29 Ekim 2017 Pazar

(Tarihten bir yaprak) ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞTE!





Ben, Van ve Erciş de yüzlerce kişinin enkaz altında kalarak öldükleri depreme Erciş de yakalanarak enkaz altında yaşamını yitiren onlarca öğretmenden biriyim.

Ben, Cumhuriyet çocuğuyum, bu nedenle, Cumhuriyetin kazanımlarından yararlanarak ve Cumhuriyetin ilkelerini benimseyerek okudum ve öğretmen oldum.

Cumhuriyetin kazanımlarını ve ilkelerini benimseyerek, bunların savunuculuğunu yapacak ve Türkiye Cumhuriyetini daha da ileriye götürecek olan genç nesiller yetiştirmek üzere, tüm sıkıntılarına, yokluklarına ve zorluklarına katlanarak, Erciş ilçesinde severek ve isteyerek öğretmenlik yapmaya başladım.

Hayatın cilvesi işte, her şey iyi ve yolunda giderken, tabii bir afet olan depremin, Van ve Erciş'i vurması üzerine, yıkılan bir binanın enkazı altında kalarak, hayata veda ettim.

Beni bu fani dünyadan uzaklaştıran depremden üç beş gün sonra, 29.Ekim.2011 de, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümü kutlanacaktı. Tek arzum; öğrencilerimle birlikte 29.Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamak ve bu vesileyle, ülkemizde Cumhuriyeti kuran Atamızı ve diğer büyüklerimizi anıp, onlara şükranlarımızı sunmak ve öğrencilerime, Cumhuriyetin ilkelerini ve pozitif kazanımlarını anlatarak, onların Cumhuriyetin ilkelerine ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimize dört elle sarılmalarına katkı sağlayabilmekti.

İnanın, depremde enkaz altında kalarak bedenen sizlerden ve aile yakınlarımdan ayrılmış olmam, beni hiç üzmedi, tek üzüntüm, 29.Ekim.2011 tarihinde Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümünü kutlama imkanından mahrum kalmış olmamdı.

Aslında daha yolun başındaydım ve bu vatana ve bölge halkına yapacağım ve yapmak istediğim daha çok güzel şeyler vardı. Ancak, benim için kısmet bu kadarmış.

Ülkemizde, Cumhuriyetin ilkeleri doğrultusunda yetişmiş, insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasiyi benimsemiş ve özümsemiş çok sayıda insan ve öğretmenin var olduğunu bildiğim için, deprem yüzünden hayatımı kaybederek, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümünü kutlayamamaktan kaynaklanan üzüntüme rağmen, teselli buluyor ve gözüm arkada kalmıyordu.

Canlı bedenim sizlerden ve ülkemden kopmuş olsa da, ruhum sizlerle ve ülkemle birlikte tüm canlılığı ile yaşamaya devam edecek, Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarının yadigarı olan, insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin yaşatılması ve daha da ileriye götürülmesi için yapılacak olan icraatları uzaktan izleyerek, teselli bulacaktım.


Biliyordum ki; benim yapamadıklarımı, arkamda bıraktığım arkadaşlarım yapacaklar, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 88.yıl dönümü, tüm ülkede coşkuyla kutlanacak, Cumhuriyetimizi kurarak bize emanet eden Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları, minnetle anılacak, bu coşkulu kutlamalarla, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin her kesimden tüm iç ve dış düşmanlarına korku salınacak ve hak ettikleri cevap verilecekti.

Heyhat!

Bir de ne duyayım; her fırsatta insan hak ve özgürlüklerinden, demokrasiden, Cumhuriyetten dem vuran ve daha özgür bir yeni Anayasa yapma hazırlığında olan Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN, bir genelge yayınlamış ve tüm yurtta, çelenk sunumu ve tebriklerin kabulü dışında, Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümü olan bu seneki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve resmi geçit törenlerini iptal etmiş.

Gerekçe olarak da, benim de enkazı altında kalarak hayata veda ettiğim Van depremini göstermiş. Asıl beni üzen husus da, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının iptaline, benim de enkazı altında kalarak bu hayattan göçmeme neden olan Van depreminin gerekçe yapılarak, benim cansız bedenimin, bu gereksiz iptal kararına alet edilmiş olmasıdır.

Oysa ki, benim tek arzum ve vasiyetim, geride bıraktığım arkadaşlarım tarafından, Cumhuriyetin 88. kuruluş yıl dönümü olan 29.Ekim.2011 bugün, Cumhuriyet Bayramının coşkuyla kutlanmasıydı. Şunu da ilave edeyim; Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiniz ama, görüyorum ki, ölenle ölünmüyor ve herkes, olduğu gibi günlük yaşantısına aynen devam ediyor.

Kaldı ki, ülkemiz, tabii afet olsun, PKK terörü olsun çok sık aralıklarla onlarca toplu ölümlere maruz kalıyor, bu koşullarda, Milli Bayramlarımızı iptal etmeye kalktığımızda, hiçbir bayramı kutlama imkanı bulamayacağımız çok açık. Önümüzde, bir de dini Kurban Bayramı var. Kurban Bayramı için Sayın ERDOĞAN ne düşünüyor bilemiyorum.

İşte, en önemli Milli Bayramız olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının, hem de, benim de içlerinde bulunduğum Van depreminde ölenler gerekçe gösterilerek iptal edilmesiyle, şimdi ben gerçekten öldüm.

Sizlerin, kutlanması yasaklanan, ancak hepinizin gönüllerinizde yürekten kutladığınızdan emin bulunduğum 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızı kutluyorum.

Hoşça kalın. 29.Ekim.2011


Güner YİĞİTBAŞI





26 Ekim 2017 Perşembe

ELİNİZİ TUTAN YOK GÖSTERİN SAMİMİYETİNİZİ VE YİĞİTLİĞİNİZİ




AKP Genel Başkanı ERDOĞAN'ın; İstanbulun bugün getirilmiş olduğu imar kirliliğini ve talanını kast ederek, “İstanbul'a ihanet edildi,bu ihanette benim de payım var,ben de İstanbul'a ihanet ettim” demesi üzerine CHP ve AKP arasında başlayan ihanet ve vatan hainliği tartışmaları havada uçuşuyor.

AKP sözcüleri diyorlar ki; genel başkanımız bir yiğitlik yaptı ve İstanbul'a kendisinin de ihanet ettiğini samimi bir şekilde itiraf etti,genel başkanımızın bu yiğitliğini niye başka yönlere çekiyorsunuz.

Evet doğrudur, insanların ve politikacıların,ülkeye hizmet ederlerken yapmış oldukları kötülükleri,hataları ve ihanetleri,itiraf ederek sorumluluklarını kamuoyu öününde kabul etmeleri, bir erdemdir,faziletli bir davranıştır ve yiğitliktir.

Ancak, bu itirafın; samimi olması,insanların gazını almaya yönelik sözde kalan kuru bir laftan ibaret kalmaması gerekir.

Tayyip Bey'in İstanbul'a yönelik ihanet itirafını da,bu çerçevede değerlendirmek gerekir.Tayyip Bey, bu itirafında samimi olduğunu,bu itirafının;halkın gazını almaya ve yandaşlarınca kendisine yiğitlik payesi verilmesine,seçimlerde vay be ne yiğit insanmış,korkusuzca suçunu itiraf etti,içi neyse dışı da oymuş dedirtmeye yönelik olmadığını ispat etmek zorundadır.

Meşhur bir söz vardır,”ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”

Biz de bundan sonra, her türlü yetkiyi elinde bulunduran, verdiği bir emrin demiri kestiği,kendisinin haberi olmadan bu ülkede bir kuşun dahi uçamadığı kadar güçlü olan Tayyip Bey'i izlemeye devam edeceğiz ve bundan sonra ortaya koyacağı icraatlarıyla ve eylemleriyle,İstanbul'a yönelik itirafında gerçekten samimi olup olmadığını,bu itirafıyla gerçekten yiğitliği,erdemli ve faziletli bir davranış sergileyen bir politikacı profilini hak edip etmediğini hep birlikte göreceğiz.

İstanbul'a yönelik ihanet itirafında samimi olup olmadığını,bundan sonra İstanbul'a ihanet etmeyeceğini göstermesi ve ispatlaması için, Tayyip Bey'in önünde çok büyük bir imkan ve sınav bulunmaktadır. O da Bakırköy Akıl ve Ruh Hastalıkları Hastanesinin yaklaşık 900 dönümlük yüzlerce ağacı barındıran,Bakırköy'ün olduğu kadar, tüm İstanbul'un can damarı, akciğeri ve soluklanma alanı olan arazisidir. Basında yer alan haberlere göre İstanbul'un değerli arazlerini,yeşil alanlarını,deprem toplanma merkezlerini parsel parsel paylaşan ve buralara gökdelenler, rezidanslar ve alışveriş merkezleri yaparak kendilerine rant elde eden rantiye çetesi, şimdi de Bakırköy Akıl Hastanesinin bu yeşil alanına gözlerini dikmiş ve imar planı değişikliklerine başlamışlar bile.

Evet Sayın ERDOĞAN; ihanet itirafınızdan sonra, bu itirafınızda gerçekten samimi olup olmadığınızı, sadece kuru bir lafla ve beyanla değil, somut bir eylemle de göstermeniz gereken ilk ve çok önemli bir sınavın eşiğindesiniz.Hadi bakalım, Bakırköy Akıl ve Ruh Hastalıkları Hastanesinin 900 dönümlük yeşil alanını rantçıların talanından kurtararak Bakırköylülere ve tüm İstanbullulara kazandırarak, samimiyetinizi,yiğitliğinizi ve İstanbul sevginizi gösteriniz. 26/10/2017



Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

24 Ekim 2017 Salı

AYTUN ÇIRAY'IN İSTİFASI




Benim de kentim olan İZMİR'in CHP Milletvekili Aytun ÇIRAY; hala ismi cismi, kurucular kurulu belli olmayan, MHP mağduru üç eski MHP'li tarafından kurulma aşamasında olan yeni partinin kurucular kurulunda yer almak ve yeni partinin mecliste grup oluşturmasına katkı sunmak üzere,uzun bir yazılı açıklama yaparak CHP'den istifa etmiştir.
Aytun ÇIRAY,iyi konuşan,yerinde tespitler yapan ve AKP iktidarına yönelik etkin muhalefet yapabilen,mecliste sesi duyulan, milletvekilliği görevini tüm gayretiyle yerine getirmeye çalışan,merkez sağ diyebileceğimiz Demirel ekolünden gelen muhafazakar bir politikacıdır,kendisinin muhafazakar merkez sağa mensup bir politikacı ve dünya görüşüne sahip olmasına rağmen,laik ve Atatürkçü bir çizgide olduğunu,dürüst ve çalışkan bir politikacı olduğunu,yer aldığı 15.Temmuz darbe girişimini araştırma komisyonunda sergilediği performansıyla göz doldurduğunu söyleyebiliriz.
Ancak, CHP'den istifa ederken yaptığı yazılı açıklamasında yer verdiği bazı görüş ve saptamalarına, bir CHP'li olarak katılmak mümkün olmadığı gibi, sergilemeye çalıştığı politikacı tiplemesine baktığımızda,CHP'den istifa ederken milletvekilliğinden de istifa etmesini belerdik doğrusu.
Ölmeden önce, partisinden istifa eden bir milletvekilinin, milletvekilliğinden de istifa ettiğini görebilecek miyiz acaba?
Aytun ÇIRAY'ın istifa açıklamasında yer verdiği; “... 15 yıllık AKP iktidarları sonunda maalesef en ağır kriz tasvirlerini kat be kat geride bırakacak bir felaketin tam içine düşmüş bulunuyoruz. Bu felâketin en büyük delili, 15 Temmuz 2016 FETÖ damgalı kanlı ihanet, işgal, girişimiyle başlayan süreçtir....Bu hain kalkışmanın ‘Allah’ın lütfu’ adı altında fırsata dönüştürülerek Türk Milletinin 95 yıllık mücadelesi sonunda kazandığı demokratik kazanımlarının adeta yerle bir edilmesidir. Özetle15 Temmuz hain işgal girişimi, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Gençliğine Seslenişinde işaret ettiği ‘gaflet, dalalet’ tasvirlerini andıran manzaraları ortaya çıkardı.”saptamasına biz de aynen katılıyoruz.
Ancak, Sayın ÇIRAY'ın açıklamasında yer alan; “....bütün bu ağır tabloya rağmen, muhalefet partilerinden birinin AKP’ye iltihakı ve CHP’nin sıkı bir kuşatılmışlıkla karşı karşıya kalması sonucunda, mevcut siyasi tablo milletimize bir çıkış sunamaz hale gelmiştir. Bunun Türk Milletine halihazırdaki maliyeti çok yüksektir. Şartlar Türk Milletine demokrasi içinde çare bulunmasını ve yeni bir siyasi bir çıkış yolunun açılmasını zorunlu kılmaktadır....Bütün bunlar, Türkiye’yi bir yıkım sürecini engelleyecek olan gücün, merkez sağ başta olmak üzere siyasi yelpazenin tüm millî unsurlarını kapsayacak şekilde ‘Milli Merkez’ olarak yeniden uyanışta olduğunu ortaya koymaktadır. Türk Milleti, kurucu medeni değerleri yeniden canlandırmayı ‘Milli Merkez’ siyaseti ile başaracaktır.” şeklindeki beyan ve değerlendirmelerine CHP açısından katılmak mümkün değildir.Sayın ÇIRAY'ın, bugünkü konumunu borçlu olduğu CHP'ye ağır bir suçlama yaparak, mevcut siyasi tablo içinde,ülke sorunlarının aşılmasında, kurucu değerlerin canlandırılmasında,CHP'nin milletimize bir çıkış yolu sunamayacağını, bir umut ışığı ve iktidar alternatifi olamayacağına ilişkin tespit ve değerlendirmelerine asla katılmıyoruz ve bu beyanları nankörlük olarak değerlendiriyoruz.
Sayın ÇIRAY'ın istifa açıklamasında yer verdiği; “CHP’den doğan, Celâl Bayar ve Menderes’in kurduğu Demokrat Parti çizgisinden gelen biri olarak, hep kurucu CHP’nin manevi bir üyesiydim ve öyle kalacağım.” şeklindeki beyanlarını anlamak ve yorumlamak da mümkün değildir. Sayın ÇIRAY, CHP'yi yüzüstü bırakıp gemiyi terketmekle yaptığı hatanın farkında olmalı ki;bu beyanıyla,giderayak,istifa ettiği CHP ve CHP'lilerin gönlünü almakta ve bir benzetme yapmak gerekirse,çok sevdiğim babamı doğurduğu için, kendisiyle yapamadığım,kendisini beğenmediğim babaannemi terk ediyorum ama,babaannemi her zaman manen sevmeye devam edeceğim demeye getirmektedir. 23.10.2017






Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




































20 Ekim 2017 Cuma

AKLIMIZLA ALAY EDİLİYOR




AKP Genel Başkanının; istifalarını istediği ve dayattığı bazı illerin belediye başkanlarına ilişkin olarak söylediklerine ve yaptıklarına bakınca şaşırmamak mümkün değil, AKP Genel Başkanı, seçim kazanmak için uygulamaya koyduğu bu tasfiye ile ne yapmak istiyor,bu tasfiyelerle nasıl seçim kazanacağını düşünüyor gerçekten anlayamıyoruz,boşa koyuyoruz olmuyor,doluya koyuyoruz olmuyor, şöyle bir yorum yapıyoruz olmuyor, böyle yorum yapıyoruz bir türlü olmuyor ve yerine oturmuyor, velhasılı bu tasfiyenin nasıl bir seçim başarısı ile sonuçlanacağına, aklımız bir türlü ermiyor, bu operasyona mantıklı bir cevap bulamıyoruz.

AKP Genel Başkanı; istifalarını talep ettiği belediye başkanlarının başarılı olmadıklarını, bu belediyelerde, en başta birtakım yolsuzluklar,ihmaller ve görevi kötüye kullanmaların olduğunu açıkça beyan etmese de, bunları ima eden sözler sarf ediyor ve istifa etmemek için direnen belediye başkanlarının başlarına gelecek olanlara katlanmalarının gerekeceğini söyleyerek,bu başkanların görevleriyle ilgili suçlar işlediklerini dolaylı olarak beyan ve kabul ediyor.

Eskiden,kol kırılır yen içinde kalır şeklinde bir uygulama vardı,bakıyoruz Tayyip Bey her şeyi açık etmiş, bazı belediye başkanlarının iplerini çekmiş ve bunu seçmenleriyle paylaşmaktan çekinmiyor.

Tayyip Bey'in;sebeplerini çok açık ve net bir şekilde açıklamasa da, bazı büyük illerin belediye başkanlarına yönelik olarak başlattığı, adına görevden alma da diyebileceğimiz, istifa ettirme operasyonuna hayret etmemek mümkün değil.

Seçimlere çok az bir süre kala, AKP'nin iktidar olduğu önemli kentlerdeki belediyelerle ilgili tasfiyelerde, sadece belediye başkanlarını sorumlu tutmak, akla ziyan. Tayyip Bey; istifalarını istediği İstanbul,Ankara,Bursa,Balıkesir gibi bazı büyük kentlerin belediye başkanı adaylarını belirleyen kişidir.Hatta Tayyip Bey bu kentlere belediye başkanı olan kişilerin, kendi karizması nedeniyle seçimleri kazandıklarını,onlara oy veren seçmenin, aslında kendisine yani Tayyip ERDOĞAN'a oy verdiklerini ima ediyor.Bunun içindir ki;Tayyip Bey, bu belediye başkanlarının istifalarını istemekte hak sahibi olduğunu belirtmeye çalışıyor.

Peki güzel de,Tayyip Bey'in istifalarını talep ettiği belediye başkanlarını kendisi aday gösterdiğine, seçmenin bu başkan adaylarına kendisinin hatırı ve karizması nedeniyle oy verdiklerine göre,Tayyip Bey'in kendilerine kefil olduğu ve bizzat aday gösterdiği, seçmeni o adaylar üzerinde yoğunlaştırdığı için, bu başkanların hatalı ve kötü yönetimlerinden,şayet görev suçu işlemişlerse bu suçlardan Tayyip Bey'in hiç mi sorumluluğu olmayacak,Tayyip Bey zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkarak sorumluluktan sıyrılacak mıdır?

Kaldı ki,hepimiz çok iyi biliyoruz ki;büyük şehir belediyelerinde yapılan tüm yolsuzluklar ve işlenen suçlar, ihale ve imar yolsuzluklarından kaynaklıdır.Özellikle İstanbul ve Ankara gibi büyük illerimizde yapılan büyük ihalelerde ve imar planlarının yapılması ve değiştirilmesinde,merkezi yönetimin ve bu yönetimin başındaki Tayyip Bey'in etkin bir rol oynadığı da bilinen bir gerçektir. Herkesin bildiği bu yalın gerçeklik karşısında, şayet ortada bir ihale ve imar yolsuzlukları varsa, bu durumdan sadece istifa ettirilen veya istifaları beklenen belediye başkanları mı sorumlu tutulacaklardır?

Bu nedenle, AKP Genel Başkanı;sorumluluktan kurtulmak istiyorsa, istifa ettirdiği ve istifaya zorladığı halde hala istifa etmeyen bazı belediye başkanlarının suç ve günahlarını, halkımıza net bir şekilde açıklamak zorundadır, aksi halde netlik kazanmayan söylenti ve rivayet halinde kalacak olan bu usulsüzlük ve yolsuzluklardan, kendisinin de olumsuz olarak etkileneceğini,seçimlerde oy kaybına uğrayacağını asla unutmamalıdır.

Söylentilere göre, özellikle İstanbul ve Ankaradaki seçimlere çok önem veren Tayyip Bey,Anayasa referandumunda İstanbul ve Ankara illerinde hayır oylarının çok çıkmasından olumsuz etkilenerek,bu sonucu, AKP'nin İstanbul ve Ankarada önümüzdeki seçimleri kaybedeceği şeklinde yorumladığı için, İstanbul ve Ankara belediye başkanlarının üzerini çizdiği dillendirilmektedir.

Bize göre bu söylenti ve değerlendirmenin hiçbir haklı ve mantıklı yanı yoktur.Zira, 16.Nisan da yapılan anayasa referandumunda, Tayyip Bey'in çıkmasını çok istediği başkanlık sistemi ve dolayısıyla Tayyip Bey'in kendisi oylanmış olup, bu referandumda hayır çıkan illerin elde ettiği bu olumsuz sonucun baş aktörü, bu illerin belediye başkanları olmayıp,Tayyip Bey'in bizzat kendisidir.

AKP'de ortaya çıkan ve gerçek nedenleri açıklanmadığı için, AKP'yi ve onun genel başkanını yıpratmaya yönelik olarak,kamuoyunda birçok varsayım ve dedikoduların üretilip dolaşmasına neden olan, bazı illerin belediye başkanlarının istifaya zorlanmalarına ilişkin operasyonun, Cumhurbaşkanlığı seçimi dahil,2019 yılında yapılacak tüm seçimlerde, AKP'ye ve onun genel başkanına hayırlı sonuçlar vermeyeceği,sırtında çok bilinmeyenli bir kambur oluşturacağı kesindir. 20/10/2017



Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

17 Ekim 2017 Salı

SİYASETİN DİBE VURUŞU




Ülkemizde siyasetin iyice dibe vuruşunu,demokrasi adına bir tiyatro oynandığını hep birlikte ibretle ve üzülerek görüyoruz ve seyrediyoruz.

Ülkemiz ateş çemberinde iken, çözüm bekleyen binlerce acil iç ve dış sorunlarımız varken, bunları bir kenara bırakarak,, AKP'nin istifaya zorladığı belediye başkanlarının ne karar alıp yürürlüğe koyacaklarını,müftülüklere nikah kıyma yetkisini verecek olan yasaya meclisin olur verip vermeyeceğini, dizi film izler gibi, görsel ve yazılı basından merakla ve heyacanla izliyoruz.

Millet olarak (%50'yi kastediyoruz tabi) hiç de hak etmediğimiz bu siyasi rezaleti ve demokrasi ayıbını bize yaşatanlara ne söylemeli bilemiyoruz.Böyle demokrasi yerin dibine batsın, böyle demokrasi olacağına hiç olmasın daha iyi demekle yetiniyoruz.

Bu rezalete bir son vermek ve anayasallaştırmak için, çok samimi olarak,bir teklif getirmek istiyoruz, demokrasi adı altında bir tiyatro ve evcilik oyunu oynayacağımıza, demokrasinin adını her gün kirleteceğimize,birbirimize sürekli demokrasi şakası yapacağımıza,sürekli demokrasicilik oynayacağımıza,şunun gerçek adını tam ve kesin olarak koyalım, anayasayı çok açık ve net bir biçimde değiştirip, sadece bir maddelik yeni bir anayasa yaparak; ilk ve son kez yapılacak olan bir seçimle iş başına gelecek olan kişi,ülkeyi; kural, mural ve meclis tanımadan,gece gördüğü kendi rüyalarına, hülyalarına, hayallerine,korkularına,geçmişten gelen kinlerine, acılarına,üzüntülerine ve sevinçlerine göre koyacağı, yazılı olmayan ve günü birlik kurallar uyarınca, kendisinin ve partisinin menfaatlerine öncelik tanıyarak,hayatı boyunca istediği gibi tek başına ve keyfine göre yönetir, seçilecek olan o kişi,herşeyin en iyisini bildiği,hiç hata yapıp yanılmadığı ve aldatılmadığı, halkının çoğunluk oylarına mazhar olarak seçileceği için, halkından utanır ve halkının zararına hiçbir icraat yapmaz,bundan kesinlikle emin olabiliriz diye de, tek maddelik bu anayasaya bir gerekçe yazalım ve bugün yaşanan demokrasi rezaleti ve ayıplarını, anayasal hale getirelim ve biz de, ne yapalım anayasa böyle söylüyor diyerek boşuna üzülmeyelim ve layık olduğumuz yeni anayasal yönetime kavuşalım.

Ne dersiniz?Her gün sürekli üzülüp ölmektense, bir kez üzülüp ölelim olup bitsin.17/10/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

15 Ekim 2017 Pazar

DİLİNE SAĞLIK SAYIN ERDOĞAN AZ BİLE SÖYLEMİŞSİN DİK DURMAYA DEVAM!



AKP Genel Başkanı Sayın ERDOĞAN gerçekten doğruları söylemiş(!) ve hatta az bile söyleyerek,merhum ECEVİT'in,ABD de kendisiyle görüşme yaptığı zamanın ABD Başkanı Clinton'un karşısında el pençe divan duruşunu eleştirmiş, Clinton poposunu tırabzana dayıyor(fotoğraftaki kanepeyi kastettiği halde, kanepeyi tırabzan görüyor olmalı) Ecevit de karşısında el pençe divan duruyor,tabi bu dönemler geride kaldı, böyle bir Türkiye yok artık, el pençe divan duran bir Türkiye yok,herkes bunu bilecek buna göre konuşacak,dik duruş bizim için önemli(!)demiş.

Ağzına ve diline sağlık Sayın ERDOĞAN, ölülerin arkasından konuşulmaz,bu çok büyük günahtır diyen bir dine mensup olduğun için, diline hakim olmuş ve daha ileriye gitmeden,az bile söylemişsiniz, gerçekten bu millet sizinle gurur duyuyor!

Sayın ERDOĞAN;

Siz değil miydiniz, bu ülkeye toprak kazandıran, Kıbrıs Adası avucmuzdan kayıp giderken, Türkiyenin garantörlüğüne dayanarak Amerikaya,İngiltereye,Yunanistan'a ve Birleşmiş Milletlere meydan okuyarak, 20/07/1974 tarihinde,kıt olan çıkarma gemisi imkanlarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerini Kıbrıs'a sokarak Türkiye'nin adadaki varlığını ve garantörlüğünü, tüm dünyaya hatırlatan ve kanıtlayan,Kıbrıs Adasındaki Türk soydaşlarımızı özgürlüklerine kavuşturarak,Türkiyenin dik duruşunu ortaya koyup Türk Ulusunun onurunu tüm dünyaya gösteren?

Yine siz değil miydiniz,Amerikanın ülkemize ambargo koyma ve iktidardan düşürme riskini dahi göze alarak,ülkemizin haşhaş ekiminden para kazanan çiftçilerinin haklarını koruyan ve ülkemize getirilmek istenen haşhaş ekimi yasağına karşı çıkarak aynı zamanda ülkemizin onurunu ve bağımsızlığını koruyan siz değil miydiniz?

Çalışma Bakanlığınız döneminde işçilerimize tüm ekonomik direnme haklarını ve güvenceleri sağlayan, siz değil miydiniz?

PKK terörünü sıfır seviyesine getiren ve PKK liderini yakalatarak yargıya teslim eden ve İmralı Adasına kapattıran siz değil miydiniz?

Halkın vergileriyle elde edilen devletin parasını israftan kaçınan,lüksü olmayan,az bir koruma ve yerli makam otosuyla işine gelip giden,halk açlıktan ve işsizlikten inim inim inlerken, bunu gördüğünüz için mütevazi bir yaşam süren,israftan kaçınan siz değil miydiniz?

Doğuştan kibar ve centilmen olan, kimliği,sıfaı,tahsili,makamı,görüşü ne olursa olsun herkese karşı saygılı ve alçak gönüllü davranan, duygusal ve aynı zamanda bir şair olan siz değil miydiniz?

Görevi boyunca anayasaya,yasalara,anayasa ile güvence altına alınan hukukun üstünlüğüne,en başta basın ve düşünceyi açıklama özgürlükleri olmak üzere,insan hak ve özgülüklerine,yargı bağımsızlığına,laiklik ilkesine,kuvvetler ayrımına uygun davranan ve bu değerlere sonuna kadar saygı gösteren siz değil miydiniz?

Ölmüş bu dünyadan göçüp gitmiş demeden, günaha girmeyi göze alarak, ülkenin yararı için, gerçekleri dile getirmek adına hakkında dedikodu yaptığınız ve haklı olarak kendisini ABD Başkanı karşısında el pençe divan durmakla,dik duruş sergileyememekle suçladığınız, bir Müslüman olarak günaha girekten ve Allah'dan korkup(!) hakkındaki diğer eleştirileri dile getirmekten haklı olarak çekindiğiniz ECEVİT; bu ülke için, daha ne kötülükler yapmış, onlara da bakalım mı Sayın ERDOĞAN?

Sayın ERDOĞAN; sizin bir Müslüman olarak, ölünün arkasından konuşmayı günah sayarak dile getiremediğiniz rahmetli ECEVİT,bu ülkenin zararına daha neler yaptı neler, Clinton'un karşısında el pençe divan durmasını geride bıakan, saymakla ve yazmakla bitmeyecek olan,sadece hemen aklımıza geliverenleri, şöyle bir sıralayarak size yardımcı olalım mı?Haydi başlayalım.

Rahmetli ECEVİT;

Sayın ERDOĞAN kadar 15 yıl gibi çok uzun süre iktidarda kalmadığı halde,iktidarda kaldığı çok kısa sürede,en önemli ve ülke için en zararlı olarak, kendisine ve siyaset anlayışı ve siyaset üslubuna yakışanı yapmış ve milleti karpuz gibi ikiye bölerek ayrıştırmış,ülkenin milli birlik ve beraberliğine zarar vermiştir!

ECEVİT;iktidara gelir gelmez, takiye yaparak, milletimize karşı milli görüş gömleğini çıkardığını söylemiş ve buna kanıt olarak da, ayağının tozuyla,daha milletvekili ve başbakan dahi olmadan, sadece seçim kazanmış iktidar partisinin genel başkanı sıfatıyla, Avrupa Birliği ülkelerine havadan mekik dokumuş, kendisini ve partisini milli görüş gömleğini çıkarmış demokrat bir batılı gibi sunarak, Avrupa Birliği aday üyeliğini ve müzakerelerin başlamasını sağlamış,bu nedenle zoraki bazı referandumları yapmış olmasına rağmen,bugün gelinen noktada,ECEVİT ve partisi; dünya görüşü,düşüncesi,demokrasi,yargı bağımsızlığı,en başta basın ve düşünceyi açıklama özgürlükleri ve laiklik olmak üzere, özgürlük ve insan hakları anlayışları, dine bakış açıları itibariyle, Avrupa ve batı değerlerini içselleştirmiş gerçek bir batılı olmadıklarını açık bir şekilde kanıtlamışlar ve Avrupa Birliği mecerasından vaz geçmişlerdir!

ECEVİT; bu ülkeyi milletiyle bir arada tutan ve milli birlik ve beraberliğin demiri ve çimentosu olan laiklik ilkesini hayata geçirememiş ve her geçen gün laiklikten uzaklaşmak için elinden gelini yapmaktadır!

ECEVİT;bir devrim yasası olan ve bu nedenle anayasanın koruması altında olan eğitimde birliği ve laik eğitimi sağlayan Öğretim Birliği Yasasını tanınmaz hale getirmiş,bu yasaya göre sadece ülkenin imam ihtiyacını karşılayacak miktarda açılması gereken ve bir meslek okulu olan imam hatip okullarını, ülke genelinde büyük bir hızla yaygınlaştırarak,tüm eğitim kurumlarını imam hatip okullarına dönüştürme gayreti içindedir!

ECEVİT; Sayın ERDOĞAN'ın 2002 yılı itibariyle belini kırdığı bölücü PKK terörünü bitirme iddiasıyla türlü isimlerle ilan ettiği açılımlarla daha da azdırmış,Doğu ve Güneydoğu illerinde kurtarılmış iller yaratmış, yüzlerce gazi ve şehit vermemize sebep olmuştur!

ECEVİT; muhalefet partileriyle iş birliği ve bilgi alış verişine dahi ihtiyaç duymadan, gizlice PKK terör örgütünün lider kadrolarıyla irtibata geçmiş,kapalı kapıların ardında masaya otrarak gizli müzakereler yapmış,bunun açığa çıkması üzeine, önceleri bu müzakereleri inkar ederek,bu iddiayı oraya atanları şerefsizlkle suçlamış ancak mızrak çuvala sığmayınca bu gizli müzakereleri itiraf etmek zorunda kalmış, şimdi isimlerini hatırlamakta zorkandığımız, PKK sorununu çözümeye yönelik birçok açılımlar ilan etmiş,bu müzakere ve açılım döneminde, PKK terörist başı ÖCALAN'ın ayağına, devletin yetkililerini ve bazı milletvekillerini, görüşmeler yapmaya göndermiş,hatta bu ziyaret ve görüşmelere Kandil'i de dahil etmiş,valilere PKK ile çatışmaya girmemeleri, onlara göz yumulması talimatlarını vermiş, bundan istifade eden PKK, hakim olduğu il ve ilçelerimizde hendekler kazarak,evlere ve yollara bubi tuzakları kurarak, buraları silah ve cephane yuvası haline getirmiş, ECEVİT iktidarı bu olup bitinleri sadece seyretmiştir. 7.Haziran seçimlerini kaybederek tek başına iktidar olamadığını gören ECEVİT, PKK ile oturduğu müzakere masasını devirmiş ve taktik değiştirerek,PKK'ya karşı şahin olarak onların anladığı anlamda silahlı mücadeleye öncelik vermiş ve PKK ile yüzlerce şehit ve gaziye mal olacak olan hendek savaşlarını başlatmış, kendi hatasını asker ve polisimizin kanlarıyla temizlemeye çalışmıştır!

Daha bitmedi, o ECEVİT var ya, o ECEVİT; bir bilseniz,bu ülkeye daha ne zararlar verdi!

PKK terörüyle açılım politikalarıyla barışçıl mücadelede hata üstüne hata yapan ECEVİT ve iktdarı; dış politikada da büyük hatalar yapmış, ECEVİT kendi partisinin kurucusu ve ilk genel başkanı olan ATATÜRK'ün, “yurtta sulh,cihanda sulh” ilkesini ayaklarının altına alarak, tüm komşu devletlerle düşman olacak politikalara imza atmış,Amerikanın ve batının dolduruşuna gelerek ve mezhepsel inanışının esiri olarak 911 kilometre sınıra sahip olduğumuz güney komşumuz Suriye'nn iç işlerine burnunu sokmuş ve daha önce abi kardeş kadar yakın ilişki içinde olduğu,ailecek görüşüp tatil yaptıkları Suriye lideri ESAD ile düşman olmuş, Suriyedeki din temeline dayalı silahlı örgütlerle birlik olarak, ESAD'ın devrilmesi ve Suriye de yeni bir rejim kurulması için uğraş vermiştir. O kadar ki;bir ay içinde ESAD'ın düşeceği ve ECEVİT'in Şam'daki Emevi Camisinde Cuma namazını kılacağı beklenirken,bu beklenti gerçekleşmemiş,buna karşılık,Suriye topraklarındaki bizim toprağımız sayılan Süleyman Şah'a ait türbe, bir gece ansızın, tanka yüklenerek Suriyeden kaçırılmak zorunda kalınmıştır.ESAD ise, şu anda dim dik ayakta ve ülkesinin başında kalmaya devam ediyor,düşecek gibi de değil.ECEVİT Suriye konusunda yaptığı hatayı da temizlemek zorunda kalmış ve Fırat Kalkanı harekatından sonra, geçtiğimiz günlerde de, ülkenin sınır güvenliği için,Suriyenin İdlip bölgesine Türk askerleri gönderilmiş olup, pek tabiidir ki; bu askeri harekat, aynı zamanda ECEVİT'in düşmanı ESAD'ın işine daha çok yarayacaktır, yani şu anda ECEVİT,başlattığı İdlip harekatı ile aynı zamanda ESAD yararına çalışmakta olup, bu ülkemiz için çok hazin bir durumdur.ECEVİT,Suriye işine bulaşmayıp,o bölgenin karışmasına yardımcı olmasaydı, belki de şu anda İdlip'e asker gönderme ihtiyacı duymayacaktık!

ECEVİT'in Irak politikasının da,ülkemizin güvenliği ve itibarı adına büyük zararları olmuş ve bugün Kuzey Irak da bir BARZANİ gerçeği ve tehlikesi varsa, bunun oluşumunda ve BARZANİ'nin 25.Eylül.2017 de bağımsızlık referandumu yapmasına, ECEVİT'in hatalı politikaları ve desteği etkin rol oynamış, referanduma şiddetle karşı çıkan ECEVİT, en başta Barzani'nin petrol vanalarını kapatmak olmak üzere,yapacağını dünyaya ilan ettiği ambargolarını henüz uygulamaya koyamamış,ülkemizin ciddiyetine,büyüklüğüne, inandırıcılığına ve itibarına gölge düşürmüştür!

ECEVİT; Yunanlılar tarafından işgal edilen Ege adalarının bu işgaline göz yummakta ve sesini çıkaramamaktadır, Yunan askeri, adları silahlandırmakta ve mangal yakarak piknik yapmaktadır,ECEVİT ve iktidarından ses çıkmamaktadır,tıs yoktur.

ECEVİT, yürürlükteki anayasayı yok sayarak, parlamenter sistemi bekleme odasına aldığını ve fiili bir başkanlık rejimi kurduğunu,anayasayı deldiğini kendi ağzıyla söylemiştir!

ECEVİT;ülkemizde 15/Temmuz/2017 de darbe girişiminde bulunan Fetullah Gülen Cemaatininin tüm devlet kurumlarını igal etmesine, bu cemaat mensuplarının tüm devlet kurumlarına atanmalarına ilişkin kararnamelere imza atarak doğrudan sebep olmuş,bu cemaati ülkenin cazibe merkezi haline getirmiş,bu cemaate ne istedilerse vermiş,bir dönem cemaate yakın olmayı, devlet katında ayrıcalıklı ve imtiyazlı hale getirmiş, bu nedenle devlet içinde biryerlere gelmek isteyen herkes, cemaate yakın ve sempati duyar hale gelmişler, bu cematin gerçek yüzü 15.Temmuz darbe girişimi ile kesinlik kazanmıştır!

ECEVİT; iktidarı boyunca,yanlış ekonomi ve para politikalarıyla ülkenin iç ve dış borçlarını çoğaltmış,ödemeler dengesi ve bütçe açıklarını büyütmüş,ihracaat daha az artarken,ithalatı tavan yaptırmış,para değerinin düşmesine,işsizliğin artmasına neden olarak,insanları fukaralaştırmış, örtülü ödenek harcamalarını cumhuriyet tarihinde hiç görülmemiş şekilde çoğaltmış,hazinede para kalmadığı için halkına dolaylı ek vegiler salmaya başlamıştır!

ECEVİT; ülke ekonomisinin kötü durumunu umarsamadan, ülkenin itibarı aldatmacasıyla; kendisine, ATATÜRK'den milletimize miras ATATÜRK Orman Çiftliğnde, 1150 odalı bir saray ve eklentilerini yaptırmış ve ATATÜRK'ün oturduğu ve kendisinden sonra oturanlara onur ve şeref veren Çankaya Köşkünde oturma yerine bu sarayı tercih etmiş olup,saraya tahsis edilen bir yıllık aşırı harcamanın, ülke ekenomisine katkısını engellemiştir!

ECEVİT; aynı zamanda Amerikan vatandaşı olan ve önceliğini Amerikanın menfaatleri için kullanacağı konusunda yemin eden bir bayanı, yeniden Türk Vatandaşlığına kabul edip, hemen sonrasında da kendisini bir dış ülkeye Türk Büyükelçisi atayarak,bu ülkeye ne kadar zarar veren bir kişi olduğunu göstermiştir!

ECEVİT; aynı zamanda bir gazeteci olduğu halde, basın özgürlüğünü,düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğünü neredeyse yok etmiş, bütün yazılı ve görsel medyayı kontrolü altına almış, kendisini eleştiren gazeteciler hakkında davalar açmış ve bugün cezaevleri gazetecilerlele dolmaya başlamıştır!

ECEVİT hakkında, kötü yönetimi nedeniyle, bu ülkeye ve ülke insanına verdiği zararlar konusunda daha söylenecek ve yazılacak çok şey var ama, olduça uzun olan bu yazıyı, okuma alışkanlığı ve sabrı pek fazla olmayan halkımı daha fazla sıkmadan sonlandırıyor, Sayın ERDOĞAN'ın,günaha girerim korkusuyla ve çok haklı olarak,şu anda ölü olan ECEVİT'in arkasından söyleyemediklerini, biz yazarak ve söyleyerek, dinimize göre, ölünün arkasından konuşmanın büyük olan günahını üzerimize alıyoruz!

Allah Sayın ERDOĞAN'ı millemizin ve devletimizin başından eksik etmesin,onu bizlere çok görmesin! 15/10/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu










13 Ekim 2017 Cuma

YARGIDAKİ İTİRAFÇI VE GİZLİ TANIK YARASI VE REZALETİ




Ceza davalarında tanık delili vazgeçilemeyen en önemli delillerden biridir.

Tanık delili, çiğ süt emen ve şu veya bu nedenle gerçek dışı beyanlarda bulunarak adaleti yanıltmaya çok yatkın olan insan unsuruna dayalı bir delildir.

Bu itibarla;tanık delili, önemine ve vazgeçilmezliğine rağmen, hüküm kurarken yargıçların gözü kapalı itibar edebilecekleri, yargıcı bağlayan kesin bir delil değildir.Tanık delili taktiri bir delil olup,bu nedenle yargıç,tanığın beyanlarını taktir ederek bu beyanların aksine de karar verebilir.

Tanık deliline olan güvensizlik nedeniyle, tanıklar dinlenirlerken yargıçlar tarafından yalan tanıklığın suç olduğu konusunda önceden uyarılırlar ve kendilerine doğruları söylemesi için yemin ettirilirler.

Tanık delilinin önemine rağmen güvensiz ve taktiri delil olduğuna ilişkin bu değerlendirmemiz, doğal tanıklar içindir.

Hepinizin bildiği gibi, Ergenekon,balyoz ve saire kumpas davalarında adaleti yanıltan,üst rütbeli subayların suçlanmalarında ifadeleri aleyhe delil olarak kullanılan gizli tanık ve itirafçı tanık gibi,kendilerine bir takım ceza indirimleri ve tutuklanmama gibi vaatlerde bulunularak ifadelerine başvurulan gizli ve itirafçı tanıkların beyanlarının doğruluğuna güvenerek ceza hükümleri tesis etmek, adalet adına büyük bir rezalet ve felakettir.

Türk Ceza Kanununun 221. maddesine göre,etkin pişmanlık adı altında, suç ve terör örgütleriyle ilgili itiraflarda bulunacak olan, aslında kendileri de suç ve terör örgütü mensubu olan bazı şüpheli ve sanıklardan, sözüm ona örgütün yapılanması ve henüz isimleri gizli kalıp kendilerine ulaşılamamış mensuplarına ilişkin bilgiler verecek olanlara, yaptıkları itirafın zamanlamasına ve etkinliğine göre hiç ceza vermemekten, büyük oranlarda ceza indirimlerine kadar bir takım cezai muafiyet ve indirimler getirilerek, bu ceza ve tutuklanmama vaadi ve menfaati karşılığında insanların itirafa zorlandıkları, şüpheli veya sanık iken tanıklığa terfi ettirilen bu itirafçı tanıkların, içinde bulundukları psikolojik baskı ve kendilerini cezadan ve tutuklanmaktan kurtarma ruh hali içinde egosuna esir olarak, gerçekte örgüt mensubu ve suçlu olmadıklarını çok iyi bildikleri, arkadaşlarının,komşularının ve hatta hiç tanımadıkları masum insanların isimlerini, itiraf adı altında, kolaylıkla verebildikleri ve onları suçsuz oldukları halde suçlu ilan edebildikleri ve maalesef başka güvenilir yan delillerle desteklenmeyen, itirafçıların kendilerini kurtarmaya yönelik gerçek dışı ve yalan beyanlarıyla tutuklanarak yargı önünde hesap vermek zorunda bırakıldıkları inkar edilemez bir gerçektir.

Günümüzde güncel olan ve bir hukukçu olarak bizzat tanık olarak yaşadığımız FETÖ davalarında, tek suçları;dindar olmak, iktidar tarafından açılmaları teşvik edilen,Türkçemizi ve ülkemizi yurt içinde ve dışında tanıttıkları gerekçesiyle göklere çıkarılan, devletin çocukları bu okullarda okuyan velilere parasal katkı ve teşvikler verdiği Fetullah Gülen Cemaatinin kontrolündeki okullarda, bu okulların gerçekten devlet okullarına nazaran daha iyi eğitim vermeleri nedeniyle çocuklarını okutmaktan,yine devlet ricali tarafından kurdelesi kesilerek hizmete sokulan, uzun süre el üstünde tutulan, son yıllarda Fetö'nün finansörü olmakla suçlandığı halde, bizi yönetenler tarafından darbe girişimine kadar bir türlü bankacılık ve mevduat kabul yetkisi iptal edilerek kapatılmayan Bank Asya isimli katılım bankasında hesapları bulunmak olan, aslında darbe girişimi ve silahlı terör örgütüyle uzaktan yakından bir ilgileri bulunmayan masum insanların, itirafçı tanık beyanlarıyla, darbecilerle bir tutularak suçlandıkları ve mahkum edildikleri unutulmamalıdır.

Allahın sopası yok tabi,ne ekersen onu biçersin, bu dünya etme ve bulma dünyası,bu gerçeği kimse unutmasın,bugün bana yarın sana.

Peki, durup duruken bu gerçekleri niçin dile getirdik?

Dün televizyonları izlerken bir haber ve görüntü dikkatinizi çekti mi bilmiyoruz.

AKP Genel Başkanı Erdoğan dün (12/10/2017) yaptığı bir konuşmasında; Amerika’nın, kara para aklamak ve Türk siyasetçilere rüşvet vermek suçlamalarıyla tutuklu yargıladığı Reza Zarrab’ı itirafçı yapmak istediğini söylemiş ve devamla, benim bankamın genel müdür muavinini hiçbir şey olmadan tutuklayacak, vatandaşımı (Zarrabı kastediyor)yargılayıp itirafçı olarak kullanmak isteyeceksin diyerek, Amerika'yı itirafçı tanık yaratarak,belki de kendi şahsını suçlama girişiminde bulunmakla suçlamıştır.

İşte ülkemizde de yargının çok sevdiği,beyanlarına itibar ederek masum insanları tutuklama kararlarına gerekçe yaptıkları itirafçı tanık gerçeği ve rezaleti, kendisine dokununca bu ülkenin cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan kişi tarafından da dolaylı olarak dile getirilmiştir.

Kimse yanlış anlamasın, bizim yazdığımız makalelerimizden,açıkladığımız görüş ve beyanlarımızdan da çok açık bir şekilde anlaşılacağı üzere; biz, sapına kadar gerçek Atatürk'çü,demokrat,hukukun üstünlüğüne, insan hak ve özgürlüklerine,basın özgürlüğüne,yargının bağımsızlığına inanmış ve bu değerleri sürekli savunan bir kişiyiz, asla Fetöcü değiliz,darbe girişimini lanetliyoruz, tek dileğimiz adil bir yargılama ile darbecilerin en ağır şekilde cezalandırılmalarıdır,ancak insan hak ve özgürlüklerine dayalı,demokratik bir hukuk devletinin vatandaşı ve bu değerleri içselleştirmiş ve benimsemiş bir hukukçu olarak, gerçek adaletin tecellisi için, kim olurlarsa olsunlar, hangi suçla suçlanırlarsa suçlansınlar,itirafçı tanık,gizli tanık gibi kişilerin,gerçekliklerine asla güvenilemeyecek beyanlarına dayalı olarak, insanların suçlanıp hapse atılmalarına ve haklarında hüküm kurulmasına, sonuna kadar şiddetle karşıyız, hukukun ve adaletin yılmaz savunucusu olmaya devam edeceğiz.13/10/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

12 Ekim 2017 Perşembe

KABİLE DEVLETİ




Şu sıralar, kabile devleti sözünü çok sık kullanmaya başladık.

Özellikle AKP Genel Başkanı ERDOĞAN, bu kabile devleti sözünü çok beğenir ve sıkça kullanır.

Sayın ERDOĞAN; başkan veya başbakan düzeyindeki liderleriyle yakın dost olduklarını söylediği ve kandileriyle yaptığı ikili göüşmelerde ve sonrasındaki basın açıklamalarında kendilerinden dostum diye bahsettiği kişilerin,zaman zaman AKP iktidarına yönelik haklı veya haksız,hoşuna gitmeyen ağır eleştirilerine maruz kaldığında,Sayın ERDOĞAN bu kabile devleti kavramına sarılır ve kendisinin başında bulunduğu ülkenin bir kabile devleti olmadığını,yüksek sesle dile getirir, elbette, ATATÜRK tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti,yürürlükteki anayasasına göre saygın bir hukuk devleti olup,temelde asla bir kabile devleti değildir.

Ancak, saygın bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti Devleinin başında bulunan ve ülkeyi yöten kişilerin; ülkeyi yönetirken sergiledikleri her türden eylem ve söylemlerinde,en başta yürürlükte olan anayasa ve yasa kuralları olmak üzere, nezaket ve etik kuralları dahil, devlet adamlığının zorunlu kıldığı tüm evrensel kurallara, diplomasinin yazılı olan ve olmayan evrensel ve geleneksel kurallarına uymaları,uluslararası sözleşmelerde ve anayasada yazılı insan hak ve özgürlüklerine saygılı davranmaları zorunludur.

Kabile Devleti kavramını,anayasa hukukçuları ve diğer tüm kesimler nasıl tanımlarlarsa tanımlasınlar,bizim anlayışımıza göre; yönetimsel tüm ilke ve kurallarıyla,etik ve gelenekleriyle, anayasasıyla ve diğer yasalarıyla, kurumsal olarak kurallara uygun düzgün bir şekilde yönetilen,sıfatları ne olursa olsun en başındaki yöneticisinden en alt yöneticisine kadar, herkesin; kendilerini anayasa ve yasalara,insan hak ve özgürlüklerine bağlı ve saygılı hissettiği ve bu gerçeği kabul ettiği devletlerin dışında kalan tüm devletler, kabile devletidir.

Herkesi bağlayan Anayasası olan demokratik hukuk devletlerinde, hiçbir yönetici, ülkesini kabile devleti görüntüsü içinde yönetmesi için seçilmezler, bu nedenle, ülkemizi yönetenlerin; biz kabile devleti değiliz diye açıklama yapmak zorunda kalmadan,Yüce ATATÜRK tarafından kurulan, saygın, hukukun üstünlüğüne insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kabile devleti olarak anılmasına yol açacak davranışlardan sakınmaları zorunludur.

Bize göre, biz bir kabile devleti değiliz demek, asla yeterli değildir.12/10/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

11 Ekim 2017 Çarşamba

YARGININ GÖREVİ İKTİDAR MUHAFIZLIĞI DEĞİLDİR




Yargının görevi, iş başındaki iktidarın ve hükümetin muhafızlığını yapmak değildir. Yargının görevi, yasada unsurları gösterilen suçları işleyenleri adil bir şekilde yargılayarak adalet dağıtmaktır,

Çok doğaldır ki;yargı, vereceği kararlarla, kurulu anayasal düzeni,hükumeti,Türkiye Büyük Millet Meclisini, zor kulanarak, cebir ve şiddet uygulayarak, antidemokratik usul ve yöntemlerle yıkmaya ve görev yapamaz hale getirmeye kalkışanlarla mücadele edecek,onları yargılayarak hak ettikleri en ağır cezaları verecektir.
Ancak, demokratik seçimlerle iş başına gelen iktidarın, yine demokratik seçimlerle değiştirilmesi için iktidara muhalif olan,onun yönetimini beğenmeyen halk kesimlerinin,sivil toplum kuruluşlarının ve muhalefetteki siyasal partilerin, anayasal eleştiri haklarını ve özgürlüklerini,suç işlemeden kullanarak,iş başındaki iktidarı ve hükümeti seçimler yoluyla iş başından uzaklatırmak için eylem ve faaliyette bulunmaları da çoğulcu demokrasinin bir gereğidir.

Hükümeti ve iktidarı sandıkta değiştirmek için yapılan yasal eleştirel eylem ve faaliyetler, Türk Ceza Kanununa göre bir suç oluşturmaz ve bugünlerde sınırlı da olsa bazı yargı organlarının, hükümete yönelik yasal eleştirileri dahi, hükümeti devirmeye yönelik bir suç olarak değelendirmeye kalkışarak hükümler vermelerini, hukuken izah edebilmek mümkün değildir.

Yargı, iş başındaki siyasal iktidarların ve hükümetlerin devrim muhafızları değildir.

Bundan önceki makalemizde değerlendirmesini yaptığımız,casusluktan 25 seneye mahkum edilen CHP Milletvekili Enis BERBEROĞLU hakkında verilen kararı bozan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesinin, bozma kararında değinip bozma gerekçesi yaptığı, yerel mahkemenin mahkumiyete ilişkin kararında,kararına gerekçe olarak yer verdiği; “..........en iyi ihtimalle, seçim öncesi hükümeti zora sokarak seçimi kazanmalarının önüne geçilmek istendiği “ ibaresi özellikle dikkat çekmekte ve yargı adına utanç vermektedir.

Bölge Adliye Mahkemesi de bozma kararında;bir siyasi partinin yurt içindeki seçimleri kazanmasını engellemeye yönelik eylemin,hangi gerekçelerle casusluk suçunun unsuru olacağını sormaktadır.

Yargı tarafından,Enis BERBEROĞLU'nun mahkumiyet kararına gerekçe yapılan;”bir siyasi partinin yurt içindeki seçimleri kazanmasını engellemeye yönelik eylemler” söylemi, çoğulcu demokratik sistem adına çok tehlikeli ve de düşündürücüdür.

Birçok partinin iktidara talip olarak seçim yarışına girme hakkına sahip olduğu çoğulcu demokratik ülkelerde;yargı olarak, iktidardaki partinin yurt içindeki seçimleri kazanmasını engellemeye yönelik eylemleri suç olarak değerlendirirseniz, muhalif kesim ve partilerin; iktidara yönelik olarak, ilk seçimlerde seçimleri kaybederek iktidardan düşmesi için yaptıkları ve yapacakları haklı ve yasal eleştirileri yasaklamış olursunuz ki, bu da yargının itibarına ve tarafsızlığına ağır bir darbe vurur.

Demokrasilerde, iktidar yarışına giren kesim ve partiler, iktidara geldiklerinde yapacaklarını seçmenlerine duyurma hakkına sahip oldukları gibi,en ağır eleştirilerileri yapacaklar,iş başındaki iktidarın başarısızlıklarını, iş başındaki iktidarın değişmesi gerektiğini, eylem ve söylemleriyle korkusuzca dile getirecekler ve bu yolla iktidardaki partinin seçimleri kazanmasını engellemeye çalışacaklardır. 11/10/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


10 Ekim 2017 Salı

BERBEROĞLU'NUN BOZMA KARARI AKLANMAYA YÖNELİK DEĞİLDİR



MİT Tırlarıyla ilgili görüntüleri Cumhuriyet Gazetesinde yayınlayan gazeteci Can DÜNDAR'a bu görüntüleri verdiği iddia edilen ve bu eylem nedeniyle yargılanarak önce müebbet hapse ve yapılan indirimle 25 sene hapse mahkum edilerek tutuklanan CHP Milletvekili ve gazeteci Enis BERBEROĞLU hakkındaki mahkumiyet kararı, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi tarafından bozularak dosya yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesine geri gelmiştir.

Bugün bozmaya ilişkin karar metnini gördük ve bu makalemeizde bu bozma kararını yorumlamaya çalışacağız.

Enis BERBEROĞLU hakkındaki mahkumiyet kararını bozan karar, öyle sanıldığı gibi,Berberoğlunu tamamen suçsuz ilan eden ve onu tamamen aklanmaya götürecek iç açıcı bir karar değildir.

Aşağıda detaylarına değineceğiz,şu anda özet bir değerlendirme yaparsak, bozma kararına göre;eylemin maddi vakıa olarak sabit olduğu, Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanarak açıklanan bu belge ve görüntülerin; BERBEROĞLU tarafından Can DÜNDAR'a verildiği,devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bir belge olduğu kabul edilmekte,ancak maddi bir vakıa olarak sabit olduğu kabul edilen bu eylemin, hukuken isminin konulabilmesi, hangi suçu oluşturduğunun belirlenebilmesi,eylemin casusluk maksadı ve özel kastıyla işlenip işlenmediği konusunun tam olarak saptanabilmesi için yapılması gerekip de yapılmayan ve bozma kararında belirtilen noksanlıkların tamamlanarak, buna göre eylemin yeniden değerlendirilmesi ve özellikle casusluk maksadı ve özel kastının ve suçun unsurlarının var olup olmadığı konusunun kararda yeterince tartışılması,dava konusu bu bilgi ve görüntülerin, daha önceki bir tarihte Aydınlık Gazetesinde açıklanarak ifşa edilen bilgi ve görüntülerle örtüşüp örtüşmediğinin incelenip tespit edilmesi, casusluk maksadının var olup olmadığının tartışılarak bu konuda net bir belirlemenin yapılması ve eylemin oluşturacağı suçun daha sağlıklı bir şekilde belirlenmesi ve gerekçelendirilmesi istenmiş olup, Bölge Adliye Mahkemesinin kararı, Enis BERBEROĞLU'nun beraat etmesine ve onun suçsuz olduğunu ilan etmeye değil, suçun niteliğini değiştirmeye ve ilk cezaya nazaran daha az ceza almasını sağlamaya yönelik, noksan soruşturma diyecebileceğimiz kanuna aykırılılara dayalı bir bozma kararıdır.

Nitekim, Bölge Adliye Mahkemesi,kararı bozmasına rağmen, aynı zamanda bir milletvekili olan BERBEROĞLU'nun; hakkında adli kontrol tedbirleri uygulanarak dahi tahliyesine karar vermeyerek,onun tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.Bu durum karşısında, dosyayı yenidn ele alacak olan yerel mahkemenin de, bozmaya rağmen BERBEROĞLU'nun en kısa zamanda tahliyesine karar vereceğini,maalesef beklemiyoruz.

Bozma kararı uyarınca,yerel mahkeme yeniden gün belirleyip duruşma açarak;

Siyasi casusluk kastının var olup olmadığını tespit için,daha önce ayrılmalarına karar verilen silahlı terör örgütüne yardım suçundan açılan dava ile bu davanın birleştirilmesine ve bir arada görülmesine karar vererek, casusluk kastının varlığını belirlemek için yeniden bir değerlendirme yapacaktır.

Bozma uyarınca;aynı konuda gazeteci Can DÜNDAR hakkında açılan davanın sonucunda,yerel ağır ceza mahkemesi tarafından, Can DÜNDAR hakkında,davaya konu yayının siyasi veya askeri casusluk maksadıyla yapılmadığı,bu nedenle casusluk suçunun oluşmadığı,suçun vasfının değiştiği,TCK.nun 329/1 maddesi uyarınca gizli kalması gereken bilgileri casusluk kastıyla olmaksızın açıkladığı gerekçesiyle mahkumiyet kararı verdiği ve Can DÜNDAR dosyasının Yargıtay 16.Ceza Dairesinde temyiz incelemesinde bulunduğu,Enis BERBEROĞLU ile Can DÜNDAR'ın yargılanmalarına konu edilen eylemin konusunu oluşturan belgelerin aynı olması,her iki sanığın da bu suçu, suça iştirak iradesiyle birlikte hareket etmek suretiyle işlemiş olduklarının kabul edilmesi nedeniyle, bozmadan sonraki yargılama evresinde,Can DÜNDAR hakkındaki Yargıtay incelemesinin sonucu beklenecek, Yargıtay'ın vereceği karara göre, ya bu iki dava birleştirilecek veya Yargıtayın kararına göre Enis BERBEROĞLU'nun durumu, (casusluk kastı var veya yok şeklinde)yeniden taktir ve tayin edilecektir.Yargıtay Can DÜNDAR hakkında casusluk kastı yok derse,bu değerlendirme Enis BERBEROĞLU hakkında da geçerli olacak ve hakkında müebbed değil, daha az cezayı öngören 329/1 maddeye göre (5 yıldan 10 yıla kadar hapis) uygulama yapılması gündeme gelebilecektir.

Yine İstinaf Mahkemesi bozma kararında; mahkumiyet kararını veren yerel Ağır Ceza Mahkemenin,Enis BERBEROĞLU'nun Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanmak üzere Can DÜNDAR'a verdiği iddia edilen görüntü ve bilgileri, casusluk kastıyla ve maksadıyla verdiğine dayanak yaptığı ve gerekçeli kararında yer verdiği nedeneleri net ve yeterli görmemiş ve özellikle de, “..........en iyi ihtimalle, seçim öncesi hükümeti zora sokarak seçimi kazanmalarının önüne geçilmek istendiği “ ibaresinde yer alan, “en iyi ihtimalle” denilmek suretiyle, suçun unsurları yönünden net bir belirleme yapılmadığı gibi,bir siyasi partinin yurt içindeki seçimleri kazanmasını engellemeye yönelik eylemin,hangi gerekçelerle casusluk suçunun unsuru olduğunun gösterilmediğini,bu nedenle hangi eylemin, suçun unsuru kabul edilerek sanığın sorumluluğunun esa alındığının belirsiz bırakılarak,gerekçelendirilmediğini, bozma nedeni yaptığından, yerel mahkeme bu konuya da doyurucu bir açıklama ve netlik getirecektir.

Enis BERBEROĞLU'nun yargılandığı ve mahkum edildiği davanın konusunu oluşturan ve devlet sırrı niteliğinde olduğu iddia edilen bilgi ve görüntülerin,suç tarihi olan 29.5.2015 tarihinden önceki bir tarih olan 21.1.2014 tarihinde,Aydınlık Gazetesinde görüntülü olarak yayınlanması iddiasıyla,İstanbul C.Başsavcılığında devam eden başka bir soruşturmaya ilişkin dosyanın, Enis BERBEROĞLU'nu yargılayarak mahkum eden yerel mahkeme tarafından istenerek incelenmediği belirlenmiş olup, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi, bu soruşturma dosyası getirtilerek, 21.1.2014 tarihinde Aydınlık Gazetesinde yayınlanan haber ve görüntülerin, dava konusu görüntülerin bir parçası olup olmadığının,aynı olaya ilişkin olup olmadığının tespit edilerek bu tespitin gerekçede gösterilmesinin gerektiği,sırın daha önce ifşa edilmesinin kabulü halinde, gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla ifşa suçunun unsurlarının oluşmayacağı,bu taktirde eylemin, ifşa değil temin etme suçu yönünden değerlendirilmesinin gerekeceğini, yerel mahkemenin bu gerekliliği yerine geirmeden hüküm kurmasının, kanuna aykırı olduğunu açıklayarak bu noksanlığı da bozma nedeni yaptığından, yerel mahkemenin bozmadan sonraki yargılamada bu konuyu da inceleyerek bir tespit yapması ve bu tespite göre eylemin gizli kalması gereken belge ve bilgileri ifşa (açıklama) mı,yoksa sadece temin mi olduğunu yeniden değerlendirecektir.

Bu açıklamalarımız göstermektedir ki,bozma kararı ölümü gösterip,sıtmaya razı eden bir karar olup,Enis BERBEROĞLU'na atılı bulunan eylemin;devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk maksadıyla ifşa etme suçundan, daha az bir cezayı gerektiren, salt olarak sadece bu bilgileri ifşa (açıklama) suçuna veya bu bilgilerin daha önceki tarihte Aydınlık Gazetesinde yayınlanan bilgilerle örtüşmesi halinde,eylemin sadece bu bilgileri temin etme suçunu oluşturduğunun hüküm altına alınacağı kuvvetle muhtemeldir.

Sonuç olarak, bozma kararının getirisinin, bir beraat kararı olmayacağı görülmekte olup, Enis BERBEROĞLU bu nedenle bozma kararı ile birlikte tahliye edilmemiştir.

Burada bir hukukçu olarak üzülerek beyan etmeliyiz ki;bir yüksek mahkeme olan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesinin, tutukluluk halinin devamı kararının gerekçesine baktığımızda,yüksek mahkemenin; külliyen hukuka,yasaya ve tutuklama kurumunun amacına aykırı bir ekilde,tutuklama kurumunu; istisnaen başvurulabilen bir emniyet tedbiri olarak değil, bir ceza infaz kurumu olarak gördüğünü ve tutuklamayı, ileride kesinleşmesi muhtemel bir cezanın peşinen ifazına geçilen,sanığı rehin alan bir kurum olarak değelendirdiğini ve aynı zamanda bir milletvekili olan,kaçmayacağını yargılama eansında somut eylemleriyle gösteren Enis BERBEROĞLU'nun yargısız infazına başlandığını gözlemlemekteyiz. 12/10/2017


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

9 Ekim 2017 Pazartesi

KILIÇDAROĞLU ADAY OLACAĞINI AÇIKLAMAK ZORUNDADIR




Bu makalemizi çok öncelerden yazmayı planlamış olmamıza rağmen,kısa bir süre yazmaya ara vermemiz ve araya daha önemli ve güncel başka konuların girmesi nedeniyle bugünlere geldik.

Eskişehirin başarılı Belediye Başkanı Yılmaz BÜYÜKERŞEN'in Sözcü'ye verdiği bir demeç üzerine, bu makalemizi yazıyoruz.

Peki, Sayın BÜYÜKERŞEN Sözcü'ye konuşurken neler söylemiş bir ona bakalım.

2019 Cumhurbakanlığı seçimi için adı geniş bir kitle tarafından sıkça dile getirilen BÜYÜKERŞEN; Sözcü'nün,Cumhurbaşkanlığına aday olacak mısınız sorusuna verdiği cevap'da, Cumhurbaşkanlığına aday olmadığını açıklamış ve ekleyerek, Cumhurbaşkanlığı adaylığının Kemal KILIÇDAROĞLU'na yakışacağını dile getirerek çok yerinde ve doğru bir cevap vermiştir.

Biz de Sayın BÜYÜKERŞEN'e katılıyoruz ve verdiği yerinde ve olması gereken cevabı nedeniyle kendisini kutluyoruz.

CHP Genel Başkanı Sayın KILIÇDAROĞLU; Cumhurbaşkanlığına aday olmak ve bunu da bir an önce kamuoyuna açıklamak zorundadır.

Sayın KILIÇDAROĞLU; şu anda, ülkenin ikinci partisi olan ve ana muhalefet partisi konumundaki Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Başkanıdır.Parlamenter sistem devam ediyor olsaydı,Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklamamasının bir anlamı,haklı nedeni ve mantığı olurdu,Zira,Paralmenter Sistemde Cumhurbaşkanlığı sembolik ve protokol makamı olup, iktidara talip olan partilerin genel başkanlarının hedefledikleri makam ve koltuk, yürütmenin başı olan ve tüm yetkileri elinde bulunduran,karar ve icraat makamı Başbakanlıktır.

Oysa ki, 16.Nisan.2017 de yapılan halk oylamasıyla yürürlüğe giren anayasa değişikliği ile Türk tipi Cumhurbaşkanlığı(Başkanlık) sistemine geçilmiş ve başbakanlık makamı ortadan kalkarak, ülkenin yönetimi ve tüm yürütme yetki ve sorumlulukları, 2019 yılında seçilecek olan Cumhurbaşkanına verilmiştir.

Sayın KILIÇDAROĞLU; niçin CHP'nin başına geçerek Genel Başkan olmuştur ve bu koltuğu bir başkasına bırakmamaktadır?Herhalde çile çekmek için değil, seçim kazanarak ülkenin yönetiminin başına geçmek için.

Sayın KILIÇDAROĞLU, zaman zaman yaptığı konuşmalarında, seçilirse dört yıl içinde ekonomiyi düzelteceğini ve terörü önleyeceğini, aksi halde siayasetten çekileceğini dile getirmektedir.O kadar ki, bunları CHP olarak değil,kendisini ve şahsını kastederek, tekil şahıs olarak söylemektedir.

O zaman Sayın KILIÇDAROĞLU'na buradan soruyoruz, kardeşim sen Cumhurbaşkanlığına aday olmayacaksan, şayet Cumhurbaşkanlığını bir başka CHP adayı kazanırsa, sen eknomiyi nasıl düzelteceksin, terörü nasıl önleyeceksin?

Bu söylemlerde bir çelişkinin olduğu açıktır.Bu tür çelişkiler, KILIÇDAROĞLU'nu kendisinin ve CHP'nin kamuoyundaki samimiyetine ve inandırıcılığına gölge düşürür,bundan da hem kendisi,hem de partisi zarar görür.

CHP'nin ve KILIÇDAROĞLU'nun; parlamenter sisteme olan bağlılıklarının haken devam ediyor olması ve ellerine imkan geçtiğinde, ilk fırsatta parlamenter sisteme yeniden dönüş yapacaklarına ilişkin vaatleri de, 2019 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Cumhurbaşkanlığına aday olunmasına, siyasi etik olarak engel değildir.

KILIÇDAROĞLU, adaylık konusundaki gerçek ve kesin niyetini samimi olarak en kısa zamanda kamuoyu ile paylaşmak zorundadır,neden korkuyor ve çekiniyor anlamak mümkün değil, ülkeyi yönetme konusunda kendisine güvenemiyor mu yoksa?

AKP Genel Başkanı şimdiki Cumhurbaşkanı ERDOĞAN,2019 seçimlerinde de aday olduğunu göğsünü gere gere açıklamakta,bu koltuğa yeniden oturmak için elinden gelen gayreti göstermeye şimdiden başlamış bulunmaktadır.

Keza,Sayın Meral AKŞENER'in liderliğinde kurulacak olan ve henüz adı sanı dahi belli olmayan,kurucularının tümü açıklanamayan, ana rahmindeki bir cenin konumunda olan yeni parti dahi; Cumhurbaşkanı adaylarının,partinin kurucu genel başkanı Meral AKŞENER olacağını, alınları açık bir şekilde kamuoyu ile paylaşmışlardır.Doğal olanı da budur.

Bu itibarla, ana muhalefet CHP'nin Genel Başkanı Sayın KILIÇDAROĞLU'nun da, 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olduğunu kesin bir dille açıklamaktan başka bir seçeneği yoktur.Başka bir aday düşünmesi veya bu görüntüyü vermesi halinde,liderliğinin tarışılır hale geleceğini unutmamalıdır.Adının yıpranmaması için henüz adaylığını açıklamadığı gerekçesi, haklı ve yerinde bir gerekçe olamaz.Kendisine güvenemiyorsa, bir an önce seçimli olağanüstü kurultayı toplayarak, CHP Genel Başkanlığı koltuğunu, kendisini Cumhurbaşkanlığı adaylığına layık bulan, özgüveni yüksek değerli bir partiliye bırakmalıdır. 09/10/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

7 Ekim 2017 Cumartesi

KANAL İSTANBUL'UN YAPIMINDA ISRAR ETMEK MİLLETİMİZE İHANETTİR




AKP Genel Başkanı,partisinin Afyon kampında yaptığı konuşmasında;bizim için Kanal İstanbul çok önemli,zira Kanal İstanbul ile dünyada Süveyş Kanalı nasıl anılıyorsa,Panama Kanalı nasıl anılıyorsa, ki bunlar bizimle mukayese edilecek ükeler değil,biz de şu anda Kanal İstanbul'la dünyaya aslında yeni bir marka olarak ses vereceğiz,inşallah bunun da adımını çok kısa zamanda atıyoruz,atacağız demiş.

AKP Genel Başkanı yanılıyor,Kanal İstanbul ile karşılaştırdığı ve dünyanın andığını iddia ettiği Süveyş Kanalı ile Panama Kanalı'nın, Kanal İstanbul ile mukayese edilmesi ve bu iki kanalın, Kanal İstanbul'un yapımı için ilham gösterilerek örnek alınması,yanıltıcı,gerçeklerle örtüşmeyen akla ziyan bir yorumdur.

Siz Kanal İstanbul ile Süveyş ve Panama Kanallarını nasıl aynı kefeye koyabilirsiniz?Sizin; biraz coğrafya ve Süveyş Kanalı ile Panama Kanalı'nın ticaret yollarını kısaltarak zamandan ve ekonomiden tasarruf sağlayan, bu nedenle de yapımları ait oldukları ülkeler ve tüm dünya ülkeleri için gerekli ve faydalı olan kanallar olduklarına ilişkin bilginiz varsa, ülkemiz ve dünya ekenomisine hiçbir katkı sağlamayacak, doğalı (İstanbul Boğazı) varken, milyarlarca doları toprağa gömerek sunni bir şekilde ikinci bir kanalı (Kanal İstanbul'u) yapmaktan derhal vaz geçersiniz.

Süveyş Kanalı’nın dünyânın ekonomisine mühim katkıları olmuştur. Süveyş Kanalı ile Akdeniz ile Kızıldeniz birleştirilmiş,kıtalar birbirine bağlanmış,Avrupa'dan Doğu Afrika ve Asya'ya ve Okyanuslara daha kısa güzergah sağlanmıştır.

Süveyş Kanalı;bu kanalı kullanmak suretiyle, Avrupa ülkelerinin ticaret gemilerini Ümit Burnu'nu ve Afrika sahillerini bir baştan öbür başa kadar dolaşmaktan kurtarmış ve deniz yolunu önemli oranda kısaltmıştır.Süveyş Kanalı bu nedenle anılmakta ve önemsenmektedir.

İnternetten edindiğimiz bilgilere göre bir örnek verecek olursak;Londta'dan Karaçi'ye gitmek için Süveyş Kanalı yolunu tercih eden bir gemi,9880 Km. Ümit Burnunu dolaşarak giden bir gemi 17.400 Km yol kat edecektir ki, bu da göstermektedir ki; Süveyş Kanalı, Londra Karaçi arasını 7520 Km kısaltarak, nakliye ücretlerini ve dolayısıyla da bu yolu takip edn gemilerle taşınan malların maliyetini azaltmaya yardımcı olarak ekenomiye parasal ve zaman olarak katkı sunmuştur.Süveyş Kanalı'nın dünya ekonomisine yönelik bu katkısının yanında, bu kanaldan geçen gemilerden alınan ücretler yoluyla Mısır'ın bütçesine önemli bir katkıyı da sağlamaktadır.

Tayyip Bey'in, yapımını savunduğu Kanal İstanbul ile mukayese ettiği Panama Kanalına gelince;Orta Amerikanın en güney ülkesi Panama topraklarının içinde yer alan bu kanal,Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanusu birbirine bağlayan bir su yolu olup, internetten temin ettiğimiz bilgilere göre, Amerika'nın New York'undan San Francisco'ya giden bir geminin,Panama Kanalını kullanması halinde 9.500 Km yapmasına karşılık,bu kanal açılmadan Horn Burnu'nu kullanmak zorunda kalan bir gemi ise, aynı yerler arasında 22.500 Km yol katetmek zorunda kalmıştır.Bu örnek de Panama Kanalının sosyo ekonomik önemini göstermekte olup,bu kanal sayesinde Panama halkının refah seviyesi de yükselmiştir.

Gelelim,Tayyip Bey'in yapımında ısrarcı olduğı Kanal İstanbul'a; şayet yapılırsa, bu kanal'ın; İstanbul'a,ülkemizin diğer şehirleriyle yörelerine ve de bizim dışımızdaki dünya ülkelerine sosya ekonomik ne katkısı ve faydası olacaktır?

Bize göre; genel anlamda ülke ekonomisine,ülkemizin ve dünyanın deniz ticaretine ve deniz ulaşımına, ülkemizin ihracatına,turizmine,İstanbul Boğazının deniz trafiğine hiçbir yarar sağlamayacaktır.

Buna karşılık; ülkemizin bütçesine,diğer yörelerimizin kalkınmasına ve gelişimine, İstanbul'un doğal dengesine,yapılaşmasına,yönetilmesine,İstanbul ilinde oturan ve oturmayan ülkemizdeki tüm orta tabaka ve yoksul halk kesimine ekonomik zararları olacaktır.

Büyük bir ihtimalle yap işlet devret yoluyla yapılacak olan bu kanal inşaatı sayesinde, yine havuz müteahhitleri zengin edilecek,müteahhitlere verilecek bazı devlet garantileriyle, bundan önce yap işlet devret metoduyla yapılan köprü ve yollarda olduğu gibi,İstanbul'da yaşasın yaşamasın tüm fakir halkımızın vergilerinden oluşan devlet hazinesi, inşaatı yapan müteahhitlere peşkeş çekilecek, Kanal İstanbul, zaten aslı ve doğal'ı hemen yanıbaşında olan ve Karadenizle Marmara'yı birleştiren İstanbul Boğazı nedeniyle,Karadenizle Mamara Denizini birleştirme gibi yeni bir işleve sahip olmayacak, Panama ve Süveyş Kanalları gibi, dünya ticaretinde deniz yollarını kısaltma,sahip olduklara ülkelere ek bir gelir temin etme gibi bir fayda sağlamayacak,kanal çevresinde ve yakınında bulunan doğa tahrip edilecek,bu alan imara açılarak kanal etrafında ve çevresindeki arazilere sahip olan kişilere büyük rantlar sağlanacak, kanal boyunca yapılacak olan lüks konutlar, araplara satılarak,İstanbul iyice yabancılaştırılacak,zaten kanserleşen ve olduğundan fazla büyüyen ve genişleyen,bu nedenle artık idare edilemez büyük bir köy haline gelen, trafiğiyle ve alt yapısıyla büyük sorunlar yaşayan İstanbuldaki halk,bir kat daha büyüyecek ve şişecek, bu nedenle tamamen idare edilemez hale gelecek olan İstanbulda, bugün olduğundan daha kötü belediye hizmetleri alacak,İstanbul artık yaşanamaz bir kent haline gelecektir.

Ülkenin tüm parasal birikimleri, Kanal İstanbul ile bu bölgede yükselecek olan bina ve gökdelenler yoluyla toprağa gömülmeye devam edecek, ülke ekonomisine saman alevi gibi çok sınırlı ve gelip geçici bir katkı sağlayan İnşaat sektörünün aktörleri,daha da zenginleşecekler, makro düzeyde ise, ülke ekonomisi, üretememe, katma değer yaratamama,bu nedenle de ödemeler dengesinde açık verme sıkıntısını, daha yoğun bir şekilde yaşamaya devam edecektir.

Bize göre, Kanal İstanbul'un yapımında inat edenler, İstanbul'a,İstanbul halkına,tüm Türkiye'ye ve Türkiye insanlarına ihanet içindedirler.07/10/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




5 Ekim 2017 Perşembe

AKIL HOCALARI KİM ACABA?



Gerçekten merak ediyoruz,AKP Genel Başkanı'nın akıl hocaları ve danışmanları kimler acaba?

Nisan ayında yapılan Anayasa referandumundan şaibeli bir şekilde kıl payı evet oyu çıkmasına ve Tayyip Bey amacına ulaşmasına rağmen, özellikle en başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, bazı büyük şehirlerde hayır oyunun evet oylarından fazla çıkmasını,kendisine bir güvensizlik oyu olarak değerlendiren Tayyip Bey, referandumu kazanmasına sevinemedi, bu sonuç bana bir uyarıdır diyerek,yaklaşan 2019 Cumhurbaşkanlığı ve genel milletvekili seçimlerinde başarılı olarak, kayba uğradığı bu büyük şehirlerdeki eski oy gücüme kavuşmak için ne yapmalıyım diye düşünmeye başladı.

Karşı karşıya kaldığı olası bir seçim yenilgisi riskinin farkında olarak,yaptığı konuşmalarında,eski oy oranlarının geçerli olmadığını, %50 artı bir oy almalarının gerekliliğini, kendi tabanına açıklamak ve onları uyarmak zorunda kaldı.

Bir yandan da,sanırız akıl hocalarına ve danışmanlarına da danışmış ve onlardan ne yapılması konusunda görüş almış olmalıdır.

Sonra birden bire,partide bir metal yorgunluğundan bahsedilerek, büyük şehirlerdeki oy kayıpları, bu metal yorgunluğuna bağlandı ve parti teşkilatında bir yenilenmeye gidilmesine karar verildi.

AKP ve onun genel başkanı, iktidara ve bu makamlara belediyelerdeki başarılı hizmetlerinden dolayı geldiklerini değerlendirerek,yenilenmeye belediyelerden başlayarak, en başta İstanbul olmak üzere, kendisince parti için sakıncalı gördüğü belediye başkanlarını istifaya zorlayarak, koltukların yeni yüzlere teslim edilmesinin önü açıldı, ilk olarak İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı istifaya zorlandı ve koltuğunu bir başka partileye bırakmak zorunda kaldı.Arkasından,Düzce Belediye Başkanı istifa ettirildi,şu anda da, en başta Ankara olmak üzere beş büyük ilin belediye başkanlarının istifaya zorlanacakları dedikodusu basında yer almaya başladı.

Bize göre bu taktik, çok yanlış ve faydasızdır.Şu anda 2019 seçimlerine ne kaldı ki, siz metal yorgunluğunu gerekçe yaparak, teşkilatınızı ve bazı belediye başkanlarınızı değiştirip yenileseniz de; iki nedenle 2019 seçimlerinde bu değişimden olumlu bir sonuç alamazsınız.

Birinci neden; parti, halk desteğini kaybederek başarısızlığın sinyallerini vermeye başlamışsa,bunu sadece teşkilatın ve belediye başkanlarının metal yorgunluğu ile açıklayamazsınız.Gerçekten bir metal yorgunluğu varsa, bunun en büyük sorumlusu o partinin genel başkanıdır.Balık baştan kokar sözü boşuna söylenmemiştir.

Ana muhalefet partisinden örnek alınız,CHPseçim kazanamadıkça fatura kime çıkarılıyor,Tayyip Bey bu konuda kime yükleniyor,CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'na yüklenmiyor mu, seçim kazanamıyorsun koltuğu bırak git denmiyor mu,parti içinde de fatura genel başkana çıkarılarak, genel başkanı değiştirmek için olağanüstü kurultay çağrıları yapılmıyor mu?

CHP söz konusu olduğunda; en başta Tayyip Bey olmak üzere, partilisi ve partisizi tüm Türkiye,başarısızlığın ve oy kayıplarının faturasını CHP genel başkanına kestiğine göre, referandum da sinyallerini vermeye başlayan AKP'deki olası bir oy ve iktidar kaybının baş sorumlusu partinin genel başkanıdır.Bu her alanda böyledir, futbolda da başarısıszlığın fatıturası takımın başındaki teknik direktöre kesilir ve gerekirse takımdan uzaklaştırılarak yerine yeni bir hoca getirilir,doğrusu da budur.

Kaldı ki; CHP de parti içi demokrasi vardır,biat kültürü yoktur,AKP de ise katı bir parti ve lider disiplini var olup, parti içi demokrasiden eser yoktur,lider tek bilen ve karar alan kişidir,biat kültürü hakimdir.Tayyip Bey'in metal yorgunluğuna uğradıklarını söylediği teşkilat ve belediye başkanları, bizzat Tayyip Bey'in oluru ile belirlenmiş ve örneğin en başta İstanbul,Ankara,Antalya olmak üzere bu şehirlerin gölge belediye başkanı da Tayyip Bey'in kendisidir,onun haberi olmadan bu illerimizde büyük imar değişiklikleri ve yatırımlar yapılamaz.2013 de eski şehircilik bakanı da istifa ederken,o zaman başbakan olan Tayyip Bey ne emrettiyse onları yaptığını itiraf etmiştir.

Dememiz o ki;İstanbul ve diğer AKP'li belediye başkanlarının,halkın hoşuna gitmeyen ve AKP'den soğumalarına neden olan hatalı icraatları varsa,parti üst yönetimi sorumluluktan kaçamaz,metal yorgunluğu olarak nitelendirilen olumsuzluklardan onlar da baş sorumludur.Bu başkanlar, özellikle AKP Genel Başkanının yakın takip ve gözetimi altında görev yaptılar.Belediye başkanlarının kellesini isteyerek ve alarak sorumluluktan kaçmak, asla mümkün değildir.O dönemler geride kaldı,Osmanlı da belki öyleydi,şimdi, Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, herkesin hesap vereceği demokratik bir hukuk devletidir.

İkinci neden; metal yorgunluğunu öne sürerek, bu yorgunluktan kaynaklı olarak,partinin başarısızlığını kamuoyu ile paylaşarak,partinin başarısızlığını dillendirmek, zamanlama olarak yanlıştır,seçimlere az bir zaman kalmıştır,yorgunluk olarak ifade edilen partideki olumsuzlukların telafisi, bu vakitten sonra çok zordur, AKP, sözüm ona öz eleştiri ve yenilenme adına, maçın son çeyreğinde gol yiyen futbol takımı gibi,kendi kalesine gol atarak gol yemiştir.

Doğaldır,hata yapmadan maç kaybedilmez. 05/10/2017

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu