaşları, İçişleri Bakanlarının Reza Zarrab için sarf ettiği aynı sözleri, 45 erkek çocuğumuzun cinsel istismara uğratıldıkları Ensar Vakfı için KILIÇDAROĞLU söyleyince, iktidar yöneticileri ve yandaşları ayağa kalkarak, vay efendim, sen Aileden sorumlu bayan bakana hakaret ettin, bakana cinsel tacizde bulundun, cinsiyet ayrımı yaptın diyerek ipe sapa gelmeyen suçlamalarda bulunuyorlar.

Tam bir rezalet, aynı AKP mantığıyla değerlendirmeye kalkışacak olursak, bir şüpheli şahsa, gerekirse senin önüne yatarım dediği iddia edilen o eski İçişleri Bakanı olan AKP'li kişi, g..... Rezza Zarraba ikram etmiş olmuyor mu? Kendi eski İçişleri Bakanı arkadaşınıza, kendi partilinize iftira etmiş olmuyor musunuz?

Bize göre asıl sapıklık, öküz altında buzağı arayan bu kötü niyetli kalbi bozuk zihniyete sahip kişilerin, düşünce, değerlendirme ve davranışlarıdır.

KILIÇDAROĞLU'na yönelik bu yapay ve haksız linç girişimi; zaten had safhada gergin olan ve patlamaya hazır bir bomba gibi duran toplumu iyice germe ve insanları sizden bizden diyerek kamplara bölerek, ülkeyi uçuruma sürükleme girişimi olup, aynı zamanda ülkemize yapılan en büyük ihanet olan bu girişim, bir iktidar için bindiği dalı kesmekle eşdeğerdir.Nitekim bu ihanet girişimi meyvesini vermiş ve bugün medyada izlemiş olmalısınız, bu yapay ve haksız linç girişimi nedeniyle İzmir Çiğli Belediye Meclisinde CHP ve AKP'li meclis üyeleri tekme tokat birbirlerine girerek ortalık savaş yerine dönmüştür.


Bizim bildiğimiz kadarıyla; ülkeye zarar veren gerginlik politikasından, belki muhalefet yararlanmak isteyebilir.Muhalefet partileri, toplumu geren eylem ve beyanlarda bulunsa dahi, muhalefetin gerginliği tırmandıran eylemlerine karşı önlem alması, bazı meseleleri büyütmeden alttan alması,muhalefeti sükunete ve aklı selime davet etmesi,soumlu davranması gereken bizzat iktidar partisi olmalıdır.Gerginlikten, halkın kamplara bölünmesinden zarar görecek olanlar, toplum ve bizzat siyasal iktidarın kendisidir.

Ama, AKP iktidarının yöneticilerinin ve tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanının sorumlu beyan ve davranışlarını, ne yazık ki göremiyoruz.

AKP iktidarı ve yandaşları; anayasayı, yasaları, Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere yargı kararlarını tanımıyorlar, yolsuzluk ve rüşvet iddialarının üzerine gitmiyorlar, bu nedenle yapılan demokratik eleştiri ve tepkileri, Cumhurbaşkanına hakaret, hükümeti devirmeye teşebbüs olarak değerlendirerek, kendilerini haklı çıkmaya çalışıyorlar.

KILIÇDAROĞLU'nun;çocuklara yönelik cinsel istismar eyleminin odağındaki Ensar Vakfının önüne yatmak deyimiyle ifade ettiği, ilgili bakanın Ensar Vakfını koruyup kolladığına yönelik haklı eleştirisini çarpıtarak, bir bardak suda fırtına yaratan ve KILIÇDAROĞLU'na linç girişiminde bulunanların gerçek amaçlarının, ahlakı ve fazileti savunmak olmadığı, KILIÇDAROĞLU'nun bel altı ve cinsel amaçla olarak kullanmadığı bu sözlerini fırsat bilerek, KILIÇDAROĞLU üzerinden sevgili ATATÜRK'e dil uzatma hainliğini yapanların attıkları twitlerle ortaya çıkmıştır.

Öncelikle şunu söyleyelim ki; tüm ATATÜRK düşmanlarının, ATATÜRK'e dil uzatanların, ATATÜRK'e dil uzatanlara arka çıkanların dilleri kökünden kopsun ve her kim olurlarsa olsunlar, ATATÜRK'e söyledikleri hakaret içeren sözler kendilerine dönsün ve başlarına ATATÜRK kadar taş düşsün.

Bugünkü (07/04/2016) Sözcü Gazetesinde yer alan bir habere göre; KILIÇDAROĞLU'nun sözlerini çarpıtan ve bunu fırsat bilen Kocaeli Derince AKP Gençlik Kolları Başkanı olan zat, ATATÜRK'e ve 93 yıllık Cumhuriyete hakaret içeren bir twit atmıştır.

Twitte diyor ki; “Senin de, senin gibi kaç tane zerzavat varsa hiçbirinizin yatacak yeri yok.Bu toprakların tarihindeki en karalekesiniz. 93 yıllık garabetin çocuğu...Atan ne ki,sen ne olacaksın. Allahsız Kılıçdaroğlu”

Haydi bakalım, siyasal iktidarın; o ahlak ve namus timsali beyanlarda bulunarak KILIÇDAROĞLU'nu linç eden, onu siyasi sapık ilan eden her kademeden mensup ve yandaşları, bu twiti atan zata karşı aynı yoğunluktaki eleştiri ve beyanlarınızı bekliyoruz, samimiyet testinden geçtiğinizi unutmayınız.

Oturmakta olduğunuz ve kalkmamak için elinizden geleni de yapmakta olduğunuz koltuklarınızı kendisine borçlu olkduğunuz ATATÜRK'e ve onun emaneti olan 93 yıllık Cumhuriyete hakaret eden partinize mensup o densize hak ettiği cevabı merakla bekliyoruz.

Sizler; ne tepki verirseniz veriniz, hatta hiçbir tepki de vermeseniz, er ya da geç, bir gün mutlak surette o koltuklarınızdan inecek ve unutularak yok olup gideceksiniz. Ama,Sevgili ATATÜRK'ümüzün, bu milletin kalbindeki ve gönlündeki sevgisi ve en başta laiklik ilkesi olmak üzere, rehberimiz olan tüm ilkeleri, asla yok olmayacak ve ilelebet var olacaktır. 07/04/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



5 Nisan 2016 Salı

BİR BARDAK SUDA FIRTINA YARATANLARA BAKINIZ




CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'nun grup toplantısında yaptığı konuşmayı, KILIÇDAROĞLU'nu ve onun şahsında CHP'yi yıpratmak için, istismar ederek, asıl anlamından saptırarak, amacını aşacak bir şekilde ve kendi akıllarından geçtiği gibi belden aşağı anlamlandırarak KILIÇDAROĞLU'na yönelik yargısız infaz girişiminde bulunan,KILIÇDAROĞLU'ndan özür dilemesini bekleyen iktidar mensubu ve yandaşı beyler ve bayanlar; terörü azdırarak,kendi ellerinizle besleyerek, ülkeyi göz göre göre kan gölüne çevirdiğinizi itiraf edip halkımızdan özür dilemeden,ne demek istediğini pek ala anlamanıza rağmen, anlamazlıktan gelerek, söylenenleri amacından saptırıp bel altı anlamlar yükleyerek, KILIÇDAROĞLU'ndan özür dilemesini beklemeye, asla hakkınız yoktur.

KILIÇDAROĞLU,Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu için ne söylemiş? Bir hatırlayalım.

"Çocuklara sahip çıkın, vakıflara değil. Valisi konuşmuyor, Milli Eğitim Bakanı konuşmuyor. Aile Bakanı birilerinin önüne yatmış durumda o zaten hiç konuşmuyor"

Ne var bu konuşmada, niçin kalbinizi bozuyorsunuz, bel altı gizli anlamlar yüklüyorsunuz, “dervişin fikri neyse zikri de odur” sözünü hatırlatacak şekilde, konuyu belden aşağıya çekiyorsunuz?

Sayın KILIÇDAROĞLU'nun; Aile Bakanının cinsiyetinin kadın olduğunu dikkate almadan,belden aşağı bir amaç taşımadan ve konuyla ilgili bakanlığın, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olması nedeniyle, bir cinsiyet ayrımı ve vurgusu yapmadan,isim dahi zikretmeden, Ensar Vakfına ait yurtlardaki çocuk istismarına yönelik olarak, "Çocuklara sahip çıkın, vakıflara değil. Valisi konuşmuyor, Milli Eğitim Bakanı konuşmuyor. Aile Bakanı birilerinin önüne yatmış durumda o zaten hiç konuşmuyor" sözünde geçen ve AKP iktidarı mensup ve yandaşları tarafından cümle içinden cımbızlanarak alınan ve istismar edilerek KILIÇDAROĞLU'nun aleyhinde kullanılan, “birilerinin önüne yatmak” deyimi, KILIÇDAROĞLU''nun kendisine yönelik eleştirilere verdiği cevapda da açıkladığı gibi, siyaset kültürümüze 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının yapıldığı dönemde, bizzat zamanın AKP'li İçişleri Bakanı Muammer GÜLER tarafından sokulan, soruşturmanın telefon dinleme tapelerinde yer alan, hakkında rüşvet aldığı iddiası bulunan eski bakan Muammer GÜLER'in; kendisine rüşveti verdiği iddia edilen iş adamı Reza ZARRAB'ı koruma ve kollama amacıyla sarf ettiği,suçluları himaye etme,koruma ve kollama anlamındaki sözler ve deyim olup, Sayın KILIÇDAROĞLU da, patenti AKP'lilere ait olan bu sözden ilham alarak, cinsel istismara maruz kalan çocuklara sahip çıkılmamasını eleştirmek amacıyla,ilgili bakan olan Aile Bakanını konuşmamakla ve suçlu olan birilerini korumak ve himaye etmekle suçlamak ve eleştirmek amacıyla, “Aile Bakanı birilerinin önüne yatmış durumda” lafını sarf etmiştir.

KLIÇDAROĞLU'nun bu lafları kötü niyet besleyerek ve bel altı amaçla kullanmadığını çok iyi bilmelerine rağmen, bu laflara, söyleniş amacından ve asıl anlamından saptırarak bel altı anlamlar yükleyen ve daha sonra da KILIÇDAROĞLU'ndan özür bekleyenler; zaten ülkenin çok gergin olan ortamını daha da gererek, bu ülkeye ve kasta dayalı zorlama ve saptırma yorumlarıyla yarattıkları bel altı polemiğin süjesi haline getirdikleri Aile Bakanına çok büyük kötülük yaptıklarının acaba farkındalar mı?

Ne tesadüftür ki; televizyonlara çıkıp AKP adına konuşan ve bir bardak suda fırtna yaratan, KILIÇDAROĞLU'nu haksız bir şekilde eleştirerek kendisinden AKP ve Aile Bakan'ı için özür bekleyen Bakan Numan KURTULMUŞ'u izlerken, kendisinin AKP'ye transfer olmadan önce,AKP'ye ve onun liderine yönelik olarak sarf etmiş olduğu ve bu nedenle AKP ve liderine karşı özür borcu doğuran,“Harun gibi geldiler, şimdi Karun oldular” ve benzeri sözleri aklımıza geldi ve ülkemizin kötü politikacılarından iyice tiksindik. 06/04/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosuna kayıtlı Avukat