31 Temmuz 2016 Pazar

HOP DEDİK!...



Fetullah GÜLEN Cemaatinin silahlı kuvvetlere sızan uzantıları tarafından 15.Temmuz günü gerçekleştirilen kanlı ve hain darbe girişimi nedeniyle, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu,anayasanın 120. maddesi uyarınca,tüm yurtta üç ay süreyle olağanüstü hal ilan ederek yürürlüğe sokmuştur.

Bakanlar Kurulunun bu kararını anlayışla karşılamış ve olağanüstü hal ilanının, anayasa ve ilgili yasadaki koşulların oluşması halinde yerinde ve gerekli bir karar olduğunu, olağanüstü hal yönetim tarzının, olağanüstü anayasal bir yönetim şekli olduğunu ve amacına uygun kullanılması, suistimal edilmemesi halinde, ülkemiz için yarar sağlayacağını savunan bir makale kaleme almıştık.

Olağanüstü halin ilan edilmesinden sonra, Anayasamızın 121. maddesine göre, Olağanüstü hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnameler çıkarabilir.

Olağanüstü Hal Kanununun 4. maddesinde de, anayasanın 121 maddesine benzer şekilde; “olağanüstü hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda Anayasanın 91 inci maddesindeki kısıtlamalara ve usule bağlı olmaksızın, kanun hükmünde kararnameler çıkarabilir. Bu kararnameler Resmi Gazete'de yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur.” ükmüne yer verilmiştir.

Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Anayasanın 121. ve Olağanüstü Hal Kanununun 4. maddesinin tanıdığı yetkiyi kullanarak, peş peşe kanun hükmünde kararnameler çıkarmaya başlamıştır.

Cumhubaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun çıkararak resmi gazetede yayınlayıp yürürlüğe soktuğu kanun hükmünde kararnamelerde yer alan ve bazı kanunlarda değişiklikler yapan, örneğin askeri okulları kapatarak onun yerine Milli Savunma Üniversitesi kuran, Askeri Hakimler Kanununun bazı maddelerini değiştiren ve bunlara benzer hükümlerine baktığımızda, bu kararnamelerin; olağanüstü halin gerekli kıldığı, olağanüstü halin devamı süresince geçerli olacak olan tedbirlerin çok üzerinde olağanüstü halin gerekli kıldığı konular dışında, olağanüstü halin devamı süresi ile sınırlı olmayan ileriye dönük ve olağan yönetime geçildikten sonra da uygulanacak ve sonuçlarını sürdürecek bazı kalıcı düzenlemeler içerdiğini, çıkarılan kararnamelerin olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameler olmayıp,olağan dönemlerde Meclis tarafından çıkarılması gereken yasal düzenlemeler olduğunu, olağanüstü hal yönetimince, olağanüstü hal ile sınırlı ve olağanüsü halin gerekli kıldığı konularıne sınırların aşılarak, fırsattan istifade ülkeyi kararnamelerle yönetme yoluna saptılarını görmekteyiz.

Evet, Anayasamızın 121 ve Olağanüstü Hal Kanununun 4. maddeleri, hiçbir yoruma yer vermeyecek kadar açık olup, bu yasa maddelerine göre, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu; ancak,doğrudan olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda ve bunun sonucu olarak da, olağanüstü hal süresi ile sınırlı olarak geçici sonuçlar doğuran düzenlemeleri kanun hükmünde kararnamaler ile yapabilir, bunun ötesinde ve üzerinde bir yetkisi toktur.

Cumhurbaşkanının başkanlığı altında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan özellikle 669 sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi, adı ne olursa olsun, içerdiği hükümleri itibariyle, Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olmayan bir olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesi olmayıp, olağan bir Kanun Hükmünde Kararname olup, bu nedenle de Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi dir. Anayasa Mahkememiz de;12.Eylül darbe döneminde sıkıyönetim sırasında Cumhurbaşkanının Başkanlı altında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan bir olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesini, onun olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesi adı altında çıkarılmasına bakılmaksızın, içerdiği hükümler itibariyle onun olağan bir kanun hükmünde kararname olduğunu kabul ederek esastan incelemeye almıştır.Anayasa Mahkemesinin uygulaması bu yöndedir ve doğru olan da budur.

Açıkladığımız nedenlerle; Cumhurbaşkanının başkanlığı altında toplanan Bakanlar Kurulu; kendisine tanınan olağanüstü hal kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini,yasaların öngördüğü amaç ve sınırları aşarak, anayasaya ve ilgili yasaya aykırı olarak kullanılmakta olup, bu konuda kamuoyunun ve en başta ana muhalefet partisi olmak üzere, muhalefet partilerimizin takınacakları tavrı ve bu kanun hükmünde kararnamelerin iptal için Anayasa Mahkemesine başvurup vurmayacaklarını, merak ediyoruz doğrusu.01/08/2016



Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu






29 Temmuz 2016 Cuma

SELDEN KÜTÜK KAPMA YARIŞINA GİRENLER



Hepiniz çok duymuşsunuzdur, sık sık söylenen, selden kütük kapma diye bir söz vardır, bildiğiniz gibi, bu söz; olumsuz bir durumdan fayda sağlamak anlamında söylenen bir sözdür.

15.Temmuz hain ve kanlı darbe girişimini, ülkemizin maruz kaldığı çok büyük bir sel felaletine benzetirsek, selden kütük kaparak, bu olumsuz darbe girişiminden kendileri için fayda sağlamaya çalışanların varlığını ibretle ve hayretle görmekteyiz.

Darbe girişimi; son yıllarda iyice ayrışan ve kamplara bölünen halkımızı, demokrasi ve laik cumhuriyet ortak paydasında birleştirmiş, halkımız eskiden olduğu gibi birbirine kenetlenerek, birlik ve beraberlik süreci içine girmiş, ülkesinin demokrasisine ve laik cumhuriyetine yönelik darbe girişimine engel olmak için el ele vermiş ve iktidarıyla muhalefetiyle tüm siyasi partilerimiz de, birbirlerine karşı besledikleri düşmanlığı bir kenara bırakarak işbirliği ve ülkenin içine düştüğü darboğazı en zararsız bir şekilde atlatmanın çabası içine girmişken, ülkemizi on dört yıldan bu yana idare edenlerin; ülkemiz bu duruma niçin ve nasıl geldi, bu darbe girişiminin nedenleri nedir sorularının gerçek cevaplarını, yapacakları bir özeleştiri sonucunda bularak, kendi hatalarını kabul edip itiraf edecekleri yerde, bu konuda hiçbir sorumluluk üstlenmeyerek, selden bir kütük kapma yarışına girdiklerini üzülerek görmekteyiz.

Yüksek Askeri Şura toplandı ve darbe girişiminde ağır ihmal ve disiplinsizlikleri gün gibi aşikar olan yüksek komuta heyeti aynen görevlerinin başında bırakıldılar. Gerekçe olarak da, dere geçerken at değiştirilmez dediler.

Bize göre siyasasal iktidarın ve fiilen bu iktidarın başındaki tek başına ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanının;komuta kademesini görevden alarak yerlerine bu işi başarı ile yapabilecek olan yeni komutanları atamaya yüzleri yoktur,zira bu kanlı ve hain Fetö darbe girişiminin hazırlanışında ve oluşumunda, siyasal iktidarın da çok büyük hataları ve günahları vardır, siyasal iktidar halktan özür dileyerek toptan istifa etme veya hiç değilse İçişleri, Milli Savunma, Adalet ve Milli Eğitim Bakanlarını görevden alma demokratik refleksini gösteremediği için,suçluluk psikolojisi içine girerek, darbe girişimine sebebiyet veren baştaki komutanları görevden alma hakkını kendilerinde bulamamışlardır, buna yüzleri olmamıştır.

Ne yaptılar, kendi hatası ve beceriksizliği yüzünden attan düşen bir at binicisinin, kendi kusuruna bakmadan atını dövmeye başlaması gibi, Tük Silahlı Kuvvetlerini dövmeye, tüm hatayı onda aramaya ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin yapısını değiştirmeye başladılar, yangından mal kaçırır gibi Jandarma Genel Komutanlığını ve Sahil Güvenlik Komutanlığını doğrudan İçişleri Bakanlığına bağladılar, Türk Silahlı Kuvvetlerine rakip olması için Polis Teşkilatını daha da güçlendirmenin ve bu amaçla polisi ağır silahlarla teçhiz ederek siyasal iktidarın mutlak kontrolünde alternatif bir ordu yaratmanın, Kuvvet Komutanlarını doğrudan Milli Savunma Bakanına, parlamenter sistemin zorunlu bir gereği olarak, ülkenin yönetiminden siyaseten sorumlu olan Başbakana bağlı bulunan Genelkurmay Başkanlığını ve MİT'i, hiçbir sorumluluğu bulunmayan Cumhubaşkanına bağlamanın, çarpık şehirleşme yüzünden şu anda şehir içlerinde kalmak zorunda bırakılan askeri birlikleri,şehir dışında dağ başlarına taşıma gibi, sözüm ona darbeleri önlemeye ilişkin, beyhude kararlar almanın yollarını aramaya başladılar.

Darbe girişiminden sonra halkımızın ve siyasi partilerimizin, demokrasimizin ve laik cumhuriyetin korunması ve geleceği için birlik ve beraberlik içine girmelerinin birilerini rahatsız ettiğini, eski gergin politik ortama dönmek için gayret sarfettiklerini görüyoruz.

Jandarma, bildiğiniz gibi kırsal kesimde, belediye hudutları dışında görev icra eden bir kolluk kuvvetidir.Polisten farkı, ayni görevi belediye hudutları dışında, yani kırsal kesimde yapmalarıdır. Jandarmayı siyasal iktidarınız için tehlikeli görüyorsanız, doğrudan İçişleri Bakanına bağlayacağınıza tümden kaldırırsınız ve polis teşkilatını genişleterek kırsal kesimde de polise kolluk görevi verirsiniz.

Genelkurmay Başkanlığı ile MİT'in Cumhurbaşkanlığına bağlanmasına ilişkin Tayyip Bey'in önerisi, ülkenin geçirdiği onca badireye ve bir anlamda kendisine de yönelik olan 15 Temmuz darbe girişimine rağmen, Tayyip Bey'in başkanlık sisteminden asla vazgeçmeyeceğinin, bu öneriye asla sıcak bakmayacak olan ana muhalefet partisi ile yeni bir çatışma ve anlaşmazlığa yol açacağının, ülkede oluşan birlik ve beraberleğe zarar vereceğinin bir işaretidir.

Başbakan bir konuşma yapaak, şehir içindeki askeri birlikleri şehir dışına taşıcaklarını, avazı çıktığı kadar bağırarak haykırmış olup, Başbakan'ın bu üslubu, bizde, Türk Silahlı Kuvvetlerini potansiyel darbeci gibi gördüğü izlenimi doğurmuştur.

Başbakan bu konuda üslubuna biraz daha dikkat etmeli ve Silahlı Kuvvetlerimizi rencide etmemelidir. Kaldı ki, bazı askeri birliklerimizin şu anda şehir içinde kalmış olmaları, askerin günahı ve hatası değildir.Zamanında şehir dışı olan bu yerler, zaman içinde yerleşime açılmış ve askeri birliklerimiz şehirlerimizi değil, şehirlerimiz askeri birliklerimizin alanlarını işgal ederek askeri birliklerimize komşu olmuşlardır.

Bir diğer üzücü husus da, büyük şehirlerimizde, özellikle AKP'nin Byükşehir Belediye Başkanlıklarını aldığı şehirlerimizde, askeri birliklerin giriş ve çıkışlarını kapatmak için askeri birliklerin giriş ve çıkışlarına konulan çöp kamyonları, AKPli mütahitlerin kum çakıl taşıyan kamyonları ve iş makinalarıdır. Bu manzara da, askeri birliklerin belediyeler tarafından işgal edildiği manzarasını yaymakta ve Türk Silahlı Kuvvetlerimizin itibarını yerle bir etmektedir.

Meydanlarda toplanan halkımızın demokrasi ve laik cumhuriyet adına artaya koydukları örnek direniş de, bize göre artık amacına ulaşmış olup, bu gösterilerin uzaması, direnişin anlam ve önemine zarar verecektir. Bu nedenle iş tadında bırakılmalı ve meydanlardaki direniş sonlandırılarak, hayat yavaş yavaş normale döndürülmelidir.

Diyeceğimiz odur ki; ülkemizin üzerinden gelip geçen bir sel felaketine benzetecek olursak, 15.Temmuz hain darbe girişiminden,hepimiz bir ders çıkararak, bu felakette bir hatamızın bulunup bulunmadığı konusunda bir öz eleştiri yapacak yerde bu selden bir kütük kapmaya çalışırsak, güzel ülkemize en büyük ihaneti yapmış oluruz. 30/07/2016


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

27 Temmuz 2016 Çarşamba

ADALET BAKANININ BEYANLARI BİR SUÇUN İTİRAFIDIR




Adalet Bakanı Bekir BOZDAĞ, FTO/PDY terör örgütüyle ilgili olarak Meclis Araştırma Komiyonu kurulmasına ilişkin görüşmeler sırasında Mecliste yaptığı konuşmasında; buradada kurulacak olan araştırma komisyonunu çok önemsiyorum demiş. Biz de sayın bakan'a diyoruz ki; günaydın sayın bakan, hayır ola, hangi dağda kurt öldü de, siz muhalefetin araştırma komisyonu kurulmasına ilişkin önerisine sıcak bakmaya başladınız?

Bu Fetö kaynaklı hain darbe girişiminin olmasını mı beklediniz?Size, özellikle anamuhalefet partisi yıllardan beri Fetullah GÜLEN Cemaatinin tehlikelerini ve devletin içine sızdıkarını, bu konuda önlem alınması gerektiğini ikaz etti durdu,ama 17/25 Aralık sürecine kadar hiç sesinizi çıkarmadınız ve kulağınızın üzerine yatıp durdunuz. 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddia ve soruturmaları patlak verince, birçok delilleri ele geçirilen bu yolsuzuk ve rüşvet iddialarının,AKP'yi iktidardan edeceğini görünce aklınız başınıza geldi ve bile bile sineye çektiğiniz ve yıllarca birlikte hareket ettiğiniz, ne istedilerse kendilerine verdiğiniz Fetullah Gülen Cemaati ile yllarınızı ayırma gereğini duydunuz,şimdi en büyük düşmanınız Fetullah GÜLEN oluverdi. Bu düşmanlığınız, 15.Temmuz gecesi, Demokrasimize ve Laik Cumhuriyetimize karşı yapılan hain ve kanlı darbe girişimi ile tavan yaptı.

Daha önceleri, çeşitli konulardaki, sırf muhalefetten geldiği gerekçesiyle,içeriğine ve haklılığına dahi bakmadan, çoğunluk oylarınızla reddettiğiniz Meclis Araştırma Komisyonu kurulması isteğini içeren muhalefet önergelerini unutmuş görünüyorsunuz ve muhalefetin de imzasını içeren FETÖ örgütüne ilişkin Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasına ilişkin önergeyi önemsediğinizi söylemek zorunda kalıyorsunuz.

Bununla da yetinmiyorsunuz ve aynen; “Geçmişte dostlarımız bu Fethullahçı yapı için çok şey söylediler, biz onlara inanmadık. 17 Aralık'tan sonra biz çok şey söyledik. Sayın Kılıçdaroğlu'na da söyledim, siz bize inanmadınız. Artık biz birbirimize inanarak, söylediklerimizi check ederek devam edersek böylesi yapılar için tehdit ve tehlike oluşturmazlar.”diyerek, 260 civarında kişinin ölümüyle ve Meclisin bombalanması ile sonuçlanan 15Temmuz hain darbe girişiminden sonra, devletimizin içine sızan Fetullahçı yapının oluşumuna yaptığınız katkı nedeniyle işlemiş olduğunuz suçu, millet önünde açıkça itiraf ve sıkılmadan Adalet Bakanlığı koltuğunda oturmaya devam ediyorsunuz.

Adalet Bakanı; “geçmişte,dostlarımız Fetullahçı yapı için çok şey söylediler biz onlara inanmadık” diyor. Biz buradan sayın bakana soruyoruz, niçin, hangi gerekçeyle inanmadınız, devletin yönetimi, istihbaratı ve gizli bilgileri sizin elinizde değil miydi, devletin yönetiminde olmayan, devletin istihbarat ve gizli bilgilerine sahip bulunmayan çevreler ve ana muhalefet, edindiği yüzeysel bilgi ve duyumlarla Fetullah Gülen'in devlet içinde tehlikeli ve illegal olarak yapılandığını görüyor ve fark ediyor da, bu illegal yapılanmayı siz nasıl göremiyor ve önlemini alamıyorsunuz anlamamız mümkün değil.

Sayın Bakan, AKP iktidarı olarak aslında herşeyi biliyordunuz ama, bu yapıyı kullanarak elde ettiğiniz siyasi çıkarlarınızdan mahrum kalmamak için, bu illegal yapılanmaya göz yumuyordunuz ve Fetullahçı yapı için size dostlarınız tarafından söylenen gerçeklerle yüzleşmek, işinize gelmiyordu, ta ki bıçak kemiğe dayanana kadar.

17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddia ve soruşturma süreci, bıçağın kemiğe dayandığı andı ve can havliyle, iktidarınızı korumak ve bu soruşturmaların yol açacağı sandıktaki yenilgi sonucu iktidardan düşmemek için, başından beri çok iyi tanıdığınız ve bildiğiniz ve siyasi çıkarlarınız için göz yumduğunuz bu canavara karşı artık savaş açmak zorunda kaldınız.

Sayın Adalet Bakanı diyor ki; evet 17/25 Aralıktan önce siz bize çok şey söylediniz,biz inanmadık, 17 Aralıktan sonra biz çok şey söyledik, siz bize inanmadınız, hayır yanılıyorunuz ve konuyu çarpıtıyorsunuz sayın bakan,size muhalif olanlar, illegal Fetullah Gülen yapılanmasının varlığına ve tehlikesine, 17/25 Aralıktan önce de sonra da, sürekli inandılar ve ona karşı çıktılar, 17 Aralıktan sonra muhaliflerin sizden ayrıldıkları husus; muhalifler,Fetullah Gülen yapılanmasına ve bunun ülke için yarattığı tehlikeye inandıkları kadar, ayakkabı kutuları içinde ele geçirilen dolarlar, para kasaları, para sayma makinaları teknik takip sonucu elde edilen dökümanlar karşısında, bu cemaatin polis ve savcları tarafından ortaya çıkarılan yolsuzluk ve rüşvet iddialarına da inandılar ve bu iddiaların soruşturulması ve kovuşturulması gerektiğini savundular,bu iddialar karşısında yargı önünde hesap vermekten kaçmak için söylediklerinize muhalefetin inanmasını beklemeniz,büyük bir yanılgı ve haksızlıktır.

Ortada bir suç iddiası ve ihbarı, bir suç soruşturması varsa, bu suçlamalara ilişkin iddiaların ihbarcılarının ve soruşturmasını yapanların, Fetullah Gülen ögütüne mensup olup olmamalarının bir önemi yoktur, ortada delillendirilmiş somut bir suç iddiası ve ihbarı ve soruşturması varsa, bu iddia ve soruşturmalara muhatap olanların, suçsuz olduklarını, iftiraya uğradıklarını, siyasi bir şantaja muhatap kılındıklarını savunacakları ve suçsuz olduklarını inandıracakları merci, yargıdır, muhalefet değildir.

Her demokratik ülkede; muhalefet,iktidarı siyaseten köşeye sıkıştıracağı ve sallayacağı yolsuzluk ve rüşvet iddialarına sahip çıkar ve bu iddiaların gerçek olup olmadığını sonuna kadar araştırır ve takip eder, muhalefetin görevi budur. Bu demek değildir ki;suç ihbarını ve soruşturmasını yürütenlerin devlet içindeki illegal yapılanmalarına sahip çıkılıyor ve o yapılanma meşru kabul ediliyor.

Hiç kimse; illegal Fetullah Gülen yapılanmasının ordumuzun içine sızan uzantıları tarafından gerçekleştirilen kanlı ve hain darbe girişiminin arkasına sığınarak, kendi günahlarının üzerini örtmeye çalışmamalı ve açıkça sorumluluğunu kabul etmelidir. 27/07/2016


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

25 Temmuz 2016 Pazartesi

SAYIN CUMHURBAŞKANI'NA AÇIK MEKTUP




Sayın Cumhurbaşkanı, zat-ı alinize bu açık mektubu yazmak durumunda kalan bendeniz, Askeri Hakimlik, Askeri Savcılık ve daha sonra da, atandığı İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinde dört yıl boyunca Cumhuriyet Savcılığı yaparak emekli olan ve meslek hayatıma avukat ve köşe yazarı olarak devam eden, yaklaşık elli yıllık bir hukukçuyum.

Lütfen yanlış anlamayınız, kendimizi methetmek için değil, deneyimli bir hukukçu olduğumuzu ifade etmek için, kendimizi tanıtma gereği duyuyoruz.

Bir hukukçu ve demokrat bir aydın olarak, sürekli dürüst ve şeffaf olmuş ve kimliğimi, siyasi düşüncemi, hiçbir partiye kayıtlı üye olmadığım halde hangi partiye oy verdiğimi, hiçbir zaman gizlememişimdir.

Sayın Cumhurbaşkanı, sizin Başbakanlığınız döneminde, size yasa ile çözülmesi gerekli olan bir özlük hakkıma ilişkin mağduriyetimin giderilmesine yardımcı olmanız dileğimi içeren özel bi mektup yazmış ve bu mektupta da, siyasi düşüncemi ve hangi partiye oy verdiğimi, sizin partiniz olan AKP'ye hiç oy vermediğimi ve vermeyeceğimi, köşe yazarı olarak yazdığım sayıları o tarihte beş yüz olan makalelerimin büyük çoğunluğunda sizi ve partinizi ağır şekilde eleştiren bir kişi olduğumu size açıkça yazmış ve tabiatımda yağcılık olmadığını, buna rağmen yardım elinizi uzatacağınızdan emin olduğumu belitmiştim.

Bu anektoda, size yazdığım bu açık mektupdaki fikir ve düşüncelerimin ve haddim olmadan size yapacağım uyarılarımda samimi olduğumu, bazı acı gerçekleri çekinmeden yazan ve dile getirenlerin, sizin gerçek dostunuz olduklarını vurgulamak için yer verdiğimi belirtmek isterim.

Sayın Cumhubaşkanı; bu açık mektubuma başlarken,dış güçlerce de desteklenen Fetullah Gülen Cemaatinin Türk Silahlı Kuvvetlerine nüfuz eden bir cuntası tarafından gerçekleştirildiği artık iyice açığa çıkan demokrasimize yönelik 15.Temmuz darbe girişiminin, sizin hayatınıza da kasteden yönünü de dikkate alarak, devletimizin yanısıra, özel olarak şahsınıza da geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum

Sayın Cumhurbaşkanı; yukarıda bahsettim, görevim icabı çok önemli soruşturma ve kovuşturmalarda bulundum. Fetullah Gülen Cemaatinin Türk Silahlı Kuvvetlerindeki uzantıları tarafından gerçekleştirilen 15.Temmuz darbe girişiminin temellerinin nasıl atıldığını göstermesi açısından,İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinde Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaparken, yaklaşık otuz sene önce bire bir bizzat soruşturma ve kovuşturmasına katıldığım bir eylemi size anlatmak ve daha otuz sene önce geliyorum diyen tehlikeye dikkatinizi çekmek istiyorum.

Yıl 1987-1988 hepimiz biliyoruz, Fetullah Gülen hareketinin merkezlerinden olan İzmir ilinde Maltepe Askeri Lisesi vardır.Bu Askeri Lisemizde bazı askeri lise öğrencilerinin Fetullah Gülen Cemaati ile olan ilişkilerinin tespit edilmesi üzerine, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi C.Savcılı olarak yaptığımız soruşturma ve açtığımız davanın kovuşturması sonunda; bu öğrencilerin, Fetullah Gülen Cemaati tarafından,daha orta okul son sınıfta iken elde edilerek kandırıldıkları, akıllı ve zeki olan bu öğrencilerin, cemaat tarafından, evlerin bodrum katlarında açılan ruhsatsız dershanelerde eğitilerek askeri lise sınavlarına hazırlandıkları, sınavı kazanan bu çocukların akeri liseye kayıtlarında almaları gereken sağlık raporlarının askeri hastanelerden alınmasında da bu öğrencilere cemaat mensupları tarafından yardım edildiği, bu şekilde Maltepe Askeri Lisesine kayıt yaptıran öğrencilerle cemaat ilişkisinin sürdürüldüğü, hafta sonu tatillerinde çarşı ve evci iznine çıkan öğrencilerin, cemaat mensubu kişiler tarafından arabalarla alınarak cemaat tarafından hazırlanan ışık evlerine götürülerek misafir edildikleri, fakir aile çocuğu olan bu öğrencilerin, o güne kadar tanık ve sahip olmadıkları, bilgisayar,atari ve benzeri elektronik alet ve oyuncakların olduğu bu lüks evlerde misafir edildikleri, ağırlandıkları, yedirilip içirildikleri, elektronik alet ve oyuncaklarla vakit geçirtildiği, kendilerine çok sıcak ve yumuşak bir şekilde yaklaşılarak, bu lüks ve eğlence ortamında, ürkütmeden ve zolamadan ufak,ufak dini eğitimlerin verildiği,namaz kıldırıldığı ve bunun her hafta sonu tekrarlandığı, bu yolla askeri lise öğrencilerinin cemaat yanlısı olarak yetiştirilmek üzere beyinlerinin yıkandığı, askeri liseden mezun olan bu öğrencilerin, otomatikman daha bilinçli ve yetişmiş olarak Harp Okullarına girdikleri, Fetullah Gülen Cemaatinin uzun vadeli sabır isteyen ve kaleyi içeriden fetheden, Türk Silahlı Kuvvetlerini topsuz ve tüfeksiz olarak kolay bir şekilde ele geçiren çok garantili bir strateji izlediği açığa çıkmış, cemaatin kurbanı olan öğrencilerin okullarıyla ilişkilerinin kesilmesi yeterli görülerek, perde arkasında kalan tespit edebildiğimiz örgüt mensupları hakkında o tarihte yürürlükte olan eski 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 163 maddesi uyarınca kamu davası açılmış ve yapılan yargılama sonunda mahkum olan örgüt mensupları, daha sonra merhum ÖZAL tarafından 163. maddenin yürürlükten kaldırılmasından sonra, mahkum edilen örgüt mensubu kişiler de özgürlüklerine kavuşmuşlar ve toplum içinde dindar ve muteber kişiler olarak hayatlarını sürdürmeye ve Türk Silahlı Kuvvetlerini ele geçirerek içeriden işgal etme eylemlerine gizliden gizliye devam etmişler ve yaklaşık otuz seneden bu yana, kesintisiz olarak devam eden silahlı kuvvetleri işgal süreci,şimdilik kaydıyla 15.Temmuz.2016 gecesi sona ermiştir.

Sayın Cumhurbaşkanı, ben korkusuzca doğruları söyleyen ve yazan bir kişi olarak,görevim sebebiyle yaşadığım bir olayı size naklederek, önemli bir görevi yerine getirdiğime inanıyorum.

Bilmiyorum, sizi ve iktidarıızı çok ağır şekilde eleştiren, ancak asla hakaret etmeyen bazı makalelerim, belki size sunulmuş ve hakkımda şikayetçi olmanız istenmiş olabilir.Ancak, memnuniyetle ifade edeyim ki; ağır eleştiri içeren ve ancak suç teşkil etmeyen size ve iktidarınıza yönelik makalelerimden dolayı, sizin hışmınıza hiç uğramadım, ancak,salmış olduğunuz korkudan dolayı olsa gerek,benim adıma korkuya kapılan ve biraz da şakayla karışık, Güner Bey; ERDOĞAN seni ne zaman gözaltına aldıracak sözlerine çok muhatap oldum,buna ve darbe ortamına rağmen, biz kimseye hakaret etmeden, demokrasinin gereği düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlükleri çerçevesinde, doğru bildiklerimizi yazarak dile getirmeye, haddimiz olmadan sizleri demokratik bir şekilde uyarmaya devam edeceğiz.

Sayın Cumhubaşkanı; kızmayın ve kabul edin lütfen, yıllarca beraber aynı yollarda yürüdüğünüz ve işbirliği yaptığınız, ülkeyi birlikte yönetmeye çalıştığınız, ne istedilerse esirgemeyip verdiğiniz, bir zamanlar üzerlerine toz kondurmadığınız Fetullah Gülen ve Cemaatinin gerçek yüzünü 15.Temmuz darbe girişimi ile çok iyi gördünüz, bir zamanlar siz de,hem laik ve hem de Müslüman olunmaz diyordunuz. Hem laik, hem de Müslüman olunur Sayın Cumhurbaşkanı, sizin dediğiniz gibi hem laik hem Müslüman olunmazsa, hem demokrat ve demokrasi ve hem de Müslüman ve Müslümanlık da olmaz.Zira, laikliğin olmadığı, dinin siyasete alet edildiği, din kuralarının;devletin sosyal, ekonomik ve hukuki temel yapısına dayatmalarla egemen kılındığı devletlerde, gerçek bir demokrasi de olamaz.

Sayın Cumhurbaşkanı; demokrasi dört yılda bir sandık başına giderek oy verip iktidara gelecek olan siyasi parti tercihini yapmaktan ibaret değildir. Seçim, demokrasinin olmazsa olmaz, zorunlu bir koşulu olmakla birlikte, seçim demokrasinin tek ve yeterli koşulu değildir. Demokrasiden bahsebilmek için, kuvvetler ayrımı olmalı, yasama, yürütme ve yargı bağımsız olarak ve ancak uyum içinde çalışmalıdır. Yargının bağımsız ve dolayısiyle tarafsız olmadığı, hukukun üstün olmadığı, anayasaya saygının olmadığı, en başta düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın, toplantı ve gösteri yürüyüşü, özel mülkiyet, can gvenliği olmak üzere, insan hak ve özgülüklerinin bulunmadığı bir yönetimde, sadece yöneticelerin seçimle iş başına getirilmeleri,o ülkede demokrasinin olduğunu göstermez.

Sayın Cumhurbaşkanı; demokrasi aynı zamanda şeffaflık rejimidir. Şeffaflığın, özgürlüklerin, laikliğin, yargı bağımsızlığının bulunmadığı,dinin kul ile Allah arasında uhrevi ve manevi bir bağ oluşmasına katkı sağlayan, insanları ahlaklı ve dürüst kılan kuralları belirleyip gösteren kutsal bir kavram ve kurum olduğunun ve her Müslümanın kendi bacağından asılması gerektiğinin kabul görmediği toplumlarda demokrasi vardır diyemeyiz.

Sayın Cumhurbaşkanı; ülkemizin allak bullak olmasına, üç yüze yakın şehit vermemize, büyük acılar çekmemize rağmen, bize göre 15.Temmuz darbe girişimi, bin nasihatten ziyade, gördüğü tek müsibetlerden ders çıkaran Türk Milletine Allahın bir lutfu olmuş, darbe öncesinde, dinine, mezhebine, etnik kökenine, siyasi düşüncesine ve tutmuş olduğu siyasi partiye göre derin bir şekilde ayrışan ve bölünen Türk Halkı, Fetullah Gülen Cemaatinin Silahlı Kuvvetlerimize sızan uzantıları tarafından gerçekleştirilen darbe girişimi üzerine yeniden kenetlenmiş ve yek vücut olmuş ve darbecilere karşı canları pahasına direnmiş ve hala dirinmeye devam etmektedir.

Darbe karşısında, öncesinde bölünmüş olan Türk siyaseti de birlik olmuş ve hep beraber darbeye karşı çıkarak, darbeyi lanetlemişlerdir.

Sayın Cumhubaşkanı, ülkemizde darbe girişimine karşı birdenbire ve kendiliğinden oluşan bu olumlu birlik ve beraberlik ve dayanışma manzarasına baktığımızda, darbe girişiminin, Türk Halkına Allahın bir lutfu olduğuna ilişkin değerlendirmemizde abartı yapmadığımız, yadsınamaz.

Halk, parti ayrımı yapmadan ellerinde Türk Bayrakları günlerdenberi meydanlarda olup, halkımızın bu tavrı, bu birlik ve beraberliğimizi açıkça göstermektedir.

Siyasi Partilerimiz de, dabeye karşı ortak bir bildiriye imza atarak, birlik ve beraberliklerini ortaya koymuşlardır.

Sayın Cumhurbaşkanı; bugün, Beştepe'deki Sarayınıza çağırdığınız CHP lideri dahi, bu olağanüstü koşulu gözeterek, davetinize icabet edecek ve bugüne kadar gelmemekte direndiği Sarayınıza gelecek ve sizinle darbe girişimi eylemini değerlendirerek,ana muhalefet görevini ve sorumluluğunu yerine getirecektir.

Sayın Cumhurbaşkanı; zaman, iktidarıyla ve muhalefetiyle birlik ve beraberlik içinde olmak, bu sorunun ve diğer sorunlarımızın üstesinden gelmek üzere, hep birlikte katkı sunma zamanıdır. Bu birlik ve beraberliğin bozulmaması ve sürdürülmesi,iktidarıyla muhalefetiyle bu dar boğazdan en az zararla çıkılması, demokrasimizin asla zarar görmemesi için, en büyük görev ve sorumluluk size düşmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanı; sizin asıl göreviniz şimdi başlıyor, anayasamız;sizin tarafsız ve partisiz olmanızı, işte içinde bulunduğumuz darbe girişimi gibi olağanüstü dönemlerde,siyasi düşüncesine, partisine, dinine, mezhebine, etnik kökenine bakmaksızın herkesi kucaklamanız ve Türk Halkının birliğini temsil etmeniz, ülkemize liderlik yapmanız için istiyor.

Sayın Cumhurbaşkanı; meydanlardaki kalabalıklara bakarak,bunu fırsata çevirmeye, başkan olma konusundaki ısrarınızı sürdürerek, bu milletin birlik ve beraberliğine zarar vermeye kalkışmayacağınızı, darbe girişimi nedeniyle halkımızda ve siyasi partilerimiz arasında oluşan bu birlik ve beraberliği fırsat bilerek, bu ülkenin tarafsız bir cumhurbaşkanına olan ihtiyacını gidereceğinizi umuyor ve en derin saygılarımızı sunuyoruz. 25/07/2016


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

23 Temmuz 2016 Cumartesi

TÜRK MİLLETİNDEN ÖZÜR DİLİYORUZ!...



Hepinizin bildiği gibi,15.Temmuz.2016 gecesi, arkasında demokrasi ve laik cumhuriyet düşmanı Fetullah GÜLEN çetesinin olduğu, GÜLEN çetesi taraftarı bir grup subay ve astsubay'ın gerçekleştirmek istedikleri alçak ve hain bir darbe girişimini yaşadık ve çok şükür ki,bu alçak girişim,başarısızlıkla sonuçlandı.

Bu darbe girişimi, iş başındaki siyasal iktidara ve iktidarın başındaki kişilere yönelik bir eylem gibi gözükmekteyse de, iktidarı kullananların şahsında asıl ve doğrudan hedefin; insan hak ve özgürlüklerine, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik cumhuriyetimiz ve demokrasimiz olduğu yadsınamaz.

İş başındaki siyasal iktidar; on dört yıl boyunca tek başına ülkeyi idare etmesine rağmen, kan gölüne dönen ülkemizin içine düşürüldüğü bu kötü durumundan ve 15 Temmuz darbe girişiminden kendilerini sorumlu tutarak milletten özür dileyecekleri yerde, mağdurları oynamayı tercih etmektedirler.

Aradan geçen bir haftaya rağmen, siyasal iktidar ve başında bulunanlardan böyle bir öz eleştiri ve özür gelmemştir.

Bu nedenle, biz naçiz kulunuz, durumdan vazife çıkarıyor ve AKP iktidarının ülkeyi kan gölüne çeviren ve demokrasimizi darbelerle muhatap kılan on dört yıllık kötü yönetiminin tüm hata ve günahlarını şahsen yükleniyoruz ve

2002 yılında yapılan seçimlerle tek başına iktidara gelir gelmez, ilk icraat olarak, Avrupa Birliğine girmek istiyoruz diye takiye yaparak, bugün FETO silahlı terör örgütü olarak suçlanan Fetullah GÜLEN Cemaatiyle işbirliği yaparak, Türk Silahlı Kuvvetlerine kumpas kurup, en başta eski Genelkurmay Başkanı olmak üzere, Atatürkçü subayları cezaevlerine tıktığımız, haklarında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarını gerektiren darbeye teşebbüs suçlarından davalar açtırarak, davayı açan cemaatçi savcılara ve yargılamayı yapan hakimlere sahip çıkıp destek verdiğimiz, silahlı kuvvetlerin itibarını düşürerek onu güçsüz kıldığımız için,

Bugün demokrasiyi yıkmak istemekle suçladığımız ve inlerine girmek zorunda kaldığımız Fetullah GÜLEN ve cemaatini yanımıza ortak alarak,ne istedilerse hepsini verdiğimiz, kendi imzalarımızla yargıya, emniyete ve silahlı kuvvetlere atadığımız GÜLEN Cemaatine mensup hakim,savcı,emniyet müdürü,polis,subay,general ve komutanlarla devlet içinde devlet diyebileceğimiz paralel bir devlet yapılanması oluşturduğumuz, kendilerine ne istedilerse verdiğimiz, ancak,boynuz kulağı geçerek bizi iktidardan düşürüp, aynı amaçlarla bizim yerimize doğrudan iktidarın başına geçmek istemeleri üzerine, iş işten geçtikten sonra cemaatle bozuşarak yollarımızı ayırmak zorunda kaldığımız için,

Yüksek Askeri Şura toplantılarında, Fetullahçı dinci askeri personelin silahlı kuvvetlerle ilişkilerine son veren kararlara karşı çıkarak,bu kararlara muhalif kaldığımız için,

Hem laik ve hem de Müslüman olunamaz yanlışına düşerek, laik cumhuriyete savaş açtığımız, demokrasi ve insan hak ve özgürlüklerini amaç olarak benimsemediğimiz, bu değerleri, kurmak istediğimiz İslami Cumhuriyet için bir araç olarak kullandığımız ve milletimizi kandırdığımız için,

Laik öğretimin olmazsa olmazı, en önemli devrim kanunlarımızın en başında gelen Öğretim Birliği Yasasını rafa kaldırarak, asıl işlevi din adamı yetiştirmek olan İmam Hatip Okullarını eğitimin temeline oturtarak, imam hatip okullarını iktidarımızın arka bahçesi haline getirdiğimiz, siyasi ikbalimiz için, modern ve laik eğitimden uzaklaştığımız için,

Her alanda, tüm devlet kadrolarını Cemaatle paylaşarak, devletin önemli makamlarına,kendi kafa yapımıza uygun, sırf badem bıyıklı, imam hatip kökenli ve eşinin başı örtülü olmaları nedeniyle, vasıfsız ve liyakati olmayan kişileri atadığımız için,

Dindar, Müslüman ve manevi değerlere bağlı olduğumuzu her fırsatta ifade ettiğimiz, cuma namazlarını kaçırmadığımız halde, siyasi ikbalimiz için, zaman zaman, doğruları ifade etmek yerine, gezi eyleminde olduğu gibi, benim Kabataşta saldırıya uğrayan, dövülen ve üzerine çiş yapılan, bebeği tartaklanan baş örtülü bacım ve camiye girip içki içen gezi eylemcileri gibi gerçek dışı beyanlarda bulunduğumuz için,

Kadınlarımızın doğuracakları çocuk sayısına ve yapacakları doğumun şekil ve tarzına karıştığımız,kendi inançlarımızın gereği olan hususları başkalarına da dayattığımız için,

Basın ve ifade ve ifadeyi açıklama özgürlüklerini, eleştirilmeyi sevmediğimiz,özgürlükleri sadece kendimiz için yaratılan değerler olarak algıladığımız, medyayı tek ses haline getirmek ve sadece kendi doğrularımızı ifade etmelerini, muhalefet yapmamalarını istediğimiz ve büyük oranda bunu da başardığımız için,

İktidarımıza muhalif olan kişiler tarafından düzenlenen, iktidarımızı şiddetle eleştiren, barışçıl,silahsız gösteri yürüyüşü ve toplantıları sevmediğimiz ve bunlara tahammül edemediğimiz, bu tür toplantıları biber gazı ve tomalarla emniyet güçlerimiz vasıtasıyla engellediğimiz için,

Sokağa çıkanları vatana ihanet etmekle suçladığımız halde, 15.Temmuz askeri darbe girişimi üzerine, demokrasiye sahip çıkmaları için halkı sokağa davet etmek zorunda kaldığımız ve çelişkiye düştüğümüz için,

Darbecileri emokrasiye son vermekle suçladığımız halde, anayasayı rafa kaldırıp parlamenter sistemi fiilen yok ettiğimiz ve yerine fiili başkanlık rejimini tesis ettiğimiz için,

Halkımızdan ve parlamentodan gizli olarak, PKK bölücü terör örgütü ile masaya oturup görüştüğümüz, çözüm süreci adı altında bölücü PKK terör örgütüyle pazarlık yaptığımız, göstermelik ateşkes ilan eden bölücü PKK terör örgütü tarafından aldatıldığımız, Doğu ve Güneydoğu Bölgesindeki il ve ilçelerimizin silah ve cephane ile donatılmasına, hendek ve barikatların kurulmasına,yüzlerce sivil asker ve polisin şehit edilmelerine sebebiyet verdiğimiz için,

Tüm haklı engellemelere, ülkenin çözüm bekleyen onca sorununa rağmen,Taksim Meydanına Topçu Kışlası ve Cami yaptırma düşüncemizden bir türlü vazgeçemediğimiz ve bu düşüncemizi dayatarak topluma kabul ettirmekte ısrarcı olduğumuz için,

İnsan hak ve özgürlükleri, demokrasi,yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, laiklik gibi değerleri ülkemizde benimsetip yerleştirerek isim yapmak yerine, bu değerleri ihmal ederek,sadece, kanal İstanbul, köprü, bölünmüş yol, havaalanı,AVM, rezidans gibi taşa,toğrağa,demir ve çimentoya ve ranta önem ve değer veren, öne çıkaran ve tapan icraatları, ülkemize hizmet olarak kabul ettiğimiz için,

Dış politikada Atatürk'ün yurtta sulh, cihanda sulh ilkesinden ayrıldığımız ve ülkemizin Suriye batağının içine girmesine, bunun sonucu olarak da, ülkemizin Suriyeli sığınmacılar tarafından işgaline ve ekonomik darboğaza girmesine sebebiyet verdiğimiz için,

7.Haziran seçim sonuçlarnın ülkemizde bir koalisyon hükumetinin kurulmasını işaret etmesine rağmen, halkın iradesine saygı göstermeyerek ülkede bir koalisyon iktidarının kurulmasına engel olarak seçimleri tekrarlattığımız ve 7.Hazirandan sonra gelişen kaos ortamına ve 15.Temmuz darbe girişimine zemin hazırladığımız için,

Bölücü PKK Terör Örgütü ile FETO Terör Örgütlerine, uzun süre,siyasi ikbalimiz için ses çıkarmadığımız ve onlarla mücadele içine girmediğimiz, bu örgütlerin bize ve iktidarımıza zarar vermeye başladıklarını gördükten sonra, bu örgütlerle kararlı bir şekilde mücadele etmekte çok geç kaldığımız için,

Türk Milletinden alenen özür diliyoruz. 23/07/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu










21 Temmuz 2016 Perşembe

İLAN EDİLEN OLAĞANÜSTÜ HAL




Ülkemizde gerçekleştirilen Fetullah GÜLEN kaynaklı askeri darbe girişimi bastırılmış ve ülkemiz büyük bir felaketin eşiğinden dönmüştür.

Ülkemizde gerçekleştirilen bu darbe girişiminin çok öncesinden günümüze kadar, PKK ve IŞİD terörü nedeniyle de olağanüstü günler yaşadığımızı kimse inkar edemez. Askeri darbe girişimi,ülkemizin yaşamakta olduğu olağanüstü zor koşullara tuz ve biber ekmiş ve olağanüstü koşullar tavan yapmıştır.

Ülkede olağanüstü koşulların ortaya çıkması halinde ne yapılması gerektiğine dair Anayasamızda hükümler vardır.

Bakanlar Kurulu da bu hükümlere başvurarak, anayasal koşulları gerçekleştiği için, tüm ülkede üç ay süreyle olağanüstü hal ilan ederek, yürülüğe sokmuştur.

Bakanlar Kurulunun aldığı olağanüstü hal kararı, doğası gereği, bazı hak ve özgürlüklerimize sınırlar getirebilen olağanüstü bir yönetim tarzı olmakla birlikte, anayasanın meşru saydığı anayasal bir olağanüstü yönetim tarzıdır.Bu nedenle, olağanüstü hal ilan edildi diyerek, alınan bu kararı peşinen ve koşulsuz olarak eleştirmek, haksızlıktır.

Sürekli okurlarımız bilirler, biz darbe girişiminden çok önce yazdığımız makalelerimizde, bölücü PKK terörü nedeniyle, ülkemizde belirli bölgelerle sınırlı olarak olağanüstü hal veya sıkıyönetim ilan edilmesi gerektiğini dile getirdik ve olağanüstü hal ilan etmeyen hükümeti eleştirerek, İl İdaresi Kanununa göre aylarca sokağa çıkma yasağı ilan eden valilerin suç işlediklerini, uzun sokağa çıkma yasaklarını ve diğer özgürlük sınırlamalarını zorunlu kılan koşulların varlığı nedeniyle, anayasal bir yönetim tarzı olan olağanüstü hal kararına başvurulmasını savunduk.

Bu nedenle, koşullarının varlığı halinde ve yasal sınırlarının dışına çıkılmadığı, iyi niyetli olarak kullanıldığı sürece, olağanüstü hal kararından korkmak için bir neden yoktur.Olağanüstü hal dönemlerinde zorunlu olarak bazı örgürlüklere getirilebilecek olan ölçülü ve yerinde sınırlamalar, ileriye yönelik olarak o özgürlüklerimizden tamamen mahrum olmamak için alınan, özgürlükleri ve demokrasiyi koruma amaçlı kaldığı sürece bir sorun yoktur.

Hasta olan bir insanın hastalığı geçene kadar ilaç kullanmasından dolayı bazı olumsuz yan tesirlere maruz kalması gibi, insanlarımız da olağanüstü hal nedeniyle geçici olarak bazı olımsuzluklar yaşayacaklardır.

Ancak, olağanüstü hal bahane edilerek, olağanüstü halin gerektirdiği zorunlu nedenlerin dışına çıkılarak, olağanüstü hal'i, insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasiyi tamemen yok etmek ve darbelere karşı olan demokrasi aşığı, gerçek demokrat, iktidar muhaliflerinin seslerini kısmak ve onlardan intikam almak amacıyla asla kullanılmamalıdır.

Olağanüstü hal, gerçek amacı doğrultusunda ve yasal amacıyla sınırlı olarak ve dozunda kullanıldığı ve istismar edilmediği taktirde, ülkemizin normalleşmesine katkı sunacaktır.

Bu itibarla, anayasanın ve yasaların öngördüğü koşulların gerçekleşmesi halinde başvurulan anayasal bir olağanüstü yönetim tarzı olan olağanüstü hal kararını, peşinen ve koşulsuz olarak eleştirmek yerine, bekleyip uygulanmasını görmek, daha adil ve akılcı olacaktır.21/07/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

12 Temmuz 2016 Salı

İSTİNAF MAHKEMESİ HAKİMLERİNE AÇIK ÇAĞRI



İstinaf, (Bölge Adliye Mahkemeleri) 20.Temmuz.2016 tarihinde görev başı yapıyor.

Bu mahkemeler, birinci derece yerel mahkemelerin üstünde, Yargıtay'ın altında görev yapacak olan bir ara denetim mahkemesi olup, bu mahkemelerde görev yapacak olan hakimler de, birer yüksek mahkeme hakimidir.

Doğruluk derecesini bilemiyoruz ama, basında yer alan haberlere göre, cüppe giydirme töreni adı altında, İstinaf Mahkemesi Hakimleri Ankaraya Saray'a çağırılmışlar.

Cumhurbaşkanı seçilmesine rağmen, Cumhurbaşkanlığı için gerekli olan, ancak tek başına yeterli olmayan seçilmiş olma dışındaki, Cumhurbaşkanlığının diğer hiçbir anayasal niteliklerine sahip olmayan, namusu ve vicdanı üzerine yaptığı anayasaya bağlılık ve tarafsızlık yeminine bir saniye dahi uymayan,partisi ile ilişiğini kesmeyen, anayasayı rafa kaldırarak ülkeyi anayasasız bir vaziyette keyfine göre tek başına yönetmeye çalışan, anayasayı ihlal suçunu işleyen Saraydaki zat; olmayan anayasamıza göre,yürütme erki içinde konumlanmış bir kişi olup, yürütmenin başı olarak,yeni göreve başlayan Kaymakamları, Valileri, Büyükelçileri ve Muhtarları talimat vererek huzuruna çağırıp onlara nutuk atabilir, görevleriyle ilgili tavsiye, telkin ve talimat da bulunabilir, ancak bir yüksek hakim olan, yürütmeden ayrı ve bağımsız bir erk olan yargı erkini temsil eden ve Türk Milleti adına yargı yetkisini kullanan, saraydaki zat tarafından ilga edilen anayasamıza göre, hiçbir kişi ve makam sahibinin emir, talimat,tavsiye ve telkinde bulnamayacağı İstinaf Mahkemesi Hakimleri ile Saraydaki zat (Cumhurbaşkanı)arasında, herhangibir görev, astlık ve üstlük ilişkisi bulunmamaktadır.

Bu nedenle, hangi sebeple olursa olsun Cumhurbaşkanı sıfatıyla Sarayda oturmakta olan zat'ın İstinaf Mahkemesi Hakimlerini Ankaraya huzuruna ve Sarayına çağırma, onlara görevleriyle ilgili telkin ve tavsiyelerde bulunma ve bu amaçla nutuk atarak, onları ne söyleyeceği bugünden belli olan paralel yapı diye başlayacağı nutuklarını dinlemeye mecbur etme hak ve yetkisi bulunmamaktadır.

Bu nedenle, bir köşe yazarı olarak değil,uzun süre hakimlik ve savcılık yapmış olan emekli bir meslek büyükleri olarak, Saraya çağırılmaları haberi doğru ise, İstinaf Mahkemesi Hakimlerimizi bu çağrıya uymayarak Saraya gitmemeye davet ediyoruz.

Hakimlerimiz bilmelidirler ki;Saray adına değil, Türk Milleti adına yargı yetkisini kullanarak adalet dağıtmaktadırlar.Adalet dağıtan, hukukun üstünlüğüne,anayasaya ve yasalara saygılı hukuk adamlarının, hukukun üstünlüğünü kabul etmeyen,üstünlere göre keyfi bir hukuk yaratan,anayasayı fiilen yürürlükten kaldıran,anayasa ve yasalara saygı duymayan ve tek başına keyfine göre ülkeyi yönetmeye çalışan bir zat'ın huzuruna çıkarak ona biat ediyor görüntüsünü vermeye ve yargıyı lekelemeye hakları yoktur.

Saraydaki zat; anayasayı ilga etmesi ve bizzat kendi itirafıyla, parlamenter ssistemi yürürlükten kaldırarak ülkede anayasa dışı ve fiili bir başkanlık sistemini kurarak ülkeyi yönetmeye kalkışması nedeniyle, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren bir suçlu olarak,Yüce Divanda hakimlerin huzuruna çıkıp düğmelerini ilikleyerek hesap verecek yerde, siz yüksek mahkeme hakimlerini huzuruna çağırarak karşısına dizmenin ve siz hakimlerimizi kendisine biat ediyor görüntüsünü elde etmenin hesabını yapmaktadır.

Sayın yargıçlar; sizleri, çok büyük ve tarihi bir görev ve sorumluluk beklemektedir.

Hukuk ve anayasa tanımayan Saraydaki zat'a, Türk Milleti adına yargı yetkisini kullanan hakimlerimizin ve onların şahsında hukukun üstünlüğünü hatırlatın ve ona hakettiği hukuk dersini verin lütfen.

Hani güzel bir reklam var ya, Saray'a gazoz olmayın efsane olun lütfen.13/07/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




AKLIMIZLA ALAY EDEN YORUMCULAR




Ülkemizde var olan ve tamamen AKP ve Tayyip Bey'in reklamını ve borazanlığını yapan, onlar ne derse ve yaparsa, doğru ve ülke yararına olduğunu savunan,yalaka ve mide den AKP'ye bağlı bir havuz medyasının yanı sıra, bir de yanılmıyorsak merkez medya olarak anılan ve AKP ve Tayyip Bey'e meyilli olmalarına rağmen,sözüm ona bağımsız olduklarını savunan,yeri geldiğinde göstermelik olarak onları da kısmen ve yüzeysel olarak eleştiren, bağımsız ve tarafsız görünümlü, ancak AKP ve Tayyip Bey'in hışmından korktukları için, her vesileyle Tayyip Bey'e bağlanan ve onun nutuklarını, sürekli ekranlarından canlı olarak yayınlayan, bağımsız ve tarafsız olmakla övünen bir medya, ülkemiz insanlarını etki alanlarına almış bulunmaktadır.

Bu itibarla,ülkemizde kamuoyu oluşturan, halkımızı doğru olarak bilgilendiren ve aydınlatan, bağımsız ve tarafsız bir medya,yok denecek kadar azdır.

Kendilerini tarafsız addeden CNN Türk , NTV,Haber Türk gibi televizyon kanallarının haber ve tartışma programlarına baktığımızda,tartışılan konunun lehinde ve aleyhinde konuşacak ve yorum yapacak olan kişilerin seçiminde sürekli aynı isimlere yer verildiğini ve karşı fikri temsil eden kişilerin tamamen AKP yandaşı ve üyesi kişilerden seçildiğini,konuyu tartışırken halkın aklıyla alay edildiğini görmekteyiz.

Dün (11/07/2016) şimdi ismini tam olarak anımsayamadığımız bir kanalımızda, CNN Türk veya Haber Türk olabilir, Suriyeli sığınmacıların Türk Vatandaşı yapılacağına ilişkin Tayyip Bey'in beyanı tartışılıyordu ve AKP yandaşı hukukçu ve avukat titri taşıyan konuşmacı, aldı sazı eline ve gözümüzün içine baka baka, konuyu saptırarak, Türk Milletinin ve öncesinde de Osmanlı'nın misafirperliğinden dem vurarak, Suriyeli sığınmacıların Türk Vatandaşı yapılmalarının, misafirperverliğimizin gereği olduğunu savunmaya başladı.

Biz Türk Milleti misafir sevmez demiyoruz ki.Türk Milleti gerçekten misafirperverdir.Elindeki lokmasının yarısını misafiri ile paylaşır. Suriyedeki iç savaştan kaçarak ülkemize sığınan Suriyeliler de bizlerin misafirlerimizdir, yıllardan beri kendilerini ülkemizde ağırlıyor, yediriyor,içiriyor, sağlıklarıyla ve eğitimleriyle elimzden geldiği kadar ilgileniyoruz.

Ancak, misafir etmek ile vatandaşlığa kabul etmeyi birbirine karıştırmamak lazım, her ikisi farklı kavramlar olup, sonuçları da tamamen farklıdır.Misafirlik, geçici bir statü olup, vatandaşlık ise kalıcı ve ülkenin her alanda geleceğini etkileyen çok önemli bir statüdür.

Dünkü tartışmada yorum yapan AKP yandaşı hukukçu kişi, Hitler Almanyasının zulmüne uğrayan Yahudi asıllı Alman bilim adamlarının ülkemize kabul edilerek vatandaş yapılmasını örnek göstererek, Suriyeli sığınmacıların da pek ala vatandaşlığa kabul edilebileceklerini savunarak, halkımızı kandırmaya ve yanıltmaya çalışmıştır.

Zira, Hitler Almanyasından kurtulmak için ülkemize gelen bilim adamları, kaçarak, can havliyle ülkemizin sınırlarına dayanmamışlardır.Almanya ile Türkiye sınırdaş değildir.Bu bilim adamlarının sayıları da, üç milyon olmadığı gibi, herbiri kendi dallarında seçkin bilim adamı ve profesör unvanlı kişiler olup, o tarihlerde ülkemizde yetişmiş nitelikli bilim adamı sayısının azlığı bir gerçek olup, ülkemizin o sığınmacı bilim adamlarına ihtiyacı vardır.Sayıca az olan bu bilim adamları, bizzat devletimiz tarafından ülkemize çağırılmış ve davet edilmişledir.

Fırsattan yararlanarak, Hitler rejiminden kıurtulmak isteyen ve sayıları yüz bile olmayan yetişmiş bilim adamlarını, kendi bilimadamı açığımızı kapatmak amacıyla, sınırdaş dahi olmadığımız Almanyadan ülkemize davet ederek vatandaşlığa kabul etmemiz ile Suriyedeki iç savaştan dolayı kaçmak zorunda kalan ve can havliyle sınırımıza dayanarak canlarını zor kurtaran sınırdaş komşumuz üç milyon Suriyelinin ülkemize sığınmalarını aynı kefeye koyamayız. Alman bilim adamlarıyla kıyaslayarak üç milyon vasıfsız Suriyeliyi vatandaş yapamayız.Kimse kimseyi kandırmaya çalışmasın.

Suriyelileri iç savaş bitene ve kendi ülkelerine dönene kadar misafir statüsünde ağırlamaya eyvallah.Suriyeli sığınmacıları vatandaş yaptığın taktirde neler olacağını,ülkemizin ne gibi risklerle karşılacağını düşünmek dahi istemiyoruz.

Daha önceki bir yazımızda da ifade ettiğimiz gibi, Suriyeli sığınmacıları siyasi çıkar uğruna vatandaşlığa kabul etmek, bu vatana ihanet etmek olup, bumndan daha büyük ihanet olamaz.

Şu da unutulmamalıdır ki, üç milyon Suriyeliyi bir gecede çıkaracağınız bir torba yasa ile vatandaş yaptığınız taktirde, Suriyeli sığınmacıların ihtiyaçlarını karşılamak için uluslararası kuruluşlar ve Avrupa Birliği tarafından yapılan ve yapılması vaad edilen maddi yardımı da kaybetmek ile yüz yüze gelebilirsiniz, öyle ya canım, Suriyeli sığınmacıyı vatandaş yaptığınız taktirde, diğer Türk Vatandaşları gibi, onların da masraflarını kendi bütçenizden karşılamak zorundasınız.Senin vatandaşına el alem niçin yardım etsin, buna mecbur mu? 12/07/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

4 Temmuz 2016 Pazartesi

SURİYELİ MÜLTECİLERİ VATANDAŞ YAPMAK VATANA İHANETTİR




Tayyip Bey geçtiğimiz günlerde iftar için Kilis'e gitti ve orada baklayı ağzından çıkararak, Suriyeli mültecileri Türk Vatandaşlığına kabul etmeyi düşündüklerini açıkladı.

Tayyip Bey kafasına koymuş gibi, Suriyeli mültecileri vatandaş yapacak ve iktidarını sürdürmek için Suriyeli mültecilerin oylarından yararlanacak.

Tayyip Bey'in iftar için neden Kilis'i seçtiği çok açıktır.Suriyeli mülteci sayısının en fazla olduğu ilimiz Kilistir. Kilis ilinde yerli nüfustan fazla Suriyeli mülteci yaşamaktadır. Tayyip Bey, vatandaşlığa kabul ederek seçmen sıfatını kazanacak olan Suriyeli mültecilerin oylarına gözünü diktiği içindir ki, onların sayıca en kalabalık oldukları Kilis iline giderek burada iftar yapmış ve Suriyeli mültecileri vatandaşlığa kabul etme bombasını patlatmıştır.

Tayyip Bey'in, siyasi geleceği ve şahsi çıkarları için yapamayacağı şey yoktur. Suriyeli mültecilerin Türk Vatandaşlığına kabulleri halinde, ülkemizin çözüm bekleyen işsizlik, eğitim, sağlık,asayiş ve terör,Güneydoğu gibi sorunlarına yeni sorunlar ekleneceği ve ülkemizin iyice dar boğaza gireceği,Tayip Bey'in umurunda değildir, onun tek derdi, seçmen tabanını genişletmek ve ölünceye kadar iktidarını ve saltanatını sürdürebilmektir. Onun felsefesi, benden sonra tufan olsa farketmez felsefesidir. Kendi ikbalini kurtarsın gerisi boştur.

Bize göre, yapılması gereken şey, Tayyip Bey'in alışık olduğu o U dönüşlerinden birini daha yaparak, Esat ile anlaşıp Suriye sorununun çözümüne katkı yaparak, Suriyeli mültecilerin kendi ülkelerine dönüşlerini sağlamak olmalıdır.

Kürt sorununu dahi çözememiş olan Tayyip Bey'in; Suriyeli mültecilerin kendi ana vatanlarına dönmeleri için çaba sarf edecek yerde, kısa vadeli politik çıkarları uğruna onların toplu olarak Türk Vatandaşlığına kabulleri yolunda atacağı her adım, bu vatana yapılabilecek olan en büyük ihanet olacaktır.

Tayyip Bey Avrupa Birliğine katılma fikrinden vazgeçmiş olmalı ki, Suriyeli mültecileri Türk Vatandaşlığına kabul etme hazırlığı içine girmiştir.

Tayyip Bey çok iyi bilmektedir ki; İngiltere, Türkiyenin Avrupa Birliğine girme ihtimalinden korktuğu için, yapılan referandumda Avrupa Birliğinden çıkma yolundaki görüş zafer kazanmıştır.

Tayyip Bey kafasına koyduğunu gerçekleştirir ve sayıları üç milyon civarındaki Suriyeli mülteci Türk Vatandaşı yapılırsa, bizim için bugün dahi hayal olan Avrupa Birliği üyeliğimiz, Kaf Dağının arkasında kalan ulaşılması imkansız bir hayal olarak kalır.

Diyebilirsiniz ki; ülkemiz içinAvrupa Birliğine tam üye olmak şart mıdır?

Şart değildir tabi. Avrupa standartlarında insan hak ve özgürlüklerine ve demokrasiye sahip olabilirsek, bizim için bu dahi yeterlidir, ancak Avrupa Birliği ülkelerinde bulunan demokrasinin standartlarına sahip olabilmek için, giremesek de, Avrupa Birliği hayalinden tamamen uzaklaşılmaması da gereklidir.

Bizim endişemiz de, Suriyeli mültecilerin toplu olarak Türk Vatandaşlığına kabul edilmeleri halinde, bugün var olan Avrupa Birliği hayalini dahi, tamamen kaybedecek olmamızdır,05/07/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

3 Temmuz 2016 Pazar

ÖNCELİKLE MİLLETTEN ÖZÜR DİLEYECEKSİN




İsraile ve Rusya'ya meyan okuyan,işkembeden atıp tutan, ucuz kabadayılık gösteren Tayyip Bey, sonunda yelkenleri suya indirdi.

Hanyayı Konya'yı anladı, lafla peynit gemisinin yürümediğini gördü,ayakları yere bastı ve kendisine ben nerede hata yaptım sorusunu sorarak, hatasını anladı.

Tayyip Bey;Kasımpaşa kabadayısı gibi babalanmanın dış politikada bir getirisinin olmadığını anladığı gibi, dış politikadaki, Mısıra, Suriyeye ve İsrail'e yönelik kabadayılığını oya tahvil ederek iç politikada istediğ sonucu aldıktan sonra, ufukta yeni bir seçim de olmadığı için, bu kabadayılıklarından dolayı ülke ekonomisinin ve istihbaratının tökezlediğini görerek, Rusya ve İsrail ile ilişkileri düzeltmenin, gelecek seçimler için olan önemini görerek, büyük bir U dönüşü ile Rusya ve İsrail ile anlaşmaktan başka bir çarenin olmadığını, geç de olsa anlamış bulunmaktadır.

Tayyip Bey, Davos ve Mavi Marmara krizlerini, İsrail'e karşı ağıza alınmayacak suçlamalarını unutmuş ve İsrail ile mutabakat anlaşması yaparak, eski tükürdüklerini bir bir yalamıştır.

Aynı şekilde uçak düşürme krizi medeniyle,karı boşamanın kolay olduğunu zanneden bekar erkek edasıyla, o günlerde Rusya'ya karşı demediğini bırakmayan, ucuz kahrmanlık yapan,meydanlardan Rusya'ya karşı bas bas bağıran,burnundan kıl aldırmayarak seçmene göz kırpan Tayyip Beyin, Rusya'nın uyguladığı ekonomik amborga nedeniyle ülkenin turizm ve ihracat gelirlerinin düşmesi, zaten açık veren ödemeler dengesinin tamamen bozulması üzerine, aklı başına gelmiş, bir musibet bin nasihattan evladır sözünü haklı çıkarırcasına, ülke ekonomisindeki zayıf karnımız olan ödemeler dengesinin iyice aleyhimize bozularak AKP iktidarının ve dolayısıyle kendi dikta rejiminin tepe taklak devrileceği korkusuna kapılarak, Rusya Devlet Başkanı Putin'e özel ve gizli bir mektup yazarak, ben ettim sen etme demek suretiyle aman ve özür dileyerek Putin'i yumuşatmış ve Rusyanın ülkemize uyguladığı turizm ve ithalat ambargosunu kaldırması için ilk adımı atmak mecburiyetinde kalmış ve yine tükürdüğünü yalamıştır.

Kimse inkar etmeye kalkışmasın, Tayyip Bey hem İsrail ve hem de Rusya'dan özür dilemiş ve bu iki ülke ile bozulan ilişkileri tamir etmek mecburiyetinde kalmış ve burnu sürtülmüştür.

Tüm bu olup bütenlerden dolayı ülkemizin itibarı da sarsılmıştır tabi.

Önemli olan, tüm bu olup bitenlerden, Tayyip Bey yüzünden ülkenin uğradığı itibar kaybından dolayı milletimizin gerçekleri görerek ders çıkarması ve ülkeye itibar kaybettiren AKP ve Tayyip Bey yönetimine,gelecek seçimlerde gerekli dersi ve cevabı vermesidir.

Bize göre sırada, Mısır ve Sisi yönetimi ile Suriye ve Esat yönetiminden özür dilemek vardır. Göreceksiniz, Sisi ve Esat'dan da özür dilenecek ve Tayyip Bey'in yüzü dahi kızarmayacaktır.

Aslında Tayyip Bey'in öncelikle yapması gereken şey, uyguladığı yanlış dış politikalarla ülkemizi tüm dostlarıyla düşman etmesi ve ülkemize büyük zararlar vermesi ve itibar kaybettirmesi nedeniyle, Türk Milletinden özür dileyerek kaçak sarayı terk etmesidir.

Bunun bir temenni olarak kalacağını ve asla gerçekleşmeyeceğini biliyoruz, dileğimiz halkımızın gözüne inen perdeyi artık aralayarak gerçekleri görmesi ve gereğini yapmasıdır.

Tüm halkımızın ramazan bayramını kutluyor, hiçbir ülkeden özür dilemek mecburiyetinde kalmayacağı, layık oldukları onurlu ve şerefli bir yönetime kavuşmalarını diliyoruz.04/06/2016

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

1 Temmuz 2016 Cuma

YÜKSEK YARGI'NIN SARAY TARAFINDAN ESİR ALINDIĞI GÜN!...




Bugün,1/Temmuz/2016 Kabotaj ve Denizcilik bayramı olduğu kadar, yüksek yargının, saray entrikalarıyla yangından mal kaçırır gibi, alelacele çıkarılan bir yasa ile esir alınarak 1150 odalı kaçak saray'a hapsedildiği kara bir gündür.

Bugün, AKP iktidarının Meclis çoğunluğu tarafından, kaçak sarayda mukim zat'ın mutlak emir ve talimatıyla yangından mal kaçırırcasına çıkarılan yasa ile yüksek yargı olarak adlandırdığımız Yargıtay Ve Danıştay'ın; kaçak sarayın çay toplayıcıları olan başkanları ile onların yüzüsuyu hürmetine ve ayıp olmasın diyerek daire başkanlarının ayrık tutulduğu tüm üyelerinin yüksek mahkeme üyeliklerine otomatikman son verilmiştir.

Yargıtay ve Danıştaydaki daire sayıları ve ona paralel olarak da üye sayılarında bir azaltma yapıldığı için, çıkan yasa ile Yargıtay ve Danıştay üyelikleri sona eren yüksek yargıçların bazıları yeniden Yargıtay ve Danıştay Üyeliklerine atansalar dahi, üyelikleri sona eren ve bir yasa ile azledilen yüksek yargıçların çoğu,Yargıtay ve Danıştay'ın dışında kalacaklar ve çok afedersiniz, başka bir şekilde ifade edilmesi mümkün olmadığı için söylemek gerekirse, teşbihte hata olmaz, attan indirilip eşeğe bindirileceklerdir.

Amaç, geleceğinden korkan, görevi sonlandığında yüce divanda hesap verecek olan kaçak saraydaki zat'ın, kendi geleceğine yatırım yaparak, yüksek yargıyı yeniden dizayn edip kendisine bağımlı kılmaktır.

Perşembenin gelişi çarşambadan belli olup, kaçak saraydaki zat'ın namusu ve şerefi üzerine yapmış olduğu tarafsızlık ve anayasya bağlılık yeminine işin başından itibaren bir saniye dahi uymamasına, anayasayı askıya alarak parlementer sistemi ortadan kaldırdığını ve onun yerine fiili bir başkanlık sistemini kurduğuna dair alenen meydan okumasına, yasama, yürütme ve yargıyı kendisine bağlamasına, devletin tüm organlarına emir ve talimatlar yağdırmasına, kendi dini inanışının gereklerine tüm toplumun da uyması yolundaki dayatmalarına, kadınların yapacağı çocuk sayısı ile çocuk doğurma metotlarına dahi karışarak dayatmalarda bulunmasına, terörün azgınlaşmasının ve ülkenin kamplara bölümesinin tek sorumlusunun kaçak saraydaki zat olmasına rağmen, tüm bu olumsuzluklar karşısında hiç seslerini çıkarmayan, tepki vermeyen ve sessiz kalan, devletin temeli olan adaletin mensupları olduklarını dikkate almayan ve üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeyen yüksek yargının üyeleri; kaçak saray sakininin talimatlarına göre çalışan, onun bir dediğini iki etmeyen AKP Meclis çoğunluğu tarafından, Atatürk Havaalanı baskınına, onlarca kişinin ölümlerine ve yüzlercesinin yaralanmasına rağmen, ara vermeden gece yarılarına kadar çalışarak çıkarılan bir yasa ile azledilmeyi ve yere çakılmayı, analarının ak sütü gibi hak etmişlerdir.

Biz, kişi olarak, dünyada hiçbir demokratik ülkede bir benzerine rastlanmayan bu onur kırıcı azil muamelesine muhatap edilen Yargıtay ve Danıştay'ın üyelerine zerre kadar acımıyor ve üzülmüyoruz ve hak ettikleri bu muamele nedeniyle seviniyor ve kendilerine oh olsun diyoruz.

Ancak, yüksek yargının düşürüldüğü bu hukuk dışı ve onur kırıcı durum nedeniyle; ülkemizin ve ülke insanımızın demokratik geleceği,demokrasinin teminatı ve devltimizin temeli olan adalet ve bağımsız yargı adına çok üzülüyor ve kahroluyoruz.

Ve diyoruz ki; adaletin ve bağımsız bir yargının olmadığı devletler ve rejimler çökmeye mahkumdurlar, en başta kaçak saray sakini olmak üzere, herkes bilmelidir ki; çöken bir devletten kimseye bir hayır gelmez. 01/07/2016

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu