24 Nisan 2016 Pazar

BÖYLE YÜZ KARASI, TARAFLI VE CAHİLANE BİR ADLİ TIP RAPORU GÖRÜLMEMİŞTİR.




Bir hukukçu olarak, hiçbir kurumu alenen suçlamayız ama,ülkemizin adli tıp konusunda en yetkin resmi bilirkişi kurumu olan Adli Tıp Kurumunun Genel Kurulu tarafından düzenlenen, yürütmekte olduğumuz bir davaya ilişkin rapor karşısında, bu rapora münhasır ve ilişkin olarak, böyle bir suçlamada bulunup, raporu kamuoyu ile paylaşmayı, adil yargılanma hakkının bir gereği olarak zorunlu görüyoruz.

Hikayemizi özetlersek; ismi lazım değil, bir müvekkilimizin eşi,bir özel hastanemizde, erken ve sezaryen yoluyla bir doğum yapıyor ve doğan bebek inlemelerine, solunum ve meme emme zorluğu çekmesine ve bebekte yeni doğanın geçici taşipnesi denilen bir rahatsızlık ön tanısı konulmasına rağmen,bebek yoğun bakım ünitesine alınarak izlenmiyor, kadın doğum sevisinde yatan annenin odasına alınıyor, gününden önce ve sezaryenle doğan ve hayati risk taşıyan bebeğin izlenmesi, sezaryen ameliyatlısı olup, kendisi de acı çekmekte ve bakıma muhtaç olan tıbbi bilgiden yoksun annenin gözetim ve takibine bırakılıyor.

Doğumdan bir gün sonra anneyle birlikte hastaneden taburcu olan bebek, ertesi günü ölüyor. Bebeğin cesedi üzerinde yapılan otopsi sonunda düzenlenen rapora göre; akciğerinde “hyalen membran” hastalığı bulguları tespit edilen bebeğin, akciğer hastalığı ve komplikasyonları nedeniyle oluşan solunum yetmezliğine bağlı olarak öldüğü belirleniyor.

Bebeğin doğumunun tam zamanında ve normal doğum şeklinde gerçekleşmemesi nedeniyle ortaya çıkması olası ağır risklere, özellikte bebekte tespit edilen ve olası ağır risklerin habercisi olan inleme ve solunum zorluğu bulgularına, bu bulgulara göre, bebeğe yeni doğanın geçici taşipnesi ön tanısı konulmasına rağmen, ilgili tabipler; bu geçici tanıyı kesinleştirme cihetine gitmedikleri gibi, zamanında tedavi edilmediğinde ölümcül sonuçları olan bu tür erken ve sezaryenle doğan çocukların ciğerlerinde gelişen hyelan membran gibi hastalıkları ekarte etmek için yapılması gereken, bebeğin akciğer grafisinin çekilmesi,kan tahlilleri ve kan gazı ölçümleri gibi ayırıcı tanı yöntemlerine de başvurmamışlardır.

O kadar ki, bebeğe ön tanı olarak konulan yeni doğanın geçici taşipnesi dahi kesin tanı haline getirilerek, onun için gerekli olan tıbbi tedaviler dahi yapılmamıştır.

Sonuç olarak; zamanından önce ve sezaryenle doğan bebek, ilgili doktorların yanlış tanısı ve bu yanlış tanıya bağlı olarak zamanında gerekli tıbbi müdahale ve tedaviler uygulamadıkları için ölmüş ve ilgili doktorlar hakkında taksirle ölüme sebebiyet suçundan kamu davası açılmıştır.

Hazırlık soruşturmasında, iddia makamı Adli Tıp 1.İhtisas Kurulundan rapor almış ve raporda ilgili çocuk doktorları kusurlu bulunmuş, yargılama evresinde Yüksek Sağlık Şurasından alınan raporda da,ilgili doktorların kusurlu bulundukları teyit edilmiş, yapılan itirazlar sonunda, iki yeni doğan çocuk uzmanın da bulunduğu Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan yeni bir rapor alınması cihetine gidilmiş, Adli Tıp Kurumu Genel Kuruluna mütalaasını bildiren 1.İhtisas Kurulu, doktorları suçlayan önceki raporunu, mütalaasında da yinelemiş, tüm dava dosyasını ve önceki raporları inceleyen Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu; önceki raporları aynen yineleyerek, önceki raporlarda belirtilen tıbbi eksiklikleri kabul ederek, ilgili doktorların bebeğin takip ve tedavisinde kusurlu olduklarını tespit edip vurgulamasına rağmen, Adli Tıp Genel Kurulu da, pek yaygın olan modaya uyarak,günümüzde bazı gerçeklerin kabulünden sonra bir virgül atılarak, ancak ve fakat ile başlayan ifadelerle gerçeklerin üzerini örtme gayreti içine girmiş ve “...bebeğin klinik durumu itibariyle zamanında uygun takip ve tedavinin yapılması durumunda da, kurtulma ihtimalinin yüksek olduğu, fakat kesin olmadığı cihetle; hekimlerin kusurlu eylemiyle, bebeğin ölümü arasında kesin bir illiyet bağı kurulamayacağı mütalaa olunur” denilmişir. Haydi buyurun cenaze namazına. Raporun bu bölümünü izah edebilecek bir hukukçu var mı bilemiyorum.

Biz; “...bebeğin klinik durumu itibariyle zamanında uygun takip ve tedavinin yapılmas durumunda da, kurtulma ihtimalinin yüksek olduğu fakat kesin olmadığı cihetle; hekimlerin kusurlu eylemiyle bebeğin ölümü arasında kesin bir illiyet bağı kurulamayacağı mütalaa olunur” diyen Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun, hukuken ne demek isyediğini çözebilmiş değiliz. Adli Tıp demek istiyor ki; bebeğin ölümünde doktorlar kusurlu ama, mahkeme olarak sen yine de görmezlikten gel ve doktorları beraat ettir.

Bu ne biçim bir rezilliktir, bir hukukçu olarak anlamak mümkün değil, doktorların tıbbi tedavi ve müdahale görevini ihmal ettiği,kusurlu oldukları ve görevlerini yapmadıkları anlaşılıyor, görevlerini yapsalardı, gerekli tıbbi müdahale ve tedavileri uygulasalardı, yüksek bir ihtimalle bebek ölmeyebilirdi, kurtulabilirdi ama, yaşaması yine de yüzde yüz kesin olmadığı için, bebeğin ölüm sonucu ile doktorların takip ve tedavi eksikliklerinden kaynaklı ihmali ve kusurlu hareketleri arasında bağ kuramazsın diyen Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu; bebeğin ölümü kader, yazgı, ömrü bu kadarmış, kader utansın, yapacak bir şey yok demek istiyor ve günümüzün zihniyeti ve koşullarıyla tam örüşüyor.

Mahkemenin, bu rezil rapor karşısındaki tutumunu göreceğiz.

Bir hastalık nedeniyle gerekli tüm tıbbi takip,muayene ve tedavilerin uygulanması halinde, hastanın kurtulması için yüzde bir şans dahi varsa, o hastaya gerekli tıbbi tedavinin uygulanmamış olması, ölüme sebebiyet vermek suçu için öngörülen taksirli bir davranıştır.Bebeğin ölüm ile ilgili doktorların eylemleri arasında; illiyet,sebep sonuç ilişkisi vardır.Bunu da bilirkişi değil, ilgili yargıç taktir edecektir.

Adli Tıp'ın bu mantığından hareket edecek olursak, ülkemizde hastalara, ötenazi isteme hakkı tanınmadığına göre,ölümcül bir hastalıktan muzdarip ve öleceği kesin olan bir hastayı acı çekmesin diye öldürmek de suç omamalıdır ki, bu da hukuken mümkün değildir. 24/04/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Avukat




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder