31 Ağustos 2014 Pazar

HUKUK TANIMAZ SAFRALARINDAN ARINMIŞ BİR ADLİ YIL TÖRENİ





Yarın (01/09/2014) yeni adli yılın açılış günü.

Ülkemizde faaliyet gösteren tüm barolarda olduğu gibi, Ankarada Yargıtayda bir tören düzenlenecek.

Bu yıl Yargıtayda yapılacak olan adli yıl açılış törenine, Türkiye Barolar Birliği Başkanına savaş açan, ya ben, ya o diyerek, Yargıtay Başkanlar Kuruluna rest çeken, Yargıtay Başkanlar Kurulunu, Yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ve düşünce ve düşüncenin açıklanması özgürlüğü ile tüm bu kavram ve özgürlüklere karşı çıkan dikta heveslileri arasında bir tercihe zorlayan Tayyip Bey ve onun ileri karakolu durumunda görev icra edeceği anlaşılan Ahmet DAVUTOĞLU, damgasını vurmuş bulunmaktadır.

Cumhurbaşkanı Tayyip Bey ile Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin FEYZİOĞLU'nun adli yıl açılışına konuşmacı olarak katılacağının kesinleşmesi üzerine, törene katılmayacaklarını açıklamışlar ve bu davranışlarıyla, nasıl bir Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık yapacaklarını, hukukun üstünlüğüne,yargının bağımsızlığına ve düşünce ve düşüncenin açıklanması özgürlüğüne ne kadar yabancı (Fransız) kaldıklarını, açıkça ortaya koymuşlardır.

Tayyip Bey, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra yaptığı balkon ve AKP Olağanüstü Kurultayında yaptığı konuşmasında; herkesi kucaklayacağını, 76 milyonun Cumhurbaşkanı olacağını, yeni bir Türkiye kurulurken, eski küskünlükleri, dargınlıkları,gerilimleri, kamplaşma ve kutuplaşmaları bir kenara bırakmak ve yeni bir sayfa açmak gerektiğini savunmasına rağmen, bu sözlerinin yankısı henüz devam ederken, Türkiye Barolar Birliği Başkanının konuşma yapması yönünde karar alan Yargıtay Başkanlar Kuruluna savaş açmış ve Yargıtay Başkanlar Kurulunu, acımasızca ve haksız bir şekilde, halkın doğrudan seçtiği Cumhurbaşkanına karşı son derece nezaketsiz davranmakla suçlamış ve hukuk sisteminin bir avuç Haşhaşinin şantajına mahkum bırakılamayacağını beyan etmiştir.

Tayyip Bey ve yandaşları; halkın doğrudan oylarıyla seçilmiş Cumhurbaşkanını, Anayasa üstü yetkilerle donatılmış, her istediğini yapabilen, ülkeyi kendi keyfine göre, Anayasa ve hukuk kurallarına aykırı şekilde yönetme hak ve yetkisine sahip bir makam olarak görmekten vaz geçmeli ve bu görüşlerinde ısrar ederlerse, ülkeyi kaosa sürükleyeceklerinin bilincine varmalıdırlar.

Demokrasilerde, adalet mülkün temelidir. Yani, adalet Devletin temelidir.Adalete saygı gösterilmeyen, adalete tepeden bakılan, yargısı bağımsız olmayan bir ülkede, demokrasinin ve özgürlüklerin varlığından bahsedilemez. Bu nedenle, demokratik bir ülkenin Cumhurbaşkanı olan Tayyip Bey; adalete saygılı olmak ve ona karşı bir üstünlüğünün var olduğu algısını yaratan antidemokratik beyan ve davranışlardan kaçınmalıdır.

Şu gerçek de asla unutulmamalıdır; ülkemizdeki 100 kişiden 48'i Tayyip Bey'i Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olarak görmek istemediğini ortaya koymuştur.

Seçim, demokrasilerde iktidarı ve Cumhurbaşkanını belirleme ölçütü olmakla birlikte, ülkemizde olduğu gibi, geri kalmış, yoksul ve eğitim düzeyleri düşük olan, ekmek ile özgürlükler arasında bir tercih yapmak ve tercihini ekmekten yana kullanmak zorunda bırakılan,sadaka ve biat kültürü ile yaşamaya alıştırılmış insanların çoğunlukta olduğu ülkelerde yapılan seçimlerin, her zaman, yerinde ve isabetli sonuçlar doğurmadığı gerçeği de unutulmamalıdır.

Ortaya koydukları söylem ve eylemleriyle, devletin temelini oluşturan adalete, yargıya ve hukukun üstünlüğüne saygılı olmadıklarını gösteren Tayyip Bey ile Ahmet DAVUTOĞLU'nun, yarın Yargıtayda yapılacak olan adli yıl açılış törenine katılmayacak olmaları, bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin itibarını değil, hukuk dışı nedenlerle bu törene katılmama kararı alan Tayyip Bey ile Ahmet DAVUTOĞLU'nun kendi şahsi itibarlarını zedeleyektir.

Hukuk ve adalet tanımayan safralardan arınmış bir törenle yarın açılacak olan yeni adli yıl, tüm hakim ve savcılarımıza, avukatlarımıza, görev ve sıfatları ne olursa olsun tüm hukukçularımıza ve milletimize hayırlı ve uğurlu olsun. 31/Ağustos/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

28 Ağustos 2014 Perşembe

HASPAYA YAKIŞIYOR DOĞRUSU




Haspaya yakışıyor doğrusu diye ifade edebileceğimiz bir laf vardır.

Kenar ve fakir mahalle kızı, mahalleden yoksul bir delikanlı ile arkadaş olur,gönül ilişkisine girer ve masum bir şekilde elele tutuşurlar, mahalleli bunu görür, hemen dedikodular yayılmaya başlar, mahalleli yargısız infaz yapar ve genç kızın adı, çok afedersiniz, orospuya çıkar, genç kız yer yarılsa da içine gersem der.

Aynı şey, zengin ve sosyetiklerin, sanatçı geçinenlerin yoğun olarak yaşadıkları semtlerde yaşanır, iş, elele tutuşmanın da ötesinde, son kerteye kadar ulaşır, gayrimeşru çocuk doğurmaya kadar gider, magazin medyasında günlerce dile getirilir, seviyeli bir beraberlik olarak tüm toplum tarafından benimsenir, haspaya yakışıyor denir ve güler geçilir, doğan çocuğun ilk fotoğraflarının medyada yayınlanması merakla beklenir.

Olan kenar mahallenin yoksul kızına olur, duygularının dürtüsü ile kurduğu masum bir arkadaşlık dahi, kendisine çok görülür ve ağır eleştirilere maruz kalır, zengin ve sosyetik mahallenin haspasına yakıştırılan ve hoş görülen davranışın milyonda biri toplum tarafından ona çok görülür.

İşte, dün ( 28/8/2014) Meclisteki Cumhurbaşkanı yemin töreninde yaşanan ve CHP Grup Başkan Vekilinin; hükümleri, sürekli olarak,AKP iktidarı tarafından çiğnenerek ayaklar altına alınan Anayasa ve İçtüzük Kitapçığını, fiziken yere fırlatması olayı, kenar mahalle ve gecekondu kızının başına gelenler gibi, büyütülür de büyütülür ve bu eylem, televizyonların özel tartışma pogramlarına konu edilerek, eleştiri oklarının CHP 'ye çevrilmesine neden olur.

Bugün, ülkemiz siyasetinde, AKP'ye tanınan hoşgörü ve kredi; yemediği halt kalmadığı halde, toplumun, haspaya yakışıyor doğrusu diyerek gülüp geçtiği, zengin ve sosyetik mahallelerin genç kızlarına karşı gösterilen engin hoşgörüdür.

AKP iktidarının, kendi elleriyle yaratıp büyüttüğü cemaatin, yargı ve emniyet kadrolarını eline geçirmesine göz yuman, cemaate, “ne istediniz de vermedik” diyerek sitemde bulunan Tayyip Bey'in; 17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarıyla, cemaatin kendi iktidarına da yönelmesi üzerine, bir zamanlar işbirliği içinde olduğu cemaati illegel parelel yapı olarak ilan etmesini,

17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturması üzerine,bu soruşturmaların AKP iktidarının dört bakanına da uzanması nedeniyle, dört bakanın istifa etmek zorunda kalmalarını ve bu istifalarla, yolsuzluk ve rüşvet iddialarının daha da ciddiyet kazanmasını, Çevre Bakanının istifa ederken, “Ne yaptıysam, Başbakanın emir ve talimatlarıyla yaptım.Başbakanın da istifa etmesi gerekir” şeklindeki itirafa yönelik beyanlarını,

Dört bakana yönelik yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla ilgili olarak düzenlenen savcılık fezlekelerinin,Mecliste başına gelenleri ve Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce, bu konuda kurulan Meclis Araştırma Komisyonunun çalışmaya başlamasının engellenmesini ve fezlekenin sudan sebeplerle yeniden savcılığa iade edilmiş olmasını, AKP iktidarı tarafından bu şekilde yolsuzlukların üzerinin örtülmeye çalışılmasını,

Anayasaya göre, Türkiye Cumhuriyetinin, vatanı ve milletiyle bölünmez bir bütün olmasına rağmen, ülkenin Güneydoğusunun fiilen bölünerek, orada PKK örgütünün gözetiminde paralel bir devlet yapısı oluşturularak, Anayasanın çiğnenmesini,

AKP iktidarının zaafiyeti ve çözüm süreci aldatmacasıyla fiilen bölünen ve devletin hakimiyetinden ve otoritesinden eser kalmayan Güneydoğuda, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk başkanı ve Cumhurbaşkanı Atatürk'ün heykellerine haince saldırılar yapılmasına, AKP iktidarı ve yandaşlarınca göz yumulmasını ve bu saldırılara karşı sessiz kalınmasını,

Anayasamızın koruması altındaki bir devrim yasası olan Öğretim Birliği Yasasına göre laik eğitime geçilmesine, sadece ülkenin din adamı ihtiyacını karşılamak ve imam yetiştirmek amacıyla sınırlı olarak ve okul adı altında kurulan ve AKP iktidarından önceki iktidarlar tarafından meslek lisesi adı verilerek, yüksek öğrenime öğrenci yetiştirme mertebesine çıkarılan İmam Hatip Liselerinin, sayıca, ihtiyacın üzerine çıkarılmasını ve bu şekilde, laik eğitimden dini eğitinme doğru bir geri gidişe hız kazandırılmasını,

Tayyip Bey'in, Cumhurbaşkanı seçildiğinin kesinlik kazandığının Yüksek Seçim Kurulu tarafından Meclis Başkanlığına bildirilmesine ve düzenlenen mazbatanın Meclis Başkanlığına teslim edilmesine rağmen, kesin seçim sonucunun, Resmi Gazetede ilanının kasten 12 gün ertelenerek, seçilmiş Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in Anayasa hükmünü çiğneyerek, partisi ile ilgisini kesmeyip AKP Genel Başkanlığına, Milletvekilliğine ve Başbakanlığa devam ederek, AKP'nin Olağanüstü Kongresine AKP Genel Başkanı sıfatıyla katılıp siyasi nutuk atmasını, parti genel başkanını kendi iradesiyle belirlemesini, bu açık Anayasa ihlaline de sessiz kalınmasını,

Cumhurbaşkanı olarak kurumlar arası uyumu sağlamakla görevli olan Tayyip Bey'in, yeni bir beyaz sayfa açalım, ben herkesin, 76 milyonun Cumhurbaşkanı olacağım diyerek attığı nutukları unutarak, adli yılın açılışı törenine Türkiye Barolar Birliği Başkanı gelip konuşursa, ben törene katılmam demek suretiyle, Barolar Birliği Başkanını 76 milyondan dışlaması ve,ya ben, ya Türkiye Barolar Birliği Başkanı restini çekmesi ve bir tercih yapmaya zorlanan Yargıtay'ın, doğru tercihi yaparak, Türkiye Barolar Birliği Başkanına adli yıl açılış töreninde konuşma imkanının tanınması üzerine, Tayyip Bey ve yandaşlarının, Yargıtay'ı cemaatçi ve haşhaşi olmakla itham etmesini,

AKP iktidarı ve her kesimden yandaşları olarak, görmezlikten gelecek ve üç maymunu oynayacaksınız, bu rezaletleri hiç eleştirmeyip sineye çekecek ve normal, etik ve hoş davranışlar olarak göreceksiniz, buna karşılık olarak da, CHP Meclis Grubunun, haklı olarak, Tayyip Bey'in; daha Cumhurbaşkanlığı görevine başlamadan sergilediği eylem ve söylemleriyle, yapacağı Cumhurbaşkanı yeminine sadık kalmayacağını ortaya koyması nedeniyle, uyulmayacak olan bir yemine tanıklık etmemek için, Mecliste sergiledikleri protestoyu, ağzınıza sakız yapıp, görsel ve yazılı medyayı kullanarak, CHP'yi halkımıza ve seçmenlere şikayet etmeye kalkışacak ve daha şimdiden, 2015 seçimlerinin propaganda malzemesi olarak kullanmaya başlayacaksınız.

AKP ve onun havuz medyasındaki ve sair tüm yandaşları, siz, önce AKP iktidarının yukarıda sadece birkaç örneğini sunduğumuz rezaletlerini kamuoyunun önüne getirip tartışın ve temize çıkın ki, ondan sonra sıra CHP'ye gelsin ve CHP'yi de hep birlikte tartışıp eleştirelim.

Biraz adil ve insaflı olalım lütfen. 29/Ağustos/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


26 Ağustos 2014 Salı

DEMOKRASİNİN VE YARGI BAĞIMSIZLIĞININ İP'TEN DÖNDÜĞÜ GÜN





Savunma demek,özgürlük demektir.

Savunma olmadan, özgürlükler asla olamaz.

Savunma, özgürlüklerin sigortasıdır.

Savunma, yargının; iddia,savunma ve karar makamlarından oluşan üç kurucu unsurundan biridir.

Yargıda, savunma makamını, avukatlar temsil ederler ve Türkiye Barolar Birliği de, avukatların en üst meslek kuruluşudur.

Bu önemi nedeniyle, Türkiye Barolar Birliği Başkanı, yargının kurucu unsuru olan savunmayı temsilen, yargının açılış yılı törenlerinin doğal davetlisi ve konuşmacısıdır. Bu konuda oluşmuş ve oturmuş ve teamül haline gelmiş bir uygulama vardır.

Türkiye Cumhuriyeti; pratiğe tam olarak geçirilememiş olsa da, o beğenilmeyen 1982 Anayasasına göre dahi, en azından, demokratik bir hukuk devleti olduğunu iddia eden bir devlettir.

Demokrasiler, haddini bilme ve birbirine tahammül edebilme rejimidir. Demokrasinin erdemi de, bu özelliğinden gelmektedir.

Demokrasilerde, halkın oyuyla seçilen ve sandıktan çıkan, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan, Milletvekili, her ne olursan ol, haddini bilmek ve yargının bağımsızlığına, Anayasal kurumlara ve onların başkanlarına tahammül etmek ve saygı göstermek, herkesin en başta gelen görevidir.

Cumhurbaşkanının, Başbakanın ve Bakanların, her ne olursa olsun hiçbir kişinin, ayrı ve bağımsız bir erk olan ve millet adına yargı yetkisini kullanan Yargı organının yeni adli yıl açılış törenine, Türkiye Barolar Birliği Başkanı gelir ve konuşma yaparsa ben katılmam demeye, hakkı, yetkisi ve haddi yoktur. Bu hak ve yetkinin kendisinde bulunduğunu zanneden ve düşünen bir kişinin, demokraside yeri yoktur.Böyle düşünen bir kişi, şuur altında diktatörlük özlemi taşıyan bir ruh haline sahip sayılmalıdır.

Gelelim işin acı olan diğer yanına.

Şu anda, Başbakan mı, Cumhurbaşkanı mı, AKP Genel Başkanı mı, ya da her üçü mü, ne olduğu belli olmayan ve kendisine sorulan bir soru üzerine; “Türkiye Barolar Birliği Başkanının gelip konuşma yapması halinde, ben adli yıl açılış törenine katılmam” diyerek bağımsız yargıya meydan okuyan Tayyip Bey'in, bu haddini bilmeyen, yargının bağımsızlığına, savunmaya ve düşünce özgürlüğüne tahammül edemeyen, demokrasi dışı çıkışını ciddiye alıp, konunun yeniden görüşülerek tartışılması ve nihai bir karara varılması için Yargıtay Başkanlar Kurulunu toplantıya çağırarak, demokrasimiz ve yargının bağımsızlığı adına, çok tehlikeli ve riskli bir yolu denemeye kalkışan Yargıtay 1.Başkanının bu tutumunun, asla kabul edilemez ve yargının bağımsızlığını ve itibarını hiçe sayan, antidemokratik bir davranış olduğunu belirtmek zorundayız.

Şükür ki, konuyu yeniden değerlendiren Yargıtay Başkanlar Kurulu, oy çokluğu ile de olsa, doğru ve demokratik bir yaklaşımla, Türkiye Barolar Birliği Başkanının, 1.Eylül.2014 de Yargıtayda yapılacak olan adli yıl açılış töreninde konuşma yapabileceğine karar vererek, bu konuda var olan teamülün devam etmesinin önündeki Tayyip ERDOĞAN engelini aşabilmiştir.

Ya aksi olsaydı, bu konuda yeni bir karar almak üzere toplantıya çağırılan Yargıtay Başkanlar Kurulundan, oy çokluğuyla da olsa, aksi bir karar çıksa ve Tayyip Bey'in keyfi ve şahsi kaprisleri yüzünden, yargının bağımsızlığı ve demokrasinin kuralları hiçe sayılarak, Türkiye Barolar Birliği Başkanının adli yıl açılış töreninde konuşma yapmasının önü kapatılsaydı neler olurdu, hiç düşündünüz mü?

Biz, bu ihtimali düşünmek dahi istemiyoruz. O taktirde, Yasama ve Yürütmeden bağımsız bir yargının varlığından, yargıya olan güvenden, savunma hakkının ve savunma hakkının teminatı altındaki özgürlüklerin varlığından bahsedilebilir miydi?

Her şeyden de önemlisi, milletimizin, “acaba biz emin adımlarla bir diktatörlüğe doğru mu ilerliyoruz” ciddi korku ve şüphesine kapılmasına yol açılmaz mıydı?

Türk Milletinin verilmiş bir sadakası varmış ki, her geçen gün azalmaya devam etse de, yargının bağımsızlığının ve yargıya olan güvenin, bizzat yargı eliyle, tamamen yok edilmesine, en azından böyle bir algının oluşmasına, şimdilik tanık olmadık.

Bugün, Türk Demokrasisinin ve Türk Yargısının bağımsızlığının; tamamen yok olmamak adına, ip'ten döndüğü gündür.26/Ağustos/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

25 Ağustos 2014 Pazartesi

YENİ TÜRKİYE





Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Bey ve yandaşlarının son günlerde dillerinden hiç düşürmeyerek, sürekli tekrarladıkları moda kavram, yeni Türkiye kavramıdır.

Gerçekten; ülkemiz, yeni bir Türkiye ile karşı karşıyadır.

Ancak, bu yeni Türkiye; maalesef, ülkemizi eskiye göre daha modern, gelişmiş,daha demokrat, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunan özgürlükçü, katılımcı, çoğulcu kılan ve ülkemizi, eskiye nazaran,daha da ileriye götüren olumlu gelişmeleri ifade etmemektedir.

Yeni Türkiye;Tayyip Bey'in ağzıyla konuşursak, paralel yapıların, biat kültürüne dayalı tek adam hakimiyetinin hüküm sürdüğü, ülkenin fiilen bölündüğü, Devleti yönetenlerin fiilen gözden çıkardıkları, kamu görevlilerinin, Devletin otoritesini ve ağırlığını hissettiren yasal görevlerini yapamadıkları Güneydoğuda, bölücülerin son günlerde Atatürk Heykellerine saldırılarının yoğunlaştığı, bu saldırılara karşı ülkeyi yönetenlerin sessiz kalarak, bu saldırılara içten içe destek çıktıkları,adeta Atatürk devrimlerinden intikam alındığı, milli ve laik eğitimin rafa kaldırılarak, okulların imam hatipleştirildiği ve bir devrim yasası olan Öğretim Birliği Yasasının ayaklar altında paspas yapılarak, yeniden dini eğitime dönüldüğü, özgürlüklerin kısıldığı, Anayasanın askıya alındığı, şark tipi ucube fiili bir başkanlık sistemine geçişin hazırlıklarının yapıldığı, Osmanlının eski saray tipi yaşam ve yönetim tarzına özentinin hakim olduğu bir ülke haline getirilmiştir.

Tayyip Bey, kesin seçim sonuçları açıklanarak 12. Cumhurbaşkanı seçilip mazbatasını aldığı halde, Anayasanın açık hükmüne rağmen, Anayasaya meydan okuyarak ve elinde tuttuğu Devlet'in cebir gücünü kullanarak, Milletvekilliği ve Başbakanlık koltuğunu bırakmamakta ve Başbakanlık makamını işgal altında tutarak Anayasayı cebren ihlal etmektedir.

Devlet içinde, Cemaat ile AKP iktidarı ortaklığında kurulan, Cemaat ve AKP paralel yapısına ilaveten, ülkenin filen bölünen Güneydoğu bölgesinde, PKK ve AKP ortaklığında ikinci bir paralel yapı kurulmuş ve bu bölgemizde icrai sanat eylemekte, Cumhurbaşkanı seçiminden sonra, kesin seçim sonuçlarına göre 12.Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Bey, Anayasanın açık hükmüne rağmen, Başbakanlık koltuğunu bırakmayarak, illegal bir şekilde Başbakanlık görevini sürdürdürmek suretiyle Devlet içindeki yeni ve üçüncü bir paralel yapının mimarı olmaktadır.

İşte, huzurlarınızda, bir kanser gibi, paralel yapıların tüm organlarını sardığı, eskisini fenerle aratan yeni Türkiye.

En sade vatandaşından, üniversitelerine, sivil toplum kuruluşlarına, barolarına, sendikalarına, yazılı ve görsel basınına ve bilim adamlarına kadar, tüm bu olumsuzluklara ve yeni Türkiye manzarasına, en ufak bir tepki vemeyen, ülkemin, Dünyanın en kolay ve zahmetsiz yönetilebilen uysal ve gözleri kapalı insanlarına, bu yeni Türkiye hayırlı ve uğrlu olsun! 25/Ağustos/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

21 Ağustos 2014 Perşembe

CUMHURBAŞKANI SEÇİLMİŞ KİŞİ İLE CUMHURBAŞKANI FARKLI KAVRAMLARDIR.





10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçlanmış, oylar sayılmış ve Tayyip Bey'in Cumhurbaşkanı seçildiği kesinleşerek Yüksek Seçim Kurulu tarafından ilan edilmiş ve Tayyip Bey'in kesin olarak Cumhurbaşkanı seçildiğini belgeleyen mazbata düzenlenerek Meclis Başkanlığına teslim edilmiştir.

Bu duruma göre, Tayyip Bey henüz Cumhurbaşkanı değildir, hukuken Cumhurbaşkanı sıfatını kazanmamıştır, 28 Ağustos'a kadar Cumhurbaşkanı, Abdullah GÜL olup, halen görevinin başındadır. Sayın GÜL, 28.Ağustosta, görevini, seçilen Tayyip Bey'e devredecek ve Tayyip Bey de aynı gün Mecliste yemin ederek 12.Cumhurbaşkanı sıfatını kazanarak görevine başlayacaktır.

Şu anda ve 28.Ağustos'a kadar, Tayyip Bey, Cumhurbaşkanlığına seçilmiş ve bu seçilmişliği kesinleşmiş olan bir Türk Vatandaşıdır. Bu nedenle, 28 Ağustos tarihinde göreve başlayana kadar Tayyip Bey aleyhine işlenen, örneğin kakaret fiili, Cumhurbaşkanına hakaret suçunu oluşturmayacaktır.

AKP'lilerin, Tayyip Bey'in Başbakanlığının sona ermediğine dair dayandıkları Yargıtay kararı, bu şekilde anlaşılmalıdır. Yargıtay'ın kararı, Tayyip Bey'in Cumhurbaşkanı seçilmediğini değil, henüz göreve başlayan ve Cumhurbaşkanı sıfatını kazanan bir şahıs olmadığını, bu nedenle de, ceza yasasının Cumhurbaşkanını koruyan maddelerinden yararlanamayacağını izah etmektedir.

Tayyip Bey ve yandaşları, şark kurnazlığını ve vatandaşı aldatmayı bir kenara koyarak gerçeklerle yüzleşmek zorundadırlar.

Cumhurbaşkanı seçilen kişi ile yemin ederek hukuken Cumhurbaşkanlığı görevine başlayıp Cumhurbaşkanı sıfatını kazanan kişi kavramlarının, farklı kavramlar olduğu açıktır.

Anayasanın 101. maddesinin son fıkrası çok açık ve nettir, burada;Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.” denilmektedir. Burada, Anayasanın seçilenden kastının, Mecliste yemin ederek göreve başlayan olduğunu iddia etmek ve bu hükmü o şekilde yorumlamak hukuken mümkün değildir. Seçimin kesin sonuçları alınarak, Yüksek Seçim Kurulunca ilanı ve mazbatanın düzenlenmesi ile Tayyip Bey Cumhurbaşkanı seçilen kişi sıfatını almış olup, Anayasnın 101. maddesinin son fıkrası hükmüne göre, herhangibir makamın karar almasına gerek kalmadan, Anayasa hükmü gereği, partisi ile ilişiği kesilmiş,Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi olmayan kişi Başbakan da olamayacağı için Başbakanlık görevi de kendiliğinden sona ermiştir.

Anayasanın 102. maddesinde yer alan; “Cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar, görev süresi dolan Cumhurbaşkanının görevi devam eder.” hükmü ile 103. maddesinde yer alan; “Cumhurbaşkanı, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde aşağıdaki şekilde andiçer” hükümleri dikkate alındığında, Anayasamıza göre, Cumhurbaşkanı seçilen kişi kavramı ile Cumhurbaşkanı seçilen kişinin yemin edip göreve başlayarak Cumhurbaşkanı sıfatını kazanması kavramlarının farklı kavramlar olduğu, seçimi kazanan kişinin; ilk aşamada Cumhurbaşkanı seçilen kişi, ikinci aşamada ise, yemin ederek göreve başlayan ve artık Cumhurbaşkanı sıfatını kazanan kişi olacağı çok açık ve nettir.


Tayyip Bey ve yandaşları elmalarla armutları karıştırmamalıdır. Anayasamıza göre, Tayyip Bey; yemin ederek görevi devralacağı ve Cumhurbaşkanlığı görevine başlayacağı 28.Ağustos tarihine kadar, Cumhurbaşkanı değil, Cumhurbaşkanı seçilen kişidir ve Anayasanın 101. maddesinin son fıkrasında yer alan”Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.” açık hüküm karşısında, şu anda AKP Genel Başkanlığı, Milletvekilliği ve Başbakanlığı Anayasa hükmü gereği kendiliğinden düşmüş ve sona ermiş sade bir Türk Vatandaşıdır.


Tayyip Bey'in, AKP Gnel Başkanı, Milletvekili ve Başbakan sıfatlarını ve yetkilerini kullanmaya devam etmesi, yetki ve görev gaspı olup, suçtur ve bu sıfatlarla yaptığı ve yapmaya devam edeceği işlemler, hukuken yok hükmündedir.


Yazımızın tam bu bölümünü kaleme alırken ,AKP'nin beklenen yeni Başbakan adayı kararını açıklamak üzere Tayyip Bey kürsüye çıkarak malum partizan konuşmasına başladı ve kendisinden sonra Başbakan olarak görev alacak halefinin adını Ahmet DAVUTOPLU olarak açıkladı.Bu isme, bugün sona eren ve uzun süren istişareler sonunda ulkaşıldığını söyleyerek, halkımızı yine aldattı ve enayi yerine koydu.Oysa, hepimiz biliyoruz ki, Ahmet DAVUTOĞLU ismi, Tayyip Bey'in çok önceden tek başına belirlediği bir isimdi ve bu isim çok önceden kamuoyuna deşifre edilmişti.


Ülkenin güneydoğusu bölünmüş, devlet hakimiyeti kalmamış, mehmetçik'e 30 sene önce ilk kurşunu sıkarak PKK silahlı terör örgütünün sembol ismi olmuş kişinin anıt heykeli Liceye dikilmiş, Başbakan yardımcısı, haberimiz olmadan diktiler diyerek aczini ortaya koymuş, olayın basına intikali üzerine, heykel dikildiği yerden indirilmek zorunda kalınınca çıkan olaylarda, iki şehit verilmiş, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk'ün heykellerine, misilleme olarak PKK militanları tarafından zarar verilmeye başlanmış, Hakkarideki Atatürk Heykeline yönelik PKK saldırısına karşı, Atatürk'ün heykeli güvenlik güçlerince koruma ve çember altına alınmış, ülkenin bu toz duman altında kalmasına ve bölünmesine göz yuman Tayyip Bey, ülkeyi değil, kendi partisini düşünerek ve kendisinden sonra partisinin dağılmaması için, cumhurbaşkanı seçildiği halde ilişkisini kesmediği AKP'yi dizayn etme ve kendisinden sonraki genel başkan ve başbakanı belirlemeyi, kendisine görev saymıştır.


Sözüm ona, 27 Ağustos da AKP Kurultayı toplanacak ve kurultayın hür iradesiyle(!) genel başkan seçilecek, ülkemizde ileri demokrasi olduğu için, kurultayın toplanmasını beklemeden, tek adam Tayyip Bey; bugün (21/08/2014) AKP Genel Başkanı ve Başbakanı belirleyerek ve seçimi AKP Kurultayının yetkisinde olan yeni AKP Genel Başkanı'nın Ahmet DAVUTOĞLU olduğunu ilan ederek, AKP Kurultay delegelerinin iradesine ipotek koymuştur.


Anayasanın 101 maddesinde yer alan açık hükme nazaran, Cumhurbaşkanı seçildiğinin kesinleştiği anda, partisi ile ilişiğinin kesilmesine, Milletvekilliği ve dolayısiyle Başbakanlık görev ve sıfatlarının kendiliğinden sona ermesine rağmen, bu görev ve sıfatları taşımaya devam ettiğini iddia ederek, bu görev ve sıfatlarına ilişkin yetkilerini kullanmaya devam eden bir kişinin; hukuk ve Anayasa dışı bu davranışlarıyla, 28 Ağustos da Cumhurbaşkanlığı görevine başlarken edeceği yemine sadık kalmayacağını ve daha Cumhurbaşkanlığı görevine başlamadan önce, Anayasal meşruiyetini yitirmiş olduğunu, belirtmek zorundayız. 21/Ağustos/2014




Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


18 Ağustos 2014 Pazartesi

1.EYLÜL 2014 ADLİ YIL AÇILIŞ GÜNÜNÜN DEMOKRASİMİZİN VE YARGI BAĞIMSIZLIĞININ GELECEĞİ AÇISINDAN ÖNEMİ



Araya başka konular girdiği için yazamadık, Tayyip Bey, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra kendi partililerinin önünde yaptığı bir konuşmasında,” Biz, teamülere uymayız, teamülleri biz yaratırız” demiştir.

Peki, Devlet teamülü nedir?

En basit tanımıyla; Anayasada ve yasalarda açıkça yer almadığı halde, Devletin çeşitli organ ve kurumlarında, benzer durumlarda, öteden beri aynı şekilde yapılagelen ve artık yerleşik bir uygulama haline gelen davranış şekillerine, Devlet teamülü diyebiliriz.

Teamüller; devlet yönetiminde uzun zamana yayılan uygulama ve tecrübelerden süzülüp gelen ve yerleşen, bir nevi yazılı olmayan kurallar ve davranış biçimleridir.

Teamüller; bağlayıcı Anayasa ve yasa kuralları olmamakla birlikte, devletin çeşitli organ ve kuruluşlarındaki işleyişin düzenli ve ahenkli bir şekilde yürütülmesine, bir uyumsuzluğun ve krizin çıkmasının önüne geçilmesine yardımcı olmaları nedeniyle, çok önemlidir.

Devlet yönetiminde, eskiden beri, benzer durumlarda hep aynı şekilde hareket edilerek yerleşen ve artık Devlet teamülü haline gelmiş olan davranış şekilleri olan teamüllerimiz, Yasama, Yürütme ve Yargı organlarımızda ve özellikle dışişlerinde ve Türk Silahlı Kuvvetlerinde önemli yer tutar.

Bu nedenle, Tayyip Bey'in; Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, birdenbire, yılların deneyim ve tecrübelerinden ortaya çıkan teamüllere uymayacağız, teamülleri biz yaratacğız demesini yadırgamamak ve bu beyanın arkasında yatan gerçeklere ve bu beyanıyla neyi amaçlamak istediğine gözlerimizi kapatmak ve “Dünyayı ben yarattım” mantığına eş değer bu iddialı beyanı görmezlikten gelmek, mümkün değildir.

Kim olursa olsun, halkın oylarıyla seçilmiş Cumhurbaşkanı da olsa, “Biz teamüllere uymayacağız, teamül yaratacağız” söylemi. çok iddialı ve Tayyip Bey'in boyunu aşan, demokrasimizin geleceği için çok tehlikeli bir söylemdir.

Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti doksan yılı aşan köklü bir devlet olup, daha dün Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Bey'in, teamülleri biz yaratırız savıyla ortaya çıkması, doksan yıllık Cumhuriyetimize meydan okumadır.

Başbakanlığı döneminde,Anayasayı ve yasaları bir kenara koyan Tayyip Bey; bu sözleri, özellikle Cumhurbaşkanı seçildikten sonra bilinçli olarak dile getirmiş ve ülkeyi kendi keyfine göre yöneteceğinin, yerleşmiş Devlet teamüllerine dahi tahammülünün bulunmadığının işaretini vermiştir.

Devlet içinde, yıllardır aynı şekilde uygulanarak teamül haline gelmiş bulunan davranış şekillerine, çeşitli alanlardan birkaç örnek vermek gerekirse;

Yasama organımız olan Türkiye Büyük Millet Meclisimizin Başkanlığına, yapılan son milletvekili genel seçimlerinden çoğunluk partisi olarak çıkan ve iktidarı da üstlenen siyasal partiye mensup bir milletvekilinin seçilmesi teamül haline gelmiş olup, bu teamül gereği, Meclis Başkanının seçiminde çoğunluk iktidar partisinin gösterdiği aday, muhalefetin çok çok karşı olduğu bir kişi değilse, genellikle muhalefetin de verdiği oylarla başkan seçilebilmekte ve bu teamül sayesinde Meclis Başkanının seçiminde bir zorluk yaşanmamaktadır.

Anayasamızın 109. maddesine göre, Başbakan, Cumhurbaşkanınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri arasından atanır. Anayasamıza göre, Cumhurbaşkanının atayacağı Başbakan' ın milletvekili olması şarttır.

Ancak, Anayasamızda Başbakanın çoğunluk partisine mensup milletvekilleri arasından atanacağına,keza, Başbakan'ın, seçimi kazanan çoğunluk partisinin, aynı zamanda milletvekili seçilen genel başkanı olacağına dair bir hüküm olmadığı halde, Parlamenter sistemin işleyişinden ve özelliğinden kaynaklanan ve yerleşen teamüllere göre, Cumhurbaşkanı, çoğunluk partisinden herhangibir beğendiği milletvekilini değil, çoğunluk partisinin milletvekili seçilen genel başkanına Başbakanlık görevini vermektedir.

Şimdi, bu teamüle aykırı olarak, Cumhurbaşkanının; çoğunluk partisinin milletvekili seçilmiş olan genel başkanı yerine, çoğunluk partisiniden herhangibir milletvekilini Başbakan atayarak hükumeti kurma görevini vermesi halinde ortaya çıkacak olan kaos ve krizi düşünebiliyor musunuz?

Aynı şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde en üst mevki olan ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin komutanı olan Genelkıurmay Başkanının; Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerine mensup kıdemli bir Orgenerali veya Oramiralden seçişip atanmasını engelleyen bir yasa hükmü olmadığı halde, uzun yıllara dayalı uygulamalar sonunda ortaya çıkan teamül gereği, Genelkurmay Başkanları, sürekli olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinde çoğunluğu teşkil eden ve daha yaygın bulunan Kara Kuvvetlerinden seçilip atanmaktadır. Bu uygulama da bir devlet geleneği ve teamülüdür.Bu uygulamadan ülkemiz bugüne kadar hiçbir zarar görmemiştir.

Cumhurbaşkanlarının, Türkiye Cumhuriyetini temsil etmesi, dış ülkelerdeki Büyükelçilerimizin, dış ülkelerde Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Cumhurbaşkanını temsil etmeleri, dış ülkelerin Büyükelçilerinin de, güven mektuplarını Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına sunup ülkemize kabul edilmeleri nedeniyle, Cumhurbaşkanın kurmay başkanı statüsündeki Cumhurbaşkanlığ Genel Sekreterliğine, Dışişleri Bakanlığımızın deneyimli bir Büyükelçisinin atanması, bir teamül haline gelmiş olup, genellikle bu teamüle uyulduğuna tanık olmaktayız.

Yargının üç kurucu ve asli unsurundan biri olan savunma makamının temsilcileri avukatların en üst meslek kuruluşu olan Türkiye Barolar Birliğinin Başkanının, Yargıtay ve Danıştay gibi üst düzey yargı organlarımızın adli yıl açılışı, kuruluş yıldönümü gibi toplantı ve törenlerine davet edilerek, anılan yargı organlarının başkanlarının ardından, yargının savunma makamı adına bir konuşma yapması, Türkiye Barolar Birliği Başkanının, bu törenlerin doğal davetlisi ve konuşmacısı olması, yargı bağımsızlığı ve özgürlükler adına ortaya çıkan, çok önemli bir devlet teamülüdür.

12.Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Bey; önce, “Teamülleri tanımayız, teamülleri biz yaratırız” daha sonra da, “ 1 Eylülde Yargıtayda 2014-2015 Adli yılının açılışı törenine Türkiye Barolar Birliği Başkanı davet edilir ve konuşma yapmasına imkan tanınırsa, ben törene katılmam” beyanlarıyla, yargı bağımsızlığını yok sayarak, yukarıda belirttiğimiz, Türkiye Barolar Birliği Başkanının, yüksek yargıdaki törenlere katılması ve bir konuşma yapması yönünde oluşmuş olan yılların teamülüne karşı savaş açmış ve bu teamülü ortadan kaldırmaya çalışmış, yargının savunma ayağını yok sayan bu tutumuyla, yargının özgürce havalanmasını sağlayan kanatlarını oluşturan ve mesleki konumları itibariyle, iktidara karşı, yargının bağımsızlığını yargıçlardan daha fazla ve özgürce savunabilen savunmanın temsilcileri avukatları ve onların başkanı olan Türkiye Barolar Birliği Başkanını itibarsızlaştırmayı amaçlamıştır.

Tayyip Bey'in, akıl almaz ve Cumhurbaşkanı sıfatıyla bağdaşmaz olan, Türkiye Barolar Birliği Başkanına ve savunma mesleğine yönelik hukuk dışı bu tutumu, devlet içinde oluşan teamüllerin ne kadar önemli olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Bu nedenle, 1.Eylül.2014 yeni adli yılın açılış günü; Türkiye Barolar Birliği Başkanının, Yüksek Yargı Organlarının törenlerine katılma ve burada demokrasimizin geleceği, yargının bağımszılığı ve savunma mesleği adına bir konuşma yapması yönünde beliren uzun yıllara dayalı teamülün, demokrasimizin ve yargı bağımsızlığının, yok edilişi, ya da yeniden kazanılması günü olacağı için, çok önemlidir.

Demokrasimizin geleceği ve yargı bağımsızlığı için dönüm noktası olacak olan bu önemli günde yaşanacak olanları, hep birlikte izleyip göreceğiz.. 8/Ağustos/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

16 Ağustos 2014 Cumartesi

SAYIN ÖZDİL İŞTE BU NEDENLE EKMELEDDİN BEY'İ DESTEKLEDİK




Hürriyet Gazetesinin köşe yazarı Yılmaz ÖZDİL görevinden istifa etmiş.

Daha doğru bir ifade ile “BAŞBAKAN BİLAL OLSUN” başlıklı yazısının Hürriyet Gazetesi patronu tarafından, Tayyip Bey'in hışmından ve ileri demokrasi (!) anlayışından korkarak sansürlenmesi üzerine, istifa etmek zorunda bırakılmıştır.

Lafın kısası, kibarca kovulmuştur.

Bize göre, bu sonuç hiç de sürpriz değildir.

Perşembenin geleceği çarşambadan belliydi.

Tayyip Bey'in; ilk turda Cumhurbaşkanı seçilerek, kafasındaki emanetçi Başbakan modeliyle fiilen başkanlık sistemini uygulamaya koyacağını, daha güçlü bir şekilde tek başına ülkemizi yöneterek, en başta, düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlükleri olmak üzere, özgürlükleri daha da kısıtlayarak ileri demokrasinin (!) tüm yasaklarını uygulamaya koyacağını çok iyi bilen Hürriyet Gazetesinin patronu, Yılmaz ÖZDİL gibi iktidar muhalifi sivri dilli bir köşe yazarının, kendisini iktisaden yok edeceğini düşünerek, elini çabuk tutmuş ve yazısına sansür uygulayarak Yılmaz ÖZDİL'i istifaya zorlamış ve bunda başarılı da olmuştur.

İşte biz, basın özgürlüğüne tahammülü olmayan Tayyip Bey'in, bir de Cumhurbaşkanı seçilerek, kafasındaki fiili başkanlık sistemini uygulamaya geçirerek düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlüklerini daha da kısacağını, Atatürkçülük, laiklik, ulusalcılık, cumhuriyet, insan hakları ve özgürlükler gibi kavram ve değerleri açıklayan ve yazanları engellemeye çalışacağını öngördüğümüz için, Atatürkçülük, ulusalcılık, laiklik gibi değerlere en az onlar kadar bağlı olmamıza rağmen, bu kavram ve değerler üzerinden, çatı adayı Ekmeleddin İHSANOĞLU'na karşı çıkan ve bu adayın dayatma bir aday olduğunu ileri süren, sözümona demokrat, laik ve ulusalcı kesimlere rağmen, çatı adayı Sayın Ekmeleddin İHSANOĞLU'nu desteklemiş ve yazılarımızda bu desteğimizi açıkça belirtmiştik.

Ne yazık ki, Tayyip Bey'in Cumhurbaşkanı seçilmesiyle doruğa ulaşan patron baskısı ve sansürü sonucunda istifa etmek zorunda bırakılan Sayın Yılmaz ÖZDİL de, propaganda döneminde, Ekmeleddin İHSANOĞLU'nun Cumhurbaşkanı adaylığını bir dayatma olarak nitelendirerek, İHSANOĞLU'na karşı çıkmış ve milyonlarca okuyucusunun kafasını karıştırarak, onların Ekmeleddin İHSANOĞLU aleyhine yönlenmeleri için algı yaratmıştır. Bu suretle, birçok CHP'li seçmen, ya sandığa gitmemiş, gidenler de, İzmirdeki İlk Kurşun Anıtı gibi, Eruhta Türk askerine ilk kurşunu sıkarak şehit eden PKK'lı terörist adına anıt dikenlerin partisine oy vermişlerdir.

Bu yazımızda, Sayın Yılmaz ÖZDİL'i rol model seçmemiz, hedef gösteriliyormuş gibi yanlış değerlendirilmesin, kendisi, bizim de çok severek okuduğumuz ve beğendiğimiz, yürekli ve ülkesini seven bir yazarımızdır.Ancak, kendisine yönelik bu eleştirilerimizi yapmak da, bir okuru ve yurttaş olarak, bizim hakkımızdır.

Biz, seçim öncesinde de, Yılmaz ÖZDİL'in, Ekmeleddin Bey'in dayatma aday olduğunu açıklayarak, onu itibarsızlaştırması ve seçmende algı yaratması nedeniyle, “YILMAZ ÖZDİL” başlıklı bir makale yazmış ve kendisini eleştirmiş, 11/07/2014 tarihli bu yazımızda; “Biz, Yılmaz ÖZDİL'in, mesleği gereği, en çok kendisine lazım olan, basın,düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüklerinin korkulu rüyası Tayyip Bey'in değirmenine su taşıyan ve onu Cumhurbaşkanlığına bir adım daha yaklaştıran bu muhalif görüşüne asla katılmıyor ve kendisinin şöhret yıpranması içine girdiğini düşünüyoruz.” değerlendirmesinde bulunmuş ve Tayyip Bey'in Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde olacakların sinyalini vermiştik.

Bu sansür ve arkasından gelen zorunlu istifa, bize göre Sayın Ylmaz ÖZDİL'i mağdur etmemiştir.Bilakis, kendisi şöhretine şöhret katmış ve okumayanların da ilgisini çekerek okuyucu kitlesini çoğaltmıştır. İşsiz kalması da söz konusu değildir, kendisine, sürekli, sevgili kardeşim diyerek hitap eden ve kendisine hayran olan SÖZCÜ Gazetesi yazarı Uğur DÜNDAR, SÖZCÜ'de yazması için teklifini çoktan iletmiş ve köşesini dahi hazır etmiş olmalıdır.

Bu itibarla, bir yazar olarak, Sayın Yılmaz ÖZDİL'in, kendi başına gelenlere, yazısının sansüre uğramasına, ülkemizdeki özgürlükler ve özellikle basın özgürlüğü adına üzülse de, şahsı için üzülmediğinden eminiz.Sansüre uğrayan yazısı sosyal medyada yayınlanmış ve daha geniş bir kitle tarafından okunmuş ve Sayın ÖZDİL amacına ulaşmıştır.

Biz de amatör bir yazar olarak internet ortamında iki gazete ile facebook sayfamızda ve özel internet bloğumuzda yayınlanan ve hukukçu kimliğimiz nedeniyle ağır eleştiri hududunu aşmayan, Tayyip Bey'in ileri demokrasisini(!) eleştiren yazılarımız nedeniyle; zaman, zaman bizi seven dostlarımız tarafından, şakayla karışık olarak, Tayyip Bey'in hışmına uğramamak için uyarıldığımızda, şaka yollu olarak onlara verdiğimiz “amatör olarak yazıyorum, benim için daha iyi olur, hiç değilse daha fazla tanınırım, PTT birinci liginden süper lige terfi ederim” şeklindeki cevabımda bir hakikat payının olduğunu itiraf etmeliyim.

Gerçekten, Yılmaz ÖZDİL'in Hürriyet Gazetesindeki köşesinden uzaklaşmasına neden olan gelişmeler, düdüşnce,düşünceyi açıklama ve basın özgürlükleri ve bu özgürlüklerin geleceği açısından karanlık bir tablo çizmekte ve demokrat bir kişi, hukukçu ve köşe yazarı olarak bizi ziyadesiyle üzmekte ve karmsarlığa sürüklemektedir.

Biz buradan, ülkenin içinde bulunduğu özel koşulları dikkate almadan, kuru ve soyut kavramlarla, Sayın Ekmeleddin İHSANOĞLU'nun çatı adaylığına karşı çıkan ve boykot çağrıları yaparak, büyük seçmen kitlesinin sandığa gitmemesini, gidenlerin de HDP ve AKP adaylarına oy vermelerini sağlayan algılar yaratan tüm muhaliflere ve Sayın ÖZDİL'e soruyoruz;

Evet, inkar etmiyoruz, bizce de; Katıksız ve saf Atatürkçülük, ulusalcılık, laiklik ve cumhuriyet, çok güzel ve anlamlı kavramlar ve değerler olup, bu kavram ve değerler, bizim ülkemizin ve geleceğimizin olmazsa olmazlarıdır, Sayın Ekmeleddin İHSANOĞLU, mütedeyyin kişiliği, geçmişte üstlendiği görevleri itibariyle, sizlere saf ve katıksız bir Atatürkçü, ulusalcı ve laik gelmemiş olabilir, ancak, kendisinin, Tayyip Beyden daha laik, daha ulusalcı ve Atatürkçü olduğu, en azından, bu kavram ve değerlere karşı olmadığı, Atatürk'ü ve laiklik ilkesini, cumhuriyetin değerlerini açıkça telaffuz edebilen bir kişi olduğu açıktır, kendisi, özgürlüklere, Atatürk'e ve laikliğe karşı olan, Cumhurbaşkanı seçildiğinde yaptığı balkon konuşmasında Atatürk'ün adını dahi anmayan Tayyip Bey'in önünü kesmek için aday gösterilmiştir, Ekmeleddin Bey'in yerine Tayyip Bey'in seçilmesi, sizce daha mı iyi olmuştur, Tayyip Bey seçilmeseydi ve fiili başkanlık sistemini uygulama tehlikesi başgöstermeseydi, Hürriyet Gazetesinin patronu, Sayın ÖZDİL'i gazeteden kovma girişiminde bulunacak mıydı, şimdi düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlüklerini bekleyen ileri demokrasi (!) kısıtlamalarının hakim olacağı ülkemizde, Atatürk'ü, laikliği, demokrasiyi, Cumhuriyeti ve ulusalcılığı, yazarak,çizerek ve söyleyerek, bu kavram ve değerlerin daha geniş halk kitlelerine yayılmasını ve benimsenmesini, nasıl sağlayabileceğiz?

Bu soruların cevaplarını, Milletimize açıklayın lütfen.

Ne kadar övünseniz azdır!

Millet sizinle gurur duyuyor!16/Ağustos/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat








15 Ağustos 2014 Cuma

GÖREVİNE BAŞLAMADAN TARAFSIZLIĞINI YİTİREN BİR CUMHURBAŞKANI




Cumhurbaşkanının, Devletin başı olarak, en belirgin niteliği tarafsızlığıdır.

Cumhurbaşkanının olmazsa olmazı, tarafsızlığıdır.

12.Cumhurbaşkanlığına seçilen Tayyip Bey; Başbakanlığı döneminde, özellikle bu sıfatla katıldığı yerel yönetimler, genel milletvekilliği ve en son 10Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde düzenlediği kapalı yer ve açık hava toplantı ve mitinglerinde yaptığı konuşmalarında, halkımızı mezheplerine ve etnik kimliklerine göre bölen, ayrıştıran ve toplumu geren beyanları alenen dile getirmekte mahir olduğunu göstermiş ise de, artık, 12.Cumhurbaşkanı seçildiğine ve 28.Ağustos günü yapacağı yeminle 12.Cumhurbaşkanı olarak görevine başlayacağına göre, şimdiden, toplumu etnik kökenlerine, din ve mezheplerine göre bölmeme, ayrıştırmama, toplumu gererek kamplara ayırmama ve milletimizin her kesimine karşı tarafsız olma gayreti içine girmeli ve sergileyeceği duruşu, beyan ve söylemleri ve eylemleriyle,bunu açıkça göstermeli ve bu konuda, Türk Milletini umutlandırmalı ve güven vermelidir..

Seçimi kazandığının belli olmasından sonra, seçim gecesi AKP Genel Merkezinin balkonundan yaptığı 5.balkon konuşmasında da, yeni Türkyeyi kuracağını, 77 milyonu kucaklayacağını, sadece kendisine oy verenlerin değil, 77 milyonun ve tüm kesimlerin Cumhurbaşkanı olacağını, başka bir ifadeyle, herkese aynı mesafede ve tarafsız olacağını vaad etmiştir.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, Anayasamıza göre, Cumhurbaşkanının en belirgin vasfı, tarafsız olması ve her kişisi ve kesimiyle tüm milletimizi kucaklamasıdır.

Anayasamızın 104. maddesine göre; Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.


Anayasamızın 103. maddesinde yer alan Cumhurbaşkanınının göreve başlarken mecliste yapacağı yeminin içeriğinde de, Cumhurbaşkanının tarafsız olması gerekeceğine ilişkin olarak: ”.....üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim." ibareleri açıkça yer almaktadır.


Hal böyle olduğu halde; 12.Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Bey'e, Başbakanlığı döneminde Danıştaydaki bir törende Barolar Birliği Başkanı Metin FEYZİOĞLU ile yaşadıkları tatsız olay hatırlatılarak, 2014-2015 Adli Yılının açılışı münasebetiyle Yargıtayda yapılacak olan törene Cımhurbaşkanı olarak katılıp katılmayacağı sorulduğunda, Tayyip Bey'in verdiği cevap; Cumhurbaşkanının tarafsızlığıyla, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetme göreviyle uyuşmayan, eski AKP Genel Başkanı ve partili Başbakan ağzıyla ve üslubuyla konuşmaya devam ettiğini, Cumhurbaşkanlığının tarafsızlık niteliğini üzerinde taşımadığını ve asla da taşıyamayacağını, aslında tarafsız davranma gibi bir niyetinin olmadığını ortaya koymuştur.


Zira,Tayyip Bey; Barolar Birliği Başkanı ve Yargıtayda yapılacak olan törene kendisinin katılımı ile ilgili soruya, mealen; “Barolar Birliği başkanı gelir ve ona da bir konuşma yaptırırlarsa, ben o törene gitmem” diyebilmiştir.


Tayyip Bey; bu beyanıyla, geride kalan Başbakanlığı döneminde Barolar Birliği Başkanı ile Danıştay töreninde yaşadığı tatsız olayı, Cumhurbaşkanı seçilmesine ve yaptığı balkon konuşmasında, yeni bir dönemin açılacağı ve herkesin Cumhurbaşkanı olacağı ve herkesi kucaklayacağı yolundaki vaadine rağmen unutmadığını ve Barolar Birliği Başkanına hala kin beslediğini ortaya koymuş ve törene ev sahipliği yapacak olan Yargıtay Başkanına da; “Barolar Birliği Başkanını törene davet etmeyin, davet etseniz dahi, gelenekleri bir yana bırakın ve kanunda yer almayan, Barolar Birliği Başkanının bu tür törenlerde konuşma yapma hakkını yok sayın ve yargının üç asli kurucu unsurunu oluşturan savunma makamının temsilcileri olan avukatların en üst meslek kuruluşunun Başkanını bir çırpıda silip atın” gizli talimatını vermiş bulunmaktadır.


Bu ülkenin Cumhurbaşkanı; hiç kimseye, hiçbir Anayasal kuruma, hele, hele başkanları sürekli değişen Türkiye Barolar Birliği gibi bir yargı kuruluşuna ve onun başkanına kin besleyemez.


Bu mudur, Tayyip Bey'in tarafsızlık ve 77 milyonun Cumhurbaşkaı olma ve 77 milyonun tümünü kucaklama anlayışı?


Bu mudur, Tayyip Bey'in, Anayasanın 104. maddesinin, Cumhurbaşkanı olarak kendisine yüklediği, “Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” görevinden anladıkları?


Tayyip Bey; daha Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmadan, ileriye dönük olarak yapacaklarının sinyallerini verdiği beyan ve konuşmalarıyla; her biri yargı içinde ayrı bir Devlet kurumu olan Yargıtay ile Türkiye Barolar Birliğinin ve onların başkanlarının arasına nifak sokma, bu iki kurumu karşı karşıya getirerek ayrıştırma ve aralarındaki düzen ve uyumu bozma gayreti içinde olduğunu, çok tehlikeli bir işe soyunduğunu, ülkenin sorun yaratan değil, sorunları çözen bir Cumhurbaşkanı arzuladığını, derhal görmelidir.


Tayyip Bey'e son bir önemli hatırlatma; ileride, yargı ile başı belaya girecek ve yargı önünde hesap verme durumu ile karşılaşacak olursa, kendisinin de ilk yapacağı şeyin; “nerede benim avukatım, avukatımı çağırın” diyerek, kendisini yargı önünde savunması için baroya kayıtlı bir avukata vekaletname vermek olacağını, hiç aklından çıkarmamalıdır.15/Ağustos/2014




Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

ALLAH GÖZÜNÜ DOYURSUN




Tayyip Bey; karizmatik olabilir,ancak, kendisi defalarca Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan anti laik dinci bir partinin sıradan bir mensubu iken, 1991 yılında girip kazandığı milletvekili seçiminde tercihli oyların gadrine uğrayarak, milletvekilliği hevesinin kursağında kalmasından kaynaklanan kırılma noktasından sonra, yanılmıyorsak 1994 yılında girdiği ve diğer popüler partilerin güçlü adaylar çıkarması nedeniyle bölünen oylardan yaranarak, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkaını seçilmiş ve müteakiben, iktidardaki Ecevit'in başkanlığındaki koalisyon hükumetinin başarısızlığı nedeniyle, eski partisinden ayrılarak kurduğu yeni partisi AKP ile seçim kazanarak Başbakan olmuş ve 12 yıl ülkeyi Başbakan olarak yönettikten sonra, 10 Ağustos günü yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanarak, Türkiye Cumhuriyetinin 12.Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuştur.

Kendisini sevelim veya sevmeyelim, Tayyip Bey'in, belediye başkanlığından kesintisiz olarak, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna kadar sıçraması, Türkiye Cumhuriyetinde bir daha kırılması imkansız bir rekordur.

Tayyip Bey, Allahın kendisine ihsan ettiği, her kuluna nasip olmayan bu lütfuna şükretmelidir.

Tayyip Bey'in, televizyonlardan izlediğimiz kendisinden sonraki AKP'yi dizayn etme uğraşlarına baktığımızda, Cumhurbaşkanlığına seçilmesini yeterli bulmadığını, Cumhurbaşkanlığı ile birlikte AKP'yi de perde arkasından yönetmeye devam etme ve fiili bir şark tipi başkanlık sistemini uygulamaya koyma arzu ve isteğini, çok net bir şekilde görüyoruz.

Tayyip Bey; seçimden sonra yaptığı balkon konuşmasında, yeni bir dönem açalım, ben de 77 milyonun cumhurbaşkanı olacağım demesine rağmen, henüz Cumhurbaşkanlığı görevine başlamadan ve balkon konuşmasının mürekkebi kurumadan, yine eski kibirli, muhataplarını küçük gören alaycı konuşmalarını sürdürmeye devam ediyor ve can çıkmadan huy çıkmaz lafının ne kadar doğru bir laf olduğunu ispatlıyor.

Tayyip Bey; Cumhurbaşkanlığı görevine başlama boşluğundan yararlanarak, esasen, cumhurbaşkanı seçilmekle birlikte AKP ile bağını kesmesi gerekirken, elini çabuk tutarak, adını daha önce kendi kafasında belirlemiş oldduğu halde, kendi halefi olacak olan yeni AKP Genel Başkanı ve Başbakan adayını, sözüm ona istişareler ile belirleme nafile girişimleri ile kamuoyunu oyalamakta ve devletin tüm kadroları, işlerini ve güçlerini bırakmış, yeni AKP Genel Başkanı ve Başbakan'ın kim olacağı beklentisi içine girmiş bulunmaktadır.

Tayyip Bey, Başbakan olarak çok geniş yetkilere sahip olmasına, meclisdeki AKP çoğunluk grubunu kullanarak istediği yasayı, sanki yönetmelik çıkarıyormuş gibi, kolayca çıkararak, ülkeyi, kendisinin diktatör olmakla suçlanacak şekilde, istediği gibi keyfince idare ederken, hiçbir zorlama olmadan, kendi özgür iradesiyle Başbakanlığı bırakarak, ülkenin bir numaralı koltuğu olan Cumhurbaşkanlığı koltuğuna seçildiği halde, bunu yeterli bulmayarak, niçin Başkanlık sisteminde ısrarcı oluyor?

Buradan Tayyip Bey'e soruyoruz; cumhurbaşkanının yetkisini az buluyor idiysen, yetkilerinizin genişliği nedeniyle, bazı kesimlerin sizi diktatör olmakla suçladığı Başbakanlık koltuğu size battı mı, madem ki, ben oturamam, yetki, icra görevi, koşturma, terleme ve hareket isterim diyorsun, o zaman niçin Cumhurbaşkanı olmak istedin be kardeşim?

Başbakanlık koltuğu size battı mı?

Biz, kendisine çalışacak ve evine bir lokma ekmek götürecek asgari ücretli bir iş bulmak için uğraş veren milyonlarca işsize baktığımızda, Allah Tayyip Bey'in gözünü doyursun diyoruz.

Ben, seçildiğim Cumhurbaşkanlığının görev ve yetkilerini az buluyorum, ülkeyi Başkan olarak tek başıma ben yönetmek istiyorum demeye ve onca sorunu olan ülkemizin gündemini boş yere kilitlemeye ve devlet işlerinin durmasına neden olmaya hakkınız yok, biraz şükretmesini, ben nereden nereye geldim diye bir düşünerek, haddinizi biliniz Tayyip Bey.

Sizden büyük Allah var Tayyip Bey!15/Ağustos/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


13 Ağustos 2014 Çarşamba

SAYIN KILIÇDAROĞLU'NA AÇIK ÇAĞRI



Sayın KILIÇDAROĞLU; başarılı bir bürokratlıktan sonra, CHP eski Genel Başkanı Sayın BAYKAL'ın destek ve tercihleriyle CHP'ye adım atarak, milletvekilliği ve daha sonra da CHP'nin Meclis Grup Başkan Vekilliği derken, kendinizi CHP'nin Genel Başkanlığına kadar taşıma başarısını gösterdiniz.

Özellikle Grup Başkan Vekilliği döneminizde, muhalefeti sarsan ve ses getiren yolsuzluk dosyalarıyla ünlendiniz.

Sayın BAYKAL'ın, kendisine yönelik malum kaset olayının patlak vermesinin hemen ardından, CHP genel başkanlığından istifa etmesi üzerine, CHP içindeki ve seçmen kitlesi nezdindeki tüm gözler sizin üzerinize çevrildi.Boşalan CHP genel başkanlığı koltuğuna talip olmanız için gözünüzün içine bakılıyordu.

Sonunda elinizi taşın altına sokarak ve sorumluluk alarak, tek başına hiç iktidar yüzü göremediği için, kendisini parti içi çekişmelere ve iktidar kavgasına adamış, sık sık kurultaylar toplayan, bu nedenle seçmence pek sevilmeyen, idare edilmesi zor, seçmen kitlesi iktidara susamış olduğu için, kendisinden çok şeyler umulan ve beklenen CHP'nin genel başkanlığı koltuğuna oturdunuz.

Sayın KILIÇDAROĞLU, CHP genel başkanlığına seçildiğiniz o kurultay salonundaki ve salon dışındaki sosyal demokraların ve CHP tabanının büyük coçkusunu ve sevincini bugünkü gibi hatırlıyoruz.

Biz ve tüm CHP'liler, sizden çok şey bekledik, küçük olsun benim olsun diyerek, partiyi ve parti tabanını küçülten ve partiyi müzmin bir anamuhalefet partisi haline sokan Sayın BAYKAL 'dan sonra, beklentilerin büyük olması ve partinin iktidar susuzluğunu gidermeye aday olarak partinin başına gelmeniz nedeniyle, göreviniz zor ve sorumluluğunuz çok fazlaydı.

Bürokrasiden gelen, deneyimli, birikimi olan,namuslu,dürüst, politikanın iki yüzlü ortamında yetişmemiş ve bozulmamış, halkın içinden gelen ve onların gerçek sorunlarını bizzat yaşayarak gören ve bilen saf ve temiz bir politikacı olarak, sizden ve ekibinizden,ülkenin sorunlarının çözümüne yönelik somut öneri ve projeler bekledik, ancak itiraf etmeliyiz ki, bunları göremedik,siz de BAYKAL gibi, AKP ve liderinin tuzağına düştünüz, gündemi sürekli olarak Tayyip Bey belirledi ve sizler kendinizi, onun belirlediği gündeme sürekli laf yetiştirdiniz, akşam sabah sadece Tayyip Bey ile uğraştınız, eleştiriden başka bir şey üretmediniz.

AKP ve lideri, ülkeyi o kadar kötü idare ediyordu ki, dış politika iflas etmiş, komşu ülkelerin tamamıyla kavgalı hale gelmiş ve bu ülkelerle diplomatik ilişkimiz kalmamıştır.

Gezi olayları patlak vermiş, AKP iktidarına yönelik büyük bir barışcıl ve demokratik protesto ve direniş hareketi yaşanmış, 17 ve 25 Aralık süreci yaşanmış, AKP iktidarına ve onun liderine yönelik yolsuzluk ve rüşvet iddiaları tüm ülkede yankılanmıştır.

Bu yaşananlar, iyi yönetildiği, değerlendirildiği ve seçmene anlatıldığı taktirde, AKP iktidarını seçmen nezdinde gözden düşürebilir, sizin lideri bulunduğunuz CHP'ye büyük itibar ve oy kazandırılabilir ve Tayyip Bey'in Cumhurbaşkanı seçilmesi, pekala önlenebilirdi.

Ama, siz ve partiniz, sizin ve partinizin yıldızlaşmasını, parlamasını, klasik seçmen kitlenizin muhafazasının yanı sıra, özellikle genç kitleden yeni seçmenler kazanmanızın önünü açacak olan yukarıda belirttiğimiz AKP açısından olumsuz olan yaşanan olayları iyi yönetemediniz, gezi olaylarında barışcıl demokratik direniş haklarını kullanan geçlere sahip çıkmadınız, Tayyip Bey'in, bilerek ya da bilmeyerek, gezi direnişinin anlamını yanlış yorumlayarak, bu hareketi demokratik bir direniş değil, birkaç çapulcunun başlattığı, yasa dışı bir çapulcu eylemi olarak nitelendirmesine sessiz kalarak, demokratik ve barışcıl direniş ve protesto eyleminde bulunan genç kitleye sahip çıkamadınız, onları saflarınıza katamadınız, Tayyip Bey'in, baskın çıkan tepkilerinden ve şerrinden adeta korktunuz.

17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddia ve soruşturmalarının patlak vermesi üzerine, bu iddiaların muhatabı Tayyip Bey, bu soruşturmaları itibarsızlaştırmak ve soruşturmayı yürüten kolluk ve savcıları etkisizkılmak için, bir çok yönetmelik ve yasalarda seri değişikliklere tevessül etmiş, soruşturmaları yürüten polis şefleri ve polisleri sürgüne göndermiştir. Tayyip Bey, polisleri cemaatçi ilan etmiş ve bu soruşturmaların cemaatçilerin kendisine yönelik bir darbe girişimi olduğunu iddia etmiştir. Bu nedenle, 17 ve 25 şubat yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarına sahip çıkmak zorlaşmış, ana muhalefet partisi olarak bu soruşturmalara ve bu soruşturmayı yapanlara sahip çıkmak, cemaatçi olmak ve yaklaşan 30 Mart yerel seçimlerinde cemaatçilerin oylarına talip olmakla eş tutulmuş olmasına rağmen, bu soruşturma süreci iyi idare edilememiş, soruşturmalara ve sıruşturmacılara sahip çıkılırken, iddiya göre bu soruşturmaların arkasında olan cemaatçilere karşı sessiz kalınmış, cemaatçiler açıkça hedef alınarak suçlanmamış ve bu tutum sebebiyle, cemaat ile gizli bir seçim koalisyonuna gidildiği izlenimi ve algısı yaratılarak, Tayyip Bey'in ağzına sakız verilmiş, partiniz, seçim meydanlarından Tayyip Bey'in eleştiri salvolarına maruz bırakılmıştır.

Ayyuka çıkan tüm rüşvet ve yolsuzluk iddialarına ve ortalığa saçılan yolsuzluk kasetlerine rağmen, Tayyip Bey ve partisi 30 Mart yerel seçimlerinde de %43 oranında rey alarak seçimden galip çıkmasını bilmiştir.

Tayyip Bey'in 30 Mart yerel seçim zaferi,CHP olarak, bu ülkede, tek başına, AKP ve Tayyip Bey'in hata ve olumsuzlukları, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları üzerinden seçim kazanmanın asla mümkün olamayacağını, Türk seçmeninin, çalsa da, çırpsa da, iyi, ya da kötü, çalışan ve üreten kişi ve partilere oy vermeyi tercih ettiğini açıkça göstermiştir.

Bu itibarla, iktidarı eleştirmenin yanısıra, iktidara gelindiğinde yapılacakların proje bazında somut ve inandırıcı olarak ortaya konulması,sürekli yeni projeler üretilmesinin gerekliliği anlaşılmıştır.Doğru olan da budur zaten.

Sayın KILIÇDAROĞLU, tüm olumsuzluklara rağmen, Tayyip Bey ve partisinin 30 Mart yerel seçim zaferi, haklı olarak sizin gözünüzü korkutmuş ve sizi ümitsizliğe ve kötümserliğe sevketmiş olmalı ki, Tayyip Bey'in, ülkeyi karanlık bir tünele sokan, demokrasiyi yok eden, başkanlık sistemine geçiş niyetinin ülkeyi daha da karanlığa mahkum edeceğinin endişesi ve bu seçmen profili ile Tayyip Bey'in Çankayaya çıkışının önünün kesilmesinin zorluğunu gözeterek, siyasi bir risk üstlendiniz ve cumhurbaşkanı seçiminde çatı aday formülüne razı olmak zorunda kaldınız.

Sizi anlıyoruz, iyi niyetinizden en ufak bir kuşkumuz yoktur, tek arzunuzun, ülke için tehlikeli gördüğünüz Tayyip Bey'in Cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek olduğuna inanıyoruz.

Biz de itiraf etmeliyiz ki; kendisine, partisine ve seçmen tabanına olan güvensizliğin peşinen itirafı olarak değerlendirilebilirse de, çatı aday formülünün, zorunlu olduğuna ilişkin inancınızda ve bu yolu tercihinizde, pek de haksız sayılmazsınız.

Ancak, bu formül ilk önce partiniz kadrolarında ve partinizin seçmen kitlesinin bir kesiminde karşılık bulmadı, partiniz içindeki muhalif kanadın boykot çağrıları, Tayyip Bey'in Başbakan sıfatıyla katıldığı seçimlerde kullandığı sınırsız devlet imkanları,havuz medyasının desteği, sizin de çok iyi performans sergileyememiş olmanız, ve müttefikiniz MHP'nin oy tabanın da verdiği fireler ve boykotçularla tatilcilerden kaynaklı katılım oranının düşüklüğü nedenleriyle, Tayyip Bey ipi göğüsleyerek Cumhurbaşkanı seçildi.

Sayın KILIÇDAROĞLU, Cumhurbaşkanlığı seçiminde siz ve başında bulunduğunuz CHP, hiçbir mazeret kabul etmeyecek şekilde mağlup olmuştur ve bu mağlubiyetin sorumlusu da, CHP Genel Başkanı olarak sizsiniz. Önceki seçim mağlubiyetlerini de bu son mağlubiyetin üzerine eklediğimizde, lideri olduğunuz CHP'nin, sizin yönetiminizde ve sizin oluşturduğunuz kadrolarla başarısısz olduğu ve ileriye dönük olarak da, seçim kazanma ve iktidar olma umudunu bizlere veremediği anlaşılmıştır.

Sayın KILIÇDAROĞLU, yapılan her seçimden sonra, Türkiye haritası üzerinden gösterilen oy dağılımı grafiğine baktığımızda, bir CHP'li olarak içimiz burkulmakta ve bu koşullarda CHP'nin asla seçim kazanamayacağı ve iktidar olamayacağı gerçeği yüzümüze vurulmaktadır. Siz bu grafiği görüp, partinizin sahil kesimlerine sıkışıp kaldığını ve ülke çapında bir kitle partisi olamadığını görmüyor musunuz, görüyorsanız, bu grafiğin oluşmasının nedenlerini araştırarak, bu grafiği partimiz lehine nasıl değiştirebiliriz, partimizi ülke genelinden oy alan bir kitle partisi haline nasıl getirebiriz sorularına cevap olacak çareleri niçin üretemiyorsunuz?

APO'nun perde arkasında bulunduğu, DEMİRTAŞIN yasal lideri olduğu HDP dahi, son Cumhurbaşkanlığı seçiminde sergilediği tavır, strateji ve söylemleri sayesinde, yerel Kürt partisi olma kabuğunu kırmış ve ülkenin diğer kesimlerindeki, hem de Kürt olmayan seçmenlerin, belki de bir kısım CHP'lilerin oylarını alma başarısını göstererek, ülke genelinden oy alan bir kitle partisi olma yolunda ilerlemeyi başarabilmiştir.

Tayyip Bey; hırslı, kendisini sadece seçim kazanmaya odaklamış ve seçim kazanmak için inandığı dinin ilkelerini dahi çiğneyecek kadar ve etik dışı, bölücü, ayrıştırıcı,kışkırtıcı her türlü yolu mübah gören bir kişiliğe sahip olmasına rağmen, bunları ve dürüst bir politika yaparak zorlanacağınızı bilerek ve isteyerek, ATATÜRK'ün kurduğu ve altı okunda yer alan ilkelere sahip CHP'nin genel başkanlığına talip olduğunuza ve bu makama getirildiğinize göre, politikanın, zorlukları aşmak sanatı olduğunu bilmesi gereken bir politikacı olarak, bu zorlukları ve engelleri aşmak, sizin asli göreviniz olup, siz bu zorlukları aşamak için yeterli politika ve projeler üretemeyerek, büyük umutlarla geldiğiniz CHP Genel Başkanlığı görevinde, maalesef başarılı olamadınız.

Sayın KILIÇDAROĞLU, size çok güvendik, sizin adınıza, ismimiz gibi emin olduğumuz bir gerçek vardır. Göreve başladığınızdan bu yana yaptığınız konuşmalarınızdan, politik duruşunuzdan ve tavırlarınızdan, bu KILIÇDAROĞLU, şayet günün birinde başarısız olursa, bir dakika dahi, o koltukta oturmaz ve istifa eder ve hiç değilse, alışık olmadığımız bu medeni ve demokrat tavrını, Türk politika hayatına bir ilk ve teamül olarak armağan eder diye düşünüyorum.

Sayın KILIÇDAROĞLU; başarısısz olduğunuza göre, lütfen beni mahcup etmeyiniz. 13/Ağustos/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat





CHP'NİN MUHALİFLERİNE YÖNELİK BİR ÇİFT SÖZ





CHP ve MHP'nin çatı aday formülünün siyaseten doğru olup olmadığını tartışmaya gerek duymadan diyoruz ki, çatı aday formülü, doğru da olsa yanlış da olsa, CHP ve MHP, parti tabanlarını bir arada tutarak var güçleriyle çatı adayı desteklemeyi başaramamışlardır.

Başarısızlıkta, çatı adaya yönelik memnuniyetsizliğin ve buna dayalı olarak da, özellikle CHP deki muhalif kanadın boykot çağrılarının önemli rolü olduğu gibi, CHP ve MHP teşkilatları da, kendi çatı adaylarını yalnız bıraktılar ve propaganda da çok etkisiz kaldılar, karşılarında ise, devlet imkanlarını ve havuz medyasını kullanan ve Başbakan sıfatıyla ve imkanlarıyla seçime katılan Tayyip Bey'in varlığı da, başarısızlığa tuzve biber ekmiştir.

Şunu da belirtmeliyiz ki, sözüm ona Cumhurbaşkanını millet seçti, ama, millet Cumhurbaşkanı adayı olamadı.Adayın, 20 milletvekilinin imzasını arkasına alması mecburiyeti bir garabettir.

Neyse, konuyu dağıtmayalım, bu yazımızda, başarısızlığın nedenlerini enine boyuna tartışacak değiliz, seçim hezimetinden sonra, KILIÇDAROĞLU'nu istifaya çağıran ve sözcülüğünü muhaliflerin aday adayı Emine Ülker TARHAN'ın yaptığı CHP muhalif kanadına yönelik bir çift sözümüzü dile getirmek istiyoruz.

Evet, sosyal demokrat bir parti için, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda çatı aday formülüne mahkum olmak, peşinen bir güçsüzlüğün, kendine güvensizliğin ve başarısızlığın bir itirafıdır.

Bu nedenle, KILIÇDAROĞLU'nun, siyasi sorumluluk üstlenerek çatı aday formülünü kabul etmesi üzerine, muhalif ulusalcı kanadın buna itiraz edip karşı çıkmaları doğaldır. Ancak, kesinlik kazanan bu formülü eleştirip muhalefet şerhi koymanın ötesinde, boykot çağrıları ile bu formülü çatlatarak bir seçim başarısızlığına katkı yapmak ve bu katkının da payının olduğu seçim başarısızlığını kullanarak, CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'nun istifasını istemek, siyasi etiğe uymayan bir fırsatçılıktır.

CHP'nin muhalif kanadının KILIÇDAROĞLU'nun istifasını istemekte bir hak sahibi olabilmesi için, hatalı da olsa, alınan çatı aday kararına, muhalefet şerhlerini koyarak kerhen de olsa uymaları, partide seçim öncesi bir isyan ve boykota ön ayak olmamaları, sandığa herkesten önce gidip çatı adaya oy vermeleri gerekirdi.


Alınan çatı aday kararına, kerhen de olsa uymayan ve seçmen tabanını boykota çağıran isyancı tavırlarıyla, seçim başarısızlığına katkı ve yataklık yapan muhalif kanadın, seçimlerden hemen sonra ortaya çıkarak KILIÇDAROĞLU'nu istifaya çağırmaları, etik dışı ve siyasi bir fırsatçılık olarak değerlendirilmelidir. 12/Ağustos/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

11 Ağustos 2014 Pazartesi

CUMHURBAŞKANININ BAKANLAR KURULUNU TOPLAMA VE ONA BAŞKANLIK ETME YETKİSİNİN ANAYASAL SINIRI




Tayyip Bey, Başbakanlıktan istifa etmeden, devletin bütün imkanlarını arkasına alarak yaptığı seçim propagandasının ardıdan yapılan seçim sonunda, %51 küsur oy oranı ile ilk turda Cumhurbaşkanı seçilmeyi başardı.

Başbakan olarak devlet olanaklarını sonuna kadar kullanması nedeniyle, biraz yara almış olmasına rağmen, Tayyip Bey, meşru bir seçim sonunda halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Bu nedenle, Tayyip Bey'in Cumhurbaşkanlığına seçilmesinde bir gayrimeşruluk bulunmamaktadır.

Ancak, Tayyip Bey'in, meşru olarak Cumhurbaşkanlığına seçildikten sonra, önümüzdeki günlerde yemin ederek meşru bir şekilde görevine başlaması, bu meşruiyetin beş yıllık Cumhurbaşkanlığı süresince devam edeceği anlamına gelemez, bu meşruiyetin devamı, Tayyip Bey'in kendi elinde olup, Cumhurbaşkanlığı görevini önceden ilan ettiği gibi, Anayasa dışı yetkiler kullanarak, partisiyle alenen olmasa da gizliden gizliye ilişkisini devam ettirip bağımsız davranmayarak yapması halinde, Cumhurbaşkanı olarak, Anayasal ve hukuki meşruiyetini kaybedeceği, inkar edilemez Anayasal bir gerçektir.

Herkesi, bu arada Cumhurbaşkanını da bağlayan ve kurallar hiyerarşisinde en üst mertebede bulunan Anayasanın 8. maddesinde yer alan; “yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” hükmüne göre, Cumhurbaşkanının yürütme görev ve yetkisinin var olduğu iddia edilebilir ve Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Bey de, bu hükme dayanarak, Cumhurbaşkanı yürütmenin başıdır ve kendisinin yürütme yetkisi ve görevi vardır iddiasında bulunabilirse de, maddenin sonunda yer alan ve yürütme görev ve yetkisinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılıp yerine getirileceğine ilişkin kesin uyarı ve hatırlatmanın varlığı,

Anayasanın 101. maddesinin son fıkrasında yer alan; “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.” hükmünün varlığı,


Cumhurbaşkanının göreve başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde Anayasanın 103. maddesi uyarınca yapacağı yeminin içeriğinde bulunan:”.....üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim." hükmünün varlığı,


Anayasanın 104 maddesinde yer alan ve Cumhurbaşkanının partiler ve yasama yürütme ve yargı organlarının dahi üzerinde ve dışında olduğunu, Devletin başı olarak Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milletinin birliğini temsil eden, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözeten, herkese ve her kuruma eşit mesafede olma yükümlülüğü getiren; “ Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” hükmünün varlığı,



Anayasanın 105. maddesinde yer alan; Cumhurbaşkanının, tek başına yapabileceği işlemleri dışındaki bütün kararlarının, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanacağına ve bu kararlardan sadece Başbakan ve ilgili bakanların sorumlu olacağına, Cumhurbaşkanının, vatana ihanet dışında suçlanamayacğı ve sorumsuz olduğuna ilişkin;“Cumhurbaşkanının, ....... tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; bu kararlardan Başbakan ve ilgili bakan sorumludur. ....Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır.” hükmünün varlığı,



Cumhurbaşkanının değil, Başbakanın Bakanlar Kurulunun Başkanı olduğuna,Başbakanın, hükumetin genel siyasetinin yürütülmesini gözeteceğine, hükumetin genel siyasetinin yürütülmesinden Bakanlar Kurulu olarak Başbakan ve bakanların birlikte sorumlu olduklarına ilişkin Anayasanın 112. maddesinin birinci fıkrasında yer alan; “ Başbakan, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, Bakanlıklar arasında işbirliğini sağlar ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir. Bakanlar Kurulu, bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur.” hükmünün varlığı,



Asla unutulmamalı ve Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Bey; Anayasada yer alan ve kendisini de bağlayan, uymak zorunda olduğu Anayasada yer alan, yukarıda değindiğimiz bu ilkeleri gözeterek, görev ve yetkilerinin hududunu çizmeli, beni halk seçti kibirine ve vehmine kapılmamalı, Anayasanın çizdiği bu hudutları tecavüz etmeye asla kalkışmamalı, aksine davrandığı taktirde, Anayasal meşruiyetini kaybedeceğini ve Anayasayı ihlal etmiş olacağını, asla unutmamalıdır.



Anayasanın 104. maddesinde yer alan ve Cumhurbaşkanının yürütmeye ilişkin görevleri arasında sayılan; “Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırmak” hükmü, Anayasanın 8. maddesinde yer alan, “yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından,....... kullanılır ve yerine getirilir” hükmü ile birlikte yorumlanarak, en başta Tayyip Bey olmak üzere, kimseyi yanıltmamalı ve yanlış sonuçlar çıkarılmasına yol açmamalıdır.



Cumhurbaşkanının, gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu kendi başkanlığı altında toplantıya çağırmak görev ve yetkisi, istisnai olup, Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırma ve ona başkanlık etme görev ve yetkisi, Anayasaya göre, kural olarak Başbakan'a aittir. Cumhurbaşkanının Bakanlar Kuruluna başkanlık etme ve toplantıya çağırma yetkisi ise, ülkenin içine düşeceği olağanüstü hallerle sınırlı istisnai bir görev ve yetkidir. Bakanlar Kurulunun, hangi olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanacağını, Anayasamız, aşağıda açıklayacağımız ilgili maddelerinde hüküm altına almıştır.



Bu itibarla, Tayyip Bey, aklı her estiğinde ve her canı sıkıldığında, Bakanlar Kurulunu toplantıya çağıramaz veya Başbakanın toplantıya çağırdığı Bakanlar Kuruluna, sürpriz yaparak, başkanlık yapamaz. Zira, yukarıda belirttik,Anayasanın 112. maddesine göre, Bakanlar kurulunun asıl ve tek başkanı Başnakandır ve hükumetin genel siyasetinin yürütülmesinden Başbakan ve Bakanlar sorumlu olup, Cumhurbaşkanının bir sorumluluğu bulunmamaktadır.



Bir örnek vermek gerekirse, Başbakanlığı döneminde Kanal İstanbul projesini ortaya atan ve bunu hayata geçiremeden Cumhurbaşkanı seçilerek köşke çıkan Tayyip Bey, bu projesine yeni Hükumetin ilgisiz kalması nedeniyle, Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırarak, kendi başkanlığında bu projenin hayata geçirilmesini tartışmaya açmaya ve bu konuda Bakanlar Kurulunda bir karar alınmasını sağlamaya, asla ve asla yetkisi yoktur.



Anayasamız, Cumhurbaşkanının Bakanlar Kuruluna başkanlık yapacağı olağanüstü ve istisnai halleri, 119, 12,121 ve 122. maddelerinde açık ve net bir şekilde hüküm altına almıştır.



Anayasanın 119. maddesine göre; Tabii afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde, ülkenin tümünde veya belirli yerlerinde olağanüstü hal ilan etmek üzere toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına,



Anayasanın 120. maddesine göre; Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması hallerinde, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, olağanüstü hal ilan etmek üzere toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına,



Anayasanın 121. maddesine göre; Bakanlar Kurulunun ilan ettiği Olağanüstü hal süresince, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnamelerinin çıkarılmasına karar vermek üzere toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına,



Anayasanın 122. maddesine göre; Anayasanın tanıdığı hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelen ve olağanüstü hal ilanını gerektiren hallerden daha vahim şiddet hareketlerinin yaygınlaşması veya savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi, ayaklanma olması veya vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması sebepleriyle, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde sıkıyönetim ilan etme kararını almak üzere toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına,



Yine Anayasanın 122. maddesine göre, Sıkıyönetim süresinde,sıkıyönetim halinin gerekli kıldığı konularda kanun hükmünde kararname çıkarılmasının karar altına almak üzere toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına,



Anayasa gereği, Cumhurbaşkanı da katılacak ve Bakanlar Kuruluna başkanlık edecektir.



Aynı şekilde, yukarıda belirttiğimiz, Anayasanın 119,120,121 ve 122. maddesindeki olağanüstü koşulların ve hallerin ortaya çıkmasına rağmen, Başbakan ve Bakanlar, kayıtsız kalıyorlar ve ülkede kısmi veya bütünüyle bir olağanüstü hal ve/veya sıkıyönetim ilan etme girişiminde bulunmuyorlar ve ancak Cumhurbaşkanı olağanüstü hal veya sıkıyönetim ilanını, ülkenin menfaati ve güvenliği açısından gerekli görüyorsa, Bakanlar kurulundan bir çağrı almasa da, kendi insiyatifini kullanarak, Bakanlar Kurulunu resen toplantıya çağırıp, ülkede olağanüstü hal veya sıkıyönetim ilanını gerekli kılan koşulların var olup olmadığını tartışmaya açabilir ve kendi başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun bu konularda karar almasına öncülük edebilir.



Her koşulda, olağanüstü hal, sıkıyönetim ilanı kararlarının alınacağı, olağanüstü hal ve sıkıyönetim kanun hükmünde kararnamelerinin çıkarılacağı Bakanlar Kurulu, Anayasanın gereği olarak, Cumhurbaşkanının başkanlığı altında toplanacaktır.



Kanımızca, Anayasanın 8. maddesine göre, ismi yürütme organı içinde anılmasına ve yine 8. maddede yer alan,“yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” hükmüne rağmen, Anayasaya göre, doğal başkanının, Başbakan'ın kendisinin olduğu Bakanlar Kurulunu toplama ve başkanlığını yapma görev ve yetkisi, ülkenin yönetiminden ve Hükumetin genel siyasetinden, Bakanlarıyla birlikte sorumlu olan Başbakanına ait olup, Cumhurbaşkanının bu yetkisi, yukarıda belirttiğimiz Anayasamızın 119,120.121 ve 122 maddelerinde belirtilen olağanüstü hallerle sınırlı ve bağlı, istisnai bir yetkidir.



Tayyip Bey; Bakanlar Kurulunu toplama ve ona başkanlık etme görev ve yetkisini, Anayasanın, yukarıda açıklamaya çalıştığımız hüküm ve ilkelerine göre değerlendirmeli ve fiili başkanlık sistemini uygulamaya koyduğunu gösteren yetki aşımında bulunarak, ülkeyi kaosa sürüklememeli ve meşruiyetini tartışma konusu yapmamalıdır.



Umarız öyle yapar.12/Ağustos/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat