29 Haziran 2016 Çarşamba

İPTAL KARARLARI BAZI HALLERDE GERİYE YÜRÜR




Anayasamızın 153 maddesine göre, kural olarak Anayasa Mahkemesinin iptal kararları geriye yürümez. Bu prensibe göre, Aanayasa Mahkemsi bir yasanın bazı madelerini anayasaya aykırı bularak iptal ederse, iptal edilen o yasa madde ve/veya maddelerine göre tesis edilen işlemler, geçerliliğini yitirmez.İptal edilen yasa maddeleri, iptalden sonra,ileriye dönük olarak geçerliliğini kaybederler.

Kural budur. Ancak bunun istisnaları vardır.

Bunları niçin gündeme getiriyoruz?

Hepinizin bildiği gibi, mecliste bir yasa tasarısı va. Bu tasarı ile Danıştay ve Yargıtay gibi yüksek mahkemeler yeniden dizayn edilmekte ve bu mahkemelerin üyelerinin görevleri, bu tasarıda yer alan bir hükümle sonlandırılmakta ve buralara iktidar yanlısı yeni üyelerin atanmaları öngörülmektedir.

Başka bir anlatımla, çıkarılacak olan Anayasaya aykırı yasa maddeleri ile Yargıtay ve Danıştay'ın üyeleri azledilmekte ve yerlerine iktidar yanlısı yeni üyelerin getirilmesi planlanmaktadır.

Anayasaya ve yargının bağımsızlığına açıkça aykırı olan bu yasa çıktığında, ana muhalefet partisi tarafından anayasaya aykırılık idiasıyla yasanın ilgili maddelerinin iptali istemiyle konunun Anayasa Mahkemesine taşınacağı ve Yargıtay ve Danıştay üyelerinin tümünün görevlerine son veren yasa maddesinin anayasaya aykırığı kabul edilerek iptal edileceği kesindir.

İptal kararı alınana kadar, Yargıtay ve Danıştay Üyelerinin, anayasaya aykırı olan yasa maddelerine göre görevlerinden uzaklaştırılarak yerlerine yenilerinin atanması halinde, Anayasa Mahkemesinin sonradan aldığı iptal kararı, geriye yürümeyecek midir?

Bize göre, Anayasa Mahkemesinin sonradan alacağı iptal kararı geriye yürüyecek ve görevlerine son verilen Yargıtay ve Danıştay üyeleri,eski görevlerine döneceklerdir.

Zira, Anayasanın 153. maddesinde yer alan,Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceğine ilişkin ana kural, anayasaya aykırı olarak çıkarılan ve benzer durumlarda sürekli uygulanmaya ve hukuki sonuç doğurmaya devam eden süreklilik arzeden yasa maddelerine ilişkin bir kural olup,bu durumda Anayasa Mahkemesinin iptal kararının geriye yürümezliği kabul edilerek, daha sonra iptal edilen yasa madde ve/veya maddeleri uygulanarak,iptalden önce ilgili yasa maddesi uyarınca tesis edilen ve artık istikrar bulan işlemlerin geçerliliğini sürdürmesi amaçlanmıştır.

Bir nevi geçici bir yasa maddesi niteliğinde olan ve bir kez uygulanarak, bir atımlık ve nokta sonuç doğurduktan sonra artık uygulama alanı kalmayan ve süreklilik arzetmeyen ve açıkça anayasaya aykırı olup, Anayasa mahkemesi tarafından iptal edilen bir yasa maddesi söz konusu olduğunda ise, o yasa maddesi iptalden önce uygulanarak o tek atılımlık ve nokta sonucunu doğurduğundan ve artık o iptal kararının ileriye dönük bir hukuki sonuç doğurma kabiliyeti kalmadığından, o yasa maddesinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı, pek tabiidir ki geriye yürüyecektir, zira o iptal kararı, Anayasaya aykırı olan ve iptal edilen yasa maddesinin uygulanmasıyla ortaya çıkan sonuca bağlı olarak bozulan kamu düzenini ve kamu vicdanını yeniden tesis edecek ve onaracaktır.

Diyelim ki bir af yasası çıkarıldı, bu af yasasından yararlananlar yararlandılar ve daha sonra bu af yasasından yararlanamayan kişilerle ilgili madde ve/veya maddeler Anayasaya aykırı bulunarak Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.Anayasa Mahkemesinin iptal kararı geriye yürümez gerekçesiyle, iptal kararı ile önleri açılan ve aftan yararlanma imkanına kavuşan kişiler, iptal kararından ve dolayısıyla aftan yararlanamayacaklar mı? Tabii ki yararlanacalar.Zira, Af Yasası da, hükmünü bir kez icra ettikten sonra ileriye dönük olarak sürekli bir şekilde uygulanma imkanı olmayan yasalardandır.

Yargıtay ve Danıştay üyelerinin görevlerine son veren ve onları azleden yasa maddesi de, geçici hüküm mahiyetinde, bir kez uygulanarak hükmünü icra ettikten sonra, ileriye dönük olarak süreklilik arzedecek şekilde uygulanma kabiliyeti olmayan bir made olacağı için, bu maddenin anayasaya aykırılığı Anayasa Mahkemesince saptanarak iptal edilmesi halinde, bu iptal kararı geriye yürüyecek ve Yargıtay ile Danıştayın görevlerine son verilen üyeleri eski görevlerine döneceklerdir.30/06/2016

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

20 Haziran 2016 Pazartesi

BU RAMAZAN GÜNÜNDE ALLAH'TAN KORKUN


Uzun zamandır yazmayı düşündüğümüz halde, işlerimizin yoğunluğu nedeniyle yazılarımıza kısa bir süre ara vermek zorunda kaldığımız için yazamadık ve bugüne sarktı.

Peki, yazmak istediğimiz halde yazamadığımız şey neydi?

AKP ve yandaşlarının teröre yardım ve yataklık yapmaları nedeniyle kapıldıkları suçluluk kompleksinin etkisiyle, teröre yardım ve yataklık yapma konusunda hiçbir suçu olmayan CHP'ye attıkları o afişli utanmaz ve aşağılık iftira tabi.

AKP iktidarının ileri gelenleri,tabi en başta Türkiye Cumhuriyetinin Adalet Bakanı olacak olan o zat ve AKP yandaşları,sizler ne biçim Müslümansınız? Kuldan korkmuyor ve utanmıyorsunuz, bari Allah'tan korkun ve utanın!

Binlerce insanın katili PKK'nın lideri Apo ile İmralı adasında görüşen, ona heyetler gönderen, biz ettik sen etme diyerek yardım dilenen,onun her istediğini yerine getiren, hükümlüler arasında ayrıcalık yapan, pazarlık masasına oturarak ülkenin bütünlüğünü tartışmaya açan ve PKK bölücü terör örgütünü, özerklik veya bağımsızlık konusunda umutlandıran, dağdan şehirlere inmelerine göz yuman,Güneydoğu Anadolu Bölgemizdeki şehir ve kasabalara yerleşerek buralara silah ve cephane yığınağı yapmalarına, bombalı tuzaklar kurmalarına, barikatlar kurmalarına olanak sağlayan ve müzakere masasının devrilmesinden sonra hayal kırıklığına uğrayan PKK militanlarının daha da azgınlaşarak, son bir yıl içinde beşyüzü aşkın güvenlik görevlisini şehit etmelerine çanak tutan,yardım ve yataklık eden sizler değil misiniz? Bu ülkenin yönetiminde bulunan ve PKK ile çözüm sürecini başlatarak müzakere masasına oturan, halkımızdan gizlediğiniz vaatlerde bulunan CHP midir?

Hiç kimse kusura bakmasın ama, tam bir akıllı hırsız ev sahibini bastırır örneği.Bu söze bundan güzel örnek bulmak imkansız.

CHP ne yapmış?

Meclis bünyesinde oluşturulan ve içlerinde bazı CHP'li Milletvekillerinin de bulunduğu, her partiden milletvekilini içine alan bir komisyon, Cezaevlerine giderek tutuklu ve hükümlülerle görüşmeler yapmış.

Şunu herkes çok iyi bilsin, Adalet Bakanı bilmiyorsa o da öğrensin.Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'nun, infazda temel ilkeyi koyan 2. maddesine göre,Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar, hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefi inanç, milli veya sosyal köken ve siyasi veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır.

Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.

Bu ülkenin cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü olarak bulunan herkes, Devletin güvencesi altındadırlar.Tüm tutuklu ve hükümlülerin infaz yasalarından kaynaklı bazı hakları vardır.

Bu nedenle, cezaevlerinin yönetimi ve işlemleri şeffaf olup, infaz uygulamalarına ilişkin işlem ve faaliyetler, sürekli denetime açıktır.

Milletvekillerinden oluşan komisyonlar da, cezaevlerine giderek tutuklu ve hükümlülerin durumlarıyla ilgili, infaz uygulamalarına ilişkin işlem ve faaliyetler konusunda bilgiler alabilirler ve gerekirse doğrudan tutuklu ve hükümlülerle görüşmeler yaparak onların şikayetlerini dinleybilirler, bu demek değildir ki, tutuklu veya hükümlü olan bir terör örgütü militanı ile heyet üyesi olarak görüşen milletvekilleri teröre destek oluyorlar.Bu görüşmeler, tutuklu ve hükümlülerin örgütsel faaliyetleriyle ilgili olmayan onların cezaevi koşulları ve yönetimiyle ilgili dilek ve şikayetlerini tespit eden tamamen insani görüşmelerdir.

Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulları isimli bir yasa mevcut olup, bu yasanın amacı, yürürlükteki mevzuat ve ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle belirlenen ilkeler çerçevesinde ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin yönetim, işleyiş ve uygulamalarını yerinde görmek, incelemek, bilgi almak ve tespitlerini rapor haline getirerek yetkili ve ilgili mercilere sunmak üzere, ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurullarının kurulmasına, görev ve yetkilerine ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir.

Ceza infaz kurumları ve tutukevlerindeki infaz ve ıslah uygulamalarına ilişkin işlem ve faaliyetleri yerinde görmek, incelemek, yönetici ve görevlilerden bilgi almak, hükümlü ve tutukluları dinlemek.

Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde infaz ve ıslah, hükümlü ve tutukluların sağlık ve yaşam koşulları, iç güvenlik, sevk ve nakil işlemleri ile ilgili olarak gördükleri aksaklık ve eksiklikleri yetkili mercilere bildirmek.İzleme Kurullarının asli görevidir.

Cezaevi İzleme Kurulu üyelerinin, yasadan kaynaklı bu görevleri gereği terör suçlusu tutuklu ve hükümlülerle görüşerek onları dinlemeleri, teröre yardım ve yataklık mı sayılacaktır? Tabii ki hayır.Nitekim, ilgili Meclis Komisyonunda üye olan bazı AKP Milletvekilleri de bu görüşmelere katılmışlardır.

İşte , bazı CHP Milletvekilleri terör örgütlerine mensup bazı tutuklu ve hükümlü kişilerle görüştüler, bu nedenle CHP teröre destek veriyor şeklindeki alçakça yapılan bu iftira ve suçlamalar; bu yasal gerçeklerin, infaz uygulamalarına ilişkin işlem ve faaliyeleri yerinde görmek ve incelemek, yönetici ve görevlilerden bilgi almak,hükümlü ve tutukluları dinlemek,hükümlü ve tutukluluların sağlık ve yaşam koşulları, iç güvenlik, sevk ve nakil işlemleriyle ilgili olarak gördükleri aksaklık ve eksiklikleri tespit amacıyla yapılan insani ziyaret ve görüşmelerin, örgütsel amaçla yapılan bir ziyaret ve görüşme şeklinde çarpıtılarak, milletimizin aldatılmasından ibaret insanlık dışı bir saldırı ve CHP aleyhinde yapılan bir algı operasyonudur.


Bu iftiraya bilerek ve isteyerek katılanlardan ve yukarıda belirtmeye çalıştığımız insani bir görevin ifasına ilişkin ziyaret ve görüşmelerin gerçek amacını doğru bir şekilde kamuoyuna açıklamayarak, halkımızı aydınlatmayan ve kamuoyunu yanıltmaya çalışan, CHP aleyhinde yapılan algı operasyonuna katılan ve bu amaçla CHP milletvekillerinin isimlerini Bakanlığın resmi kayıtlarından çıkararak bu iftirayı planlayıp uygulamaya koyanlara veren şahıs da, Türkiye Cumhuriyetinin Adalet Bakanıdır.

Ne kadar acı değil mi? AKP iktidarı ve yandaşları tarafından, iktidardan uzaklaşmama adına, ülkemizin içine düşürüldüğü kokuşmuşluğu görün işte.20/06/2016

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu







16 Haziran 2016 Perşembe

ATATÜRK'ÜN AKERLERİYİZ DİYE BAĞIRANLAR İŞ ÇOK CİDDİ UYANIN ARTIK!...





Sözde Atatürkçüler,Mustafa Kemal'in sözde Askerleri (kimse yanlış yorumlamaya kalkmasın, Türk Silahlı Kuvvetlerini kastetmiyoruz.Törenlerde, Atatürk'ün askerleriyiz diye bağırmakla yetinen, Atatürk'ün sözde askerlerini kastediyoruz.) bu ülkenin aydın geçinenleri, Sivil Toplum Örgütlerinin üyeleri, Üniversiteler, Barolar, en başta CHP olmak üzere, muhalefet partileri, ülkenin, ülkesini seven tüm sade vatandaşları, uyanın artık, iş çok ciddi, tren kaçmak üzere, ülkemiz; anayasasını askıya alan, ülkeyle keyfine ve kendi dini inanışlarına ve mezhebine göre oyuncak gibi oynayan ve yeniden yapılandırmaya çalışan Recep Tayyip ERDOĞAN isimli doyumsuz ve cüretkar bir imam'ın işgali altında, onun pervasız ve önlenemeyen ihtirası ve icraatları ile en başta laiklik olmak üzere, Atatürk ilkelerinin, insan hak ve özgürlüklerinin, hukuk devleti ilkelerinin günden güne yok edildiği, dini esaslara dayalı islami bir diktatörlüğe doğru dört nala koşuyor.

Lütfen, ülkemizde olup bitenleri tarafsız bir gözle değerlendirin, Tayyip Bey'in hergün televizyonlardan yaptığı konuşmaları dikkatli bir şekilde izleyin ve yorumlayın, bu konuşmaların satır aralarında verilen mesajları sorgulayın, ülkenin içinde bulunduğu vahameti anlayacaksınız, iş işten geçmek üzere baylar ve bayanlar, ülkenin eğitimi ve bu eğitim ile yetişecek olan geleceğin nesilleri, AKP ve onun doğal lideri Tayyip Bey tarafından mantar gibi çoğaltılan imam hatip okullarının ve iktidar tarafından eğitim amaçlı olarak kurdurulan militan dini vakıflarla, kurmayı planladıkları yandaş maarif vakıflarının tasullutu altına alınmak üzere.

Saraydaki kişi, halktan ve milletten yana olduğu görüntüsünü vermesine rağmen, kendisini tamamen halktan soyutlamış, sadece kendi belirlediği sanatçı, muhtar, siyasetçi ve halktan kişileri zaman, zaman sarayına davet ederek görüşüyor ve onlara nutuk atıyor, sarayın önünden geçen yollar halka kapatılmış, sadece sarayın müştemilatı camiye giden kişiler bu yola girebiliyor.

Tam bu ortamda, Saray'ın danışmanı bir açıklama yapıyor ve anayasadan, Atatürk'e atıfta bulunulan maddelerin çıkarılarak yeni bir anayasa yapılacağını açıklıyor.

Saray tarafından yapılan bu açıklamadan da anlaşılıyor ki; bu ülkenin tüm insanlarını yakından ilgilendiren, bu nedenle büyük bir uzlaşmanın sağlanmasını zorunlu kılan bu ülkenin anayasası; tek başına, sarayın sakini Tayyip Bey'in nezareti ve gözetimi altında hazırlanmakta ve ülkemize getirilmek istenen islami diktatörlüğün temellerinin atılabilmesi için, ülkenin temellerinde ve anayasasında mevcut olan Atatürk ilkelerinin temizlenmesi ve yok edilmesi zorunlu görülmüş ve yeni anayasada Atatürk ilkelerinin yer almayacağı açıklaması yapılmıştır.

Bu ne büyük cüret, saraydaki zat, Türkiye Büyük Millet Meclisini yok sayma, Atatürk'ü karşısına alma ve onun ilkelerini anayasadan kaldırma cüretini nereden alıyor, zahmet edip hiç düşündünüz mü?

Siz zahmet etmeyiniz, biz sizlere hatırlatalım.

Saraydaki zat bu korkunç cüreti; Atatürk sevgisini, Atatürk ve onun ilkelerine bağılığı, milli bayramlarda Anıtkabir ziyareti yapmaya ve “Atatürk'ün askerleriyiz” diyerek kuru kuruya bağırmaya indirgeyen, saraydaki zat'a ve onun kontrolündeki meclis çoğunluğuna sahip AKP iktidarına karşı eylemli demokratik ve barışçıl gösteri ve direnme haklarını kullanamayan siz sözde Atatürkçülerden alıyor tabi.

Peki,CHP ne yapıyor? Bize göre hiçbir şey yapamıyor. CHP aleyhine kurumsal olarak haksız bir şekilde suç atan, CHP'nin teröristlere sahip çıktığı ve onlarla görüştüğü yalanlarını afiş yaparak ülkenin sokaklarına asan AKP ve onun trollerine karşı dahi direnemiyor, onlara hak ettikleri yasal cevapları veremiyor.

Örneğin, Saraydaki zat, eski şampiyon boksör Muhammed Ali'nin cenaze töreni için Amerikaya skandal ile sonuçlanan aile boyu ve keyfi bir ziyaret yapıyor ve cenaze töreni dahi sonlanmadan, kaprisleri yüzünden gerisin geriye dönmek zorunda kalıyor, CHP de çıt yok. Bundan güzel muhalefet yapma sebebi olabilir mi? Saraydaki zat'ın ve AKP' nin eline böyle bir muhalefet etme fırsatı geçseydi, evvel Allah CHP'yi sokağa çıkamaz hale getirirlerdi.

CHP, tüm yetersizliğine rağmen, ülkede rejimi değiştirmek üzere olan saraya ve onun güdümündeki AKP iktidarına yönelik demokratik ve eylemli muhalefetin altında toplanacağı tek çatıdır.

Tüm Atatürkçüler, laikler, demokratlar, anayasanın bekçisi olan bu ülkenin uyanık evlatları;silkinin ve kendinize gelin lütfen, ülkemiz; anayasasını rafa kaldıran sarayın ve onun güdümündeki AKP iktidarının, anayasa dışı oluşturdukları paralel fiili bir yapılanmanın işgali altında olup, tek başlarına çıkarmak istedikleri ve bunun hazırlığı içinde oldukları, Atatürk'ü ve ilkelerini yok sayan yeni bir anayasa ile kurmuş oldukları bu paralel ve fiili illegal yapılanmayı, anayasal ve kalıcı bir zemine oturtmak üzereler, yarın vakit çok geç olabilir. 16/06/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

14 Haziran 2016 Salı

HAKİMİYET (EGEMENLİK) KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR




Demokratik Cumhuriyet yönetim sisteminin geçerli ve hakim olduğu ülkelerde, hakimiyet (egemenlik) kayıtsız ve şartsız millete aittir.

Ülkemizde de; şu anda Anayasası ilga edilmiş ve tek kişinin hakimiyetine dayalı anayasa dışı fiili bir yönetim sistemi geçerli olmasına rağmen, hukuken yürürlükte olan bizim anayasamızın 6. maddesine göre de, egemenlik kayıtsız şartsız millete ait olup, yine anayasamıza göre, Türk Milleti; yasama yetkisini, Türkiye Büyük Millet Meclisi, yürütme yetki ve görevini, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu, yargı yetkisini de, bağımsız mahkemeler eliyle kullanır.

Bu nedenle, Türk Milleti adına yasama yetkisini kullanan yasama organımız Türkiye Büyük Millet Meclisinin salon duvarında Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu yazılıdır.

Tüm bu gerçeklere rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlığı koltuğunda oturan AKP Milletvekili zat, ramazan nedeniyle Mecliste vereceği iftar yemeği daveti için düzenlettirdiği davetiyede yer alan Türkiye Büyük Millet Meclisi logosunun altında yer alan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözünü çıkarmıştır.

Düşünün, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlığı koltuğunda oturan, Türk Milleti adına yasama yetkisini kullanan Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir üyesi ve başkanı olan zat, milletin emanetine hiyanet ederek, emanetçi olarak adına yasama yetkisini kullandığı milleti, Türkiye Büyük Millet Meclisinden atmaya ve silmeye çalışıyor.

Ey Meclis başkanı; sen kimin malını kimden kaçırıyorsun. Başkanı olduğun Türkiye Büyük Millet meclisinin asıl sahibi Türk Milletidir, sen o koltukta emanetçisin. Meclis logosunda yer alan “Egemenlik Kayıtsız şartsız milletindir” sözlerini hangi hak ve yetkiyle çıkarıyorsun? Senin yaptığın, Türk Milletine saygısızlığın, ihanetin haddini bilmezliğin, nankörlüğün,aymazlığın tipik bir örneğidir.

Ey Meclis Başkanı; biz,senin ve mensubu olduğun AKP iktidarının ve milli şefinizin gerçek niyetini, Meclis logosunda yer alan “Egemenlik kayıtsız şarsız milletindir.” sözünü, hangi nedenle çıkarma gereğini duyduğunuzu, adımızın Güner olduğu kadar emin bir şekilde çok iyi biliyoruz.

Sizlerin kafalarınızda yer alan, dini esaslara dayalı ve Tayip Bey'in tek yetkili olacağı, bugün millete ait olan tüm egemenlik haklarının Tayyip Beyde toplanacağı, ülkemizde kurmak istediğiniz islami devlet sisteminde, egemenlik; öncelikle ve asıl olarak Allah'a ait olup, sizlere göre egemenliğin gerçek sahibi olan Allah adına bu egemenlik hakkını tek başına Tayyip Bey kullanacağı için, bugünden, egemeniğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu gerçeğini inkar ederek, unutturmaya çalışarak, geleceğe hazırlık yapmaktasınız.

Sizler millete asla saygılı değilsiniz, milli irade, milletimiz laflarını çok sık kullanıyorsunuz ama, millet iradesine asla saygılı değilsiniz, millet ve milletin iradesi, sizlere göre amaç değil, sadece bir araç, milleti kendi çıkarlarınız için kullanmakta ve yeri geldiğinde hatırlamakta, elinize kimse su dökemez, bunun farkındayız.

Sizler; hakkınızda çıkan yolsuzluk ve rüşvet iddialarından korkarak, bağımsız mahkemelerde yargılanıp aklanmak istemediğinizde, antidemokratik anayasa değişikliklerini meclisten geçiremediğinizde, bu değişiklikleri referandum yoluyla gerçekleştirmek için milleti hatırlarsınız.

Sizler; sınırsız devlet olanaklarını ve tümüne yakınını ele geçirerek yandaşlaştırdığınız medyanın gücünü kullanarak, eşit olmayan koşullarda yapılan seçimlerle tek başınıza iktidar olduğunuzda milleti hatırlar ve balkon konuşmalarında millete şükranlarınızı bildirerek, tüm suçlarınızı ve sorumluluklarınızı milletin sırtına yükleyip temize çıkar ve ondan sonra millete sırtınızı dönersiniz.

Millet; sizin için, geçici olarak kullanılan ve sonra bir kenara fırlatılıp atılan bir cankurtaran simidinden farksız olup, milleti kullanarak canınızı kurtardıktan sonra, araç olarak kullandığınız milleti bir kenara fırlatıp atarak, asıl amacınız için uğraş verirsiniz.

Meclis Başkanı zat tarafından, Meclis logosunda yer alan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözlerine, iftar davetiyesinde yer verilmemesi, bu sözlerin Meclis logosundan çıkarılması, bizim için asla sürpriz olmamıştır. 14/06/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

12 Haziran 2016 Pazar

MAĞLUBİYETE ÜZÜLEREK SEVİNMEK!




Avrupa Kupasındaki ilk maçımzı dün (12/06/2016) Hırvatistan ile oynadık ve maçı 1-0 kaybettik.

Üzülerek ve çok açık kalplilikle söylüyoruz, bu mağlubiyete sevindik.

Ne garip bir çelişki değil m? Üzülerek beyan etmek zorunda kaldığımız bir sevinci yaşamak.

Üzüldüğüne sevinmek ve sevindiğine üzülmek. Mağlubiyete üzülerek sevinmek.

Böyle garip bir duyguyu,ancak bizim ülkemizde yaşayabilirsiniz.

Bu açıklamamızdan sonra, bizim milliyetçiliğimizin sorgulanacak olması çok doğaldır.

Ancak, bizim milliyetçiliğimizden, bizi yazılarımızdan çok iyi tanıyan okurlarımızın hiçbir şüphesinin olmadığını zannediyoruz. Tabi bizim millyetçliğimiz, ırkçı milliyetçilik değil, ülkesini ve ülkesinin insanlarını sevmek,ülkesinin menfaatlerini herşeyin üzerinde tutmak anlamındaki milliyetçiliği kastediyoruz.

Spor, özellikle günümüzde futbol, çok popüler ve çok sevilen profesyonel bir spor olup,ülkelerin tanıtımlarında çok önemli bir yeri vardır.Bu anlamda Avrupa Kupasına katılma hakkını kazanan Türk Milli Takımının, bu turnuvada başarılı olması, özellikle ilk maçında Hırvatistanı mağlup etmesi, normal şartlarda, ülkesini seven bir kişi olarak bizi de mutlu ederdi, mağlubiyeti de üzerdi. Ancak, ülkesini seven bir kişi olmamıza rağmen, Hırvatistan karşısında mağlup olmamız, bizi üzmedi, bilakis sevindirdi.

Zira,biz ülkemizin futboldan önce veya futbola paralel olarak, bilim,güzel sanatlar, teknoloji,ekonomi, insan hak ve özgürlükleri ve demorasi alanlarında ileri gitmesini, ülkemizin bu alanlarda öne çıkarak tanınmasını ve dünyada kendisine bir yer edinmesini savunanlardanız.

Bu alanlardaki başarılardan sonra, sporun her dalında ve özellikle futbolda başarı kazanmak ve söz sahibi olmak,bir Türk vatandaşı olarak bizi de sevindirir, ülkemizin adı futboldaki başarılarımızla biraz daha öne çıkar ve daha fazla tanınırız.

Bize göre, tek başına sporda ve futbolda başarılı olmak, diğer alanlarda dünyanın çok gerilerinde kalan, özellikle son yıllarda insan hakları ve demokrasi karnesi zayıflarla dolu olan ülkemizin tanıtımında asla yeterli olamaz.Ülkemize pozitif bir katkı sağlayamaz.

Bugün ülkemiz, siyaseten; anayasayı ilga eden ve ülkeyi tek başına keyfine göre babasının çiftliği gibi idare etmeye çalışan, kendisini hiç tanımadığı, hepimizin tanıdığı kadar, eski dünya boks şampiyonu olması nedeniyle gıyaben tanıdığı Muhamed Ali'nin cenaze törenine katılmaya karar vererek, cenazeye aile boyu katılmak üzere, devletin uçağını Amerika'ya kaldıran, cenaze töreninde kendi dayatmaları kabul edilmeyince, cenaze törenin geri kalan bölümüne katılmaktan vaz geçerek, uçağına atladığı gibi ertesi günü ülkemize geri dönen bir kişi tarafından yönetilmekte,

Ülkemiz Futbol olarak da; ülkeyi siyaseten tek başına ve keyfine göre yöneten zat ile büyük benzerlikler taşıyan, Galatasaray Futbol takımının teknik direktörü iken, ülkemizi siyaseten yöneten zat gibi, şans faktörü ağır basarak, ülke futbolunda imparator olarak anılmasına neden olan bir başarıyı yakalayarak takımına Avrupa UEFA Kupasını kazandıran, bu kupa başarısını, bugüne kadar yiyi,yiye bir türlü bitiremeyen ve şu anda Milli Takımın başında teknik direktör olmasına rağmen; kendisinden, ne anlama geldiğini bilemediğimiz, Türkiye Futbol Direktörü olarak bahsedilen, kendisine yakıştırılan bu sıfata, hiç de itiraz etmeyen ve kabullenen, Türkiye Futbol Direktörlüğünü de nereden icat ettiniz, ben sadece Türk Milli Takımının Teknik Direktörüyüm diyerek bir açıklama getirmeyen zat tarafından yönetilmektedir.

Türkiye Futfol Direktörü olarak anılan bu zat o kadar şanslıdır ki; maalesef, kendisine başarılıdır diyemiyoruz, eleme maçlarında, başında bulunduğu milli takımımız zayıf takımlara yenilerek ve berabere kalarak, Türk Milletine dokuz doğurtmuş ve Fransada başlayan Avrupa Kupası Finalleri kaçtı derken, son maçın son dakikasında, bu zat'ın şans faktörü devreye girerek, tesdüfen ve şans eseri atılan bir gol ve rakiplerin aldıkları sonuçların da katkısıyla,Türk Milli Takımımız Avrupa Kupasına katılma hakkını elde etmiş ve dün (12/06/2016) ilk maçına çıkarak, Hırvatistana 1-0 mağlup olmuştur.

Türk Mili Takımının futbolcuları; karşılıksız olması gereken milli görevlerini yerine getirmelerine, dünyanın izlediği, milyonlarca imsanın gözlerinin kendilerinin üzerlerinde olduğu bu dünya vitrininde kendilerini göstererek, gelecekte bol paralı büyük transferlere imza atma imkanını yakalamalarına rağmen, bu yeterli görülmemiş ve futbolculara başarılı olmaları halinde, fakir milletin vergileriyle oluşan paralardan yüklü bir prim ödenmesi vaat edilmiştir.

İstisnalar kaideyi bozmaz, futbolun el üstünde tutulduğu, futbolun aşırı sevildiği ve futbolun destek gördüğü ve çok ileri seviyelerde olduğu ülkelerin, insan hak ve özgürlükleri ve demokraside geri oldukları, insaların futbol başarılarıyla uyutuldukları bilinen bir gerçektir.

Avrupa Kupasında elde edilecek olan bir başarı, insan hak ve özgürlükleri ve demokraside çok geride kalan ülkemizde de, otoriterleşen ve ülkenin yönetimini tek başına elinde tutan zat ile ülkenin futbol yönetimini tek başına elinde tutan çok yüksek ücretlerle çalışan Türkiye Futbol Direktörü olarak anılan zat'ın işine yarayacak ve bu iki zat, Türk Milli Takımının bu başarısını kendilerine mal edrek kendi propagandalarına araç olarak kullanacaklar, futbolcular da zaten ağzına kadar dolu olan küplerini tamamen doldurmanın zevkini yaşacaklar, kazanırken kaybeden yine ülke ve milletimiz olacak, demokrasimiz ve insan hak ve özgürlüklerinde bir arpa boyu mesafe almış olmayacağız.

Bizi şimdi anladınız mı? Biz, ülkemizi ve ülkemizin insanlarını çok seviyoruz, ülkemize ve ülkemizin insanlarına faydası olmayan hiçbir başarı ve galibiyet, bizi asla memnun edemez. 13/06/2016


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

9 Haziran 2016 Perşembe

SİZİN BU CENAZE TÖRENİNDE NE İŞİNİZ VAR?




Birkaç gün önce vefat eden, eski Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonu Muhammed Ali, bugün Amerika'da yapılacak olan cenaze töreni ile ebedi istirahatgahına tevdi edilecek.

Muhammed Ali, tüm Dünyanın tanıdığı ve sevdiği, maçlarını canlı olarak televizyonlardan izlediği, Dünya şampiyonluğunu da kazanmış olan eski bir boksördür.

Kendisinin maçlarını televizyonlardan canlı olarak izleyen, kendisini seven ve taktir eden bir kişi olarak, Muhammed Ali'ye biz de Allahtan rahmet diliyoruz.

Muhammed Ali'nin bizim için önemli bir özelliği de, genç yaşlarında sonradan Müslümanlığı kabul ederek, büyük çoğunluğu Müslüman olan Türk Ulusunun da din kardeşi olmasıdır.

Tüm bu özelliklerinden dolayı, millet olarak Muhammed Ali'nin kaybından üzüntü duymamız ve Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in de, aynı duygularla Muhammed Ali'nin kaybından üzüntü duyması çok doğaldır.

Ancak, doğal olmayan husus; ülkemizin hergün bombaların patlatıldığı onlarca polis ve askerimizin şehit edildiği, sivil vatandaşlarımızın hayatlarını kaybettikleri, hergün şehitlerimizin cenaze namazlarının kılındığı, gözyaşlarının sel olduğu acılı ve perişan haline bakmadan, milletin yaşamakta olduğu büyük acıyı içinde yaşayarak hissetmeden, bu ülkenin Cumhurbaşkanı olarak ülkemizdeki tüm şehit cenazelerinde saf tutacağına, dünyanın öbür ucunda Amerikada vefat eden eski boksör Muhammed Ali'nin cenaze törenine katılmak üzere Amerikaya uçmasıdır.

Tayyip Bey'e soruyoruz; ülkenin perşan haline ve yaşamakta olduğu bunca ağır acılara rağmen, senin Dünyanın öbür ucunda ne işin var?

Ülkemizin yaşamakta olduğu terör ve yas ortamı bir yana, bu işin bir de mali portresi vardır. Amerika komşu kapısı değil ki, dünyanın öbür ucunda, ülkemize çok uzak bir ülke olup, bu ülkenin fakir insanlarının vergileriyle edinlen devletin parası, asla bu tören için kullanılamaz.Mutlaka gideceksen, özel uçağını kaldırarak onca masraf yapacağına, tarifeli bir uçağa atlayarak gidemez miydin? Senin yaptığın şey, devlet kesesinden hovardalık yapmakla eş değerdir.

Bize göre, Muhammed Ali'nin cenaze törenine katılacak olan bir şahsın, Muhammed Ali ölmeden önce de onunla yakın ilişki ve samimiyet içinde olması gerekirdi.

Bakıyoruz, on dört yıldır ülkemizi Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak idare ve temsil eden,Tayyip Bey; bugün özel uçağına atlayarak cenaze törenine katılmak üzere Amerika'ya uçtuğu Muhammed Ali'yi, bu zaman zarfında, özel veya resmi konuğu olarak ülkemize davet ederek misafir etmemiş, onurlandırmamış, kendisi de birçok kez yapmış olduğu Amerika gezilerinin hiç birinde, Muhammed Ali'yi ziyaret etme gereğini duymamış olup; özetle, sağlığında dost olarak özel veya resmi bir ilişki içinde olmadığı Muhammed Ali'nin ölümünden sonra, Tayyip Bey'in birden bire onun cenazesine sahip çıkarak, ülkemizin ağır koşullarına ve yaşadığı şehit acılarına rağmen, resmi bir protokolde yeri olmayan, bir ülkenin devlet başkanı, cumhurbaşkanı ve başbakanı gibi resmi bir sıfatı bulunmayan, sürekli özel bir ilişki içinde bulunduğu çok yakın bir dostu da olmayan Muhammed Ali'nin Amerikada yapılacak olan cenaze törenine katılma gereğini duymasını,anlamakta zorlanıyoruz.

Ancak, kendi kafamızda bu katılımın muhtemel nedenleri üzerinde bir düşünce jimnastiği yaptığımızda; Tayyip Bey'in ümmetçi kişiliği ve anlayışının, tüm dünyanın gözünün ve kulağının orada olacağı bu törene katılarak, dünya vitrininde boy göstererek kendi şahsi ego ve arzusunu tatmin ve Amerikada yürütülmekte olan ve 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddialarını da kapsayan Reza Zarab soruşturması nedeniyle,kendisinin de suçlanacağına ve Amerikaya giderse tutuklanacağına ilişkin kendisi hakkında ortaya atılan iddialara cevap verme, bu suçlamalardan korkmadığını ve suçsuz olduğunu gösterme gereği ile Muhammed Ali'nin cenaze töreni için Amerikaya uçtuğunu değerlendiriyoruz. 09/06/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

8 Haziran 2016 Çarşamba

BİZ OLSAYDIK NE KARAR VERİRDİK?-2





Bir önceki aynı başlığı taşıyan yazımızda, seçilmiş olmasına rağmen, anayasanın öngördüğü niteliklere uygun bir şekilde cumhurbaşkanlığı yapmadığı, anayasaya bağlılık ve tarafsızlık yeminine uymadığı, partisi ile ilişiğini kesmediği,parlamenter sistemi bekleme odasına alarak başkanlık adı altında fiili ve illegal bir sistem kurduğu ve tüm bunları çok açık ve net bir şekilde beyan ve kabul ettiği için, Tayyip Bey'in Türk Ceza Kanununun 299. maddesinde düzenlenen cumhurbaşkanına hakaret suçunun mağduru olamayacağına, bu maddenin himayesinden yararlanamayacağına ilişkin görüş açıklamış ve bu nedenle Tayyip Bey'e hakaret ettikleri iddiasıyla haklarında cumhurbaşkanına hakaret suçundan davalar açılan kişileri yargılayan bir hakim olsaydık, eylemlerinde bu suçun unsurları oluşmadığı için, sanıklar hakkında cumhurbaşkanına hakaretsuçundan beraat kararı vereceğimizi, şayet eylem başka bir suçu oluşturuyorsa, bu suçtan ihbarda bulunacağımızı dile getirmiştik.

Bu yazımızda açıkladığımız hukuki görüşlerimiz, okurlar arasında büyük oranda destek görmesine rağmen, en başta benim sürekli ve dikkatli okurum olan ve eleştirel yorumları sebebiyle görüşlerimizi daha detaylı olarak açıklama imkanını bize sağlayan meslektaşımız Sayın Zafer ORUS olmak üzere, bazı okurlardan da olumsuz tepkiler aldık.

Bırakınız hukukçu olmayan okurları, hukukçu olan ancak siyasi görüşleri bizden farklı olan bazı hukukçuların dahi kafalarının karıştığını gözlemledik.

Bu nedenle, konuya biraz daha açıklık getirmek ve oluşan kafa karışıklıklarını gidermek için, aynı başlık altında 2. bir açıklayıcı yazı yazma gereğini duymuş bulunuyoruz.

Eleştirenlerden Sayın ORUS özetle diyor ki;”Hayret edici bir düşünce tarzı.Yasa koyucu kanun çıkarıyor,hakim kendi anlayışına bu kanunu uygun görmüyor. Bu durumda ;kamu düzeni sağlama sorumluluğu kime ait olacak. Her hakim ceza kanunundaki bir suçu kendi anlayışına göre cezasız bırakırsa bu hukukçuluk mudur?......esas olan milli irade ve onun temsilcisidir. Yasama ve yürütme halk tarafından seçilmiş olmasına rağmen Yargı da halktan kimse yok. Bir de kalkmışlar her kararın başına Türk milleti adına ibaresi koyuyorlar. kaldı ki ; hakim önüne gelmemiş bir ihtilafı çözemez. İhtilaf ta yaratamaz.Ülkede kamu düzeni ve hukuki sulh yok gibi.Bunun sorumlusu acaba kim ? cumhurbaşkanının üstünde sadece TBMM vardır.”

Bu okurumuz, bazı hususlarda temelde haklı gibi gözüküyor ise de; eleştiri ve karşı görüşlerini,anayasasıyla, yasalarıyla, cumhurbaşkanının eylem ve söylemleriyle, yasama ve yürütmesiyle, tam ve eksiksiz bir şekilde tıkır, tıkır işleyen, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir sistemin ülkemizde var olduğunu kabul ederek, yani anayasaya ve yasalara göre olması gereken legal gerçeklere göre açıklıyor ve ülkemizdeki, anayasanın rafa kaldırıldığı, başbakanı tarafından anayasa ne derse desin mantığıyla icraat yapıldığı fiili durumu görmezlikten geliyor ve işte burada yanılıyor.

Anayasası ve yasaları tam olarak uygulanan, yargısı tam bağımsız ve tarafsız olan, Cumhurbaşkanı; anayasaya bağlılık ve tarafsızlık yeminine saygılı olan, partisi ile ilişiğini kesen, tarafsızlığı ile tüm milletin birliğini temsil edebilen, yasama organının iktidar partisinin çoğunluğunu teşkil eden milletvekillerinin, anayasayı rafa kaldıran ve fiili bir başkanlık sitemini kurduğunu açıklayan bir cumhurbaşkanının vesayeti altında bulunmadığı, yürütmenin başı olan Başbakanının, taraflı ve partili olan ve anayasa tanımayan bir cumhurbaşkanının kayıtsız ve şartsız emri altına girmediği, onun iki dudağına bağımlı olmadığı, meclisin yürütmeyi denetleyebildiği, sistemi tıkanmamış normal işleyen demokrasilerde, iş yargıya düşmez ve sistem kendi içinde işler ve çalışır.

Ülkemizdeki fiili durum böyle midir? Okurum diyor ki; cumhurbaşkanının üzerinde sadece TBMM vardır, ülkemiz gerçeklerine göre, bu görüş çok gülünç bir saptamadır. Ülkemizdeki fiili duruma baktığımızda, olması gerektiği gibi TBMM cumhurbaşkanının üzerinde değil, cumhurbaşkanı Tayyip Bey, TBMM. nin üzerindedir, TBMM avcunun içine almış ve istediği yasayı en kısa sürede çıkartabilmektedir.

İllegal bir şekilde oluşturulan fiili durum böyle olunca, anayasa rafa kaldırılınca, keyfi ve anayasa dışı bir sistem oluşturularak, oluşturulan bu sistemin başına da, tek yetkili olarak, kendisine yönelik eleştirileri önleyebilmek için cumhurbaşkanına hakaret suçunu silah olarak kullanan ve önüne gelen muhalifler hakkında, haksız bir şekilde, cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla davalar açtıran Tayyip Bey oturursa, tıkanan demokratik sistemi işletebilmek için, Allah saklasın darbeciler değil, anayasayı ve yasaları uygulamakla görevli olan yargı, yani hakimler devreye girerler.

Mahkeme salonlarının duvarlarına, “Adalet Devletin Temelidir” tümcesi boşuna kazınmamıştır. Hukukun üstünlüğüne dayanan demokrasilerde, sistemi ve devleti yargı ve hakimler korurlar, adalet bunun için devletin temelidir, devletin temellerinin yerinden oynadığını gören hakimler, oynayan o temelleri, yerli yerine oturtmakla görevli ve yetkilidirler.

Unutmayınız, demokrasilerde son sözü daima yargı söyler.

Türk Medeni Kanununun başlangıç hükümleri vardır, bunun ilk iki maddesi çok önemli olup, bize göre sadece özel hukukta değil, hukukun tüm dallarında geçerli olması gereken hukukun genel kurallarıdır.

Buna göre, bir ülkenin anayasaya uymak bir yana, anayasanın uygulanmasını gözetme görevi bulunan cumhurbaşkanı, anayasayı takmıyorsa, anayasayı ilga etmiş ve fiili bir sistem kurmuşsa, anayasa koyucunun, anayasayı yaparken öngöremediği,daha doğrusu öngörmek dahi istemediği için, böyle illegal bir sistem kurarak demokrasinin kanallarını tıkayan bir cumhurbaşkanına karşı önlem alma konusunda oluşan hukuki boşluğu,kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verme yetkisine sahip olan hakimlerimiz doldurarak,hakarete uğradığını iddia eden Tayyip Bey'in; Türk Ceza Kanununun cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen 299. maddesinde öngörülen nitelikte hukuken himaye görmeye mazhar bir cumhurbaşkanı olup olamadığını taktir ve tayin etme ve buna göre karar verme yetkileri mevcuttur.

Özel hukuk kuralı omakla birlikte,herkes haklarını kullanırken dürüstlük ve iyiniyet kurallarına uymak zorunda olup, hak ve yetkilerin kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.

BİZ OLSAYDIK NE KARAR VERİRDİK?” başlıklı ilk yazımızı bu anlayış içinde kaleme aldığımızı, samimi görüşümüzün bu olduğunu, okurlarımızla paylaşmayı görev sayıyoruz.

Son söz; bu ülkeye, ileride milli irade aldatmacasıyla saltanat ve hilafet geri getirilecek olursa, milli irade adına, bu saçmalığı da kabul mü edeceğiz? 08/06/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

7 Haziran 2016 Salı

BİZ OLSAYDIK NE KARAR VERİRDİK?




Dün (06/06/2016) dört bine yakın hakimin yerlerinin değiştirildiği büyük bir atama kararnamesi yayınlandı, bu atama kararnamesiyle, AKP yanlısı bazı hakim ve savcılar ödüllendirildiler, AKP karşıtı demeyelim de, hukuktan yana ve tarafsız karar verebilen, görevlerini iyi bir şekilde yapan bazı hakim ve savcılarımız ise, cezalandırılarak sürgün edildiler.

Cezalandırılan ve sürgün edilen hakimlerin bir kısmı; Cumhurbaşkanı seçilen ancak anayasamızın öngördüğü niteliklere uygun bir Cumhurbaşkanı olamayan Tayip Bey'e hakaret ettikleri iddiasıyla, cumhurbaşkanına hakaret suçundan haklarında davalar açılarak yargılanan bir kısım sanıkları beraat ettiren, diğer bir kısmı ise, cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen TCK. nın 299. maddesinin anayasaya aykırı olduğunu kabul ederek, konuyu Anayasa Mahkemesine taşıyan hakimlerimizdir.

Bu girişi yaptıktan sonra asıl konumuza geçecek olursak, makalemize şu soruları sorarak başlamak istiyoruz.

Türk Ceza Kanunun 299. maddesinde düzenlenen cumhurbaşkanına hakaret suçu; gerçekten, Anayasaya aykırı mıdır ki, bazı hakimlerimiz konuyu Anayasa Mahkemesine taşımışlardır?

Hakimlerimiz, konuyu Anayasa Mahkemesine taşımadan da, bir çözüm yolu bulamazlar mıydı?

İşte, bu sorularımızın cevapları, makalemizin konusunu oluşturacaktır.

Bize göre, 5237 sayılı yürürlükteki Türk Ceza Kanunun 299. maddesinde yer verilen cumhurbaşkanına hakaret suçu düzenlemesi, böyle bir suç tipi yaratılması, kural olarak Anayasaya aykırı değildir. Böyle bir suç düzenlemesi, yürürlükten kaldırılan 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanununun 158. maddesinde de yer almaktaydı, bu nedenle, yürürlükteki Türk Ceza Kanununun 299. maddesinde yer alan cumhurbaşkanına hakaret suçu, Türk Hukuk sistemine yeni giren bir suç tipi değildir.

765 sayılı mülga Türk Ceza Kanununun yürürlükte olduğu dönemlerde anayasaya aykırı oduğu iddiaları gündeme getirilmeyen cumhurbaşkanına hakaret suçu, ne değişmiş de, Tayyip Bey Cumhurbaşkanı seçildikten sonra önem kazanmış ve bu suçun anayasaya aykırı olduğu iddiaları havada uçuşmaya başlamış ve bazı mahkeme hakimlerimiz tarafından da, bu anayasaya aykırılık idiaları ciddi bulunarak, konu Anayasa Mahkemesinin önüne taşınmıştır?

Mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanununun uygulandığı dönemde, bu kanunun 158. maddesinde düzenlenen Cumhurbaşkanına hakaret suçunun anayasaya aykırılığının ileri sürülmemesine rağmen, Tayyip Bey'in cumhurbaşkanı seçilmesinden sonraki dönemde, birden bire bu iddianın gündeme getirilmiş olması, cumhurbaşkanına hakaret suçu düzenlemesinin anayasaya aykırı olmasından ziyade, bu suç ile ilgili çok sayıda haksız davaların açılması ve haksızca açılan bu davalara ve hükmedilen cezalara bir son verme ihtiyacından kaynaklanmıştır.

Devletin ve milletin birliğini temsil eden, tarafsız, partisi ile ilişiğini kesen, tarafsızlık ve anayasaya bağlılık yemini yapan ve bu yeminine sonuna kadar sadık kalan, herkese eşit mesafede duran, her saniye ve her önüne gelene cevap yetiştirmeye çalışmayan, insanlara, ana muhalefet ile diğer muhalefet partilerine ve liderlerine dil uzatmayan, meydanlara çıkıp eski partisi lehine siyasi propaganda içeren nutuklar atmayan, açılış yapıyorum bahanesiyle siyasi mitingler düzenlemeyen, tarafsızlık adına dilini, eylem ve söylemlerini kontrol altında tutmak zorunda olan, dış dünyaya karşı adeta korumasız konumdaki cumhurbaşkanlarını özel olarak koruma altına alma ihtiyacını duyan kanun koyucu;Cumhurbaşkanına hakaret edenleri, ayrı bir ceza hükmü ile cezalandırmayı uygun bulmuş olmalı ki, mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunun 158 ve yürürlükteki 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 299. maddeleri ile cumhurbaşkanına hakaret suç tipini uygulamaya koymuştur. Bu nedenle, bize göre cumhurbaşkanına hakaret suç tipi, anayasaya aykırı değildir.

Öyleyse, mahkemelerimiz tarafından uygulamada ne yapılmalıydı da, anayasal meşruiyet sınırları içinde cumhurbaşkanlığı yapmayarak halkı çileden çıkararak tahrik eden ve bu nedenle kendisini çok ağır şekilde eleştirmek zorunda kalan halkı, cumhurbaşkanına hakeret suçu üzerinden korkutarak susturmaya çalışan, seçilmiş olmak dışında, cumhurbaşkanının anayasal hiçbir niteliğini üzerinde taşımayan Tayyip Bey'in, anayasa ve yasa dışı bu oyunu bozulmalı ve halkın eleştiri hakkı koruma altına alınmalıydı? Şimdi bunu açıklamaya çalışalım.

Çözüm yolunu açıklamaya başlamadan önce, bir soruya daha cevap aramak gerekiyor. Cumhurbaşkanına hakaret suçlarından açılan davalar, Tayyip Beyin döneminde niçin patlama yapmış ve çoğalan bu haksız davaların önüne geçme zarureti hasıl olmuştur?

Bu sorunun cevabı çok basittir. Cumhurbaşkanı seçilen zat, anayasanın öngördüğü anayasaya bağlılık ve tarafsızlık yeminine bir saniye uymamış, partisi ile ilişiğini kesmemiş, tarafsız olamamış, sadece AKP ve yandaşlarının cumhurbaşaknı olmuş, devletin ve milletin birliğini temsil edememiş, muhalefeti karşısına almış, parlamenter sistemi bekleme odasına alarak, fiili bir başkanlık sistemi kurmuş, muhalefete ağza alınmayacak laflar ederek saldırmış, cumhurbaşkanının sorumsuz olmasına güvenerek, önüne gelene hakaretler yağdırmış, kendisine hakaret etmedikleri halde, sadece eleştirdiler diyerek insanlara demediğini bırakmamış, ortaya koyduğu bu tavırlarıyla, Türk Ceza Kanununun cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen 299. maddesi tarafından korunması gereken, anayasanın öngördüğü vasıfları taşıyan bir cumhurbaşkanı olamamış ve bu nedenle de, cumhurbaşkanına hakaret davalarında büyük bir patlama yaşanmıştır.

Bu itibarla, çözüm; Türk Ceza Kanununun 299. maddesinin, anayasaya aykırı olduğu zorlamasıyla Anayasa Mahkemesine taşınması olmayıp, cumhurbaşkanına hakaret davalarını sonuçlandıracak olan ilgili yerel mahkemeler; cumhurbaşkanı seçilmiş olsa dahi,Tayyip Bey'in; anayasanın öngördüğü görev koşullarını taşıyan,meşruiyetini anayasadan alan, göreve başlarken namusu ve vicdanı üzerine yaptığı anayasaya bağlılık ve tarafsızlık yeminine uyan, anayasanın emrine uyarak partisi ile ilişiğini kesen, devletin ve milletin birliğini temsil eden, tarafsız ve anayasaya bağlı, az ve yeri geldiğinde konuşan, sürekli nutuk atarak muhalefete bağırıp çağırmayan, herkesin özel hayatına müdahale etmeyen,anayasanın öngördüğü görev ve yetki sınırlarını aşmayan gerçek bir cumhurbaşkanı olamadığı için, Türk Ceza Kanununun cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen 299. maddesinin korumasından yararlanamayacağı, bu nedenle haklarında Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'e hakaret ettikleri iddiasıyla davalar açılan sanıkların eylemlerinde, cumhurbaşkanına hakaret suçunun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle, beraat kararları vererek, kendi göbeklerini kendileri kesmelidir.

Tayyip Bey'in Cumhurbaşkanı sıfatıyla hakarete uğradığı iddiasıyla açılan bir davanın hakimi biz olsaydık, bizim vereceğimiz karar; konuyu hiç Anayasa Mahkemesine taşımadan, kendi göbeğimizi kendimiz keserek, yukarıda açıklamaya çalıştığımız gerekçelerle, sanığın beraatine karar vermek şeklinde bir karar olurdu. İleride bu karar nedeniyle cezalandırılmak amacıyla sürülsek de, sürüldüğümüze değerdi sanırım. 08/06/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



6 Haziran 2016 Pazartesi

SÜMEYYE KIZIMIZ BABANIN YÜZÜNÜ KARA ÇIKARMA VE İNSANLIĞINDAN VAZGEÇME SAKIN!


Tayyip Bey kadınlar hakkında yine öyle bir konuşmuş ki, insanın iter istemez, senin başka işin mi yok kardeşim diye sorası geliyor.

Tayyip Bey, kızı Sümeyye Erdoğan’ın da üyesi olduğu iktidarın kadın ve aile politikalarına yakınlığıyla bilinen Kadın ve Demokrasi Derneği’nin (KADEM) yeni hizmet binası açılışında yaptığı konuşmada, hiç üstüne vazife olmadığı halde, esas mesleğinin imamlık olması nedeniyle olsa gerek, durumdan vazife çıkararak, kadınların anneliği geriye atmamalarını, çalışıyorum diye annelikten imtina eden anneliğini reddeden kadının eksik olduğunu, anneliği reddeden kadının insanlıktan vazgeçmiş sayıldığını, en az üç çocuk tavsiyesinde bulunduğunu, bunu kendisinin değil yüce Rabbin emrettiğini dile getirerek, kendi şahsi düşüncelerini,zorla Türk insanına dayatma özelliğini ve diktacı ruhunu açıkça ortaya koymaktan çekinmemiştir.

Tayyip Bey bunu hep yapmakta, kadınlarımızın yatak odalarına ve kendi özgürlük alanlarına girerek suç işlemektedir.

Anne olmayan kadın niçin eksik ve insanlıktan vazgeçmiş sayılacaktır anlamakta zorlanıyoruz.

Ülkemizdeki bütün kadınlarımız, normal şartlarda istisnasız annelik zevkini tatmak isterler.

Çeşitli ve kendilerince haklı nedenlerle çocuk doğurarak anne olmak istemeyen azınlıktaki kadınlarımızın da bu düşünce ve tercihlerine saygı göstermek, Tayyip Bey'in de bir insanlık görevidir.

Biyolojik yetersizlikleri ve sağlıksız olmaları nedeniyle, çok arzu etmelerine rağmen çocuk sahibi olamayan ve anneliği tadamayan hatırı sayılır miktarda kadınımızın varlığı dikkate alındığında, Tayyip Bey'in bu talihsiz konuşmaları nedeniyle, elinde olmayan nedenlerle çocuk sahibi olamayan kadınlarımızın ne kadar çok üzüldüklerini Tayyip Bey düşünebiliyor mu acaba?

Tayyip Bey kendisini ne zannediyor? Anlamakta zorlanıyoruz. Aslında, bu dayatmacı konuşmalarıyla diktatör görüntüsü veriyor ama, kendisinin diktatör olmadığını sürekli beyan ettiği için, diktatör olmadığına ilişkin bu beyanlarına itibar ederek, kendisinin bu dayatmalarına ne anlam vermemiz gerektiği konusunda gerçekten zorlanıyoruz.

Tayyip Beyin; bu konuşmasıyla, hiç anne olamayan ve olmak da istemeyen kadınları mı, yoksa anne olmakla birlikte, Allahın emri olduğunu açıkladığı en az üç çocuk sahibi olmayan kadınları mı, yoksa her iki gruba da giren tüm kadınları mı kastettiği, pek anlaşılamamaktadır.

Tayyip Bey'in üniversite diplomasının olup olmadığı tartışmalı ise de, İmam Hatip Okulu mezunu ve asıl mesleğinin imamlık olduğu kesin olduğundan, mesleki eğitimini aldığı kendi İslam anlayışına göre kafasında oluşan kadın kavramına ve var olduğunu söylediği Allahın emrine göre, bir kadının en az üç çocuk doğurrnası gerektiğine ilişkin düşünceleri, sadece kendisini bağlar ve bu konudaki tavsiye ve dayatmalarını da, olsa olsa ve ancak kendisinin en yakınındaki çekirdek ailesini oluşturan kızlarına, damatlarına, oğullarına ve gelinlerine yapabilir.

Umarız, çiçeği burnunda yeni gelin kızları Sümeyye hanım; evine kapanarak evinin kadını olur ve babası Tayyip Bey'in tavsiyelerine uyarak en az üç çocuk doğurarak babasının yüzünü kara çıkarmaz. Bizler de Tayyip Bey'in samimiyetini ve kızı ile damadı üzerindeki inandırıcılığını ve otoritesini test etme imkanına kavuşuruz.

Kadınlar hakkındaki konuşmasını dinledikten sonra, Tayyip Bey'in eşi Emine Hanımefendiye de haksızlık ettiğini anlamış oluyoruz. Zira, uzak ve yakın demiyor iç ve dış tüm resmi gezilerine Emine Hanımefendiyi de götürerek, onun evinin ve çocuklarının kadını olma hakkını elinden alıyor!

Tayyip Bey'in bu dayatmacı tutumu bakalım nereye kadar devam edecek, böyle devam ederse, Tayyip Bey'in bundan sonraki dayatmasında, doğuran kadınlarımızın, doğurdukları erkek çocuklarına Recep Tayyip, kız çocuklarına da Emine isimlerinin verilmesini isteyeceği günleri de çok yakında göreceğiz inşallah. 07/06/2016


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

HAKİM SÜRGÜNLERİ KURUYAN DEMOKRASİNİN DALLARINDAN YEŞEREN SÜRGÜNLERE DÖNÜŞMELİDİR




Bugün medyada yer alan haberlere göre, Cumhurbaşkanı seçilen ancak anayasamıza göre gerçek anlamda meşru bir cumhurbaşkanı olamayan Tayyip Bey'e Cumhurbaşkanı sıfatıyla hakaret eden kilşiler hakkında açılan davalarda görev yapan ve bu davalar sebebiyle beraat kararları veren ve/veya Cumhurbaşkanına hakaret suçunun anayasaya aykırı olduğu görüşüyle konuyu Anayasa Mahkemesine taşıyan bir kısım hakimlerimizin, yaz kararnamesi ile başka yerlere atanarak sürgün edildiklerini görmekteyiz.

Bu sürgün atama kararlarına ilişkin haberin, bizim için hiç de sürpriz olmadığını, hatta bu sürgün atama kararlarının çok gecikmiş kararlar olduğunu belirtmeliyiz. Tayyip Bey, lütfedip sabır göstermiş ve olağan yaz kararnamesini bekleyerek, yine de yapacağını yapmıştır.

Sürgüne maruz kalan hakimlerimizden birisi de Can DÜNDAR cezaevinde iken ona mektup yazarak uğradığı haksızlığa yönelik üzüntüsünü dile getirerek Can DÜNDAR'ın uğratıldığı haksızlığı paylaşma cesaretini gösterebilen ve Cumhurbaşkanına hakaret suçunun anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle konuyu Anayasa Mahkemesine taşıyan Karşıyaka 7. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Murat AYDIN'dır. Habere göre, bu hakimimiz Trabzon iline atanmıştır. Sonuç itibariyle bir ilçe olan Karşıyaka'dan, Üniversitesi olan birinci sınıf büyük bir ilimizin merkezine yapılan bu atamaya, kitabına uygun bir atama kararı süsü verilmişse de, bize göre bu atama, sürgün amaçlı bir atamadır.

Bu kasıtlı ve sürgün atama kararları, korkmadan bağımsız ve tarafsız olarak görev yapan ve sayıları her geçen gün azalmakta olan hakimlerimizi ve savcılarımızı asla korkutmamalı ve yıldırmamalıdır. Tüm hakim ve savcılarımız da çok iyi bilmektedirler ki; korkunun ecele hiçbir faydası yoktur.

Bilakis, bugüne kadar şu veya bu sebeple, AKP ve Tayyip ERDOĞAN'ın anayasa dışı ortak fiili yönetimlerinin şerrinden korkan hakim ve savcılarımız, artık gerçekleri görüp, bıçak kemiğe dayandı diyerek, üzerlerindeki baskı ve korkudan sıyrılmasını bilmeliler, anayasa dışına çıkarak ve hatta anayasayı ilga ederek fiili ve keyfi bir yönetim kurmak suretiyle ülkede dikta yaratan AKP ve Tayyip ERDOĞAN ortaklığındaki anayasa dışı yönetime,bağımsız yargının gücünü ve devletin temelinin adalet olduğunu, demokrasilerde her zaman son sözün yargıya ait olduğunu göstermelidirler.

Hiç kimse unutmasın, bir ülkede yargı, yani hakim ve savcılar; anayasa dışına çıkan, bunu da, anayasa ne derse desin veya parlamenter sistem fiilen kaldırılmış ve yerine fiili bir başkanlık sistemi kurulmuştur gibi ifadelerle açıkça ve korkusuzca beyan eden yürütme organından korkar ve çekinir hale gelmişse, o ülkede demokrasi kurumuş ve yok olmuş, ruhunu teslim etmiş demektir.

Ülkenin diktadan kurtuluşu ve can çekişen demokrasinin yeniden yeşerip dirilişi, sizlerin elinizde Sayın Hakim ve savcılarımız,sakın unutmayınız, sizler dik durmasını bilirseniz, tarafsızlığınızı korursanız, anayasa dışına çıkanların üzerlerine korkusuzca giderseniz, bugün uğradığınız bu haksız atama ve sürgünler; kuruyup yok olmak üzere olan demokrasinin dallarından patlayan ve demokrasinin yeniden yeşerip canlanmasını sağlayacak olan yeşil sürgünlere dönüşecektir. 06/06/2016

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

2 Haziran 2016 Perşembe

ALMANYA'NIN TAVRI




Alman Parlamentosu,1915 olaylarını Ermeni soykırımı olarak kabul eden yasayı kabul etmiş.

Çok yakın sayılabilecek olan bir tarihte, tüm Dünyanın gözleri önünde Yahudi soykırımını yapan, yaptıkları soykırımın görüntüleri dahil tüm kanıtlarının ortalığa saçılı vaziyette durduğu Almanya'nın,Ermeni soykırımını kabul eden yasayı kabul etmesi, bu işin cılkının çıktığının,inandırıcılığını ve ciddiyetini kaybettiğinin, soykırım iddialarının gerçekleri yansıtmadığının en büyük kanıtıdır.

Şimdi bizi yönetenler, Almanya ile ilişkilerimizi yeniden gözden geçireceklerini söyleyecekler ve ilk iş olarak da,Almanya'daki Türk Büyükelçisini ülkemize geri çağıracaklardır.

Dünya liderimiz Tayyip Bey; yamyamlar diyarına yaptığı turistik gezisinden döndükten sonra, yanına Yargıtay,Danıştay ve Sayıştay Başkanlarını da alarak ülke içinde yapacağı açılış vesaire gezilerinde, bu olayı kendi çıkar ve siyasetine alet edecek ve Ey Almanya diye başlayarak avazı çıktığı kadar bağırarak atacağı siyasi nutuklarına meze yapacaktır. Tabanını bir arada tutmak,galeyana getirmek ve başkanlık sistemini kabul ettirebilmek için,Tayyip Bey'in eline bulunmaz bir hamaset fırsatı geçmiştir.

Bu itibarla, biz, Ermeni soykırımını kabul eden yasaları çıkarmaları nedeniyle,Almanya veya başka devletleri suçlayamıyoruz, suçu kendimizde aramadığımız sürece bu tür onur kırıcı muamelelerle sürekli karşılaşacağız.

Şöyle bir etrafınıza bakınız, ülkemizde Cumhurbaşkanı olduğunu iddia eden, ancak anayasanın Cumhurbaşkanında aradığı seçilmiş olmak dışındaki hiçbir koşulu üzerinde taşımayan, anayasa tanımayan, aynı şekilde kendisini Başbakan zanneden, ancak anayasa ne derse desin diyerek anayasaya karşı direniş içinde bulunan, Türkiye Cumhuriyetine isyan halindeki kişilerin anayasa tanımayan hukuk dışı ve fiili yönetimleri altındaki tüm saygınlığını yitiren, dış politikaları iflas eden, Dünyada yanlızlaşan, Cumhurbaşkanı ancak Afrika ülkelerinden davet alabilen ülkemizi, hangi ülke dikkate alır, böyle bir ülkeye kim saygı duyar, ülkeyi yönetenlerin kendi anayasasına ve rejimine, kendi devletine ve milletine saygı göstermediğini ve sahip çıkmadığını gören ülkeler, milletimizi soykırımcı ilan eden yasaları çıkarırlar tabi.

İnanın biz, Almanya'nın 1915 olaylarını Ermeni soykırımı olarak kabul eden bir yasayı kabul etmesinden ziyade ve daha öncelikli olarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre iş başına gelip de, kendilerini iş başına getiren Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını inkar eden, yok sayan ve anayasa ne derse desin diyerek, ülkeyi kendi keyiflerine göre idare etmeye çalışan, milletine,anayasaya ve hukuka saygısız kişilerin yönettiği bir ülkede yaşıyor olmaktan utanç ve üzüntü duyuyoruz. 02/06/2016

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




1 Haziran 2016 Çarşamba

HAYIR TAYYİP BEY SENİN DİKTANA ALIŞMAK ZORUNDA DEĞİLİZ!..




Bugün, iki önemli ve önemli olduğu kadar da çok saçma ve çifte standart açıklama geldi.

Açıklamalardan biri Numan KURTULMUŞ'a, diğeri Tayyip Bey'e ait açıklamalardır.

Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay Başkanlarının;Tayyip Bey'in tarfsızlığını ihlal ederek, siyasi konuşmalar ve kendi propagandasını yaptığı, muhalefeti ağır şekilde eleştirdiği gezilerine katılmaları ve siyasi içerikli konuşmalarına alkış tutmaları üzerine, kamuoyunda yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı adına yapılan haklı eleştirilere cevap niteliğinde açıklama yaparak; yargının, yürütmenin ve yasamanın Cumhurbaşkanına bağlı olduğu yolunda, çok talihsiz ve kuvvetler ayrılığı ilkesine ve anayasaya açıkça aykırı beyanlarda bulunan Numan KURTULMUŞ, bu beyanından dolayı kamuoyunda ağır şekilde eleştirildiği için, bugün yaptığı açıklama ile bu beyanının yanlış anlaşıldığını, daha doğrusu beyanında hatalı olduğunu, bu beyanıyla ifade etmek istediği asıl amacını aştığını, Anayasanın 104. maddesinde yer alan; ” Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” şeklindeki cumhurbaşkanının görevlerini hatırlatmak istediğini, yargı Cumhurbaşkanına bağlı değilse de, Tayyip Bey'in Cumhurbaşkanı olarak, devlet organları olan yasama,yürütme ve yargının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözeten bir konumunun bulunduğunu, yargının Cumhurbaşkanına bağlı olduğunu beyan ederken, bunu ifade etmeyi amaçladığını söyleyerek, hatasından dönmüştür.

Tayyip Bey de, yüksek yargı organlarının başkanlarının kendi gezilerine katılmasını haklı göstererek, kendisinin %52 oy oranıyla doğrudan halkın oyuyla seçilen bir Cumhurbaşkanı olduğunu, siyasi parti başkanı olmadığını,muhalefetin ve kendisini eleştirenlerin, kendisinin Cumhurbaşkanı olarak yaptıklarına ve takındığı tavırlara alışamadığını, ancak alışacaklarını beyan ederek, anayasaya göre gerekli olan ancak yeterli olmayan %52 oranında oy aldığı seçim başarısını, kendi Cumhurbaşkanlığının meşruiyetine kanıt olarak göstermiş, göreve başlarken millet önünde yaptığı anayasaya bağlılık ve tarafsızlık yeminini ayakları altında çiğnediğini, fiilen AKP'nin genel başkanı gibi davarandığını, partinin hukuken genel başkanı olan bir kişiyi devirerek, yerine yeni bir genel başkan atadığını, AKP'yi istediği gibi dizayn ettiğini, AKP üzerinden kendi propagandasını yaptığını, AKP'yi siyasi çıkar ve emelleri için payanda olarak kullandığını, Türk Milletinin birliğini temsil etmediğini, sadce AKP ve yandaşlarının Cumhurbaşkanı olduğunu, onların birliğini temsil ettiğini, AKP'nin kemikleşmiş seçmen tabanını bir arada tutan, muhalefeti yerden yere vuran davranışlar sergilediğini görmezlikten gelmiştir.

Gelelim Numan KURTULMUŞ'un açıklamasına. Evet, çok doğrudar, göreve başlarken namusu ve vicdanı üzerine yaptığı anayasaya bağlılık ve tarafsızlık yeminine sadık kalan, partisi ile irtibatını kesen, partilerüstü anayasal meşruiyet içinde görev yapan bir cumhurbaşkanının; Anayasamızın 104. maddesine göre, devletin başı olduğuna,bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Milletin birliğini temsil ettiğine,Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmalarını gözetme görev ve yetkisinin bulunduğuna, hiç kimsenin bir itirazı olamaz.

Ancak, lütfen söyleyiniz, Tayyip Bey; seçilmiş olmasının dışında, bu anlamda anayasaya göre meşru bir cumhurbaşkanı mıdır? Numan KURTULMUŞ'un referans gösterdiği Anayasanın 104. maddesinde açıkça, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in Anayasanın uygulanmasını gözetme görevinin de bulunduğunun belirtilmesine rağmen, anayasanın uygulanmasının gözetiminden sorumlu olan Tayyip Bey, bırakınız Anayasanın uygulanmasının gözetimini, Anayasayı bizzat kendisi uygulamamakta ve anayasayı rafa kaldırmaktadır.

Aynı şekilde, Anayasanın 104. maddesinden yarar umarak kendilerini savunmaya kalkışanlara buradan soruyoruz; sizler, kendinizi sadece anayasanın işinize gelen maddeleriyle mi bağlı sayıyorsunuz? Anayasanın işinize gelen madde ve fıkralarını cımbızlayarak ve onların arkasına sığınarak, anayasaya aykırı eylem, söylem ve faaliyetlerinize haklılık kazandıramazsınız. Anayasanın tüm maddelerine, örneğin; anayasanın 101. maddesinde yer alan; “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir”hükmüne de, anayasanın 103. maddesinde hüküm altına alınan, Cumhurbaşkanının göreve başlarken yaptığı yeminde yer alan yükümlülüklerinize de harfiyen uymak zorundasınız.

Anayasa bütünüyle ya vardır, ya da hiç yoktur. Anayasanın işime gelen maddelerine uyarım, işime gelmeyenlere uymam ve görmezlikten gelirim diyemezsiniz.

%52 oy oranı değil, %100 oy oranı dahi, sizin antidemokratik ve anayasa dışı eylem, söylem ve icraatlarınıza meşruiyet kazandıramazsınız.

Hayır Tayyip Bey; senin anayas ihlallerine, tek başına ve keyfi olarak ülkeyi yönetmene asla alışmayacağız, demokrasiler; çoğunlukçu değil, çoğulcu, muhaliflerin ve azınlığın fikirlerinin de saygıdeğer olduğu ve dikkate alındığı, anayasanın tüm hükümleriyle uygulandığı rejimlerdir,senin, arkandaki devlet gücüne güvenerek ve bu güce dayanarak, sana oy vermeyen muhalif kesime yaptıkların, demokrasinin kurallarına uymayan bir saygısızlık, ucuz kahramanlık ve dayatmadır.

Hayır Tayyip Bey; biz sizin diktanıza değil, siz, Türkiye Cumhuriyetinin anayasasına,insan hak ve özgürlüklerine, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik hukuk devletine, yargının bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığı ilkesine uyacak ve alışacaksınız, daha da doğrusu buna alışmak zorundasınız, bunun demokrasi içinde başka yolu yoktur.

Elimiz kalem tuttuğu sürece bu demokratik gerçekleri, sürekli olarak, usunmadan ve bıkmadan size hatırlatacağız, Sayın Tayyip Bey. 01/06/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu