25 Aralık 2013 Çarşamba
ŞAHASER BİR KOMEDİ OYUNU
BÜYÜK
KOMEDİ ŞAHASERİ; OYUNUN ADI, "SORUŞTURMANIN ÖNÜNÜ AÇMAK İÇİN İSTİFA
EDİYORUZ", BU KOMEDİ OYUNUNU MUTLAKA SEYREDİN.BU OYUNDA, ADLARI
YOLSUZLUK VE RÜŞVET İDDİALARINA KARIŞAN BAKANLARDAN İKİSİNİN,
SORUŞTURMAYI YAPAN POLİS MÜDÜRLERİNİ GÖREVLERİNDEN ALIP, SORUŞTURMAYA
GÖLGE DÜŞÜRDÜKTEN,ADLİ KOLLUK YÖNETMELİĞİNİ DEĞİŞTİREREK SAVCILARI
ÇALIŞAMAZ HALE GETİRİP,YARGI BAĞIMSIZLIĞINI AYAKLAR ALTINA ALDIKTAN,
BAŞBAKAN İLE DEVLET ADINA PAKİSTAN RESMİ ZİYARETİNDE BULUNARAK, İKİ
ÜLKE ARASINDA YAPILAN EKONOMİK ALANDAKİ GÖRÜŞMELERE KATILIP, ANLAŞMALARA
İMZA ATTIKTAN VE SORUŞTRMA OPERASYONUNUN ÜZERİNDEN SEKİZ KOCA GÜN
GEÇİP, NEREDEYSE İDDİANAME DÜZENLEME AŞAMASINA GELİNDİKTEN SONRA,
SORUŞTURMALARIN ÖNÜNÜ AÇMAK GİBİ, İNSANLARI ENAYİ YERİNE KOYAN ÇOK KOMİK
BİR GEREKÇEYLE İSTİFALARINI AÇIKLAYAN İKİ BAKANIN TRAJİKOMİK
DURUMLARIYLA, BU AKIL ALMAZ KOMEDİYE İMZA ATANLARI HALA EL ÜSTÜNDE TUTAN
KİŞİLERİN, BU AKIL ALMAZ TUTUM VE DAVRANIŞLARINI İZLEYECEKSİNİZ.BU
OYUNU SEYRETMEK HERKESE BEDAVA, AÇIN BİGİSAYARLARINIZI, AÇIN
TELEVİZYONLARINIZI, İSTER GÜLEREK, İSTER AĞLAYARAK,İSTERSENİZ, HEM
AĞLAYIP HEM DE GÜLEREK İZLEYİNİZ, AMA MUTLAKA İZLEYİNİZ.
22 Aralık 2013 Pazar
TAYYİP BEY'İN SON ÇIRPINIŞLARI
Tayyip Bey; son
kozlarını oynuyor ve son çırpınışlarını yapıyor.
Can havliyle
kendisini meydanlara atmış ve yalan yanlış konuşuyor ve
konuştukça iyice dibe battığının farkında değil.
Kendisine %50
oranında oy vererek destek çıkan, gerçeklere
gözlerini tıkamış olan seçmenden, hala medet umup,
onları yardımına ve iktidarının bulaştığı yolsuzluk ve
rüşvet iddialarını sandıkta aklamaları için yardıma
çağırıyor.
En iyi
savunmanın, taarruz olduğunu düşünerek, %50' yi yanında
tutabilmek ve kendisini mağdur gösterebilmek için, sanki
kendisinin bilgisi ve onayı dışında oluşmuş gibi lanse ederek,
devleti saran ve işgal eden çetelerin var olduğunu, bu
yolsuzluk ve rüşvet iddia ve soruşturmalarının o çetelerin
işi olup, o çetelerin maksatlarının, kendisine oy ve
destek veren %50'yi yok sayarak, başında bulunduğu AKP iktidarını
devirmek olduğunu, ifade etmeye çalışıyor.
Kolay değil,
Allah, kimsenin başına, hatta düşmanımın başına vermesin!
Kendini en
güçlü hissettiğin, Cumhurbaşkanlığını garanti
ve çantada keklik gördüğün, daha Cumhurbaşkanı
seçilmeden, Cumhurbaşkanı seçildiğinde, Atatürk'e
inat, Atatürk'ün hatıralarının bulunduğu Çankaya
Köşküne çıkmayarak, Atatürk Orman Çiftliğini
tarumar ederek ve halktan gizleyerek inşaatına başlattığın,
bugünlerde bitme aşamasına gelen, halktan tecrit edilmiş,
Amerikadaki Beyaz Saray örneği ve hatta Beyaz Saray'ı fersah
fersah geride bırakacak özellikte ve güzellikte, en modern
elektronik haberleşme ve dinleme cihazları ve elektronik
korumalarla donatılmış, devlet içinde devlet konumundaki
özel malikaneden, Türkiye Cumhuriyetini kendi bildik
usullerinle yönetme hazırlığı içindeyken, iktidarını
ve gücünü yok edecek olan, kendine destek çıkan
%50' nin desteğini kaybetme riski ile karşı karşıya kalmak,
insanın, doğru düşünme ve gerçekleri görme
melekelerinde bir tahribata yol açabilir. Bu nedenle, Tayyip
Bey'e karşı bir empati yapıyor ve onu anlamaya çalışıyoruz!
Ancak, Tayyip
Bey; devlete sızan ve saran çetelerden dem vururken, hırsızın
hiç mi suçu yok diyerek, somut delillerle ve ele geçen
çok yüklü rüşvet paralarıyla açığa
çıkmış bulunan, kendisinin dört bakanının da
adlarının karıştığı yolsuzluk ve rüşvet iddialarını,
az da olsa, ciddiye alarak, adları suça bulaşmış olan
bakanlarını derhal istifa ettirseydi, seçmenlerine karşı
daha bir samimi ve inandırıcı konumda olmaz mıydı?
Yukarıda
belirttiğimiz gibi, Tayyip Bey; çok yüksek beklentiler
ve umutlar içindeyken, habersiz ve çok sürpriz bir
şekilde, hiç ummadığı bir anda, kendi bakanlarının
adlarının da karıştığı yolsuzluk ve rüşvet iddia ve
soruşturması karısında sarsılmış, yapması gereken doğru
hamleleri yapabilme yeteneğini kaybederek, çareyi karşı
taarruzda arayarak, hayatının en büyük hatasını yapmış
bulunmaktadır.
Teşbihte
hata olmaz. Yaşadığımız şu son bir haftalık süreyi, yoğun
bakımda baygın olarak geçirdikten sonra, biraz iyileşip
kendisine gelen ve bugün servisteki yatağına alınan bir hasta
vatandaşımız; sadece, tek yanlı ve iktidarın güdümünde
yayın yapan yandaş medya' nın gazete havadislerini okuyup, yandaş
televizyon kanallarını izleyerek, Tayyip Bey'in, gerçekleri
görmezlikten gelen meydan konuşmalarını dinlese;
Tüm devlet
kadrolarının ve kurumlarının, sanki Tayyip Bey'in bilgisi
dışında, suç örgütü ve çeteleriyle
işgal edilmiş ve devletimizin sağlıklı çalışamaz hale
getirildiğini,
En başta
İstanbul emniyeti olmak üzere, ülkenin tüm emniyet
birimlerinin, illegal çeteler tarafından işgal edildiğini,
yargının tamamen çürüdüğünü ve
çöktüğünü, devletimizi gizlice işgal
eden çeteye mensup savcılarımızın ve mahkemelerimizin,
savcılarımız adına ve onların emir ve talimatlarıyla adli
kolluk görevlerini yapan polis ve polis müdürlerimizin;
Anayasaya, Ceza ve Ceza Muhakemesi Yasalarımıza aykırı olarak,
başına buyruk ve keyfi işler yaptıklarını, mevcut olan çok
sağlam delillere rağmen, bakanlık koltuğuna kadar gelen
kişilerin dahi adlarının karıştığı illegal suç örgütü
ve çetelerinin, yolsuzluk ve rüşvet suç
dosyalarını, delillerini de yok ederek, hiçbir işlem
yapmadan kapattıklarını, suç işleyen çete
mensuplarının, ellerini kollarını sallayarak, serbestçe
dolaşmalarını sağladıklarını, tüyü bitmemiş
yetimlerin haklarının çiğnenmesine neden olduklarını,
İçlerinde
bakanların da bulunduğu iddia edilen bu yolsuzluk ve rüşvet
suçlusu çete mensuplarının, devleti işgal eden çete
mensubu savcılarımız ve emniyet müdürlerimiz tarafından
kayrılarak, suçlarının takipsiz bırakılmasına çok
kızan ve içerleyen Başbakanımız Tayyip Bey'in çileden
çıkarak, tüm emniyet birimlerimizi, ülke çapında,
tüm kötülüklerden arındırmak için hallaç
pamuğu gibi dağıtmak zorunda kaldığını, hatta tüm bu
kötülüklerin merkezi olan İstanbul Emniyet
Müdürlüğüne, tarafsızlığından, adalet
duygusundan hiç şüphe etmediği, yolsuzluk ve rüşvet
gibi çirkinliklerden son derece tiksindiğinden ve içlerinde
bakanlar da olsa, en ufak bir yolsuzluk ve rüşvet iddiası
karşısında, ucu Tayyip Bey'e dahi dayansa, gözünü
kırpmadan derhal gereğini yapacağından adı gibi emin olduğu ve
kendisine çok güvendiği bir ilimizin valisini, hem de
tenzili rütbe ederek, İstanbul ilimize emniyet müdürü
olarak atanmaya razı ederek, bu yeni emniyet müdürünü,
bir an önce yolsuzluk ve rüşvet çeteleriyle
uğraşmaya başlaması için, kendi özel uçağı
ile derhal İstanbul'a getirme fedakarlığında bulunduğunu,
Tayyip
Bey'in; kendi bazı bakanlarının da adlarının karıştığı bu
yolsuzluk ve rüşvet iddialarının delillerini yok ederek
kapatmaya çalışan ve devleti işgal eden çeteler
adına faaliyet gösteren savcılarımızı da, Anayasamızın
güçler ayrılığı ilkesini dahi gözü
görmeyerek, meydanlardan çok ağır şekilde eleştirip
uyarmak zorunda kaldığını, savcılarımızın, kendisi tarafından
çok iyi bilinen bazı kirli işlerini açıklama tehdidi
ile yasalardan uzaklaşan ve yolsuzlukları kapatan savcılarımızı
yola getirme çabası içine girdiğini,
Zannedecek.
Oysa ki,
hastamız gerçeklerin hiç de öyle olmadığını,
tamamen tersi olduğunu bir öğrense ve bilse, belki de, tekrar
yoğun bakımlık olacak ve derhal yoğun bakıma alınacak.
Tanrım, bu
yazıyı zor bitirdik, yazarken içimiz sıkıldı, bu olup
bitenler karşısında, AKP iktidarının sergilediği akıl almaz,
hukuk dışı, olumsuz tavır ve uygulamalarına hiç de layık
olmayan ülkemizi ve milletimizi sen koru, aklımıza mukayyet
ol, seçmenlerimizin gözlerini açarak, özellikle,
AKP iktidarının; her olumsuz icraatını meşrulaştırmak için,
sadece sandığa indirgediği demokrasi adına ve milli irade
safsatasıyla kendilerine sığındığı % 50'ye , doğruları ve
gerçekleri görmelerini ihsan eyle. 22/12/2013
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu
Üyesi Avukat
18 Aralık 2013 Çarşamba
ÇÖKEN KOALİSYONUN LEŞİNDEN YAYILAN PİS KOKULAR
Cemaat yanlısı
olduğunu gizlemeyen AKP Milletvekili Hakan ŞÜKÜR'ün, bir gün
önce AKP' den istifa etmesiyle işareti verilen, sızan bilgilere
göre, AKP'li üç bakanın da oğulları vasıtasıyla isimlerinin
karıştığı ve bu üç bakan hakkında savcılar tarafından
doğrudan fezleke düzenlenerek,dokunulmazlıklarının kaldırılması
istemiyle Meclise gönderileceği, İstanbul C.Başsavcılığınca
başlatılan, bir belediye başkanı ve bazı tanınmış iş
adamlarının da isimlerinin karıştığı ve gözaltına
alındınlıkları son yılların en büyük rüşvet ve yolsuzluk
soruşturması ile Gülen Cemaatı ve AKP arasında kurulmuş bulunan
ve devlet organlarının ve bürokrasisinin aralarında pay edildiği
büyük koalisyon, tamamen çökmüş ve çöken enkaz altında kalan
leşten yayılan pis kokular, toplumu sarmıştır.
Ülkemizde,
ileride iktidara gelecek olanlara büyük bir ders ve ibret vesikası
olacak olan başlatılan bu soruşturmanın yankıları sürmekte ve
bütün kamuoyu bu soruşturmaya kilitlenmiş bulunmaktadır.
Halkımız, bu
soruşturmanın konusunu teşkil eden yolsuzluk ve rüşvet
iddialarının, bazı gizli eller tarafından örtbas edileceğinden,
soruşturmayı yürütmekte olan savcıların ve onların emrinde
adli kolluk gücü olarak görev yapmakta olan İstanbul Emniyet
Müdürlüğüne bağlı bazı polis şeflerinin görevlerine son
verileceğinden endişe duymaktadır.
Tam bu
satırları yazarken, açık bulunan televizyonumuzdan şimdi
aldığımız bilgiye göre, İstanbul Emniyet Müdürlüğünün
soruşturmayı yürütmekte olan ilgili beş şube müdürünün
görevlerinden alınarak, yerlerine yeni atamaların yapıldığını
öğrenmiş bulunuyoruz.
Emniyetteki bu
görevden almalar da gösteriyor ki, başlatılan bu rüşvet ve
yolsuzluk soruşturması, AKP iktidarını korkutmuştur. Ancak,
korkunun ecele bir faydası bulunmamaktadır.
Ülkemizde,
Anayasamıza göre, güçler ayrılığı ilkesi geçerli olup,
yargı, sözde de olsa bağımsızdır.Savcılarımız, kendilerine
ulaşan ihbar, iddia ve dellillere göre, soruşturmalarını
tamamlayıp bir sonuca varacaklardır.
Savcıların
emrinde, onlar adına adli kolluk olarak çalışan emniyet
mensupları, gerçekte, yürütmenin kadro ve kuruluşunda ve emrinde
olup, maalesef, ülkemizde doğrudan savcılarımızın kadro ve
kuruluşlarında yer alan ve her şeyleriyle savcılarımızın
emrinde olan adli kolluk teşkilatı bulunmadığı için, siyasal
iktidarlara dokunan bu tür soruşturmaların, emniyet teşkilatında
sıkıntılar yarattığını, biraz önce haberlerden geçen
görevden almalar, açık bir şekilde göstermiştir.
Umarız, bu
görevden almalar, HSYK devreye sokularak, soruşturmayı başlatan
ve sürdürmekte olan savcılarımıza yansıtılmaz.
Emniyet şube
müdürlerinin, aradan yirmi dört saat dahi geçmeden, görevlerinden
alınmaları da, ülkemizdeki demokrasinin üçüncü sınıf bir
demokrasi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu aşamada, henüz
kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı bulunmasa da, birinci sınıf
demokrasilerde, derhal bakanlık görevlerinden istifa etmesi
gerekenler, emirleri altında bulundukları savcıların
talimatlarıyla görevlerini yapan polis şeflerini, tüm kamuoyunun
gözleri önünde, görevlerinden alabilmektedirler.
Tayyip Bey;
soruşturmanın ilk şokunu atlattıktan sonra, Konyada yaptığı
konuşmasında; boyutları ne kadar büyük olursa olsun, aslında
olağan bir rüşvet ve yolsuzluk soruşturması olan ve üç bakan
ile bir belediye başkanı ve bazı iş adamlarının da isimlerinin
karıştığı bu soruşturmayı, devletimize, kendi iktidarına ve
Hükumete yönelik çirkin bir tertip ve darbe olduğu anlamına
gelecek şekilde, çok ağır ve sert sözlerle eleştirme
talihsizliğini göstermiş ve bu soruşturmayı sulandırmak için
elinden gelecek olan herşeyi yapabileceği algısını uyandırmış
ve halkımızın miğdesini bulandırmıştır.
Aynı
metotlarla yapılan soruşturmalarla, haksız bir şekilde Türk
Ordusunun ve Donanmasının gücünün zayıflatılmasına, ses
çıkarmayan ve hatta açıkça destek veren, savcılığa soyunan
Tayyip Bey; başlatılan bu son soruşturma nedeniyle; “yargı
bağımsızdır, bu soruşturma süreci, ucu nereye varırsa varsın
devam etmelidir, adları bu soruşturmaya karışan bakanlarımın da
istifa etmelerini buradan istiyorum” diyememiş ve aksine,
görevlerini yapan, beş emniyet şube müdürünü görevden
aldırmıştır.
Tayyip Bey;
devlet yönetiminde Anayasada ve yasalarda yer almayan bir şekilde
illegal bir düzen oluşturarak Gülen Cemaatıyla fiili bir
koalisyon kurmakla büyük bir hata işlemiş ve aysberg gibi derin
sularda gelişi güzel dolaşmakta olan Gülen Cemaatinin, suyun
altında kalan gizli gücünü yanlış değerlendirerek, sandığa
yansıyacak olan sayısal gücünü az bulduğu Gülen Cemaati ile
mücadeleye girip koalisyonu bozunca, nitelikli gücü fazla olan
cemaat tarafından, kirli çamaşırlar ortaya çıkarılmış ve
çöken koalisyonun enkazı altında kalan leşten, pis kokular
etrafa yayılmaya başlamıştır.
Gülen
Cemaatının yaptığı, etik olmasa da, gecikmiş bir pişmanlığın
ifadesi olarak kabul edilmeli ve her şerden bir hayırlı sonuç
çıkar düşüncesiyle, millet olarak bu soruşturmanın sonucunu
beklemeliyiz.18/12/2013
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir
Barosu Üyesi Avukat
16 Aralık 2013 Pazartesi
SAYIN KILIÇDAROĞLU'NA AÇIK MEKTUP
Sayın
KILIÇDAROĞLU; mektubuma, size iyi uykular dilemekle başlamak
istiyorum. Uyuyan birine başka ne dilenebilir ki?
Sayın
KILIÇDAROĞLU; Zamanın, yirmi dört saat uyanık kalma ve çok
çalışma zamanı olduğunu, ülkeyi, vatanı ve milletiyle bölünme
noktasına getiren, halkı kamplara bölen, düşünce ve düşünceyi
açıklama, toplantı ve gösteri yürüyüşü ve basın
özgürlüklerini yok ederek, ülkemizi ve ülke halkını
demokrasiden ve özgürlüklerden uzaklaştıran, demokrasiyi, sadece
seçim sandığından ibaret sayan ve sandıktan çıktıktan sonra,
Anayasayı ve yasaları bir kenara iterek, ülkeyi keyfi olarak
yönetmeyi yöntem haline getiren AKP iktidarından kurtulmak için,
hayati ve son fırsat olan ve çok yaklaşan yerel seçimler ve hemen
sonra yapılacak olan Cumhurbaşkanı ve genel milletvekili
seçimlerinin, genel başkanı olduğunuz CHP ve ülkemiz için ne
kadar önem arz ettiğini, umarız siz de taktir ediyorsunuzdur.
Sayın
KILIÇDAROĞLU; size, bu açık mektubu yazıp yazmama konusunda çok
düşündük. Zira, sizi ve CHP' yi eleştirmek zorunda kaldığımız
bu açık mektup, belki, oyları bıçak sırtında olan CHP' ye ve
dolayısıyla ülkemize zarar verebilecek,CHP seçmenini
kızdırabilecek ve her şeyden önemlisi de, iktidar partisi AKP'
nin ekmeğine yağ sürebilecektir.
Ancak,
bir durum değerlendirmesi, kar ve zarar hesabı yaptıktan sonra,
bir CHP seçmeni olarak, haddimiz olmadan, sizi eleştireceğimiz bu
mektubu yazmamızın, her şeye rağmen, ülkemizin, sizin ve
partiniz CHP' nin yararı açısından daha ağır bastığı
sonucuna vardığımızdan, bu mektubu yazmak durumunda kaldığımızı,
belirtmek istiyoruz.
Sayın
KILIÇDAROĞLU; lütfen, uyanınız artık.
Tayyip
Bey'i izlemiyor musunuz Allah'ınız aşkına?
Tayyip
Bey, yaklaşan yerel seçimler için, tüm büyük şehirlerimizde
AKP' nin göstereceği adayları belirlemiş ve görkemli miting ve
törenlerle halkımıza açıklayarak, seçim startını vermiş ve
meydanlara çıkmıştır.
Sayın
KILIÇDAROĞLU; bir CHP seçmeni olarak, size ve partiniz CHP' ye
bakıyoruz, seçimlere yaklaşık üç ay kalmış olmasına rağmen,
en başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere, tüm büyük
şehirlerde belediye başkanı adaylarını henüz belirlemediğiniz
gibi, bu konuda hiç de acele etmiyorsunuz.
Acele
işe şeytan karışır derler ama, seçimlere, üç ay gibi çok
kısa bir sürenin kaldığı dikkate alındığında, henüz
adayların belirlenerek halkımızın beğenisine arz edilmemesi,
seçmen tarafından, bize göre, bu konudaki plansızlığın,
dağınıklığın, hazırlıksızlığın, şaşkınlığın ve
kararsızlığın bir ifadesi olarak algılanacaktır.
Seçimlerin
yapılacağı tarih aylar öncesinden belli olduğu halde, hala neyi
düşünüyor ve tartışıyorsunuz?
İstanbul'a
aday göstereceğinizi umduğumuz Sayın SARIGÜL 'ün partiye geri
dönüşü geciktirilmiş, adeta, koskoca CHP' nin SARIGÜL' e muhtaç
konumda olduğu algısının oluşmasına neden olunmuş, bu gecikme
nedeniyle, Gürsel TEKİN aday adaylığını ilan etmek zorunda
kalmış ve partiye geri dönüşü geciktirilen SARIGÜL' ün, bu
yetmiyormuş gibi, aday adaylığını açıklaması da gecikmiş, bu
dağınıklık içinde, İstanbul adayı henüz açıklanamamıştır.
Ankara
adaylığı için, parti grup başkan vekili İNCE'nin ismi geçerken,
bugün (15/12/2013) televizyon haberlerinde yer alan bilgilere göre,
daha önce MHP den aday olan ve CHP' li olmayan bir kişinin, apar
topar partili yapılarak son anda adaylığa hazırlandığını
öğrenmiş bulunuyoruz.
İzmir
Büyük Şehir ve ilçe adaylarının kimler olacağı da, halen
belirlenip açıklanamamıştır.
Sayın
KILIÇDAROĞLU; seçim gününün yaklaşmasına ve AKP adaylarının
belirlenip açıklanmasına rağmen, genel başkanı bulunduğunuz
CHP' nin adaylarının belirlenip açıklanamaması, adayların seçim
propaganda hazırlık ve çalışmalarını sekteye uğratıp,
seçimler için bir olumsuzluk yaratacağı gibi, CHP' nin, ülke
gündemini belirleme konusunda olduğu gibi, aday belirleyip açıklama
konusunda da, AKP' nin gerisinde kalan ve onu takip eden parti
olduğu algısını doğuracak ve bu algı da, CHP seçmeni
üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır.
Sayın
KILIÇDAROĞLU; AKP ve onun lideri Tayyip Bey; atı almış ve
Üsküdar'ı geçmek üzeredir.
Sayın
KILIÇDAROĞLU; Tayyip Bey, yerel seçim olmasına rağmen,
önümüzdeki Mart ayında yapılacak olan Belediye seçimlerinin,
AKP ve kendi geleceği için hayati olan öneminin farkında olup,
devletin her türlü imkanlarını kullanarak, Başbakan sıfatıyla
açılışlar yapmak bahanesiyle, çoktan meydanlara çıkmış ve
bıkmadan, usanmadan, şehir, şehir ve meydan, meydan dolaşarak,
seçim propagandasına başlamıştır. Tayyip Bey, tüm olumsuz
icraatlarına ve ülkenin içinde bulunduğu olumsuz koşullara
rağmen, örgütlü ve disiplinli çalışma sonucunda, bindirilmiş
veya bindirilmemiş kıtalarla meydanları doldurmakta, çoğunluğunu
yandaş hale getirdiği ülkemizin görsel ve yazılı basınını da
arkasına alarak ve gerçekleri de o güzel hitabetiyle çarpıtarak,
en azından, mevcut oylarını muhafaza etme çabasına girdiği
halde, sizi, hala meydanlarda göremediğimizi, salı günleri meclis
grup toplantılarında kapalı kapılar ardında konuşmakla
yetindiğinizi, üzülerek belirtmek istiyor ve haddimiz olmadan bu
konuda sizi uyarıyoruz.
Sayın
KILIÇDAROĞLU; Tayyip Bey, İzmir adayı Binali YILDIRIM'ın
adaylığını açıklamak için İzmir'e geldiği gün yaptığı
konuşmasında, her gittiği yerde olduğu gibi, partiniz CHP' yi
hedefine almış ve 83 yıl geriye dönerek, 1930 yılında, CHP'nin
zulmüne karşı Fethi Bey tarafından Serbest Cumhuriyet Fırkasının
kurulduğunu ve bu partinin, kısa sürede, İzmir halkı tarafından
da büyük ilgi görüp ülke genelinde büyük taraftar kazandığını,
bu durumdan korkan CHP'nin, Serbest Cumhuriyet Fırkasını
kapattırdığını, gerçekleri tahrif ederek iddia etmiş ve Tayyip
Bey, on bir yılı aşkın bir süredir iktidarda olmasına, ülkeyi
bölünme aşamasına getirmesine, demokrasiyi ve özgürlükleri yok
ederek, halka kendisinin zulüm etmesine rağmen, iktidarda CHP
varmış ve ülkeyi bu duruma CHP getirmiş gibi, kendi
başarısızlığını ve zulmünü perdelemek amacıyla, Atatürk
devrimlerinin yerleştirilmeye çalışıldığı 1930 yılların, 83
yıl öncesinin ve tek partili dönemin özel koşulları üzerinden
CHP' ye vurmuş, karşı devrimcilerin ve yobazların istilasına
uğradığı için kapatılmak zorunda kalınan Serbest Cumhuriyet
Fırkasının kapatılmasının sorumluluğunu CHP' ye yıkmış
olup, bir CHP seçmeni olarak, Tayyip Bey'in bu yalanlarına
dayanamayarak, Tayyip Bey'e, yazmış olduğumuz “RTE'NİN SERBEST
CUMHURİYET FIRKASI BENZETMESİ” başlıklı makalemiz ile gerekli
cevabı vermemize rağmen, Tayyip Bey'in bu gerçek dışı ve haksız
eleştirilerine, sizden ve partiniz CHP' den bir cevap verilmediğini,
üzülerek belirtmek istiyoruz.
Sayın
KILIÇDAROĞLU; AKP'li bir bakanın kayınpederi ile AKP'li bir
milletvekilinin eniştesinin adlarının karıştığı ve gazeteci
yazar Uğur DÜNDAR tarafından SÖZCÜ Gazetesinde günlerdir
belgeli olarak haber yapılan ve AKP'li Sağlık Bakanını da
ilgilendiren 112 Acil Servis İstasyonu inşaatlarına ilişkin
yolsuzluk iddialarına, görebildiğimiz kadarıyla, partiniz CHP
ilgisiz kalmış ve bu yolsuzluk iddialarının peşine düşmemiştir.
Bunu da anlayabilmiş değiliz.
Sayın
KILIÇDAROĞLU; Tayyip Bey, her gittiği yerde yaptığı
konuşmalarda, yalan Yanlış partiniz CHP' yi eleştirip diline
doladığı ve halkımızı yanılttığı halde, siz hala oturuyor
ve meydanlara çıkarak, Tayyip Bey'e ve AKP' ye hak ettiği cevabı
verip gerçekleri açıklamıyorsunuz. Oysa ki, koşullar tamamen
sizin lehinizde, AKP' yi eleştirmek ve halkımıza şikayet etmek
için o kadar haklı neden var ki, saymakla bitmez. Bir Gezi Parkı
olayları, barış süreci, PKK ile müzakere, PKK için uygulamaya
konulan fiili af, basın özgürlüğüne getirilen sınırlamalar,
toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğünün kısıtlanması,
uzun tutukluluk süreleri, siyasallaştırılan ve yandaş hale
getirilen yargının hali. Tayyip Bey'in yaptığı gibi, şehir,şehir
ve meydan,meydan dolaşarak, bıkmadan ve usanmadan bu konularda AKP'
nin halka şikayet edilmesi gerekirken, bırakınız meydanlara
çıkmayı, hala belediye başkanı adaylarının dahi belirlenip
açıklanamamasını anlamakta gerçekten zorlanıyoruz.
Sayın
KILIÇDAROĞLU; size, daha yazacak çok şey var ama, daha fazlasına
dilimiz varmıyor. Bu yazdıklarımızı, dost acı söyler,
gerçekler daima acıdır, gerçek dost uyaran dosttur, zararın
neresinden dönülürse kardır sözleri ışığında
değerlendireceğinizi ve bizi hoş göreceğinizi umarak mektubumuza
son veriyor, seçimlerde size ve partinize başarılar diliyor,
saygılarımızı sunuyoruz.15/12/2013
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir
Barosu Üyesi Avukat
13 Aralık 2013 Cuma
RTE' NİN SERBEST CUMHURİYET FIRKASI BENZETMESİ
Tayyip Bey
İzmirde.
Tayyip Bey, şu
anda (13/12/2013) İzmir ve Ege Bölgesi Belediye Başkanı
adaylarının tanıtım töreninde konuşuyor.
Yine, hitabet
sanatını ve gücünü, devletin kendi emrindeki imkanlarını
kullanarak ve gerçekleri tahrif ederek, halka damardan girmeye
çalışıyor. Tabi tüm yandaş televizyonlar da tam kadro bu
konuşmayı naklen yayınlıyorlar.
Cahil olsak, bu
ülkede yaşayan bir vatandaş olarak, ülkemizde olup biten
gerçeklere tanık olmasak, demokrasi ve özgürlük laflarının,
Tayyip Bey'in ağzına hiç yakışmayan kutsal kavramlar olduğunu
bilmesek, biz de ayağa kalkıp, büyük bir coşkuyla, avuçlarımız
patlayana kadar Tayyip Beyi alkışlayacağız ve avazımız çıktığı
kadar, “bu millet seninle gurur duyuyor” diye bağıracağız.
Keşke,
gerçekler öyle olabilseydi.
Tayyip Bey,
İzmir'i alabilmek için, CHP'nin kalesi olan İzmir de yaptığı
konuşmasında, tek parti döneminde CHP'nin zulmüne ve
antidemokratik yönetim tarzına karşı kurulduğunu, halkın
teveccühü nedeniyle, kuruluşundan kısa bir süre sonra da, CHP
tarafından kapattırıldığını iddia ettiği Serbest Cumhuriyet
Fırkası üzerinden, CHP'ye vurmaya çalışıyor.
Çok partili
demokrasiye geçilmesi için, Serbest Cumhuriyet Fırkasının
kuruluşuna öncülük eden, bu partinin kurulmasını öneren ve
onaylayan kişinin, CHP'nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal
ATATÜRK'ün bizzat kendisi olduğu unutulmamalıdır.
Serbest
Cumhuriyet Fırkasının; kuruluşundan çok kısa bir süre sonra
kapatılmasında, ülkenin ve Atatürk devrimlerinin geleceğine
yönelik tehlikeler içeren diğer haklı nedenler yanında, CHP'nin
o dönemdeki faal yöneticilerinin kendi iktidarlarının devamı
için, ATATÜRK'ü etkileyerek önemli bir rol oynamış oldukları,
belki yadsınamaz.
Ancak, Tayyip
Bey'in; şu anda İzmirde yapmakta olduğu konuşmasında, bizzat
Atatürk'ün teşvik ve önerisiyle, onun yakın arkadaşı Fethi Bey
tarafından kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkasına, en başta
İzmirliler olmak üzere, demokrasi ve özgürlüğe susayan
halkımızın sahip çıkarak, bu yeni partiye kuruluşundan itibaren
çok kısa süre içinde büyük teveccüh gösterdiğini dile
getirerek, Serbest Cumhuriyet Fırkası benzetmesiyle, İzmir ve Ege
Bölgesi halkının AKP'ye teveccüh göstermesini ve seçimlerde AKP
adaylarına oy vermesini istemeye, asla ve asla, yüzü ve hakkı
yoktur.
12/Ağustos/1930
tarihinde Atatürk'ün öneri ve onayıyla, Ali Fethi Bey tarafından
kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası, o yılların tek partili
düzeninin yegane partisi olan iktidardaki CHP'nin karşısında yer
alan, bir muhalefet partisidir.
Diyelim ki,
Serbest Cumhuriyet Fırkasının kurulduğu dönemlerde, iktidardaki
CHP, gerçekten, demokrasi ve özgürlükleri kısıtlayan ve halkına
zulmeden bir parti, iktidardaki CHP'ye karşı, Atatürk'ün öneri
ve onayıyla kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası da, gerçekten
özgürlükçü ve demokrat bir partidir.
Şimdi,
demokrasi geleneğinin tam olarak gelişip yerleşmediği,
demokrasinin toplumsal ve siyasal koşullarının oluşmadığı, tek
partili 1930 'lu yıllarda kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası
örneği ve benzetmesi üzerinden, halen muhalefette bulunan bugünün
CHP' sini vurmaya çalışan Tayyip Bey'e soruyoruz;
Şu anda;
ülkemizde tek partili bir düzen ve iktidar da, CHP mi vardır,
iktidardaki CHP, anti demokratik bir yönetim tarzıyla, halkın
özgürlüklerini kısan ve yok eden, halkına zulmeden bir parti
konumunda mıdır?
AKP; şu anda,
tek partili bir düzende iktidarda olan ve baskıcı ve
antidemokratik bir yönetim sergileyerek halkına zulmeden ve onu
özgürlüklerinden mahrum eden CHP'nin zulmune karşı mücadele
etmek amacıyla yeni kurulan ve iktidardaki CHP'ye karşı iktidar
mücadelesi veren bir muhalefet partisi midir?
AKP; şu anda,
2002 yılından bu yana üst üste üç kez seçim kazanan ve ezici
çoğunlukla tek başına iktidara gelerek, ülkeyi tek başına on
bir yılı aşkın bir süredir tepe tepe idare eden ve halen de tek
başına iktidarda olup ülkemizi yönetmeye devam eden bir parti
değil midir?
Ülkemizde,
beğenmediğimiz 1982 darbe Anayasasına dahi tahammül edemeyerk
rafa kaldıran, muhalefet partilerine ve onların yaptığı
muhalefete tahammül edemeyen, düşünce ve düşünceyi açıklama
özgürlüklerini, düşünce ve düşünceyi açıklama
özgürlüklerinin hayata geçirilmesinin olmazsa olmazı olan basın
özgürlüğünü, baskı ve tehditlerle, basın organlarını
yandaşlaştırarak yok eden, toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlüklerini, güvenlik güçleriyle ve onların kullandıkları
toma, tazyikli su, biber gazı ve cop'larla işlemez hale getiren ve
halkına zulmeden, şu anda iktidarda bulunan AKP ve onun lideri olan
kendisi değil midir?
Ülkeyi
bölünmenin eşiğine getiren, halkımızı kamplara bölen, halkın
özel hayatına ve yaşam tarzlarına dayatmalarla müdahale eden,
yasama organını iktidar partisinin özel hizmetine sunan,yasama
organının iktidarı denetleme hakkını yok eden, yargının
bağımsızlığını asgari düzeye indiren, tek parti dönemini
aratacak şekilde oteriter bir yönetim tarzı uygulayan, demokrasiyi
kağıt üzerinde bırakan, demokratik kazanımların ve
özgürlüklerin yeniden tesisi için, kendisiyle demokratik
yöntemlerle mücadele edilmesi konumuna gelen parti, Tayyip Bey'in
direksiyonunda bulunduğu AKP değil midir?
Bu nedenle,
Tayyip Bey'in; bugün, İzmirde yaptığı konuşmasında dile
getirdiği 1930'lu yılların Serbest Cumhuriyet Fırkası ve CHP
benzetmesi, günümüzün koşulları ve gerçekleriyle asla
örtüşmemektedir.13/12/2013
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir
Barosu Üyesi Avukat
11 Aralık 2013 Çarşamba
GÜLEN'İ BİTİRMEYE YÖNELİK 2004 MGK KARARLARI
Son
aylarda, AKP iktidarı ile Gülen Cemaati arasında baş gösteren
iktidar savaşı üzerine, Tayyip Bey'in harekete geçerek, maddi ve
manevi gücünü sahibi olduğu cemaate ait özel okul ve
dersanelerden ve bu okul ve dersanelerde kendilerine dini eğitim de
verilerek yetiştirilen ve devletin bürokrasisine yerleştirilen
kişilerden alan Gülen Cemaatini bitirmek ve etkinliğini yok etmek
amacıyla,özel dersanelerin kapatılması için kararlı bir tutum
sergilemesinden sonra, Gülen Cemaati ile AKP iktidarı arasındaki
gizli çekişme ve mücadele, iyice aleniyet kazanmış ve her iki
taraf karşılıklı söz düellosuna başlamışlar, geçtiğimiz
günlerde Taraf yazarı Mehmet BARANSU, Taraf Gazetesinde, AKP
iktidarını zor durumda bırakarak, onları,dersanelerin kapatılması
konusunda geri adım atmaya zorlamak amacıyla, Gülen Cemaati ile
mücadele edilerek, bu cemaati bitirmeye yönelik olarak,
25.Ağustos.2004 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında
alınan ve altında Cumhurbaşkanı ile Başbakan Tayyip Bey ve
ilgili AKP'li bakanların da imzalarının yer aldığı, 2004
tarihli Milli Güvenlik Kararlarını yayınlamıştır.
Tayyip
Bey; kendi imzasını da içeren bu MGK kararlarının Taraf
Gazetesinde yayınlanmasının ardından, uzunca bir süre sessiz
kalmış ve bu konuda tek bir kelime dahi sarf etmemiş, onun yerine,
kararda imzası bulunan bakanlar ve AKP üst düzey yönetiminden
bazı kişiler, Gülen Cemaatini bitirmeye yönelik irtica ile
mücadele eylem planı niteliğindeki MGK kararının, Hükumete
tavsiye niteliğinde bir karar olup, bağlayıcı niteliğinin
bulunmaması nedeniyle, günün koşullarını dikkate alarak, adeta
kerhen imzaladıkları bu kararı uygulamaya koymadıklarını, bu
kararların, Hükumet tarafından benimsenmeyen ve uygulanmayan, bu
nedenle de yok hükmünde kararlar olduğunu savunmuşlardır.
AKP
iktidarının uygulamadıklarını ve yok saydıklarını, yok
hükmünde olduğunu alenen dile getirdikleri 2004 tarihli MGK
kararlarını elde edip Taraf Gazetesinde yayınlayarak ifşa ettiği
gerekçesiyle, Taraf Gazetesi ve yazarı Mehmet BARANSU hakkında
MİT, MGK ve Başbakanlık tarafından suç duyurularında bulunulmuş
ve bu konuda uzun bir süre sessiz kalan Tayyip Bey de, sonunda
suskunluğunu bozarak,geçtiğimiz hafta Tekirdağda toplu açılış
(!) töreninde yaptığı konuşmasında; Taraf Gazetesinin
yayınladığı 2004 MGK kararlarıyla ilgili olarak, “bu bilgileri
yandaşlarınıza kimler sızdırdı.Bu belgeleri yayınlamak
özgürlük değil vatana ihanettir” diyerek, savcıları, bunun
gereğini yapmaya çağırark, aksi halde onların da suç işlemiş
olacaklarını dile getirmiştir.
Bu
konu o kadar basit bir konu değildir.
Bir
süre sustuktan sonra, meydanlarda kükreyerek, 2004 MGK Kararlarını
içeren belgenin yayınlanmasının özgürlük olmadığını,bunun
vatana ihanet olduğunu beyan ederek, savcıları göreve çağırıp
bu işten sıyrılmak mümkün değildir.
Ortada,
2004 tarihli gizli bir MGK kararının varlığı sabit olup, bu
kararın Taraf Gazetesinde yayınlandığı da bir gerçektir.
Milli
Güvenlik Kurulunu düzenleyen Anayasanın 118. maddesinde;
“Milli
Güvenlik Kurulu;
Cumhurbaşkanının
başkanlığında, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Başbakan
yardımcıları, Adalet, Milli Savunma, İçişleri, Dışişleri
Bakanları, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ve Jandarma
Genel Komutanından kurulur.
Gündemin özelliğine göre Kurul toplantılarına ilgili bakan ve kişiler çağırılıp görüşleri alınabilir.
Milli Güvenlik Kurulu; Devletin milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili alınan tavsiye kararları ve gerekli koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca değerlendirilir.
Milli Güvenlik Kurulunun gündemi; Başbakan ve Genelkurmay Başkanının önerileri dikkate alınarak Cumhurbaşkanınca düzenlenir.
Cumhurbaşkanı katılamadığı zamanlar Milli Güvenlik Kurulu Başbakanın başkanlığında toplanır.” hükmü yer almaktadır.
Milli Güvenlik Kurulunun işlevine ve yapısına ilişkin yukarıdaki Anayasa maddesine göre, Milli Güvenlik Kurulunda; askerlerin, mevcutları itibariyle, bir ağırlıklarının bulunmadığı, asıl ağırlığın, Başbakan ve ilgili bakanlardan oluşan Hükumet kanadında olduğu anlaşılmaktadır. Milli Güvenlik Kurulunun gündemi de, Başbakan ve onun emrindeki Genelkurmay Başkanının önerileri dikkate alınarak, Cumhurbaşkanınca düzenlendiğine göre, devletimizin milli güvenliği ile ilgili olarak Gülen Cemaatine yönelik olarak, 2004 MGK kararlarının alınmasında, Hükumet'in bir rolünün ve etkinliğinin bulunmadığı savunulabilir mi? Tabii ki savunulamaz.
Anayasanın 118. maddesinde açıkça; “Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca değerlendirilir.” denilmesine rağmen, Gülen Cemaati ile ilgili olarak alınan 2004 MGK Kararlarının, hiçbir şekilde, Bakanlar Kurulunda değerlendirmeye alınmadığı, uygulamaya konulmadığı ve bu kararların yok sayıldığı yolundaki AKP iktidarınca yapılan açıklamalar karşısında, o tarihteki Bakanlar Kurulu üyeleri, Anayasal bir suç işlemiş olmuyorlar mı?
2004 MGK Kararlarına rağmen, devletin güvenliği ve selameti için kendisiyle mücadele edilecek yerde, sağır sultanın dahi duyup bildiği, herkes tarafından dile getirilen bir gerçek olarak ortaya çıkmış bulunan, iktidarın ve devlet kadrolarının Gülen Cemaati ile paylaşılması, suç değil midir?
Gülen Cemaatıyla mücadele için 25.Ağustos.2004 tarihli MGK toplantısında alınan MGK kararlarının, Hükumet tarafından bir kenara itilerek, dikkate alınmadığı, uygulanmadığı ve yok sayıldığı, Gülen Cemaati ile mücadele edilecek yerde, bu cemaatin mensuplarının devlet kadrolarına yerleştirilerek, Gülen Cemaatinin, adeta iktidar ortağı yapıldığı dikkate alındığında, bugün için, çöp tenekesine atılan bir kağıt çöp haline getirilmiş bulunan 2004 MGK Kararlarının, içeriği itibariyle gizli kalması gereken ve devlet güvenliğini ilgilendiren muteber ve gizli bir belge niteliğini halen korumakta ve sürdürmekte olduğunu ve bu belgeyi temin ederek açıklayıp ifşa edenlerin vatana ihanet ederek, suç işlemiş olduklarını söyleyebilir misiniz?
Tabii ki söyleyemezsiniz.
Tayyip Bey; bu gerçekler karşısında, lütfen bizi gereksiz yere güldürmeyiniz. Zaten, ülkenin içinde bulunduğu durum nedeniyle gülecek halimiz mi kaldı?
Bize göre, bugün için, 2004 MGK kararları; sizlere ömür olup, içeriği itibariyle açıklanması yasak olan ve hukuken muteber gizli bir belge niteliğini çoktan yitirmiş olup, maalesef, hukuken savcılarımızın soruşturma açmalarını gerekli kılacak bir neden kalmamıştır. 11/12/2013
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat
6 Aralık 2013 Cuma
BENİM UMUDUM YOK
Anayasa
Mahkemesinin, gazeteci yazar BALBAY hakkında vermiş olduğu olumlu
karar, kamuoyunda tartışılmakta ve bu karardan sonra BALBAY'ın
tahliyesinin an meselesi olduğu görüşleri öne çıkmaktadır.
Bize soracak
olursanız, Anayasa Mahkemesinin olumlu kararına rağmen, BALBAY'ın
tahliyesine karar verileceğine yönelik bir umut taşımadığımızı,
üzülerek belirtmek istiyoruz.
Bizi bu
umutsuzluğa sevk eden neden de, Ceza Muhakemesi Yasasının
tutuklama kurumunu düzenleyen 100. maddesinin 3. kıkrasında yer
alan ve katalog suçlar olarak andığımız bazı ağır cezalı
suçların şüpheli ve sanıkları hakkında tutuklama nedenlerinin
var sayılabileceği karinesini getiren, Anayasaya aykırı, çağ
dışı ve antidemokratik hüküm olup, Ceza Muhakemesi Yasasının
100. maddesinin 3.fıkrasında yer alan ve katalog suçlar için
tutuklama nedenlerinin var sayılabileceği karinesini getiren ve
hakimlerimizin tahliye taleplerini reddederlerken sığındıkları
ve çok sevdikleri bu çağdışı ve antidemokratik hükmü
yasalarımızdan çıkarmadıktan sonra, Anayasa Mahkemesinin BALBAY
hakkında aldığı karar dahi, mahkemelerimizce tartışmaya
açılacak ve kolay, kolay tahliye kararları verilmeyecektir.
Konuya ilişkin
olarak, 2/Eylül/2012 tarihinde yazdığımız, haksız
tutuklamaların önüne geçebilmek için yapılması gerekeni izaha
çalıştığımız, “İŞTE SİZE FORMÜL” başlıklı
makalemizi, aşağıya aynen alıyoruz.
“Tutuklama, bir
emniyet tedbiri olup, asıl olan tutuksuz yargılanmaktır.
Tutuklama, yasada
öngörülen koşulların varlığı halinde başvurulabilen,
istisnai bir durumdur.
Ülkemizde ise,
tutuklama kurumu, yasal koşulları mevcut olsa dahi, mecburi bir
uygulama olmadığı halde, uygulamada, tutuklama asıl, tutuksuz
yargılanma istisna haline gelmiş ve tutuklama kurumu maalesef
amacından saptırılmıştır.
İstatistiklere göre,
ülkemizde tutuklu sayısı, hükümlü sayısını aşmıştır.
Ergenekon ve balyoz
olarak anılan ağır cezalı bazı siyasi davalardan tutuklu bulunup
halkın oylarıyla milletvekili seçilen kişiler dahi, milletin oy
vererek kendilerini doğrudan milletvekili seçmek suretiyle, tahliye
edilip Meclise gelmelerine onay vermelerine rağmen, millet adına
temsilen yargı yetkisini kullanan yargıçların, Milletin iradesine
aykırı kararlarıyla, yıllardan beri tutuklu olarak yargılanmakta
ve kaçma şüpheleri ve delilleri karartma ihtimalleri bulunmadığı
halde, usul yasası çiğnenerek tahliye edilmemektedirler.
Bize göre, bu yasa
dışı uygulamaya çanak tutan ve yol açan tek neden, Ceza
Muhakemesi Kanununun 100. maddesinin 3. fıkrasında yer alan hüküm
olup, bu yasa hükmünde açıkça belirtilen, katalog suçlar
dediğimiz bazı suçları işledikleri hususunda, haklarında
kuvvetli suç şüphesi bulunan kişilerin, kaçacakları ve
delilleri karartacakları var sayılabilmektedir.
Başka bir ifade ile
Ceza Muhakemesi Yasasının 100. maddesinin 3. fıkrasında
belirtilen katalog suçları işledikleri iddiasıyla soruşturma
geçiren ve yargılanan kişiler hakkında, tutuklanmanın
koşullarının var sayılabileceğine dair yasal bir karine
getirilmiş olup, bu suçların sanıkları hakkında tutuklama
kararı verilebilmesinin önü tamamen açılmış ve yargıçlarımız,
kendilerine geniş takdir yetkisi tanıyan bu hükme sığınarak,
kolaylıkla ve korkusuzca tutuklama veya tahliye taleplerinin reddine
yönelik kararları verebilmektedirler.
Yasaya göre, aslında
bu maddede sayılan suçların şüpheli veya sanıklarının
kaçacakları ve/veya delilleri karartacaklarının var sayılacağı
kesin olmayıp, sadece var sayılabileceği belirtilerek, bu konuda
yargıçlarımıza takdir yetkisi tanınmış olup, yargıçlarımız,
100. maddenin 3. fıkrasında belirtilen katalog suçların şüpheli
veya sanıkları yönünden dahi, dava konusu her somut olayın özel
koşullarına göre, kaçma şüphesinin ve/veya delilleri karartma
ihtimalinin mevcut olmadığı sonucuna vararak, tutuklama kararı
vermeyebileceği gibi, daha önce tutuklananların da tahliyelerine
karar verebilecektir.
Ülkemizdeki uygulamaya
baktığımızda ise, bazı yargıçlarımızın, Ceza Muhakemesi
Kanununun 100/3 maddesini, tutuklama kurumunun amacına uygun
kullanmadıklarına, o maddede sayılan suçların faillerini
kolaylıkla tutukladıklarına ve tutuklanmış olanların da
tahliyeye yönelik taleplerini, hiçbir gerekçe göstermeden ret
edebildiklerine tanık olmaktayız.
Bize göre, Anayasaya
aykırı olan bu yasa hükmünün, çıkarılacak olan bir yasa ile
yürürlükten kaldırılması halinde, yargıçlarımız, tutuklama
konusunda karar verirlerken daha dikkatli olacaklar, daha sorumlu
davranacaklar, keyfi olarak tutuklama kararları veremeyecek ve
tahliye taleplerini ret edemeyeceklerdir.
Bu suretle, maalesef,
uygulamada, Türk yargısının yüz karası haline gelen tutuklama
kurumu, amacına uygun bir kurum haline gelecek ve yargısız
infazlar son bulacaktır.
Aksi halde, yani,
yargıçlarımıza, tutuklama veya tutukluların tahliye edilmelerine
ilişkin taleplerinin reddine karar vermelerini çok kolaylaştıran,
hukuken denetlenmesi imkansız ve kötüye kullanılması mümkün
olan çok geniş takdir yetkisi tanıyan, Ceza Muhakemesi Yasasının
100. maddesinin 3. fıkrası yürürlükte kaldığı sürece,
Ergenekon ve Balyoz türü davalardan toplu tahliye kararları
beklemek hayaldir. 2/Eylül/2012”
Bu
ülkenin en akıllı hukukçusu ben miyim ki, bu gerçeği aylar önce
görüp dile getirmişim?
Tabii
ki, bu ülkenin en akıllı hukukçusu ben değilim ama, demek ki,
ülkenin akıllı hukukçulardan ziyade, bazı gerçekleri dile
getirecek duyarlı ve cesur hukukçulara ihtiyacı var. 06/12/2013
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir
Barosu Üyesi Avukat
5 Aralık 2013 Perşembe
ANAYASA MAHKEMESİNİN BALBAY KARARI
Anayasa
Mahkemesinin, bireysel başvuru hakkını kullanan tutuklu gazeteci
BALBAY hakkında vermiş bulunduğu olumlu karar nedeniyle, hiçbir
yorum yapmadan, “Milletimiz Tahliye Kararnı Vermiştir”
başlıklı, 19/Eylül/2012 tarihli daha önce yayınlanmış bulunan
makalemize, noktasına virgülüne dokunmaksızın, aşağıda tırnak
içinde aynen yer veriyoruz.
“Anayasa
Madde 6- Egemenlik,
kayıtsız
şartsız Milletindir.
Türk
Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili
organları eliyle kullanır.
Egemenliğin
kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa
bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.
Anayasa
Madde 7 - Yasama
yetkisi Türk
Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.
Anayasa
Madde 8 - Yürütme
yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı
ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak
kullanılır ve yerine getirilir.
Anayasa
Madde 9 - Yargı
yetkisi,
Türk
Milleti adına
bağımsız mahkemelerce kullanılır.
Anayasamızın
egemenlik hakkı ve bu hakkın kullanılış biçimini düzenleyen
6,7,8 ve 9. maddelerini yukarıya aynen niçin aldığımızı merak
etmiş olmalısınız.
Açıklamaya
çalışalım.
Herkesin
bildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik sosyal bir hukuk
devletidir.
Demokrasi
ile yönetilen devletlerde, yasama, yürütme ve yargı yetkisinden
oluşan ve tümüne topluca egemenlik hakkı dediğimiz egemenliğin
kayıtsız şartsız millete ait olduğunu, Anayasamızın 6.
maddesi, açık bir şekilde hüküm altına almıştır.
Oluşturduğu
milletin nüfusunun milyonları bulduğu günümüzün modern
demokrasilerinde, milletin tümünün bir araya gelerek, kendilerine
ait bulunan yasama, yürütme ve yargı yetkilerinden oluşan
egemenlik haklarının, doğrudan kendileri tarafından kullanması
fiilen mümkün olmadığı için, milletimiz; yasama, yürütme ve
yargı'dan oluşan egemenlik hakkını, Anayasamızda ve yasalarda
belirtilen usullerle seçilen ve atanan milletvekillerinden oluşan
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu ve
hakim ve savcılarımızdan oluşan bağımsız mahkemeler aracılığı
ile kullanmaktadır. Yani doğrudan değil, temsili bir demokrasi söz
konusudur.
Ancak,
milletin kendisine ait olan egemenlik hakkını, Anayasada belirtilen
temsilcileri vasıtasıyla kullanması, o hakkı millet adına
kullanan organları, egemenliğin asıl sahibi konumuna getiremez.
Bu
organlar; milletin emanet ettiği egemenlik haklarını millet adına
kullanırlarken, milletin seçimlerle ortaya koyduğu tercih ve
iradeleriyle ters düşemezler.
Lafı
fazla uzatmaya gerek yok. Buradan gelmek istediğimiz asıl konu,
halen Silivri Mahkemelerinde tutuklu olarak yargılanmakta olan
çeşitli partilerimize mensup milletvekillerimizin durumlarıdır.
Yukarıda
belirttiğimiz gibi, Anayasamızın 6. maddesine göre, içinde yargı
yetkisinin de bulunduğu egemenliğin kayıtsız şartsız asıl
sahibi olan Türk Milleti, yapılan genel milletvekili seçimlerinde,
seçim öncesi tutuklu olan ve milletvekili adayı olarak huzurlarına
çıkan kişileri, tutuklu olduklarını bilerek, milletvekili seçmek
suretiyle, onları bulundukları tutuk evinden çıkararak Türkiye
Büyük Millet Meclisine gönderme ve kendilerini temsil' en
egemenlik haklarının bir unsuru olan yasama yetkisini kendileri
adına kullanmakla görevlendirmişler, seçim sandıklarında,
yargı yetkilerini doğrudan kullanarak, onların tutukluluk
hallerine son vererek, onların tahliyelerine karar vermişlerdir.
Bu
itibarla, millet adına emanetçi ve temsilci olarak yargı yetkisini
kullanan mahkemelerin, milletin bu kararının aksine davranma
yetkileri bulunmamaktadır.
Millet,
tutuklu kişileri bilerek ve isteyerek hür iradeleriyle milletvekili
seçerek, kendi adlarına yargı yetkisini kullanmakta olan
mahkemelere, bu kişileri tahliye etmeleri konusunda talimat
vermiştir.
Ha,
şimdi bazıları itiraz edip diyeceklerdir ki; Anayasamızın 138.
maddesine göre, Hiçbir
organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında
mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez;
tavsiye ve telkinde bulunamaz..
138.
maddeye dikkat buyurun;yargı yetkisinin kullanılmasında,
mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat verilemeyeceğini, tavsiye
ve telkinde bulunulamayacağını söylüyor.
Peki,
yargı yetkisi kimde, milletimizde değil mi, yargı yetkisinin asıl
sahibi millet olup, mahkemeler bu yetkiyi millet adına
kullanmıyorlar mı? Öyleyse, milletin seçimlerle ortaya koyduğu
karar ve iradesini, millet adına yargı yetkisini kullanmakta olan
mahkemelere, Anayasanın 138. maddesinde yasaklanan anlamda bir emir
ve talimat olarak nitelendirmek mümkün değildir. Kaldı ki; 138.
madde de yargı yetkisinin kullanılmasında, mahkemelere ve
hakimlere emir ve talimat vermeleri, tavsiye ve telkinde bulunmaları
yasaklananlar; Türk Milleti adına yasama ve yürütme yetkilerini
kullanıyor olmalarına rağmen, kuvvetler ayrılığı prensibi
gereği, yasama ve yürütme organları ile diğer makam, merci veya
kişiler olup, Anayasanın 138. maddesi ile egemenliğin asıl sahibi
olan Türk Milletinin, yargı yetkisinin kullanılmasında
mahkemelere ve hakimlere emir talimat vermeleri, onlara tavsiye ve
telkinde bulunmaları yasaklanmamıştır.
Hakkın
asıl sahibine yasak getirilmiş olması esasen abesle iştigal
olurdu.
Bu
itibarla, tutuklu milletvekillerinin tahliye edilmeyerek tutukluluk
hallerinin sürdürülmesine yönelik yargı kararları; Anayasamıza
göre, yargı yetkisinin de içinde bulunduğu egemenliğin, kayıtsız
şartsız sahibi olan Türk Milletinin seçimlerde ortaya koyduğu
iradesiyle çelişmekte, millet adına ve onu temsilen verilen bu
kararlar, yargı yetkisinin asıl sahibi olan Türk Milletinin
egemenlik hakkının ve iradesinin önüne geçmektedir.
19/Eylül/2012”
Son
söz olarak;Anayasa Mahkemesinin, tutuklu gazeteci BALBAY hakkında
vermiş bulunduğu son kararını alkışlıyor ve Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru hakkına yönelik soğuk bakışımızı
biraz yumuşatıyor ve bu konuda umutlandığımızı dile getirmek
istiyoruz.05/12/2013
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir
Barosu Üyesi Avukat
1 Aralık 2013 Pazar
DEVLET İMKANLARIYLA SEÇİM PROPAGANDASI
Tayyip Bey işin
kolayını bulmuş.
Yaklaşan yerel
seçimler nedeniyle, devletin imkanlarını ve Başbakan
sıfatını kullanarak, AKP' nin seçim propagandasını bütün
hızıyla sürdürüyor.
Tayyip Bey;
toplu açılışlar yapma bahanesiyle, il, il dolaşıp,
Başbakan sıfatını ve devletin imkanlarını kullanarak, seçim
mitingleri yapıp, muhalefeti karalamayı ve seçmenin gözünde
küçük düşürmeyi sürdürüyor.
Tayyip Bey; bir
yandan da, Japonya Büyük Elçiliğindeki Japon günü
resepsiyonunda bir konuşma yapan muhterem eşine yönelik olarak
sarf ettiği, “Bu kadın hangi sıfatla konuşuyor” sözü
nedeniyle, CHP Milletvekili Kamer GENÇ'in hedef haline
getirildiği olayı, devletin imkanlarıyla gerçekleştirdiği
bu miting meydanlarda istismar ederek, Kamer GENÇ üzerinden
CHP' yi karalayarak, kendisine siyasi çıkar elde etmeye
çalışıyor.
Batıda
örneğine rastlanmayacak şekilde, her gün tüm
televizyon kanallarında sürekli olarak saatlerce yüzlerini
görmek ve monolog halinde söylediklerini dinlemek zorunda
bırakıldığımız, gerekli ve gereksiz olarak, evlerimize davetsiz
misafir olan Sayın Tayyip ERDOĞAN ve muhterem eşlerinin
yüzlerinin yıprandığı ve artık halkımızda bir bıkkınlık
yarattıkları, inkar edilemez bir gerçektir.
Bu gerçekten
hareket ettiğimizde, CHP Milletvekili Kamer GENÇ'in; yeri,
zamanlaması ve üslubu itibariyle bizim de hoş
karşılamadığımız, Tayyip Bey'in eşlerine yönelik, etik
dışı bu çıkış ve beyanlarının, bu bıkkınlığın bir
tezahürü olduğunu değerlendiriyor ve muhatabı tarafından
konu yargıya intikal ettirilmesine rağmen, Kamer GENÇ'in bu
kaba davranışını, sürekli kaşıyıp dile getirerek, bundan
CHP aleyhine ve AKP yararına siyasal bir rant elde etmeye çalışmanın
da, etik bir davranış olmadığını, bu davranışın, Sayın
Emine Hanım'ın daha fazla yıpranmasına neden olduğunu
düşünüyoruz.
Tayyip Bey
Başbakan da olsa, aynı zamanda bir politikacı ve AKP' nin Genel
Başkanı olarak, topluma mal olmuş ve sürekli halkın ve
toplumun gözü önünde olan bir kişidir. Sayın
eşleri de, iç ve dış gezilerinde ve miting meydanlarında
sürekli olarak Tayyip Bey' e refakat ederek onun yanında
bulunduğuna göre, her ikisi de, topluma mal olmuş kişiler
olarak, kıyafetlerinden, konuşmalarından, hal ve hareketlerinden
dolayı, toplumun sevgisine mazhar olmak kadar, toplumun ağır
eleştirilerine maruz kalmayı da, göze almak ve göğüslemek
zorundadırlar.
Bu itibarla;
CHP
Milletvekili Kamer GENÇ'in, yargıya da intikal etmiş
bulunan, Sayın Emine Hanım'a yönelik etik dışı davranışının
büyütülerek bir memleket meselesi haline
getirilmesini,
Yandaş köşe
yazarlarının; Kamer GENÇ'e yönelik, “Terbiyesiz Herif
“ ve benzeri sözlerle, onun üslubunu aratacak şekilde,
Kamer GENÇ'e hakaret etme hakkını kendilerinde görerek
yargısız infaz yapmalarını,
Neredeyse her
gün, eşleri veya eski eşleri tarafından tavuk boğazlar gibi
öldürülen kadınlar için seslerini çıkarmayan
ve kadınların katledilmelerine bugüne kadar hiçbir
önlem alamayanların; Emine Hanım'a yönelik eylem
karşısında, kadın hakları savunucusu kesilmelerini,
Milli irade
lafını dillerinden düşürmeyenlerin; kendileri gibi,
milli irade ile seçilerek meclise gelen Kamer GENÇ'in,
her şeye rağmen bir milletvekili olduğunu unutup görmezlikten
gelmelerini,
Tayyip Bey'in;
Muğla mitinginde, Kamer GENÇ'in, salt, eşine yönelik
lafları nedeniyle, CHP tarafından partiden ihraç
edilmemesini ödüllendirme olarak değerlendirmesini, buna
karşılık, kendisinin, ATATÜRK'ümüze dil uzatan eski
AKP milletvekili Hüsrev KUTLU'yu, AKP den Adıyaman Belediye
Başkanlığına aday göstermesini,
Anlamakta,
gerçekten zorlanıyoruz. 02/12/2013
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir
Barosu Üyesi Avukat
27 Kasım 2013 Çarşamba
YOK ARKADAŞ KENDİNE GEL
Ayinesi iştir kişinin lafa
bakılmaz.
Bizim ülkemizde ise,
ayinesi laftır kişinin işe bakılmaz.
Ne kadar acı değil mi?
Bunları niçin yazıyoruz,
hemen söyleyelim.
Ülkeyi; Kürt-Türk,
dindar-dindar olmayan, laik-antilaik, kız-erkek, türbanlı-türbansız,
alevi-sünni ve buna benzer şekilde farklı kamplara bölen ve ilan
ettiği barış süreci ile ülkeyi bölünmenin eşiğine getiren,
halkın en demokratik hakkı olan eleştiri ve protesto haklarına
tahammül edemeyen, öğretmenlerinin üzerine dahi, biber gazı ve
tazyikli su sıktıran ve onları tekme tokat ve copla dövdüren,
ülkenin demokratik ve laik niteliğini tanınmaz hale getiren AKP
iktidarının uygulamalarına karşı etkin muhalefeti yapan, her
geçen gün okuyucu sayısını artıran, bir sonraki sayısı
merakla beklenen, en çok satan gazeteler arasında 3. sırada
bulunan SÖZCÜ gazetesinin bugünkü (27/11/2013) sayısında
sürmanşet yer alan habere göre; CHP lideri KILIÇDAROĞLU'nun
Amerikaya yapacağı geziye, diğer basın organlarından
gazetecilerin davet edilmesine rağmen, SÖZCÜ Gazetesinden hiçbir
basın mensubunun davet edilmediği anlaşılmaktadır.
AKP' ye ve onun
uygulamalarına şiddetle muhalefet eden, çok satan gazeteler
arasında 3. sıraya yükselen Sözcü Gazetesinin; cumhuriyetin
temel niteliklerini ve bölünmez bütünlüğünü savunduğu ve
ATATÜRK'ü her vesileyle yücelterek, belirli çevrelerin, ATATÜRK'ü
unutturma çabalarına göğüs gerdiği için, AKP Genel Başkanı
Tayyip ERDOĞAN tarafından ülke içi ve dışı gezilere davet
edilmemesi dahi, basın özgürlüğü açısından sürekli
eleştirilirken, ATATÜRK'ün kurduğu, kendisini sosyal demokrat,
laik ve özgürlükleri savunan bir parti olarak lanse eden, ana
muhalefet partisi CHP'nin; Amerika gezisine davet ettiği diğer
basın kuruluşlarına göre, kendisine en yakın konumdaki SÖZCÜ
Gazetesini davet etmemiş olmasının, hiçbir haklı ve mantıklı
gerekçesi olamaz.
CHP'nin bu davranışı,
SÖZCÜ Gazetesinin okuru ve belki de büyük çoğunluğu CHP
seçmeni olan binlerce kişiye yapılmış olan çok büyük bir
saygısızlıktır.
CHP ne yapmak istiyor?
CHP; Sözcü Gazetesi, bizim
gibi, AKP'ye muhalefet eden bir gazetemizdir, zaten o çantada
kekliktir, biz, AKP yandaşı gazetelerin temsilcilerini ağırlayalım
da, onların akıllarını çelerek, bu birlikteliğimizde onların
beyinlerini yıkayarak kendi saflarımıza çekelim diye mi düşünüyor
acaba?
CHP; şiddetle eleştirdiği
ve muhalefet ettiği AKP' den farklı bir parti olduğunu, basın
özgürlüğünü ve diğer özgürlükleri en geniş bir şekilde ve
sonuna kadar savunduğunu söylemleriyle değil, eylemleriyle ortaya
koymak ve halkımıza güven vermek zorundadır.
CHP; şu anda, sosyal
demokrat ve hatta orta sağ demokrat seçmen için, AKP'ye karşı,
zorunlu olarak sığınılacak tek liman ve siyasi parti olarak,
entelektüel ve demokrat seçmenlerin daha çok yaşadıkları sahil
kesimine hapsolmuş güdük bir parti olarak kalıp yerinde saymak ve
hatta, sahil kesimindeki bir kısım seçmenlerini dahi kaybederek
gerilemek istemiyor ve ülke geneline yayılmış geniş bir seçmen
tabanına sahip, gerçek anlamda bir kitle partisi olmak istiyorsa,
bu tür taktik hatalardan sakınmak, söylemlerine uygun davranmak ve
iş yapmak zorundadır. 27/11/2013
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir
Barosu Üyesi Avukat
25 Kasım 2013 Pazartesi
UTANIYORUM VE ÜZÜNTÜMDEN KAHROLUYORUM
Bu güzel ülkemi çok
sevmeme rağmen, AKP iktidarının yönetimi altındaki ülkemin
bugün içinde bulunduğu durumuna ve genel manzrasına baktığımda,
utanıyorum ve üzüntümden kahraluyorum.
Hergün yataktan,inşallah
bugün ülkemde üzücü bir olaya tanık olmayız, hoş bir gün
geçiririz temennisiyle kalkmamıza rağmen, gün geçmiyor ki, yeni
bir üzücü olayla karşılaşmayalım.
Bugün (25/11/2013) sabah
da, o güzel ve iyi niyetli temennilerle uyandım ve benim gibi
avukat olan ve bir duruşması nedeniyle gittiği Güneydoğu
Anadoludaki bir ilimizde bulunan avukat kızım ile yaptığım
telefon görüşmesinden sonra, kızımın söyledikleriyle irkildim
ve neşem kaçtı.
Anlattıklarına göre,
kızımın bindiği uçak havalanmış ve uçak artık inişe
geçerken tanık olduğu manzara şu; kurallara göre, uçuş
esnasında kapalı olması gerekirken, açık olan ve çalan cep
telefonları ve cep telefonu ile yapılan aleni görüşmeler.
İnanmak istemedim,ama, maalesef kızımın söyledikleri gerçeğin
ta kendisiydi.
Uçağa bindikten sonra, tüm
uyarılara rağmen, hem kendisinin ve hem de uçaktaki diğer
yolcuların hayatlarını riske atarak cep telefonlarını yolculuk
süresince kapatmayan ve gelen çağrılara cevap vererek cep
telefonlarıyla uçakta konuşan azımsanmayacak sayıdaki yolculara
tanık olan kızımın; çok üzüldüğüne, maalesef ülkemizin
diğer yörelerinde de binlercesi bulunan bu kültür seviyesindeki
aynı zamanda seçmen olan bu kişilerle, ülke olarak bir yerlere
varılamayacağına, ülkenin geleceğinin aydınlık olamayacağına
yönelik bir karamsarlığa düştüğünü anladım.
O kadar ki, kızım bu
karamsarlık içinde, bana da bir serzenişte bulunarak, “Baba sen
ne kadar yazarsan yaz, bu ülkede hiçbir şey değişmez, senin
yerinde olsam, artık yazmaktan vaz geçerim.” deyince, ülkesini
seven ve dili döndüğü kadar ülkenin aydınlık geleceği için
düşüncelerini yazan ve halkı aydınlatmaya çalışan bir yazar
ve aydın olarak çok üzüldüm.
Sizin anlayacağınız,
güne, yine iyi ve mutlu başlayamadım.
Önceki günden sarkan üzücü
ve düşündürücü olaylar birden gözümde canlanıverdi.
24.Kasım. Öğretmenler
gününden bir gün önce, bir kısım öğretmenlerimiz, öğretmenler
gününün arefesinde, öğretmenlerin ve eğitim sisteminin bazı
sorunlarını dile getirmek için, Anayasal düşünce ve düşünceyi
açıklama ve gösteri hak ve özgürlüklerini kullanarak, Ankarada
yürüyüp Milli Eğitim Bakanlığının önüne gelerek, burada bir
açıklama yapmak istemişler.
Akşam, günün ana
haberlerini dinlemek üzere televizyonlarımızı açtığımızda
karşılaştığımız manzara korkunç. Gösteriye katılan
öğretmenlerimiz coplanıyor,tekmeleniyor, dövülüyor, üzerlerine
biber gazı ve tazyikli su sıkılarak püskürtülmeye çalışılıyor.
Gezi parkı direnişini hatırlatan korkunç bir manzara, sanki
ertesi gün, bu öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlamaları
yapılmayacak, devleti yönetenler, utanmadan ve sıkılmadan, “bize
bir farf öğretenin kulu ve kölesi oluruz, sevgili
öğretmenlerimiz'in öğretmenler gününü kutluyoruz “ diyerek
sahte nutuklar atmayacaklar.
Evet aynen böyle
oldu.İbretle seyrettik,bir gün önce öğretmenlerimizi
emirlerindeki polisler vasıtasıyla copla ve tekmeyle dövdürüp
üzerlerine biber gazı ve tazyikli su sıktıranlar, ertesi günü,
utanmadan ve sıkılmadan, öğretmenlerimizi ağızlarında sakız
yapıp onlara methiyeler düzmek suretiyle, onların öğretmenler
gününü kutladılar.
Biz buradan sormak
istiyoruz, Ey Tayyip Bey; hem de onların en mutlu olacakları
öğretmenler gününden bir gün önce ve mutlaka sizin bilginiz
dahilinde ve genel talimatınızla, öğretmenlerin, sokak ortasında
alenen polisler tarafından cop ve tekmelerle dövüldüklerine,
üzerlerine acımasızca biber gazı ve tazyikli su sıkıldığına,
kendileri nezdinde kutsal ve saygın olan öğretmenlerinin şeref ve
saygınlıklarının iki paralık edildiğine televizyonları başında
tanık olan minik ve genç öğrencilerimizin uğramış oldukları
ruhsal travmalarını düşünüp hesaba katabiliyor musunuz?
Polislerce, tekme tokat ve
tekmelerle dövülüp, üzerlerine biber gazı ve tazyikli su
sıkılarak yerlerde süründürüldüklerini televizyonlardan görüp,
öğretmenlerinin bu perişan hallerine canlı tanık olan genç ve
minik öğrencilerin, bundan sonra, saygınlıkları iki paralık
edilen bu öğretmenlerine, nasıl saygı duyabileceklerini
düşünebiliyor musunuz?
Düşünemezsiniz tabi.
Düşünebilseydiniz,
öğretmenlerimize bu insanlık dışı davranışı reva görmez ve
onların, Milli Eğitim Bakanlığına kadar yürümelerine ve
açıklama yapmalarına müsaade ederdiniz. Bu davranış sizi
küçültmezdi, bilakis, ülkemizde olmayan, ancak, sizin ileri
demokrasi diye yutturmaya çalıştığınız, Türk halkının özlem
duymakta olduğu gerçek demokrasi adına, çölde bir vaha yaratmış
olurdunuz.
Son sözümüz şudur ki;
Mecliste çoğunluğu teşkil eden AKP iktidarı olarak, iyi ki yeni
bir Anayasa yapma imkanını bulamadınız, tüm söylemlerinize
rağmen, yapmak istediğiniz Anayasanın, yurttaş amaçlı,
özgürlükçü ve demokratik bir Anayasa olmayacağı, bugüne
kadar, iktidar olarak ortaya koyduğunuz uygulamalarınızla çok
açık bir şekilde ortaya çıkmış olup, biz; hem laik, hem de
demokrat olunamaz diyen, laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin
odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesi kararıyla tescillenen AKP
iktidarının, demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa
yapamayacağına, onların kafa yapılarının, demokrasi ve özgürlük
anlayışlarının, gerçek anlamda ve batı standartlarında,
demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa yapmaya elverişli
olmadığına, baştan itibaren inanan bir kişi olarak, Anayasa
Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ'ın medyada yer alan beyanlarının
aksine, AKP iktidarının çoğunlukta olduğu bugünkü Meclisin,
demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa yapmayı başaramaması
nedeniyle, kendimizi asla kandırılmış saymıyor, bilakis, 12
Eylül darbe Anayasasını dahi, gündüz fenerle aratacak olan anti
demokratik bir Anayasa yapamadıkları için, özellikle mutluluk
duyuyoruz. 25/Kasım/2013
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir
Barosu Üyesi Avukat
22 Kasım 2013 Cuma
LAİK DEMOKRASİ HADDİNİ BİLME REJİMİDİR
Laiklik karşıtı eylem ve
faaliyetlerin odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesinin kararı
ile tescillenmiş bulunan AKP'nin, Anayasa Mahkemesinin bu kararını
doğrular şekilde ve giderek artan bir tempoda, laiklik karşıtı,
laik sosyal yaşama ve özel hayata müdahale eden dayatmacı
eylem,faaliyet ve söylemlerine devam ettiğini, üzülerek ve endişe
duyarak görmekteyiz.
Demokrasiyi, sadece,
sandıktan çıkarak iş başına gelmeye indirgeyen, seçimle iş
başına geldikten sonra, kendi dini inançlarının, özel ve
sosyal yaşama ilişkin katı kurallarını, dayatmacı bir şekilde,
tüm topluma benimsetme amacına yönelik her türlü idari ve yasal
düzenlemeyi yapabileceklerini kendilerine hak sayan AKP iktidarı,
gün geçmiyor ki, sürpriz çıkışlarla, sürekli medeni ve laik
devlet düzenine müdahale anlamına gelen söylemlerine bir yenisini
ekliyor.
Demokrasilerde, iş başına
gelecek olan siyasal iktidarlar; yapılacak olan domokratik ve hür
seçimlerle sandıkta belirlenirler, ancak, iktidar güçlerini,
halkının çoğunluğunun tercihlerine uygun düşse ve onlara hoş
gelse de, her istedikleri kararları alma ve uygulamaya koyma
şeklinde kullanma hak ve yetkisine sahip değildirler.
Siyasal iktidarların
iktidar yetkileri, Anayasada yer alan kural ve ilkelerle hudutları
çizilmiş bulunan bir alan ile sınırlı olup, siyasal iktidarların
bu alanın dışına çıkan söylem,eylem ve uygulamaları,
demokrasinin himayesi altında değildir, bu eylem ve söylemler,
gayri meşru ve hukuk dışıdır. Bu hukuk dışılık ve gayri
meşruluk, iktidarın devamı süresince karşılıksız kalsa da,
siyasal iktidarlar, ileride bunun hesabını vermek zorunda
kalacaklarının bilinci içinde, hadlerini bilmek ve kendilerini,
Anayasal ve meşru alan içinde kalacak şekilde kontrol etmek
zorundadırlar.
Demokrasiler;seçimlerle iş
başına gelseler dahi, siyasal iktidarların, Anayasal yetki
sınırları dışına çıkamama, seçmen, şu veya bu nedenle,
iktidara haddini bildirme kabiliyetinden ve olgunluğundan yoksun
olsa dahi, iktidarların, kendi kendilerine, hadlerini, Anayasal
yetki sınırlarını ve çizmeyi aşmamak mecburiyetinde olduklarını
bilebildikleri saygın ve kırılgan rejimlerdir.
Bu nedenle, Anayasalar;
siyasal iktidarların yasal ve meşru iktidar sınırlarını
belirlemek ve halkın bir kesimini, kendi dini inançlarına uyduğu
gerekçesiyle, ziyadesiyle memnun etse dahi, siyasal iktidarların
Anayasal devlet düzenine ters düşen keyfi uygulamalarına engel
olmak için vardır.
Tüm bu
gerçeklere rağmen, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Bey'in,
kız ve erkek öğrenci evlerine yönelik, kişilerin özel
hayatlarına ve yaşam tarzlarına müdahale eden beyan ve
dayatmalarının toplumdaki tartışması henüz sürerken, bu defa,
AKP iktidarının Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili
koltuğunda oturan üst düzey bir milletvekili Sadık YAKUT sahneye
çıkıyor ve Çocuk Hakları Toplantısı'nda kız ve erkek
öğrencilerin karma öğretimine gelecek dönem son vereceklerini
söyleyebiliyor.
Tayyip
Bey ve Sadık YAKUT beyler; bu çıkışlarıyla, 12 Eylül
darbecileri tarafından çıkarıldığı için kaka ilan edilen
yürürlükteki Türkiye Cumhuriyeti Anayasası dahi kendilerine bu
konularda beyanda bulunma ve uygulama yapmaya ilişkin hak ve yetki
sunmadığı halde, sadece seçimle iş başına gelmekle övündükleri
demokrasimizi rafa kaldırarak, laik sosyal hayata, özel yaşam
tarzına ve laik eğitim düzenine tasallutta bulunmaya
kalkışmışlardır.
Sadık
Bey; eleştiriler üzerine, daha sonra yaptığı açıklamalarıyla,
bunun kendi şahsi görüşü olduğunu, yanlış anlaşıldığını
beyan ederek, tevil yoluna sapmış ise de,Sadık Bey; AKP içinde
alelade bir kişi olmayıp, Meclis Başkan Vekilliği koltuğuna
seçilmiş olan AKP grubunun hatırı sayılır ve güvenilir bir
milletvekili olup, partinin üç numaralı adamı olmasına rağmen,
son günlerde yaşanan olaylarla, Sayın ARINÇ'ın dahi, sözünden
çıkamayacağını gördüğümüz, parti içi demokrasinin
olmadığı, aykırı bir sesin derhal ihraç talebiyle haysiyet
divanına verildiği AKP'nin tek adamı ve patronu Tayyip Bey'in
bilgisi ve izni dışında, bu beyanı yapmış olabileceğine
ihtimal vermiyoruz.
Tanık
olduğumuz bu peş peşe çıkışlarla, iktidarda bulunan AKP'nin,
devletin sosyal düzenini, insanların özel yaşamlarını ve hayat
tarzlarını, eğitim kurumlarını da içine alacak şekilde ve
dayatma ile dini esaslara uydurma düşünce ve gayreti içinde
olduğu anlaşılmaktadır.
AKP ve
yandaşları, bu davranışlarıyla, yetişkin kadını bir kenara
koymuş ve artık orta okul ve lise çağındaki masum kız
çocuklarımızı da, karşı cinsten eşit bir insan olarak değil,
erkeklerin ve erkek çocuklarının ahlaklarını bozan ve onları
cinsel olarak tahrik ederek yoldan çıkaran seks objesi ve dişi
şeytan olarak görmeye başlamışlardır. AKP ve yandaşları,
insanlık dışı bu ilkel görüş ve düşüncelerinden arınmalı
ve Allahın yarattığı her kula, erkek,kız,kadın ayrımı
yapmadan, herbirinin eşit insanlar olduklarını kabul ederek,
saygılı olmayı kafalarına sokmalıdırlar.
En başta
AKP iktidarı olmak üzere, hiç kimse, laik bir Cumhuriyet ve
demokrasi olan ülkemizde, mütedeyyin ailelere sığınmamalı ve
onların tercihlerine tercüman olduklarını savunmamalıdır.
Mütedeyyin
insanlarımız, kızlarını erkek öğrencilerin de eğitim
aldıkları karma okullarda okutmayı uygun bulmuyorlar, bu nedenle,
mütedeyyin ailelerin kızlarını okutabilmeleri ve bu kızların
eğitim ve öğrenim özgürlüklerini korumak için, karma okulların
bir kısmını kapatarak, sadece kız öğrencilerin eğitim
yapacakları okullar haline getireceğiz ve bunun yanında yeni kız
orta ve liseleri de açacağız, karma okullar da olacak, isteyen
aileler, kızlarını karma okullarda, isteyen aileler de sadece
kızların eğitim aldıkları okullarda okutabilecek demek de,
kimsenin hakkı ve haddi değildir.
Bu
ülkenin, bazı mütedeyyin aileler ve AKP iktidarı istedi diye,
kızlar için ayrı, erkekler için ayrı veya karma okullar açma
gibi bir lüksü ve ekonomik gücü yoktur. Salt okul açmak önemli
olmayıp, önemli olan, o okullara çok iyi yetişmiş öğretmenleri
atayarak, araç, gereç ve labaratuvarlarıyla, çağdaş eğitimin
gerektirdiği eğitimi çocuklarımıza sunabilmek ve onları
başarılı kılabilmektir.Bu da, okulları ve imkanları bölerek
değil, tüm imkanları ekonomik olarak kullanıp değerlendirmekle
mümkündür.
Şayet,
gerçekten varsa, çocuk yaştaki kendi kız çocuklarının, yine
çocuk yaştaki erkek çocuklarının cinsel saldırılarına
uğrayabileceği ve ahlaklarının bozulabileceği endişesine
kapılan mütedeyyin ailelere ve onların temsilciliğine ve
sözcülüğüne soyunan AKP iktidarına tavsiyemiz şudur; kız
olsun, erkek olsun, çocuklarınızı ahlaken çok iyi yetiştiriniz,
küçük yaşta akıllarına cinselliği değil, okuyup vatanına ve
milletine faydalı insanlar olma bilincini yerleştiriniz,
evlerinizdeki, kadını aşağılayan ve erkeği üstün kılan
cinsiyet ayrımına son veriniz, çocuklarınıza, kadın ve erkeğin
her ikisinin de, Allahın yarattığı eşit haklara sahip insanlar
olduklarını, kızların, okulda birlikte okudukları erkek öğrenci
arkadaşlarıyla eşit ve kardeş oldukları terbiyesini veriniz ve
herşeyden önemlisi de, kendinize güvenmeseniz de, çocuklarınıza
güveniniz.22/Kasım/2013
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)