25 Aralık 2013 Çarşamba

ŞAHASER BİR KOMEDİ OYUNU

BÜYÜK KOMEDİ ŞAHASERİ; OYUNUN ADI, "SORUŞTURMANIN ÖNÜNÜ AÇMAK İÇİN İSTİFA EDİYORUZ", BU KOMEDİ OYUNUNU MUTLAKA SEYREDİN.BU OYUNDA, ADLARI YOLSUZLUK VE RÜŞVET İDDİALARINA KARIŞAN BAKANLARDAN İKİSİNİN, SORUŞTURMAYI YAPAN POLİS MÜDÜRLERİNİ GÖREVLERİNDEN ALIP, SORUŞTURMAYA GÖLGE DÜŞÜRDÜKTEN,ADLİ KOLLUK YÖNETMELİĞİNİ DEĞİŞTİREREK SAVCILARI ÇALIŞAMAZ HALE GETİRİP,YARGI BAĞIMSIZLIĞINI AYAKLAR ALTINA ALDIKTAN, BAŞBAKAN İLE DEVLET ADINA PAKİSTAN RESMİ ZİYARETİNDE BULUNARAK, İKİ ÜLKE ARASINDA YAPILAN EKONOMİK ALANDAKİ GÖRÜŞMELERE KATILIP, ANLAŞMALARA İMZA ATTIKTAN VE SORUŞTRMA OPERASYONUNUN ÜZERİNDEN SEKİZ KOCA GÜN GEÇİP, NEREDEYSE İDDİANAME DÜZENLEME AŞAMASINA GELİNDİKTEN SONRA, SORUŞTURMALARIN ÖNÜNÜ AÇMAK GİBİ, İNSANLARI ENAYİ YERİNE KOYAN ÇOK KOMİK BİR GEREKÇEYLE İSTİFALARINI AÇIKLAYAN İKİ BAKANIN TRAJİKOMİK DURUMLARIYLA, BU AKIL ALMAZ KOMEDİYE İMZA ATANLARI HALA EL ÜSTÜNDE TUTAN KİŞİLERİN, BU AKIL ALMAZ TUTUM VE DAVRANIŞLARINI İZLEYECEKSİNİZ.BU OYUNU SEYRETMEK HERKESE BEDAVA, AÇIN BİGİSAYARLARINIZI, AÇIN TELEVİZYONLARINIZI, İSTER GÜLEREK, İSTER AĞLAYARAK,İSTERSENİZ, HEM AĞLAYIP HEM DE GÜLEREK İZLEYİNİZ, AMA MUTLAKA İZLEYİNİZ.

22 Aralık 2013 Pazar

TAYYİP BEY'İN SON ÇIRPINIŞLARI

Tayyip Bey; son kozlarını oynuyor ve son çırpınışlarını yapıyor.

Can havliyle kendisini meydanlara atmış ve yalan yanlış konuşuyor ve konuştukça iyice dibe battığının farkında değil.

Kendisine %50 oranında oy vererek destek çıkan, gerçeklere gözlerini tıkamış olan seçmenden, hala medet umup, onları yardımına ve iktidarının bulaştığı yolsuzluk ve rüşvet iddialarını sandıkta aklamaları için yardıma çağırıyor.

En iyi savunmanın, taarruz olduğunu düşünerek, %50' yi yanında tutabilmek ve kendisini mağdur gösterebilmek için, sanki kendisinin bilgisi ve onayı dışında oluşmuş gibi lanse ederek, devleti saran ve işgal eden çetelerin var olduğunu, bu yolsuzluk ve rüşvet iddia ve soruşturmalarının o çetelerin işi olup, o çetelerin maksatlarının, kendisine oy ve destek veren %50'yi yok sayarak, başında bulunduğu AKP iktidarını devirmek olduğunu, ifade etmeye çalışıyor.

Kolay değil, Allah, kimsenin başına, hatta düşmanımın başına vermesin!

Kendini en güçlü hissettiğin, Cumhurbaşkanlığını garanti ve çantada keklik gördüğün, daha Cumhurbaşkanı seçilmeden, Cumhurbaşkanı seçildiğinde, Atatürk'e inat, Atatürk'ün hatıralarının bulunduğu Çankaya Köşküne çıkmayarak, Atatürk Orman Çiftliğini tarumar ederek ve halktan gizleyerek inşaatına başlattığın, bugünlerde bitme aşamasına gelen, halktan tecrit edilmiş, Amerikadaki Beyaz Saray örneği ve hatta Beyaz Saray'ı fersah fersah geride bırakacak özellikte ve güzellikte, en modern elektronik haberleşme ve dinleme cihazları ve elektronik korumalarla donatılmış, devlet içinde devlet konumundaki özel malikaneden, Türkiye Cumhuriyetini kendi bildik usullerinle yönetme hazırlığı içindeyken, iktidarını ve gücünü yok edecek olan, kendine destek çıkan %50' nin desteğini kaybetme riski ile karşı karşıya kalmak, insanın, doğru düşünme ve gerçekleri görme melekelerinde bir tahribata yol açabilir. Bu nedenle, Tayyip Bey'e karşı bir empati yapıyor ve onu anlamaya çalışıyoruz!

Ancak, Tayyip Bey; devlete sızan ve saran çetelerden dem vururken, hırsızın hiç mi suçu yok diyerek, somut delillerle ve ele geçen çok yüklü rüşvet paralarıyla açığa çıkmış bulunan, kendisinin dört bakanının da adlarının karıştığı yolsuzluk ve rüşvet iddialarını, az da olsa, ciddiye alarak, adları suça bulaşmış olan bakanlarını derhal istifa ettirseydi, seçmenlerine karşı daha bir samimi ve inandırıcı konumda olmaz mıydı?

Yukarıda belirttiğimiz gibi, Tayyip Bey; çok yüksek beklentiler ve umutlar içindeyken, habersiz ve çok sürpriz bir şekilde, hiç ummadığı bir anda, kendi bakanlarının adlarının da karıştığı yolsuzluk ve rüşvet iddia ve soruşturması karısında sarsılmış, yapması gereken doğru hamleleri yapabilme yeteneğini kaybederek, çareyi karşı taarruzda arayarak, hayatının en büyük hatasını yapmış bulunmaktadır.

Teşbihte hata olmaz. Yaşadığımız şu son bir haftalık süreyi, yoğun bakımda baygın olarak geçirdikten sonra, biraz iyileşip kendisine gelen ve bugün servisteki yatağına alınan bir hasta vatandaşımız; sadece, tek yanlı ve iktidarın güdümünde yayın yapan yandaş medya' nın gazete havadislerini okuyup, yandaş televizyon kanallarını izleyerek, Tayyip Bey'in, gerçekleri görmezlikten gelen meydan konuşmalarını dinlese;

Tüm devlet kadrolarının ve kurumlarının, sanki Tayyip Bey'in bilgisi dışında, suç örgütü ve çeteleriyle işgal edilmiş ve devletimizin sağlıklı çalışamaz hale getirildiğini,

En başta İstanbul emniyeti olmak üzere, ülkenin tüm emniyet birimlerinin, illegal çeteler tarafından işgal edildiğini, yargının tamamen çürüdüğünü ve çöktüğünü, devletimizi gizlice işgal eden çeteye mensup savcılarımızın ve mahkemelerimizin, savcılarımız adına ve onların emir ve talimatlarıyla adli kolluk görevlerini yapan polis ve polis müdürlerimizin; Anayasaya, Ceza ve Ceza Muhakemesi Yasalarımıza aykırı olarak, başına buyruk ve keyfi işler yaptıklarını, mevcut olan çok sağlam delillere rağmen, bakanlık koltuğuna kadar gelen kişilerin dahi adlarının karıştığı illegal suç örgütü ve çetelerinin, yolsuzluk ve rüşvet suç dosyalarını, delillerini de yok ederek, hiçbir işlem yapmadan kapattıklarını, suç işleyen çete mensuplarının, ellerini kollarını sallayarak, serbestçe dolaşmalarını sağladıklarını, tüyü bitmemiş yetimlerin haklarının çiğnenmesine neden olduklarını,

İçlerinde bakanların da bulunduğu iddia edilen bu yolsuzluk ve rüşvet suçlusu çete mensuplarının, devleti işgal eden çete mensubu savcılarımız ve emniyet müdürlerimiz tarafından kayrılarak, suçlarının takipsiz bırakılmasına çok kızan ve içerleyen Başbakanımız Tayyip Bey'in çileden çıkarak, tüm emniyet birimlerimizi, ülke çapında, tüm kötülüklerden arındırmak için hallaç pamuğu gibi dağıtmak zorunda kaldığını, hatta tüm bu kötülüklerin merkezi olan İstanbul Emniyet Müdürlüğüne, tarafsızlığından, adalet duygusundan hiç şüphe etmediği, yolsuzluk ve rüşvet gibi çirkinliklerden son derece tiksindiğinden ve içlerinde bakanlar da olsa, en ufak bir yolsuzluk ve rüşvet iddiası karşısında, ucu Tayyip Bey'e dahi dayansa, gözünü kırpmadan derhal gereğini yapacağından adı gibi emin olduğu ve kendisine çok güvendiği bir ilimizin valisini, hem de tenzili rütbe ederek, İstanbul ilimize emniyet müdürü olarak atanmaya razı ederek, bu yeni emniyet müdürünü, bir an önce yolsuzluk ve rüşvet çeteleriyle uğraşmaya başlaması için, kendi özel uçağı ile derhal İstanbul'a getirme fedakarlığında bulunduğunu,

Tayyip Bey'in; kendi bazı bakanlarının da adlarının karıştığı bu yolsuzluk ve rüşvet iddialarının delillerini yok ederek kapatmaya çalışan ve devleti işgal eden çeteler adına faaliyet gösteren savcılarımızı da, Anayasamızın güçler ayrılığı ilkesini dahi gözü görmeyerek, meydanlardan çok ağır şekilde eleştirip uyarmak zorunda kaldığını, savcılarımızın, kendisi tarafından çok iyi bilinen bazı kirli işlerini açıklama tehdidi ile yasalardan uzaklaşan ve yolsuzlukları kapatan savcılarımızı yola getirme çabası içine girdiğini,

Zannedecek.

Oysa ki, hastamız gerçeklerin hiç de öyle olmadığını, tamamen tersi olduğunu bir öğrense ve bilse, belki de, tekrar yoğun bakımlık olacak ve derhal yoğun bakıma alınacak.

Tanrım, bu yazıyı zor bitirdik, yazarken içimiz sıkıldı, bu olup bitenler karşısında, AKP iktidarının sergilediği akıl almaz, hukuk dışı, olumsuz tavır ve uygulamalarına hiç de layık olmayan ülkemizi ve milletimizi sen koru, aklımıza mukayyet ol, seçmenlerimizin gözlerini açarak, özellikle, AKP iktidarının; her olumsuz icraatını meşrulaştırmak için, sadece sandığa indirgediği demokrasi adına ve milli irade safsatasıyla kendilerine sığındığı % 50'ye , doğruları ve gerçekleri görmelerini ihsan eyle. 22/12/2013

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

18 Aralık 2013 Çarşamba

ÇÖKEN KOALİSYONUN LEŞİNDEN YAYILAN PİS KOKULAR

Cemaat yanlısı olduğunu gizlemeyen AKP Milletvekili Hakan ŞÜKÜR'ün, bir gün önce AKP' den istifa etmesiyle işareti verilen, sızan bilgilere göre, AKP'li üç bakanın da oğulları vasıtasıyla isimlerinin karıştığı ve bu üç bakan hakkında savcılar tarafından doğrudan fezleke düzenlenerek,dokunulmazlıklarının kaldırılması istemiyle Meclise gönderileceği, İstanbul C.Başsavcılığınca başlatılan, bir belediye başkanı ve bazı tanınmış iş adamlarının da isimlerinin karıştığı ve gözaltına alındınlıkları son yılların en büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturması ile Gülen Cemaatı ve AKP arasında kurulmuş bulunan ve devlet organlarının ve bürokrasisinin aralarında pay edildiği büyük koalisyon, tamamen çökmüş ve çöken enkaz altında kalan leşten yayılan pis kokular, toplumu sarmıştır.

Ülkemizde, ileride iktidara gelecek olanlara büyük bir ders ve ibret vesikası olacak olan başlatılan bu soruşturmanın yankıları sürmekte ve bütün kamuoyu bu soruşturmaya kilitlenmiş bulunmaktadır.

Halkımız, bu soruşturmanın konusunu teşkil eden yolsuzluk ve rüşvet iddialarının, bazı gizli eller tarafından örtbas edileceğinden, soruşturmayı yürütmekte olan savcıların ve onların emrinde adli kolluk gücü olarak görev yapmakta olan İstanbul Emniyet Müdürlüğüne bağlı bazı polis şeflerinin görevlerine son verileceğinden endişe duymaktadır.

Tam bu satırları yazarken, açık bulunan televizyonumuzdan şimdi aldığımız bilgiye göre, İstanbul Emniyet Müdürlüğünün soruşturmayı yürütmekte olan ilgili beş şube müdürünün görevlerinden alınarak, yerlerine yeni atamaların yapıldığını öğrenmiş bulunuyoruz.

Emniyetteki bu görevden almalar da gösteriyor ki, başlatılan bu rüşvet ve yolsuzluk soruşturması, AKP iktidarını korkutmuştur. Ancak, korkunun ecele bir faydası bulunmamaktadır.

Ülkemizde, Anayasamıza göre, güçler ayrılığı ilkesi geçerli olup, yargı, sözde de olsa bağımsızdır.Savcılarımız, kendilerine ulaşan ihbar, iddia ve dellillere göre, soruşturmalarını tamamlayıp bir sonuca varacaklardır.

Savcıların emrinde, onlar adına adli kolluk olarak çalışan emniyet mensupları, gerçekte, yürütmenin kadro ve kuruluşunda ve emrinde olup, maalesef, ülkemizde doğrudan savcılarımızın kadro ve kuruluşlarında yer alan ve her şeyleriyle savcılarımızın emrinde olan adli kolluk teşkilatı bulunmadığı için, siyasal iktidarlara dokunan bu tür soruşturmaların, emniyet teşkilatında sıkıntılar yarattığını, biraz önce haberlerden geçen görevden almalar, açık bir şekilde göstermiştir.

Umarız, bu görevden almalar, HSYK devreye sokularak, soruşturmayı başlatan ve sürdürmekte olan savcılarımıza yansıtılmaz.

Emniyet şube müdürlerinin, aradan yirmi dört saat dahi geçmeden, görevlerinden alınmaları da, ülkemizdeki demokrasinin üçüncü sınıf bir demokrasi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu aşamada, henüz kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı bulunmasa da, birinci sınıf demokrasilerde, derhal bakanlık görevlerinden istifa etmesi gerekenler, emirleri altında bulundukları savcıların talimatlarıyla görevlerini yapan polis şeflerini, tüm kamuoyunun gözleri önünde, görevlerinden alabilmektedirler.

Tayyip Bey; soruşturmanın ilk şokunu atlattıktan sonra, Konyada yaptığı konuşmasında; boyutları ne kadar büyük olursa olsun, aslında olağan bir rüşvet ve yolsuzluk soruşturması olan ve üç bakan ile bir belediye başkanı ve bazı iş adamlarının da isimlerinin karıştığı bu soruşturmayı, devletimize, kendi iktidarına ve Hükumete yönelik çirkin bir tertip ve darbe olduğu anlamına gelecek şekilde, çok ağır ve sert sözlerle eleştirme talihsizliğini göstermiş ve bu soruşturmayı sulandırmak için elinden gelecek olan herşeyi yapabileceği algısını uyandırmış ve halkımızın miğdesini bulandırmıştır.

Aynı metotlarla yapılan soruşturmalarla, haksız bir şekilde Türk Ordusunun ve Donanmasının gücünün zayıflatılmasına, ses çıkarmayan ve hatta açıkça destek veren, savcılığa soyunan Tayyip Bey; başlatılan bu son soruşturma nedeniyle; “yargı bağımsızdır, bu soruşturma süreci, ucu nereye varırsa varsın devam etmelidir, adları bu soruşturmaya karışan bakanlarımın da istifa etmelerini buradan istiyorum” diyememiş ve aksine, görevlerini yapan, beş emniyet şube müdürünü görevden aldırmıştır.

Tayyip Bey; devlet yönetiminde Anayasada ve yasalarda yer almayan bir şekilde illegal bir düzen oluşturarak Gülen Cemaatıyla fiili bir koalisyon kurmakla büyük bir hata işlemiş ve aysberg gibi derin sularda gelişi güzel dolaşmakta olan Gülen Cemaatinin, suyun altında kalan gizli gücünü yanlış değerlendirerek, sandığa yansıyacak olan sayısal gücünü az bulduğu Gülen Cemaati ile mücadeleye girip koalisyonu bozunca, nitelikli gücü fazla olan cemaat tarafından, kirli çamaşırlar ortaya çıkarılmış ve çöken koalisyonun enkazı altında kalan leşten, pis kokular etrafa yayılmaya başlamıştır.

Gülen Cemaatının yaptığı, etik olmasa da, gecikmiş bir pişmanlığın ifadesi olarak kabul edilmeli ve her şerden bir hayırlı sonuç çıkar düşüncesiyle, millet olarak bu soruşturmanın sonucunu beklemeliyiz.18/12/2013


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat






16 Aralık 2013 Pazartesi

SAYIN KILIÇDAROĞLU'NA AÇIK MEKTUP

Sayın KILIÇDAROĞLU; mektubuma, size iyi uykular dilemekle başlamak istiyorum. Uyuyan birine başka ne dilenebilir ki?

Sayın KILIÇDAROĞLU; Zamanın, yirmi dört saat uyanık kalma ve çok çalışma zamanı olduğunu, ülkeyi, vatanı ve milletiyle bölünme noktasına getiren, halkı kamplara bölen, düşünce ve düşünceyi açıklama, toplantı ve gösteri yürüyüşü ve basın özgürlüklerini yok ederek, ülkemizi ve ülke halkını demokrasiden ve özgürlüklerden uzaklaştıran, demokrasiyi, sadece seçim sandığından ibaret sayan ve sandıktan çıktıktan sonra, Anayasayı ve yasaları bir kenara iterek, ülkeyi keyfi olarak yönetmeyi yöntem haline getiren AKP iktidarından kurtulmak için, hayati ve son fırsat olan ve çok yaklaşan yerel seçimler ve hemen sonra yapılacak olan Cumhurbaşkanı ve genel milletvekili seçimlerinin, genel başkanı olduğunuz CHP ve ülkemiz için ne kadar önem arz ettiğini, umarız siz de taktir ediyorsunuzdur.

Sayın KILIÇDAROĞLU; size, bu açık mektubu yazıp yazmama konusunda çok düşündük. Zira, sizi ve CHP' yi eleştirmek zorunda kaldığımız bu açık mektup, belki, oyları bıçak sırtında olan CHP' ye ve dolayısıyla ülkemize zarar verebilecek,CHP seçmenini kızdırabilecek ve her şeyden önemlisi de, iktidar partisi AKP' nin ekmeğine yağ sürebilecektir.

Ancak, bir durum değerlendirmesi, kar ve zarar hesabı yaptıktan sonra, bir CHP seçmeni olarak, haddimiz olmadan, sizi eleştireceğimiz bu mektubu yazmamızın, her şeye rağmen, ülkemizin, sizin ve partiniz CHP' nin yararı açısından daha ağır bastığı sonucuna vardığımızdan, bu mektubu yazmak durumunda kaldığımızı, belirtmek istiyoruz.

Sayın KILIÇDAROĞLU; lütfen, uyanınız artık.

Tayyip Bey'i izlemiyor musunuz Allah'ınız aşkına?

Tayyip Bey, yaklaşan yerel seçimler için, tüm büyük şehirlerimizde AKP' nin göstereceği adayları belirlemiş ve görkemli miting ve törenlerle halkımıza açıklayarak, seçim startını vermiş ve meydanlara çıkmıştır.

Sayın KILIÇDAROĞLU; bir CHP seçmeni olarak, size ve partiniz CHP' ye bakıyoruz, seçimlere yaklaşık üç ay kalmış olmasına rağmen, en başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere, tüm büyük şehirlerde belediye başkanı adaylarını henüz belirlemediğiniz gibi, bu konuda hiç de acele etmiyorsunuz.

Acele işe şeytan karışır derler ama, seçimlere, üç ay gibi çok kısa bir sürenin kaldığı dikkate alındığında, henüz adayların belirlenerek halkımızın beğenisine arz edilmemesi, seçmen tarafından, bize göre, bu konudaki plansızlığın, dağınıklığın, hazırlıksızlığın, şaşkınlığın ve kararsızlığın bir ifadesi olarak algılanacaktır.

Seçimlerin yapılacağı tarih aylar öncesinden belli olduğu halde, hala neyi düşünüyor ve tartışıyorsunuz?

İstanbul'a aday göstereceğinizi umduğumuz Sayın SARIGÜL 'ün partiye geri dönüşü geciktirilmiş, adeta, koskoca CHP' nin SARIGÜL' e muhtaç konumda olduğu algısının oluşmasına neden olunmuş, bu gecikme nedeniyle, Gürsel TEKİN aday adaylığını ilan etmek zorunda kalmış ve partiye geri dönüşü geciktirilen SARIGÜL' ün, bu yetmiyormuş gibi, aday adaylığını açıklaması da gecikmiş, bu dağınıklık içinde, İstanbul adayı henüz açıklanamamıştır.

Ankara adaylığı için, parti grup başkan vekili İNCE'nin ismi geçerken, bugün (15/12/2013) televizyon haberlerinde yer alan bilgilere göre, daha önce MHP den aday olan ve CHP' li olmayan bir kişinin, apar topar partili yapılarak son anda adaylığa hazırlandığını öğrenmiş bulunuyoruz.

İzmir Büyük Şehir ve ilçe adaylarının kimler olacağı da, halen belirlenip açıklanamamıştır.

Sayın KILIÇDAROĞLU; seçim gününün yaklaşmasına ve AKP adaylarının belirlenip açıklanmasına rağmen, genel başkanı bulunduğunuz CHP' nin adaylarının belirlenip açıklanamaması, adayların seçim propaganda hazırlık ve çalışmalarını sekteye uğratıp, seçimler için bir olumsuzluk yaratacağı gibi, CHP' nin, ülke gündemini belirleme konusunda olduğu gibi, aday belirleyip açıklama konusunda da, AKP' nin gerisinde kalan ve onu takip eden parti olduğu algısını doğuracak ve bu algı da, CHP seçmeni üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır.

Sayın KILIÇDAROĞLU; AKP ve onun lideri Tayyip Bey; atı almış ve Üsküdar'ı geçmek üzeredir.

Sayın KILIÇDAROĞLU; Tayyip Bey, yerel seçim olmasına rağmen, önümüzdeki Mart ayında yapılacak olan Belediye seçimlerinin, AKP ve kendi geleceği için hayati olan öneminin farkında olup, devletin her türlü imkanlarını kullanarak, Başbakan sıfatıyla açılışlar yapmak bahanesiyle, çoktan meydanlara çıkmış ve bıkmadan, usanmadan, şehir, şehir ve meydan, meydan dolaşarak, seçim propagandasına başlamıştır. Tayyip Bey, tüm olumsuz icraatlarına ve ülkenin içinde bulunduğu olumsuz koşullara rağmen, örgütlü ve disiplinli çalışma sonucunda, bindirilmiş veya bindirilmemiş kıtalarla meydanları doldurmakta, çoğunluğunu yandaş hale getirdiği ülkemizin görsel ve yazılı basınını da arkasına alarak ve gerçekleri de o güzel hitabetiyle çarpıtarak, en azından, mevcut oylarını muhafaza etme çabasına girdiği halde, sizi, hala meydanlarda göremediğimizi, salı günleri meclis grup toplantılarında kapalı kapılar ardında konuşmakla yetindiğinizi, üzülerek belirtmek istiyor ve haddimiz olmadan bu konuda sizi uyarıyoruz.

Sayın KILIÇDAROĞLU; Tayyip Bey, İzmir adayı Binali YILDIRIM'ın adaylığını açıklamak için İzmir'e geldiği gün yaptığı konuşmasında, her gittiği yerde olduğu gibi, partiniz CHP' yi hedefine almış ve 83 yıl geriye dönerek, 1930 yılında, CHP'nin zulmüne karşı Fethi Bey tarafından Serbest Cumhuriyet Fırkasının kurulduğunu ve bu partinin, kısa sürede, İzmir halkı tarafından da büyük ilgi görüp ülke genelinde büyük taraftar kazandığını, bu durumdan korkan CHP'nin, Serbest Cumhuriyet Fırkasını kapattırdığını, gerçekleri tahrif ederek iddia etmiş ve Tayyip Bey, on bir yılı aşkın bir süredir iktidarda olmasına, ülkeyi bölünme aşamasına getirmesine, demokrasiyi ve özgürlükleri yok ederek, halka kendisinin zulüm etmesine rağmen, iktidarda CHP varmış ve ülkeyi bu duruma CHP getirmiş gibi, kendi başarısızlığını ve zulmünü perdelemek amacıyla, Atatürk devrimlerinin yerleştirilmeye çalışıldığı 1930 yılların, 83 yıl öncesinin ve tek partili dönemin özel koşulları üzerinden CHP' ye vurmuş, karşı devrimcilerin ve yobazların istilasına uğradığı için kapatılmak zorunda kalınan Serbest Cumhuriyet Fırkasının kapatılmasının sorumluluğunu CHP' ye yıkmış olup, bir CHP seçmeni olarak, Tayyip Bey'in bu yalanlarına dayanamayarak, Tayyip Bey'e, yazmış olduğumuz “RTE'NİN SERBEST CUMHURİYET FIRKASI BENZETMESİ” başlıklı makalemiz ile gerekli cevabı vermemize rağmen, Tayyip Bey'in bu gerçek dışı ve haksız eleştirilerine, sizden ve partiniz CHP' den bir cevap verilmediğini, üzülerek belirtmek istiyoruz.

Sayın KILIÇDAROĞLU; AKP'li bir bakanın kayınpederi ile AKP'li bir milletvekilinin eniştesinin adlarının karıştığı ve gazeteci yazar Uğur DÜNDAR tarafından SÖZCÜ Gazetesinde günlerdir belgeli olarak haber yapılan ve AKP'li Sağlık Bakanını da ilgilendiren 112 Acil Servis İstasyonu inşaatlarına ilişkin yolsuzluk iddialarına, görebildiğimiz kadarıyla, partiniz CHP ilgisiz kalmış ve bu yolsuzluk iddialarının peşine düşmemiştir. Bunu da anlayabilmiş değiliz.

Sayın KILIÇDAROĞLU; Tayyip Bey, her gittiği yerde yaptığı konuşmalarda, yalan Yanlış partiniz CHP' yi eleştirip diline doladığı ve halkımızı yanılttığı halde, siz hala oturuyor ve meydanlara çıkarak, Tayyip Bey'e ve AKP' ye hak ettiği cevabı verip gerçekleri açıklamıyorsunuz. Oysa ki, koşullar tamamen sizin lehinizde, AKP' yi eleştirmek ve halkımıza şikayet etmek için o kadar haklı neden var ki, saymakla bitmez. Bir Gezi Parkı olayları, barış süreci, PKK ile müzakere, PKK için uygulamaya konulan fiili af, basın özgürlüğüne getirilen sınırlamalar, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğünün kısıtlanması, uzun tutukluluk süreleri, siyasallaştırılan ve yandaş hale getirilen yargının hali. Tayyip Bey'in yaptığı gibi, şehir,şehir ve meydan,meydan dolaşarak, bıkmadan ve usanmadan bu konularda AKP' nin halka şikayet edilmesi gerekirken, bırakınız meydanlara çıkmayı, hala belediye başkanı adaylarının dahi belirlenip açıklanamamasını anlamakta gerçekten zorlanıyoruz.

Sayın KILIÇDAROĞLU; size, daha yazacak çok şey var ama, daha fazlasına dilimiz varmıyor. Bu yazdıklarımızı, dost acı söyler, gerçekler daima acıdır, gerçek dost uyaran dosttur, zararın neresinden dönülürse kardır sözleri ışığında değerlendireceğinizi ve bizi hoş göreceğinizi umarak mektubumuza son veriyor, seçimlerde size ve partinize başarılar diliyor, saygılarımızı sunuyoruz.15/12/2013


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat




13 Aralık 2013 Cuma

RTE' NİN SERBEST CUMHURİYET FIRKASI BENZETMESİ

Tayyip Bey İzmirde.

Tayyip Bey, şu anda (13/12/2013) İzmir ve Ege Bölgesi Belediye Başkanı adaylarının tanıtım töreninde konuşuyor.

Yine, hitabet sanatını ve gücünü, devletin kendi emrindeki imkanlarını kullanarak ve gerçekleri tahrif ederek, halka damardan girmeye çalışıyor. Tabi tüm yandaş televizyonlar da tam kadro bu konuşmayı naklen yayınlıyorlar.

Cahil olsak, bu ülkede yaşayan bir vatandaş olarak, ülkemizde olup biten gerçeklere tanık olmasak, demokrasi ve özgürlük laflarının, Tayyip Bey'in ağzına hiç yakışmayan kutsal kavramlar olduğunu bilmesek, biz de ayağa kalkıp, büyük bir coşkuyla, avuçlarımız patlayana kadar Tayyip Beyi alkışlayacağız ve avazımız çıktığı kadar, “bu millet seninle gurur duyuyor” diye bağıracağız.

Keşke, gerçekler öyle olabilseydi.

Tayyip Bey, İzmir'i alabilmek için, CHP'nin kalesi olan İzmir de yaptığı konuşmasında, tek parti döneminde CHP'nin zulmüne ve antidemokratik yönetim tarzına karşı kurulduğunu, halkın teveccühü nedeniyle, kuruluşundan kısa bir süre sonra da, CHP tarafından kapattırıldığını iddia ettiği Serbest Cumhuriyet Fırkası üzerinden, CHP'ye vurmaya çalışıyor.

Çok partili demokrasiye geçilmesi için, Serbest Cumhuriyet Fırkasının kuruluşuna öncülük eden, bu partinin kurulmasını öneren ve onaylayan kişinin, CHP'nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün bizzat kendisi olduğu unutulmamalıdır.

Serbest Cumhuriyet Fırkasının; kuruluşundan çok kısa bir süre sonra kapatılmasında, ülkenin ve Atatürk devrimlerinin geleceğine yönelik tehlikeler içeren diğer haklı nedenler yanında, CHP'nin o dönemdeki faal yöneticilerinin kendi iktidarlarının devamı için, ATATÜRK'ü etkileyerek önemli bir rol oynamış oldukları, belki yadsınamaz.

Ancak, Tayyip Bey'in; şu anda İzmirde yapmakta olduğu konuşmasında, bizzat Atatürk'ün teşvik ve önerisiyle, onun yakın arkadaşı Fethi Bey tarafından kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkasına, en başta İzmirliler olmak üzere, demokrasi ve özgürlüğe susayan halkımızın sahip çıkarak, bu yeni partiye kuruluşundan itibaren çok kısa süre içinde büyük teveccüh gösterdiğini dile getirerek, Serbest Cumhuriyet Fırkası benzetmesiyle, İzmir ve Ege Bölgesi halkının AKP'ye teveccüh göstermesini ve seçimlerde AKP adaylarına oy vermesini istemeye, asla ve asla, yüzü ve hakkı yoktur.

12/Ağustos/1930 tarihinde Atatürk'ün öneri ve onayıyla, Ali Fethi Bey tarafından kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası, o yılların tek partili düzeninin yegane partisi olan iktidardaki CHP'nin karşısında yer alan, bir muhalefet partisidir.

Diyelim ki, Serbest Cumhuriyet Fırkasının kurulduğu dönemlerde, iktidardaki CHP, gerçekten, demokrasi ve özgürlükleri kısıtlayan ve halkına zulmeden bir parti, iktidardaki CHP'ye karşı, Atatürk'ün öneri ve onayıyla kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası da, gerçekten özgürlükçü ve demokrat bir partidir.

Şimdi, demokrasi geleneğinin tam olarak gelişip yerleşmediği, demokrasinin toplumsal ve siyasal koşullarının oluşmadığı, tek partili 1930 'lu yıllarda kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası örneği ve benzetmesi üzerinden, halen muhalefette bulunan bugünün CHP' sini vurmaya çalışan Tayyip Bey'e soruyoruz;

Şu anda; ülkemizde tek partili bir düzen ve iktidar da, CHP mi vardır, iktidardaki CHP, anti demokratik bir yönetim tarzıyla, halkın özgürlüklerini kısan ve yok eden, halkına zulmeden bir parti konumunda mıdır?

AKP; şu anda, tek partili bir düzende iktidarda olan ve baskıcı ve antidemokratik bir yönetim sergileyerek halkına zulmeden ve onu özgürlüklerinden mahrum eden CHP'nin zulmune karşı mücadele etmek amacıyla yeni kurulan ve iktidardaki CHP'ye karşı iktidar mücadelesi veren bir muhalefet partisi midir?

AKP; şu anda, 2002 yılından bu yana üst üste üç kez seçim kazanan ve ezici çoğunlukla tek başına iktidara gelerek, ülkeyi tek başına on bir yılı aşkın bir süredir tepe tepe idare eden ve halen de tek başına iktidarda olup ülkemizi yönetmeye devam eden bir parti değil midir?

Ülkemizde, beğenmediğimiz 1982 darbe Anayasasına dahi tahammül edemeyerk rafa kaldıran, muhalefet partilerine ve onların yaptığı muhalefete tahammül edemeyen, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüklerini, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüklerinin hayata geçirilmesinin olmazsa olmazı olan basın özgürlüğünü, baskı ve tehditlerle, basın organlarını yandaşlaştırarak yok eden, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüklerini, güvenlik güçleriyle ve onların kullandıkları toma, tazyikli su, biber gazı ve cop'larla işlemez hale getiren ve halkına zulmeden, şu anda iktidarda bulunan AKP ve onun lideri olan kendisi değil midir?

Ülkeyi bölünmenin eşiğine getiren, halkımızı kamplara bölen, halkın özel hayatına ve yaşam tarzlarına dayatmalarla müdahale eden, yasama organını iktidar partisinin özel hizmetine sunan,yasama organının iktidarı denetleme hakkını yok eden, yargının bağımsızlığını asgari düzeye indiren, tek parti dönemini aratacak şekilde oteriter bir yönetim tarzı uygulayan, demokrasiyi kağıt üzerinde bırakan, demokratik kazanımların ve özgürlüklerin yeniden tesisi için, kendisiyle demokratik yöntemlerle mücadele edilmesi konumuna gelen parti, Tayyip Bey'in direksiyonunda bulunduğu AKP değil midir?

Bu nedenle, Tayyip Bey'in; bugün, İzmirde yaptığı konuşmasında dile getirdiği 1930'lu yılların Serbest Cumhuriyet Fırkası ve CHP benzetmesi, günümüzün koşulları ve gerçekleriyle asla örtüşmemektedir.13/12/2013



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


11 Aralık 2013 Çarşamba

GÜLEN'İ BİTİRMEYE YÖNELİK 2004 MGK KARARLARI

Son aylarda, AKP iktidarı ile Gülen Cemaati arasında baş gösteren iktidar savaşı üzerine, Tayyip Bey'in harekete geçerek, maddi ve manevi gücünü sahibi olduğu cemaate ait özel okul ve dersanelerden ve bu okul ve dersanelerde kendilerine dini eğitim de verilerek yetiştirilen ve devletin bürokrasisine yerleştirilen kişilerden alan Gülen Cemaatini bitirmek ve etkinliğini yok etmek amacıyla,özel dersanelerin kapatılması için kararlı bir tutum sergilemesinden sonra, Gülen Cemaati ile AKP iktidarı arasındaki gizli çekişme ve mücadele, iyice aleniyet kazanmış ve her iki taraf karşılıklı söz düellosuna başlamışlar, geçtiğimiz günlerde Taraf yazarı Mehmet BARANSU, Taraf Gazetesinde, AKP iktidarını zor durumda bırakarak, onları,dersanelerin kapatılması konusunda geri adım atmaya zorlamak amacıyla, Gülen Cemaati ile mücadele edilerek, bu cemaati bitirmeye yönelik olarak, 25.Ağustos.2004 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan ve altında Cumhurbaşkanı ile Başbakan Tayyip Bey ve ilgili AKP'li bakanların da imzalarının yer aldığı, 2004 tarihli Milli Güvenlik Kararlarını yayınlamıştır.

Tayyip Bey; kendi imzasını da içeren bu MGK kararlarının Taraf Gazetesinde yayınlanmasının ardından, uzunca bir süre sessiz kalmış ve bu konuda tek bir kelime dahi sarf etmemiş, onun yerine, kararda imzası bulunan bakanlar ve AKP üst düzey yönetiminden bazı kişiler, Gülen Cemaatini bitirmeye yönelik irtica ile mücadele eylem planı niteliğindeki MGK kararının, Hükumete tavsiye niteliğinde bir karar olup, bağlayıcı niteliğinin bulunmaması nedeniyle, günün koşullarını dikkate alarak, adeta kerhen imzaladıkları bu kararı uygulamaya koymadıklarını, bu kararların, Hükumet tarafından benimsenmeyen ve uygulanmayan, bu nedenle de yok hükmünde kararlar olduğunu savunmuşlardır.

AKP iktidarının uygulamadıklarını ve yok saydıklarını, yok hükmünde olduğunu alenen dile getirdikleri 2004 tarihli MGK kararlarını elde edip Taraf Gazetesinde yayınlayarak ifşa ettiği gerekçesiyle, Taraf Gazetesi ve yazarı Mehmet BARANSU hakkında MİT, MGK ve Başbakanlık tarafından suç duyurularında bulunulmuş ve bu konuda uzun bir süre sessiz kalan Tayyip Bey de, sonunda suskunluğunu bozarak,geçtiğimiz hafta Tekirdağda toplu açılış (!) töreninde yaptığı konuşmasında; Taraf Gazetesinin yayınladığı 2004 MGK kararlarıyla ilgili olarak, “bu bilgileri yandaşlarınıza kimler sızdırdı.Bu belgeleri yayınlamak özgürlük değil vatana ihanettir” diyerek, savcıları, bunun gereğini yapmaya çağırark, aksi halde onların da suç işlemiş olacaklarını dile getirmiştir.

Bu konu o kadar basit bir konu değildir.

Bir süre sustuktan sonra, meydanlarda kükreyerek, 2004 MGK Kararlarını içeren belgenin yayınlanmasının özgürlük olmadığını,bunun vatana ihanet olduğunu beyan ederek, savcıları göreve çağırıp bu işten sıyrılmak mümkün değildir.

Ortada, 2004 tarihli gizli bir MGK kararının varlığı sabit olup, bu kararın Taraf Gazetesinde yayınlandığı da bir gerçektir.

Milli Güvenlik Kurulunu düzenleyen Anayasanın 118. maddesinde;

Milli Güvenlik Kurulu; Cumhurbaşkanının başkanlığında, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Başbakan yardımcıları, Adalet, Milli Savunma, İçişleri, Dışişleri Bakanları, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ve Jandarma Genel Komutanından kurulur.



Gündemin özelliğine göre Kurul toplantılarına ilgili bakan ve kişiler çağırılıp görüşleri alınabilir.



Milli Güvenlik Kurulu; Devletin milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili alınan tavsiye kararları ve gerekli koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca değerlendirilir.

Milli Güvenlik Kurulunun gündemi; Başbakan ve Genelkurmay Başkanının önerileri dikkate alınarak Cumhurbaşkanınca düzenlenir.

Cumhurbaşkanı katılamadığı zamanlar Milli Güvenlik Kurulu Başbakanın başkanlığında toplanır.” hükmü yer almaktadır.



Milli Güvenlik Kurulunun işlevine ve yapısına ilişkin yukarıdaki Anayasa maddesine göre, Milli Güvenlik Kurulunda; askerlerin, mevcutları itibariyle, bir ağırlıklarının bulunmadığı, asıl ağırlığın, Başbakan ve ilgili bakanlardan oluşan Hükumet kanadında olduğu anlaşılmaktadır. Milli Güvenlik Kurulunun gündemi de, Başbakan ve onun emrindeki Genelkurmay Başkanının önerileri dikkate alınarak, Cumhurbaşkanınca düzenlendiğine göre, devletimizin milli güvenliği ile ilgili olarak Gülen Cemaatine yönelik olarak, 2004 MGK kararlarının alınmasında, Hükumet'in bir rolünün ve etkinliğinin bulunmadığı savunulabilir mi? Tabii ki savunulamaz.



Anayasanın 118. maddesinde açıkça; “Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca değerlendirilir.” denilmesine rağmen, Gülen Cemaati ile ilgili olarak alınan 2004 MGK Kararlarının, hiçbir şekilde, Bakanlar Kurulunda değerlendirmeye alınmadığı, uygulamaya konulmadığı ve bu kararların yok sayıldığı yolundaki AKP iktidarınca yapılan açıklamalar karşısında, o tarihteki Bakanlar Kurulu üyeleri, Anayasal bir suç işlemiş olmuyorlar mı?



2004 MGK Kararlarına rağmen, devletin güvenliği ve selameti için kendisiyle mücadele edilecek yerde, sağır sultanın dahi duyup bildiği, herkes tarafından dile getirilen bir gerçek olarak ortaya çıkmış bulunan, iktidarın ve devlet kadrolarının Gülen Cemaati ile paylaşılması, suç değil midir?



Gülen Cemaatıyla mücadele için 25.Ağustos.2004 tarihli MGK toplantısında alınan MGK kararlarının, Hükumet tarafından bir kenara itilerek, dikkate alınmadığı, uygulanmadığı ve yok sayıldığı, Gülen Cemaati ile mücadele edilecek yerde, bu cemaatin mensuplarının devlet kadrolarına yerleştirilerek, Gülen Cemaatinin, adeta iktidar ortağı yapıldığı dikkate alındığında, bugün için, çöp tenekesine atılan bir kağıt çöp haline getirilmiş bulunan 2004 MGK Kararlarının, içeriği itibariyle gizli kalması gereken ve devlet güvenliğini ilgilendiren muteber ve gizli bir belge niteliğini halen korumakta ve sürdürmekte olduğunu ve bu belgeyi temin ederek açıklayıp ifşa edenlerin vatana ihanet ederek, suç işlemiş olduklarını söyleyebilir misiniz?



Tabii ki söyleyemezsiniz.



Tayyip Bey; bu gerçekler karşısında, lütfen bizi gereksiz yere güldürmeyiniz. Zaten, ülkenin içinde bulunduğu durum nedeniyle gülecek halimiz mi kaldı?



Bize göre, bugün için, 2004 MGK kararları; sizlere ömür olup, içeriği itibariyle açıklanması yasak olan ve hukuken muteber gizli bir belge niteliğini çoktan yitirmiş olup, maalesef, hukuken savcılarımızın soruşturma açmalarını gerekli kılacak bir neden kalmamıştır. 11/12/2013






Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

6 Aralık 2013 Cuma

BENİM UMUDUM YOK

Anayasa Mahkemesinin, gazeteci yazar BALBAY hakkında vermiş olduğu olumlu karar, kamuoyunda tartışılmakta ve bu karardan sonra BALBAY'ın tahliyesinin an meselesi olduğu görüşleri öne çıkmaktadır.

Bize soracak olursanız, Anayasa Mahkemesinin olumlu kararına rağmen, BALBAY'ın tahliyesine karar verileceğine yönelik bir umut taşımadığımızı, üzülerek belirtmek istiyoruz.

Bizi bu umutsuzluğa sevk eden neden de, Ceza Muhakemesi Yasasının tutuklama kurumunu düzenleyen 100. maddesinin 3. kıkrasında yer alan ve katalog suçlar olarak andığımız bazı ağır cezalı suçların şüpheli ve sanıkları hakkında tutuklama nedenlerinin var sayılabileceği karinesini getiren, Anayasaya aykırı, çağ dışı ve antidemokratik hüküm olup, Ceza Muhakemesi Yasasının 100. maddesinin 3.fıkrasında yer alan ve katalog suçlar için tutuklama nedenlerinin var sayılabileceği karinesini getiren ve hakimlerimizin tahliye taleplerini reddederlerken sığındıkları ve çok sevdikleri bu çağdışı ve antidemokratik hükmü yasalarımızdan çıkarmadıktan sonra, Anayasa Mahkemesinin BALBAY hakkında aldığı karar dahi, mahkemelerimizce tartışmaya açılacak ve kolay, kolay tahliye kararları verilmeyecektir.

Konuya ilişkin olarak, 2/Eylül/2012 tarihinde yazdığımız, haksız tutuklamaların önüne geçebilmek için yapılması gerekeni izaha çalıştığımız, “İŞTE SİZE FORMÜL” başlıklı makalemizi, aşağıya aynen alıyoruz.


Tutuklama, bir emniyet tedbiri olup, asıl olan tutuksuz yargılanmaktır.

Tutuklama, yasada öngörülen koşulların varlığı halinde başvurulabilen, istisnai bir durumdur.

Ülkemizde ise, tutuklama kurumu, yasal koşulları mevcut olsa dahi, mecburi bir uygulama olmadığı halde, uygulamada, tutuklama asıl, tutuksuz yargılanma istisna haline gelmiş ve tutuklama kurumu maalesef amacından saptırılmıştır.

İstatistiklere göre, ülkemizde tutuklu sayısı, hükümlü sayısını aşmıştır.

Ergenekon ve balyoz olarak anılan ağır cezalı bazı siyasi davalardan tutuklu bulunup halkın oylarıyla milletvekili seçilen kişiler dahi, milletin oy vererek kendilerini doğrudan milletvekili seçmek suretiyle, tahliye edilip Meclise gelmelerine onay vermelerine rağmen, millet adına temsilen yargı yetkisini kullanan yargıçların, Milletin iradesine aykırı kararlarıyla, yıllardan beri tutuklu olarak yargılanmakta ve kaçma şüpheleri ve delilleri karartma ihtimalleri bulunmadığı halde, usul yasası çiğnenerek tahliye edilmemektedirler.

Bize göre, bu yasa dışı uygulamaya çanak tutan ve yol açan tek neden, Ceza Muhakemesi Kanununun 100. maddesinin 3. fıkrasında yer alan hüküm olup, bu yasa hükmünde açıkça belirtilen, katalog suçlar dediğimiz bazı suçları işledikleri hususunda, haklarında kuvvetli suç şüphesi bulunan kişilerin, kaçacakları ve delilleri karartacakları var sayılabilmektedir.

Başka bir ifade ile Ceza Muhakemesi Yasasının 100. maddesinin 3. fıkrasında belirtilen katalog suçları işledikleri iddiasıyla soruşturma geçiren ve yargılanan kişiler hakkında, tutuklanmanın koşullarının var sayılabileceğine dair yasal bir karine getirilmiş olup, bu suçların sanıkları hakkında tutuklama kararı verilebilmesinin önü tamamen açılmış ve yargıçlarımız, kendilerine geniş takdir yetkisi tanıyan bu hükme sığınarak, kolaylıkla ve korkusuzca tutuklama veya tahliye taleplerinin reddine yönelik kararları verebilmektedirler.

Yasaya göre, aslında bu maddede sayılan suçların şüpheli veya sanıklarının kaçacakları ve/veya delilleri karartacaklarının var sayılacağı kesin olmayıp, sadece var sayılabileceği belirtilerek, bu konuda yargıçlarımıza takdir yetkisi tanınmış olup, yargıçlarımız, 100. maddenin 3. fıkrasında belirtilen katalog suçların şüpheli veya sanıkları yönünden dahi, dava konusu her somut olayın özel koşullarına göre, kaçma şüphesinin ve/veya delilleri karartma ihtimalinin mevcut olmadığı sonucuna vararak, tutuklama kararı vermeyebileceği gibi, daha önce tutuklananların da tahliyelerine karar verebilecektir.

Ülkemizdeki uygulamaya baktığımızda ise, bazı yargıçlarımızın, Ceza Muhakemesi Kanununun 100/3 maddesini, tutuklama kurumunun amacına uygun kullanmadıklarına, o maddede sayılan suçların faillerini kolaylıkla tutukladıklarına ve tutuklanmış olanların da tahliyeye yönelik taleplerini, hiçbir gerekçe göstermeden ret edebildiklerine tanık olmaktayız.

Bize göre, Anayasaya aykırı olan bu yasa hükmünün, çıkarılacak olan bir yasa ile yürürlükten kaldırılması halinde, yargıçlarımız, tutuklama konusunda karar verirlerken daha dikkatli olacaklar, daha sorumlu davranacaklar, keyfi olarak tutuklama kararları veremeyecek ve tahliye taleplerini ret edemeyeceklerdir.

Bu suretle, maalesef, uygulamada, Türk yargısının yüz karası haline gelen tutuklama kurumu, amacına uygun bir kurum haline gelecek ve yargısız infazlar son bulacaktır.

Aksi halde, yani, yargıçlarımıza, tutuklama veya tutukluların tahliye edilmelerine ilişkin taleplerinin reddine karar vermelerini çok kolaylaştıran, hukuken denetlenmesi imkansız ve kötüye kullanılması mümkün olan çok geniş takdir yetkisi tanıyan, Ceza Muhakemesi Yasasının 100. maddesinin 3. fıkrası yürürlükte kaldığı sürece, Ergenekon ve Balyoz türü davalardan toplu tahliye kararları beklemek hayaldir. 2/Eylül/2012”

Bu ülkenin en akıllı hukukçusu ben miyim ki, bu gerçeği aylar önce görüp dile getirmişim?

Tabii ki, bu ülkenin en akıllı hukukçusu ben değilim ama, demek ki, ülkenin akıllı hukukçulardan ziyade, bazı gerçekleri dile getirecek duyarlı ve cesur hukukçulara ihtiyacı var. 06/12/2013


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat








5 Aralık 2013 Perşembe

ANAYASA MAHKEMESİNİN BALBAY KARARI

Anayasa Mahkemesinin, bireysel başvuru hakkını kullanan tutuklu gazeteci BALBAY hakkında vermiş bulunduğu olumlu karar nedeniyle, hiçbir yorum yapmadan, “Milletimiz Tahliye Kararnı Vermiştir” başlıklı, 19/Eylül/2012 tarihli daha önce yayınlanmış bulunan makalemize, noktasına virgülüne dokunmaksızın, aşağıda tırnak içinde aynen yer veriyoruz.


Anayasa Madde 6- Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.

Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.

Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

Anayasa Madde 7 - Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.

Anayasa Madde 8 - Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.

Anayasa Madde 9 - Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.

Anayasamızın egemenlik hakkı ve bu hakkın kullanılış biçimini düzenleyen 6,7,8 ve 9. maddelerini yukarıya aynen niçin aldığımızı merak etmiş olmalısınız.

Açıklamaya çalışalım.

Herkesin bildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik sosyal bir hukuk devletidir.

Demokrasi ile yönetilen devletlerde, yasama, yürütme ve yargı yetkisinden oluşan ve tümüne topluca egemenlik hakkı dediğimiz egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu, Anayasamızın 6. maddesi, açık bir şekilde hüküm altına almıştır.

Oluşturduğu milletin nüfusunun milyonları bulduğu günümüzün modern demokrasilerinde, milletin tümünün bir araya gelerek, kendilerine ait bulunan yasama, yürütme ve yargı yetkilerinden oluşan egemenlik haklarının, doğrudan kendileri tarafından kullanması fiilen mümkün olmadığı için, milletimiz; yasama, yürütme ve yargı'dan oluşan egemenlik hakkını, Anayasamızda ve yasalarda belirtilen usullerle seçilen ve atanan milletvekillerinden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu ve hakim ve savcılarımızdan oluşan bağımsız mahkemeler aracılığı ile kullanmaktadır. Yani doğrudan değil, temsili bir demokrasi söz konusudur.

Ancak, milletin kendisine ait olan egemenlik hakkını, Anayasada belirtilen temsilcileri vasıtasıyla kullanması, o hakkı millet adına kullanan organları, egemenliğin asıl sahibi konumuna getiremez.

Bu organlar; milletin emanet ettiği egemenlik haklarını millet adına kullanırlarken, milletin seçimlerle ortaya koyduğu tercih ve iradeleriyle ters düşemezler.

Lafı fazla uzatmaya gerek yok. Buradan gelmek istediğimiz asıl konu, halen Silivri Mahkemelerinde tutuklu olarak yargılanmakta olan çeşitli partilerimize mensup milletvekillerimizin durumlarıdır.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, Anayasamızın 6. maddesine göre, içinde yargı yetkisinin de bulunduğu egemenliğin kayıtsız şartsız asıl sahibi olan Türk Milleti, yapılan genel milletvekili seçimlerinde, seçim öncesi tutuklu olan ve milletvekili adayı olarak huzurlarına çıkan kişileri, tutuklu olduklarını bilerek, milletvekili seçmek suretiyle, onları bulundukları tutuk evinden çıkararak Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderme ve kendilerini temsil' en egemenlik haklarının bir unsuru olan yasama yetkisini kendileri adına kullanmakla görevlendirmişler, seçim sandıklarında, yargı yetkilerini doğrudan kullanarak, onların tutukluluk hallerine son vererek, onların tahliyelerine karar vermişlerdir.

Bu itibarla, millet adına emanetçi ve temsilci olarak yargı yetkisini kullanan mahkemelerin, milletin bu kararının aksine davranma yetkileri bulunmamaktadır.

Millet, tutuklu kişileri bilerek ve isteyerek hür iradeleriyle milletvekili seçerek, kendi adlarına yargı yetkisini kullanmakta olan mahkemelere, bu kişileri tahliye etmeleri konusunda talimat vermiştir.

Ha, şimdi bazıları itiraz edip diyeceklerdir ki; Anayasamızın 138. maddesine göre, Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz..

138. maddeye dikkat buyurun;yargı yetkisinin kullanılmasında, mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat verilemeyeceğini, tavsiye ve telkinde bulunulamayacağını söylüyor.

Peki, yargı yetkisi kimde, milletimizde değil mi, yargı yetkisinin asıl sahibi millet olup, mahkemeler bu yetkiyi millet adına kullanmıyorlar mı? Öyleyse, milletin seçimlerle ortaya koyduğu karar ve iradesini, millet adına yargı yetkisini kullanmakta olan mahkemelere, Anayasanın 138. maddesinde yasaklanan anlamda bir emir ve talimat olarak nitelendirmek mümkün değildir. Kaldı ki; 138. madde de yargı yetkisinin kullanılmasında, mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat vermeleri, tavsiye ve telkinde bulunmaları yasaklananlar; Türk Milleti adına yasama ve yürütme yetkilerini kullanıyor olmalarına rağmen, kuvvetler ayrılığı prensibi gereği, yasama ve yürütme organları ile diğer makam, merci veya kişiler olup, Anayasanın 138. maddesi ile egemenliğin asıl sahibi olan Türk Milletinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir talimat vermeleri, onlara tavsiye ve telkinde bulunmaları yasaklanmamıştır.

Hakkın asıl sahibine yasak getirilmiş olması esasen abesle iştigal olurdu.

Bu itibarla, tutuklu milletvekillerinin tahliye edilmeyerek tutukluluk hallerinin sürdürülmesine yönelik yargı kararları; Anayasamıza göre, yargı yetkisinin de içinde bulunduğu egemenliğin, kayıtsız şartsız sahibi olan Türk Milletinin seçimlerde ortaya koyduğu iradesiyle çelişmekte, millet adına ve onu temsilen verilen bu kararlar, yargı yetkisinin asıl sahibi olan Türk Milletinin egemenlik hakkının ve iradesinin önüne geçmektedir. 19/Eylül/2012


Son söz olarak;Anayasa Mahkemesinin, tutuklu gazeteci BALBAY hakkında vermiş bulunduğu son kararını alkışlıyor ve Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkına yönelik soğuk bakışımızı biraz yumuşatıyor ve bu konuda umutlandığımızı dile getirmek istiyoruz.05/12/2013



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



1 Aralık 2013 Pazar

DEVLET İMKANLARIYLA SEÇİM PROPAGANDASI

Tayyip Bey işin kolayını bulmuş.

Yaklaşan yerel seçimler nedeniyle, devletin imkanlarını ve Başbakan sıfatını kullanarak, AKP' nin seçim propagandasını bütün hızıyla sürdürüyor.

Tayyip Bey; toplu açılışlar yapma bahanesiyle, il, il dolaşıp, Başbakan sıfatını ve devletin imkanlarını kullanarak, seçim mitingleri yapıp, muhalefeti karalamayı ve seçmenin gözünde küçük düşürmeyi sürdürüyor.

Tayyip Bey; bir yandan da, Japonya Büyük Elçiliğindeki Japon günü resepsiyonunda bir konuşma yapan muhterem eşine yönelik olarak sarf ettiği, “Bu kadın hangi sıfatla konuşuyor” sözü nedeniyle, CHP Milletvekili Kamer GENÇ'in hedef haline getirildiği olayı, devletin imkanlarıyla gerçekleştirdiği bu miting meydanlarda istismar ederek, Kamer GENÇ üzerinden CHP' yi karalayarak, kendisine siyasi çıkar elde etmeye çalışıyor.

Batıda örneğine rastlanmayacak şekilde, her gün tüm televizyon kanallarında sürekli olarak saatlerce yüzlerini görmek ve monolog halinde söylediklerini dinlemek zorunda bırakıldığımız, gerekli ve gereksiz olarak, evlerimize davetsiz misafir olan Sayın Tayyip ERDOĞAN ve muhterem eşlerinin yüzlerinin yıprandığı ve artık halkımızda bir bıkkınlık yarattıkları, inkar edilemez bir gerçektir.

Bu gerçekten hareket ettiğimizde, CHP Milletvekili Kamer GENÇ'in; yeri, zamanlaması ve üslubu itibariyle bizim de hoş karşılamadığımız, Tayyip Bey'in eşlerine yönelik, etik dışı bu çıkış ve beyanlarının, bu bıkkınlığın bir tezahürü olduğunu değerlendiriyor ve muhatabı tarafından konu yargıya intikal ettirilmesine rağmen, Kamer GENÇ'in bu kaba davranışını, sürekli kaşıyıp dile getirerek, bundan CHP aleyhine ve AKP yararına siyasal bir rant elde etmeye çalışmanın da, etik bir davranış olmadığını, bu davranışın, Sayın Emine Hanım'ın daha fazla yıpranmasına neden olduğunu düşünüyoruz.

Tayyip Bey Başbakan da olsa, aynı zamanda bir politikacı ve AKP' nin Genel Başkanı olarak, topluma mal olmuş ve sürekli halkın ve toplumun gözü önünde olan bir kişidir. Sayın eşleri de, iç ve dış gezilerinde ve miting meydanlarında sürekli olarak Tayyip Bey' e refakat ederek onun yanında bulunduğuna göre, her ikisi de, topluma mal olmuş kişiler olarak, kıyafetlerinden, konuşmalarından, hal ve hareketlerinden dolayı, toplumun sevgisine mazhar olmak kadar, toplumun ağır eleştirilerine maruz kalmayı da, göze almak ve göğüslemek zorundadırlar.

Bu itibarla;

CHP Milletvekili Kamer GENÇ'in, yargıya da intikal etmiş bulunan, Sayın Emine Hanım'a yönelik etik dışı davranışının büyütülerek bir memleket meselesi haline getirilmesini,

Yandaş köşe yazarlarının; Kamer GENÇ'e yönelik, “Terbiyesiz Herif “ ve benzeri sözlerle, onun üslubunu aratacak şekilde, Kamer GENÇ'e hakaret etme hakkını kendilerinde görerek yargısız infaz yapmalarını,

Neredeyse her gün, eşleri veya eski eşleri tarafından tavuk boğazlar gibi öldürülen kadınlar için seslerini çıkarmayan ve kadınların katledilmelerine bugüne kadar hiçbir önlem alamayanların; Emine Hanım'a yönelik eylem karşısında, kadın hakları savunucusu kesilmelerini,

Milli irade lafını dillerinden düşürmeyenlerin; kendileri gibi, milli irade ile seçilerek meclise gelen Kamer GENÇ'in, her şeye rağmen bir milletvekili olduğunu unutup görmezlikten gelmelerini,

Tayyip Bey'in; Muğla mitinginde, Kamer GENÇ'in, salt, eşine yönelik lafları nedeniyle, CHP tarafından partiden ihraç edilmemesini ödüllendirme olarak değerlendirmesini, buna karşılık, kendisinin, ATATÜRK'ümüze dil uzatan eski AKP milletvekili Hüsrev KUTLU'yu, AKP den Adıyaman Belediye Başkanlığına aday göstermesini,

Anlamakta, gerçekten zorlanıyoruz. 02/12/2013

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

27 Kasım 2013 Çarşamba

YOK ARKADAŞ KENDİNE GEL

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.

Bizim ülkemizde ise, ayinesi laftır kişinin işe bakılmaz.

Ne kadar acı değil mi?

Bunları niçin yazıyoruz, hemen söyleyelim.

Ülkeyi; Kürt-Türk, dindar-dindar olmayan, laik-antilaik, kız-erkek, türbanlı-türbansız, alevi-sünni ve buna benzer şekilde farklı kamplara bölen ve ilan ettiği barış süreci ile ülkeyi bölünmenin eşiğine getiren, halkın en demokratik hakkı olan eleştiri ve protesto haklarına tahammül edemeyen, öğretmenlerinin üzerine dahi, biber gazı ve tazyikli su sıktıran ve onları tekme tokat ve copla dövdüren, ülkenin demokratik ve laik niteliğini tanınmaz hale getiren AKP iktidarının uygulamalarına karşı etkin muhalefeti yapan, her geçen gün okuyucu sayısını artıran, bir sonraki sayısı merakla beklenen, en çok satan gazeteler arasında 3. sırada bulunan SÖZCÜ gazetesinin bugünkü (27/11/2013) sayısında sürmanşet yer alan habere göre; CHP lideri KILIÇDAROĞLU'nun Amerikaya yapacağı geziye, diğer basın organlarından gazetecilerin davet edilmesine rağmen, SÖZCÜ Gazetesinden hiçbir basın mensubunun davet edilmediği anlaşılmaktadır.

AKP' ye ve onun uygulamalarına şiddetle muhalefet eden, çok satan gazeteler arasında 3. sıraya yükselen Sözcü Gazetesinin; cumhuriyetin temel niteliklerini ve bölünmez bütünlüğünü savunduğu ve ATATÜRK'ü her vesileyle yücelterek, belirli çevrelerin, ATATÜRK'ü unutturma çabalarına göğüs gerdiği için, AKP Genel Başkanı Tayyip ERDOĞAN tarafından ülke içi ve dışı gezilere davet edilmemesi dahi, basın özgürlüğü açısından sürekli eleştirilirken, ATATÜRK'ün kurduğu, kendisini sosyal demokrat, laik ve özgürlükleri savunan bir parti olarak lanse eden, ana muhalefet partisi CHP'nin; Amerika gezisine davet ettiği diğer basın kuruluşlarına göre, kendisine en yakın konumdaki SÖZCÜ Gazetesini davet etmemiş olmasının, hiçbir haklı ve mantıklı gerekçesi olamaz.

CHP'nin bu davranışı, SÖZCÜ Gazetesinin okuru ve belki de büyük çoğunluğu CHP seçmeni olan binlerce kişiye yapılmış olan çok büyük bir saygısızlıktır.

CHP ne yapmak istiyor?

CHP; Sözcü Gazetesi, bizim gibi, AKP'ye muhalefet eden bir gazetemizdir, zaten o çantada kekliktir, biz, AKP yandaşı gazetelerin temsilcilerini ağırlayalım da, onların akıllarını çelerek, bu birlikteliğimizde onların beyinlerini yıkayarak kendi saflarımıza çekelim diye mi düşünüyor acaba?

CHP; şiddetle eleştirdiği ve muhalefet ettiği AKP' den farklı bir parti olduğunu, basın özgürlüğünü ve diğer özgürlükleri en geniş bir şekilde ve sonuna kadar savunduğunu söylemleriyle değil, eylemleriyle ortaya koymak ve halkımıza güven vermek zorundadır.

CHP; şu anda, sosyal demokrat ve hatta orta sağ demokrat seçmen için, AKP'ye karşı, zorunlu olarak sığınılacak tek liman ve siyasi parti olarak, entelektüel ve demokrat seçmenlerin daha çok yaşadıkları sahil kesimine hapsolmuş güdük bir parti olarak kalıp yerinde saymak ve hatta, sahil kesimindeki bir kısım seçmenlerini dahi kaybederek gerilemek istemiyor ve ülke geneline yayılmış geniş bir seçmen tabanına sahip, gerçek anlamda bir kitle partisi olmak istiyorsa, bu tür taktik hatalardan sakınmak, söylemlerine uygun davranmak ve iş yapmak zorundadır. 27/11/2013


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat





25 Kasım 2013 Pazartesi

UTANIYORUM VE ÜZÜNTÜMDEN KAHROLUYORUM

Bu güzel ülkemi çok sevmeme rağmen, AKP iktidarının yönetimi altındaki ülkemin bugün içinde bulunduğu durumuna ve genel manzrasına baktığımda, utanıyorum ve üzüntümden kahraluyorum.

Hergün yataktan,inşallah bugün ülkemde üzücü bir olaya tanık olmayız, hoş bir gün geçiririz temennisiyle kalkmamıza rağmen, gün geçmiyor ki, yeni bir üzücü olayla karşılaşmayalım.

Bugün (25/11/2013) sabah da, o güzel ve iyi niyetli temennilerle uyandım ve benim gibi avukat olan ve bir duruşması nedeniyle gittiği Güneydoğu Anadoludaki bir ilimizde bulunan avukat kızım ile yaptığım telefon görüşmesinden sonra, kızımın söyledikleriyle irkildim ve neşem kaçtı.

Anlattıklarına göre, kızımın bindiği uçak havalanmış ve uçak artık inişe geçerken tanık olduğu manzara şu; kurallara göre, uçuş esnasında kapalı olması gerekirken, açık olan ve çalan cep telefonları ve cep telefonu ile yapılan aleni görüşmeler. İnanmak istemedim,ama, maalesef kızımın söyledikleri gerçeğin ta kendisiydi.

Uçağa bindikten sonra, tüm uyarılara rağmen, hem kendisinin ve hem de uçaktaki diğer yolcuların hayatlarını riske atarak cep telefonlarını yolculuk süresince kapatmayan ve gelen çağrılara cevap vererek cep telefonlarıyla uçakta konuşan azımsanmayacak sayıdaki yolculara tanık olan kızımın; çok üzüldüğüne, maalesef ülkemizin diğer yörelerinde de binlercesi bulunan bu kültür seviyesindeki aynı zamanda seçmen olan bu kişilerle, ülke olarak bir yerlere varılamayacağına, ülkenin geleceğinin aydınlık olamayacağına yönelik bir karamsarlığa düştüğünü anladım.

O kadar ki, kızım bu karamsarlık içinde, bana da bir serzenişte bulunarak, “Baba sen ne kadar yazarsan yaz, bu ülkede hiçbir şey değişmez, senin yerinde olsam, artık yazmaktan vaz geçerim.” deyince, ülkesini seven ve dili döndüğü kadar ülkenin aydınlık geleceği için düşüncelerini yazan ve halkı aydınlatmaya çalışan bir yazar ve aydın olarak çok üzüldüm.

Sizin anlayacağınız, güne, yine iyi ve mutlu başlayamadım.

Önceki günden sarkan üzücü ve düşündürücü olaylar birden gözümde canlanıverdi.

24.Kasım. Öğretmenler gününden bir gün önce, bir kısım öğretmenlerimiz, öğretmenler gününün arefesinde, öğretmenlerin ve eğitim sisteminin bazı sorunlarını dile getirmek için, Anayasal düşünce ve düşünceyi açıklama ve gösteri hak ve özgürlüklerini kullanarak, Ankarada yürüyüp Milli Eğitim Bakanlığının önüne gelerek, burada bir açıklama yapmak istemişler.

Akşam, günün ana haberlerini dinlemek üzere televizyonlarımızı açtığımızda karşılaştığımız manzara korkunç. Gösteriye katılan öğretmenlerimiz coplanıyor,tekmeleniyor, dövülüyor, üzerlerine biber gazı ve tazyikli su sıkılarak püskürtülmeye çalışılıyor. Gezi parkı direnişini hatırlatan korkunç bir manzara, sanki ertesi gün, bu öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlamaları yapılmayacak, devleti yönetenler, utanmadan ve sıkılmadan, “bize bir farf öğretenin kulu ve kölesi oluruz, sevgili öğretmenlerimiz'in öğretmenler gününü kutluyoruz “ diyerek sahte nutuklar atmayacaklar.

Evet aynen böyle oldu.İbretle seyrettik,bir gün önce öğretmenlerimizi emirlerindeki polisler vasıtasıyla copla ve tekmeyle dövdürüp üzerlerine biber gazı ve tazyikli su sıktıranlar, ertesi günü, utanmadan ve sıkılmadan, öğretmenlerimizi ağızlarında sakız yapıp onlara methiyeler düzmek suretiyle, onların öğretmenler gününü kutladılar.

Biz buradan sormak istiyoruz, Ey Tayyip Bey; hem de onların en mutlu olacakları öğretmenler gününden bir gün önce ve mutlaka sizin bilginiz dahilinde ve genel talimatınızla, öğretmenlerin, sokak ortasında alenen polisler tarafından cop ve tekmelerle dövüldüklerine, üzerlerine acımasızca biber gazı ve tazyikli su sıkıldığına, kendileri nezdinde kutsal ve saygın olan öğretmenlerinin şeref ve saygınlıklarının iki paralık edildiğine televizyonları başında tanık olan minik ve genç öğrencilerimizin uğramış oldukları ruhsal travmalarını düşünüp hesaba katabiliyor musunuz?

Polislerce, tekme tokat ve tekmelerle dövülüp, üzerlerine biber gazı ve tazyikli su sıkılarak yerlerde süründürüldüklerini televizyonlardan görüp, öğretmenlerinin bu perişan hallerine canlı tanık olan genç ve minik öğrencilerin, bundan sonra, saygınlıkları iki paralık edilen bu öğretmenlerine, nasıl saygı duyabileceklerini düşünebiliyor musunuz?

Düşünemezsiniz tabi.

Düşünebilseydiniz, öğretmenlerimize bu insanlık dışı davranışı reva görmez ve onların, Milli Eğitim Bakanlığına kadar yürümelerine ve açıklama yapmalarına müsaade ederdiniz. Bu davranış sizi küçültmezdi, bilakis, ülkemizde olmayan, ancak, sizin ileri demokrasi diye yutturmaya çalıştığınız, Türk halkının özlem duymakta olduğu gerçek demokrasi adına, çölde bir vaha yaratmış olurdunuz.

Son sözümüz şudur ki; Mecliste çoğunluğu teşkil eden AKP iktidarı olarak, iyi ki yeni bir Anayasa yapma imkanını bulamadınız, tüm söylemlerinize rağmen, yapmak istediğiniz Anayasanın, yurttaş amaçlı, özgürlükçü ve demokratik bir Anayasa olmayacağı, bugüne kadar, iktidar olarak ortaya koyduğunuz uygulamalarınızla çok açık bir şekilde ortaya çıkmış olup, biz; hem laik, hem de demokrat olunamaz diyen, laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesi kararıyla tescillenen AKP iktidarının, demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa yapamayacağına, onların kafa yapılarının, demokrasi ve özgürlük anlayışlarının, gerçek anlamda ve batı standartlarında, demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa yapmaya elverişli olmadığına, baştan itibaren inanan bir kişi olarak, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ'ın medyada yer alan beyanlarının aksine, AKP iktidarının çoğunlukta olduğu bugünkü Meclisin, demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa yapmayı başaramaması nedeniyle, kendimizi asla kandırılmış saymıyor, bilakis, 12 Eylül darbe Anayasasını dahi, gündüz fenerle aratacak olan anti demokratik bir Anayasa yapamadıkları için, özellikle mutluluk duyuyoruz. 25/Kasım/2013


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


22 Kasım 2013 Cuma

LAİK DEMOKRASİ HADDİNİ BİLME REJİMİDİR

Laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesinin kararı ile tescillenmiş bulunan AKP'nin, Anayasa Mahkemesinin bu kararını doğrular şekilde ve giderek artan bir tempoda, laiklik karşıtı, laik sosyal yaşama ve özel hayata müdahale eden dayatmacı eylem,faaliyet ve söylemlerine devam ettiğini, üzülerek ve endişe duyarak görmekteyiz.

Demokrasiyi, sadece, sandıktan çıkarak iş başına gelmeye indirgeyen, seçimle iş başına geldikten sonra, kendi dini inançlarının, özel ve sosyal yaşama ilişkin katı kurallarını, dayatmacı bir şekilde, tüm topluma benimsetme amacına yönelik her türlü idari ve yasal düzenlemeyi yapabileceklerini kendilerine hak sayan AKP iktidarı, gün geçmiyor ki, sürpriz çıkışlarla, sürekli medeni ve laik devlet düzenine müdahale anlamına gelen söylemlerine bir yenisini ekliyor.

Demokrasilerde, iş başına gelecek olan siyasal iktidarlar; yapılacak olan domokratik ve hür seçimlerle sandıkta belirlenirler, ancak, iktidar güçlerini, halkının çoğunluğunun tercihlerine uygun düşse ve onlara hoş gelse de, her istedikleri kararları alma ve uygulamaya koyma şeklinde kullanma hak ve yetkisine sahip değildirler.

Siyasal iktidarların iktidar yetkileri, Anayasada yer alan kural ve ilkelerle hudutları çizilmiş bulunan bir alan ile sınırlı olup, siyasal iktidarların bu alanın dışına çıkan söylem,eylem ve uygulamaları, demokrasinin himayesi altında değildir, bu eylem ve söylemler, gayri meşru ve hukuk dışıdır. Bu hukuk dışılık ve gayri meşruluk, iktidarın devamı süresince karşılıksız kalsa da, siyasal iktidarlar, ileride bunun hesabını vermek zorunda kalacaklarının bilinci içinde, hadlerini bilmek ve kendilerini, Anayasal ve meşru alan içinde kalacak şekilde kontrol etmek zorundadırlar.

Demokrasiler;seçimlerle iş başına gelseler dahi, siyasal iktidarların, Anayasal yetki sınırları dışına çıkamama, seçmen, şu veya bu nedenle, iktidara haddini bildirme kabiliyetinden ve olgunluğundan yoksun olsa dahi, iktidarların, kendi kendilerine, hadlerini, Anayasal yetki sınırlarını ve çizmeyi aşmamak mecburiyetinde olduklarını bilebildikleri saygın ve kırılgan rejimlerdir.

Bu nedenle, Anayasalar; siyasal iktidarların yasal ve meşru iktidar sınırlarını belirlemek ve halkın bir kesimini, kendi dini inançlarına uyduğu gerekçesiyle, ziyadesiyle memnun etse dahi, siyasal iktidarların Anayasal devlet düzenine ters düşen keyfi uygulamalarına engel olmak için vardır.

Tüm bu gerçeklere rağmen, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Bey'in, kız ve erkek öğrenci evlerine yönelik, kişilerin özel hayatlarına ve yaşam tarzlarına müdahale eden beyan ve dayatmalarının toplumdaki tartışması henüz sürerken, bu defa, AKP iktidarının Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili koltuğunda oturan üst düzey bir milletvekili Sadık YAKUT sahneye çıkıyor ve Çocuk Hakları Toplantısı'nda kız ve erkek öğrencilerin karma öğretimine gelecek dönem son vereceklerini söyleyebiliyor.

Tayyip Bey ve Sadık YAKUT beyler; bu çıkışlarıyla, 12 Eylül darbecileri tarafından çıkarıldığı için kaka ilan edilen yürürlükteki Türkiye Cumhuriyeti Anayasası dahi kendilerine bu konularda beyanda bulunma ve uygulama yapmaya ilişkin hak ve yetki sunmadığı halde, sadece seçimle iş başına gelmekle övündükleri demokrasimizi rafa kaldırarak, laik sosyal hayata, özel yaşam tarzına ve laik eğitim düzenine tasallutta bulunmaya kalkışmışlardır.

Sadık Bey; eleştiriler üzerine, daha sonra yaptığı açıklamalarıyla, bunun kendi şahsi görüşü olduğunu, yanlış anlaşıldığını beyan ederek, tevil yoluna sapmış ise de,Sadık Bey; AKP içinde alelade bir kişi olmayıp, Meclis Başkan Vekilliği koltuğuna seçilmiş olan AKP grubunun hatırı sayılır ve güvenilir bir milletvekili olup, partinin üç numaralı adamı olmasına rağmen, son günlerde yaşanan olaylarla, Sayın ARINÇ'ın dahi, sözünden çıkamayacağını gördüğümüz, parti içi demokrasinin olmadığı, aykırı bir sesin derhal ihraç talebiyle haysiyet divanına verildiği AKP'nin tek adamı ve patronu Tayyip Bey'in bilgisi ve izni dışında, bu beyanı yapmış olabileceğine ihtimal vermiyoruz.

Tanık olduğumuz bu peş peşe çıkışlarla, iktidarda bulunan AKP'nin, devletin sosyal düzenini, insanların özel yaşamlarını ve hayat tarzlarını, eğitim kurumlarını da içine alacak şekilde ve dayatma ile dini esaslara uydurma düşünce ve gayreti içinde olduğu anlaşılmaktadır.

AKP ve yandaşları, bu davranışlarıyla, yetişkin kadını bir kenara koymuş ve artık orta okul ve lise çağındaki masum kız çocuklarımızı da, karşı cinsten eşit bir insan olarak değil, erkeklerin ve erkek çocuklarının ahlaklarını bozan ve onları cinsel olarak tahrik ederek yoldan çıkaran seks objesi ve dişi şeytan olarak görmeye başlamışlardır. AKP ve yandaşları, insanlık dışı bu ilkel görüş ve düşüncelerinden arınmalı ve Allahın yarattığı her kula, erkek,kız,kadın ayrımı yapmadan, herbirinin eşit insanlar olduklarını kabul ederek, saygılı olmayı kafalarına sokmalıdırlar.

En başta AKP iktidarı olmak üzere, hiç kimse, laik bir Cumhuriyet ve demokrasi olan ülkemizde, mütedeyyin ailelere sığınmamalı ve onların tercihlerine tercüman olduklarını savunmamalıdır.

Mütedeyyin insanlarımız, kızlarını erkek öğrencilerin de eğitim aldıkları karma okullarda okutmayı uygun bulmuyorlar, bu nedenle, mütedeyyin ailelerin kızlarını okutabilmeleri ve bu kızların eğitim ve öğrenim özgürlüklerini korumak için, karma okulların bir kısmını kapatarak, sadece kız öğrencilerin eğitim yapacakları okullar haline getireceğiz ve bunun yanında yeni kız orta ve liseleri de açacağız, karma okullar da olacak, isteyen aileler, kızlarını karma okullarda, isteyen aileler de sadece kızların eğitim aldıkları okullarda okutabilecek demek de, kimsenin hakkı ve haddi değildir.

Bu ülkenin, bazı mütedeyyin aileler ve AKP iktidarı istedi diye, kızlar için ayrı, erkekler için ayrı veya karma okullar açma gibi bir lüksü ve ekonomik gücü yoktur. Salt okul açmak önemli olmayıp, önemli olan, o okullara çok iyi yetişmiş öğretmenleri atayarak, araç, gereç ve labaratuvarlarıyla, çağdaş eğitimin gerektirdiği eğitimi çocuklarımıza sunabilmek ve onları başarılı kılabilmektir.Bu da, okulları ve imkanları bölerek değil, tüm imkanları ekonomik olarak kullanıp değerlendirmekle mümkündür.

Şayet, gerçekten varsa, çocuk yaştaki kendi kız çocuklarının, yine çocuk yaştaki erkek çocuklarının cinsel saldırılarına uğrayabileceği ve ahlaklarının bozulabileceği endişesine kapılan mütedeyyin ailelere ve onların temsilciliğine ve sözcülüğüne soyunan AKP iktidarına tavsiyemiz şudur; kız olsun, erkek olsun, çocuklarınızı ahlaken çok iyi yetiştiriniz, küçük yaşta akıllarına cinselliği değil, okuyup vatanına ve milletine faydalı insanlar olma bilincini yerleştiriniz, evlerinizdeki, kadını aşağılayan ve erkeği üstün kılan cinsiyet ayrımına son veriniz, çocuklarınıza, kadın ve erkeğin her ikisinin de, Allahın yarattığı eşit haklara sahip insanlar olduklarını, kızların, okulda birlikte okudukları erkek öğrenci arkadaşlarıyla eşit ve kardeş oldukları terbiyesini veriniz ve herşeyden önemlisi de, kendinize güvenmeseniz de, çocuklarınıza güveniniz.22/Kasım/2013


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat