30 Ekim 2015 Cuma

YERİN DİBİNE BATSIN SİZİN İSTİKRARINIZ




İstikrar, istikrar, AKP tek başına iktidardan düşer de koalisyon gelirse, istikrar bozulurmuş. Siz, istikrarın ne anlama geldiğini biliyor musunuz acaba?

Yerin dibine batsın sizin istikrarınız.

İstikrar; genellikle, aynı kararda ve biçimde sürme,aynı karar ve biçimde süreklilik,kararlılık olarak tarif edilmektedir.

İstikrarı, siyasete ve ülke yönetimine uyarlarsak, ülke yönetiminde, ülkeyi yönetmek için alınan kararlarda ve çeşitli alanlarda uygulanan politikalarda süreklilik ve kararlılık olarak tanımlayabiliriz.

Ülke yönetiminde alınan karar ve çeşitli alanlarda uygulanan politikalarda istikrarı,sürekliliği ve kararlılığı sağlamak için, ülkenin tek parti iktidarı altında yönetilmesi şart değildir.Koalisyonlarla, birden ziyade partilerin aralarında anlaşarak ve birleşerek önceden hazırlayarak kabul ettikleri koalisyon protokolu çerçevesinde alacakları kararlarla ve uygulayacakları politikalarla, zikzaklar çizmeden kararlı ve sürekli bir şekilde ülkeyi yönetmek, pek ala mümkündür.

Hatta, koalisyonlarda, koalisyon ortağı olan birden ziyade siyasal partinin; koalisyonu kurmadan önce aralarında anlaşarak, yapacakları icraatları bir protokole bağlamış ve otokontrolün dışında, diğer koalisyon ortağı partilerin de kontrolü altında olmaları nedeniyle,alınan kararların ve politikaların uygulanmasında herhangibir sapma ve istikrarsızlık olamaz.

Koalisyon'un, ülkemiz için tek eksisi, ülkemizde koalisyon ve yetkilerin paylaşılması geleneğinin pek gelişmemesi ve bazı parti liderlerinin hırslı ve paylaşımcı olmamaları yüzünden, partilerin bir araya gelerek iktidarı paylaşmaya ve bir koalisyon kurmaya pek sıcak bakmıyor olmalarıdır.

Nitekim, 7 Haziran seçimlerinde seçmen, ülke koalisyolarla yönetilsin dediği halde,iktidardaki AKP ve onun doğal lideri, tek başına iktidardan düşmeyi içlerine sindirememiş ve Tayyip Bey'in ihtirasları yüzünden, bilerek ve istenerek bir koalisyona yeşil ışık yakılmamış ve ülke, hiç gereği yokken 1.Kasım seçimlerine süreklenmiştir.

Şimdi, 1 Kasım seçmlerinde yeniden tek başına iktidara gelme hırsı içindeki AKP ve saray, koalisyonları kötüleme, koalisyonların istikrarı bozduğu yalanlarına başvurmuşlardır.

13 Seneden bu yana AKP tek başına iktidardadır.Hani nerede alınan kararlarda ve uygulanan politikalarda ve yönetimde istikrar, süreklilk ve kararlılık?

AKP'nin 13 yıllık tek başına iktidarı döneminde, her Milli Eğitim Bakanı değiştiğinde,eğitim politikaları değişmiş ve eğitim yazboz tahtasına dönmüştür.

Sağlık politikası deseniz öyle.

AKP iktidarının, çözmekte iddialı olduğunu açıkladığı Kürt sorununun çözümünde uygulanan politikalar sürekli değişmiş, bırakınız uygulanan politikaların değişmesini, bu sorunun çözümü için, değişik zamanlarda değişik isimler altında birçok açılımlar ilan edilmiş, AKP tek başına iktidar olduğu halde, çözmek istediği Kürt sorununun ne olduğunu dahi tanımlayamamıştır.

AKP iktidarı,Kürt sorununu çözmek için başlattığı çözüm sürecini ağzına gözüne bulaştırmış, bu sorunun çözümü için PKK terör örgütüyle masaya oturulmuş, partinin oy kaybını dahi göze aldıkları ve gerekirse baldıran zehiri içecekleri yolunda iddialı beyanlarda bulunmalarına rağmen, süreci iyi yönetemedikleri için, üç yıl kadar süren çatışmasızlık döneminden sonra 7 Haziran seçimlerinin ertesinde PKK terörünün tekrar tırmanması üzerine çözüm süreci sonlandırılarak, PKK terörünü barış yoluyla çözme politikası terk edilerek, silahlı mücadele ve güvenlik tedbirleriyle sorunu çözme politikasına geri dönülmüştür.

Tek başına iktidar olan AKP, kendisini kontrol altında tutan bir koalisyon ortağı olmadığı için, hatalı bir Suriye politikasına imza atmış ve ülkemizi Suriye bataklığının içine sokmuş, Suriye sınırımız kevgire dönerek,ülkemiz Suriye ve diğer Ortadoğu ülkelerinin terör örgütü militanlarının ve ajanlarının cirit attığ, güvensiz bir ülke haline gelmiştir.

AKP iktidarı, işin başında, Esat düşmanlığı yüzünden IŞİD terör örgütüne destek verirken, bu örgütün şakaya gelmeyen adam kesen, ülkemiz için de zararlı cani bir örgüt olduğu gerçeğini gördükten sonra, bu örgüte yönelik politikasını değiştirmiş, ülkemiz IŞİD terör örgütünün düzenlediği canlı bomba katliamlarına maruz kalarak yüzlerce vatandaşımız canlarını yitirmiştir.

Kısacası AKP'nin tek başına iktidar olduğu ülkemiz kan glüne dönmüş, insanların can ve mal güvenlikleri kalmamıştır.

AKP'nin tek başına iktidarda olduğu dönemde, ülkemizin yargısında istikrar kalmamış, AKP iktidarının, yapısını sürekli değiştirerek yazboz tahtası haline getirdiği HSYK sayesinde, yargı bağımsızlığı zedelenmiş ve bunun sonucunda hakimlerimiz, aynı konularda kişilere göre farklı kararlara imza atmaya başlamışlar, yargıda ve hukukda istikrar ve kararlılık büyük yaralar almıştır.

Yine, AKP'nin tek başına iktidarı döneminde, Ergenekon ve Balyoz, Askeri Casusluk gibi kumpas davalara önce yeşil ışık yakılmış, bu davalar için Türkiye bağırsaklarını temizliyor denerek bu davalara destek çıkılmış, bu davaların savcısı olunmuş, ancak AKP iktidarına yönelik 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları sonunda, Ergenekon,Balyoz ve benzeri davaların birer kumpas oldukları gerçeği kabul edilmiş,Ceza Muhakemesi Kanunu sürekli değiştirilerek, ceza soruşturması ve kovuşturmalarında bazı kararların alınabilmesi için, önce kuvvetli şüphe kriteri getirildiği halde,daha sonra makul şüphe kriterine geri dönülmüştür.

Tek başına iktidar olan 13 yıllık AKP iktidarı döneminde, AKP Hükümetinin ve AKP Meclis çoğunluğunun yönetiminde çizilen bu zikzak uygulamalara ve yönetimde gösterilen kararsızlıklara ve istikrarsızlıklara yukarıda vermiş bulunduğumuz bu örnekleri daha da çoğaltmamız mümkündür.

Yukarıda, AKP'nin tek başına iktidar olduğu 13 yıllık dönemden örnek olarak verdiğimiz icraat ve uygulamalara baktığımızda, buradan sormak istiyoruz, bu mudur tek başına iktidar olmak, bu mudur yönetimde istikrar?

Yerin dibine batsın böyle istikrar.

Şu da unutulmamalıdır ki; AKP tek başına iktidara gelse dahi, fiilen asla tek başına iktidar olamayacak ve örtülü ödenekte olduğu gibi, iktidarı da kaçak saray ile paylaşmak zorunda kalacaktır.Payın büyüğü de, tabii ki kaçak sarayın olacaktır.

Aman dikkat!

Bilerek koalisyon kurdurmayıp ülkemizi boş yere seçime sürükleyen ve daha sonra da, koalisyon istikrarsızlık getirir diyerek seçmeni korkutan AKP ve yandaşlarına sakın kulak asmayınız. 30/10/2015



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



KADINLARIMIZA KARŞI YAPILAN BÜYÜK TERBİYESİZLİK



Kadınlarımız, erkeklerle eşit birer birey olmalarına rağmen,Türk toplumunda hak ettikleri yere ne zaman ulaşacaklar,merak ediyoruz doğrusu.

Kadınlarımızın, kendini bilmez bazı erkekler tarafından küçük ve hor görülmeleri, büyük oranda erkeklerimizden kaynaklansa da, kadınlarımızın da, erkeklerle eşit olduklarına inanmaları ve erkeklerden hak ettikleri değer ve saygıyı görmek için çaba sarf etmeleri gerekmektedir.

Ülkemizde; özellikle okumamış,bir meslek ve iş sahibi olamamış, erkeğin eline bakan ve ona muhtaç konumda olan kadınlarımızın sayısı azalmadıkça, erkekler kendilerini kadınlarımızdan üstün görmeye devam edecekler ve kadınlarımız da seslerini çıkarmayarak bu üstünlüğe razı olacaklardır.

Çok yazık.

Geçtiğimiz günlerde toplum olarak, maalesef kadınlarımızı küçük ve hor gören,aşağılayan yeni bir olaya tanıklık yaptık.Maçın sonucunu beğenmeyerek maçın hakemlerinin özgürlüklerini sınırlayıp suç işleyen Trabzonspor Başkanı, bu yetmiyormuş gibi, “Adam gibi öleceğiz, kadın gibi yaşamayacağız” diyerek kadınlarımızı aşağılamıştır.

Bu olay, kadınlarımızın erkeklerle eşit birer birey oldukları gerçeğinin kafalara kazınmasının ne kadar gerekli olduğunu göstermiştir.

Trabzonspor Başkanı, sonradan aklı başına gelerek, “beni doğuran annem de, çocuklarımın annesi de bir kadındır”diyerek, hatasını kabul edip kadınlarımızdan özür dileyerek, yaptığı ağır hatayı tamir etmeye çalışmış ise de, bu olay da göstermiştir ki, kadınlarımızın erkeklerle eşit haklara sahip birer birey olduklarının toplumumuzda kabul görmesi için, uzunca bir zamana ihtiyaç duyduğumuzu göstermektedir.

Annesinin karnında dokuz ay yatarak dünyaya gelip adam olduktan sonra, annesinin evinde yatamadığını söyleyen kşilerin dahi var olduğu gerçeği karşısında, rahmetli annem şu anda sağ olsa da, bırak onun evinde hazırladığı yatağında yatmayı,kapısının eşiğinde yatmayı yeğleyen bir kişi olarak, 11/03/2015 tarihinde kadınlarımız için kaleme aldığımız “KADIN!...” başlıklı makalemize, kadınlarımıza armağan etmek üzere, aşağıda aynen yer veriyoruz.Selam olsun tüm kadınlarımıza,onlar iyi ki varlar. 30/10/2015 G.Y.

K A D I N!...

Erkek egemen toplumumuzda sevgili kadınlarımız erkeklerden kaynaklı daha ne kadar eziyet ve çile çekecekler?

Erkeklerimiz; kadınlarımızı, ne zaman, kendileriyle eşit, aynı hak ve özgürlüklere sahip, yaradanın bir kulu ve insan olarak görmeye başlayacaklar?

Erkeklerimiz, kadınlarımızın; kendilerini dokuz ay karınlarında taşıyıp, zorlu bir doğumdan sonra dünyaya getirerek emzirip süt vererek büyüten,hastalığında ve sağlığında devamlı yanında olan, gece üzerini açtığında uykusundan fedakarlık yaparak,sıcak yatağından kalkıp üzerini örten, üzerine titreyen, gece uykusunu bölerek onu emziren, büyüdükten sonra dahi üzerinden elini çekmeyen, evlenip çoluk çocuk sahibi olduktan sonra dahi, iki eli kanda da olsa, hiçbir karşılık beklemeden onun yardımına koşan, eşi çalışıyorsa, doğan çocuklarının bakımını da üstlenen anneleri olduğunu ne zaman fark edip, kadınlarımıza fazlasıyla hak ettikleri saygı ve sevgiyi gösterecekler?

Erkeklerimiz; ne zaman, kadınlarımıza yönelik her el kaldırışlarında ve her türlü kötü muameleye kalkıştıklarında, sanki annelerine karşı bir kötü davranış içine girdiklerini hissederek, kadınlarımıza daha saygılı davranmaya alışacaklar?

Erkeklerimiz; kadınlarımızın giyim ve kuşamlarına, başlarını örtüp açmalarına, doğum kontrollarına, doğum usullerine, doğuracakları çocuk sayısına yönelik dayatmalarından, ne zaman vazgeçecekler?

Erkeklerimiz; her konuda kadınlarımızı hor görme kompleksinden ve önyargısından ne zaman kurtulacaklar?

Her şeyden de önemlisi, erkeklerimiz; cinsel yaşamda, kendilerinin kadınlardan daha üstün ve vazgeçilmez olmadıklarını, kadınlarla eşit konumda olduklarını, kadınlarımızın, sadece kendi cinsel zevklerini tatmin eden bir seks objesi olmadıklarını, cinsel yaşamın da, kadın erkek, eşit ve ortak bir yaşam olduğunu, kadın ve erkeğin, anahtar ve kilit misali, girintili ve çıkıntılı anatomik yapılarıyla birbirlerinden ayrılmaz eşit ve ortak bir işlev içinde olduklarını, cinsel sadakat ve namus kavramının, erkekler için de geçerli olduğunu, azınlık olmalarına rağmen, kadının namussuzunun olduğu gibi, karısını dahi zorla pazarlayarak para kazanma alçaklığını yapan, adi ve namussuz erkeklerin, burunlarından kıl aldırmadan aramızda serbestçe dolaştıklarını, çocuk sahibi olamadıklarında, hatanın mutlak surette kadında olmadığını, ne zaman anlayıp kabul edecekler?

Çok merak ediyoruz doğrusu.

Bir erkek olarak, bizi bu öz eleştiriyi yapıp, kendimizi sorgulamaya ve bu makalemizi yazmaya sevk eden ve duygusal konuma gelmemize neden olan olay, yine kadınlarımızı hor gören ve aşağılayan erkek egemen Türk Dil Kurumunun “müsait” kelimesine verdiği anlam olmuştur.

Türk Dil Kurumunun, “müsait” kelimesini, ikinci anlam olarak, “Flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın)" olarak tanımlanmasını, kınıyor ve Atatürk'ün kurduğu bir kurum olma vasfını her geçen gün yitiren bu kurum yöneticilerini şiddetle lanetliyoruz.

Türk Dil Kurumunun bu ilkel mantığından, çağ dışı ve haksız akıl yürütmesinden hareket ettiğimizde, teşbihte hata olmaz, kendilerini tenzih ettiğimiz ahlaklı ve namuslu siyasetçilerimiz alınmasınlar ama, müsait kelimesinin üçüncü anlamını; “yolsuzluk yapmaya, rüşvet almaya, kolayca yalan söylemeye,din ticareti yapmaya hazır olan (siyasetçi)”olarak da tanımlayabiliriz, değil mi?

Bu çarpıcı benzetmemiz, Türk Dil Kurumunun ne kadar hatalı ve zor bir işi başardığını, kadına yönelik, onları hor gören, alçaltan, bilinçaltı ve ön yargılı düşmanlıklarını ve ayrımcılıklarını, açıkça ortaya koymaktadır.

Sakın unutmayın, kadın; herşeyimizi onlara borçlu olduğumuz annelerimizdir.

Tüm kadınlarımıza ve annelerimize, buradan selam olsun.11/03/2015


Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

29 Ekim 2015 Perşembe

DİKTANIN AYAK SESLERİ, OLMAK VEYA OLMAMAK!..




Ülkemiz; süratle, kalıcı bir dikta rjeimine doğru emin adımlarla ilerlemektedir.

Ülkede, sözüm ona yürürlükte bulunan bir Anayasa, bu Anayasanın koruması altındaki bir demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, kuvvetler ayrılığı,bağımsız bir yargı ve parlamenter sistem vardır.

Ancak, bugün için ülkenin fiili yönetimine şöyle bir baktığımızda;

Ülkenin Anayasasının rafa kaldırıldığını,

Demokrasisinin, insan hak ve özgürlüklerinin ayaklar altında paspas edildiğini,

Yargı bağımsızlığının kalmadığını, yargının bir bölümünün;kaçak saraydaki Tayyip Bey'in, doğrudan veya konuşmalarıyla dolaylı olarak verdiği talimatları emir saydığını, yargıya, AKP iktidarının güdümündeki HSYK'nın ve Adalet Bakanının yön verdiğini, bu nedenle savcı ve hakimlerimizin kendilerini özgür ve bağımsız hissetmediklerini, bu durumun yargıyı olumsuz olarak etkilediğini ve yargının siyasalaştığını,

Ülkede parlamento diye bir kurumun kalmadığını ve parlamentonun çalıştırılmadığını,

Yürütmenin başı olan ve ülke yönetiminden tek sorumlu olan Başbakan'ın, kaçak sarayın güdümüne girdiğini, ülkeyi Anayasaya ve yasalara, kendi iradesine ve anlayışına göre yönetemediğini, çift başlı bir ynetimin, daha da doğrusu, bir buçuk başlı bir yönetimin ülkeye hakim olduğunu,bunun da yönetimde istikrar diye halka yutturulmak istendiğini,

Görsel ve yazılı basının susturulmaya çalışıldığını, iktidara ve saraya karşı ve muhalif olan, iktidarı ve sarayı yasadışı yönetim tarzları nedeniyle ağır bir şekilde eleştiren görsel ve yazılı basının tamamen suturulması ve kaçak sarayın, ülkeyi tek başına dikensiz gül bahçesi içinde istediği gibi yönetebilmesi için, bir elin beş parmağı kadar dahi kalmamış olan mhalif medyanın boğularak nefesinin kesilmesi ve burada yazı yazan yazarlara ceza ve işkence uygulanması için, 1.Kasım seçimlerinin beklendiğinin, bazı saray ve iktidar yandaşları tarafından, alenen ve korkusuzca dile getirildiğini,

Üzülerek ve dehşete kapılarak görmekteyiz.

Söylendiği gibi, adaletin, devletin temeli olduğunu, tüm halkımızın bizzat içinde yaşayarak gördüğü, çok zor günleri yaşamaktayız.

Koza İpek Grubu Şirketlerine ve medyasına, hukuksuz bir şekilde el konulup, ilk iş olarak da, gruba mensup görsel ve yazılı basının susturulduğuna, uyduruk gerekçelerle alına bu el koyma kararı yoluyla, muhalif basının yok edildiğine, ekranlarının karartıldığına, hepimiz tanık olduk, demokrasimizden, insan hak ve özgürlüklerimizden, basın ve düşünce özgürlüğünden geriye kalan çok az bir kırıntının da yok edileceğini, ülkemizin koyu bir dikta rejimine doğru koşar adım gitmekte olduğunu,kısacası, kalıcı bir dikta rejiminin ayak seslerini ensemizde hissettiğimizi, bir aydın kişi ve hukukçu olarak belirtmek zorundayız.

Bu nedenle, 1.Kasım seçimleri;bu ülkedeki dikta heveslileri ve bunlara kendi rant ve çıkarları için biat eden varlıklı, karnını doyurma endişe ve telaşından etrafında olup bitenleri göremeyen ya da görmek istemeyen yoksul yandaşları ile hiçbir karşılık beklemeden ülkesini, demokrasiyi ve ögürlükleri seven her kesimden demokrat insanlarımız arasında geçecek ve demokrasimizin kaderini belirleyecek, bir ölüm kalım savaşı olacaktır.

Şu gerçeği artık herkes bilmeli ve unutmamalıdır ki; 1.Kasım seçimlerinde; dikta ile demokrasi ve özgürlükler oylanacak, 2.Kasım sabahı Türkiye, halkın oylarıyla maalesef ya bir dikta rejimine ya da demokrasi ve özgürlüklere uyanacaktır.

Başka bir anlatımla, olmak veya olmamak.

Türk Milletinin;2.Kasım sabahı, Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük ATATÜRK'e yakışır şekilde, demokratik ve özgürlükçü, gerçek bir Cumhuriyete uyanması dilek ve temennisiyle, tüm okurlarımızın ve Türk Milletinin 29.Ekim Cumhuriyet Bayramını yürekten kutluyoruz.29/Ekim/2015


Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

27 Ekim 2015 Salı

DEMEK Kİ İSTENİRSE OLUYORMUŞ




AKP iktidarı; gerçekten, samimi ve kararlı bir şekilde terörle mücadele edilirse, Türkiye Cumhuriyetinin güçlü silahlı kuvvetleri ve emniyet güçleri sayesinde, terörle baş edilebileceğini anlamış ve görmüş olmalıdır.

AKP iktidarı, geç de olsa, terör örgütleriyle dost olunamayacağını,aynı masaya oturulamayacağını, barış için dahi terörle mücadele edilmesi gerektiğini, barış ile terörün farklı şeyler olduklarını, barışın en büyük ve gerçek düşmanının terör olduğunu anlamış olmalıdır.

Ancak, AKP iktidarının bu gerçekleri görmesinin faturası, ülkemiz için çok pahalıya mal olmuştur.

AKP iktidarı, barış süreci adı altında bölücü PKK terör örgütü ile müzakere masasına oturmuş, örgütün silahlarını bırakması için etkin ve samimi bir çaba sarfetmediği gibi, örgütün daha da silahlanmasına ve cephe kazanmasına göz yummuştur.

AKP iktidarı, IŞİD terör örgütünü ülkemiz için zararsız görmüş, hatta yanlış Suriye politikasına destek oldukları gerekçesiyle, bu örgüte destek vermiştir.Geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmasında,Ahmet Bey; IŞİD terör örgütünü nankörlükle suçlayarak, zamanında bu örgüte yardımcı olduklarını zımnen de olsa ağzından kaçırmıştır.

Diyarbakır, Suruç ve Ankara canlı bomba katliamlarının IŞİD militanları tarafından gerçekleştirildiğinin gün yüzüne çıkması üzerine, gecikerek de olsa, IŞİD terör örgütünün gerçek yüzünü görmüşler ve son günlerde bu örgüle de ciddi mücadele içine girmişlerdir.

Son günlerde IŞİD örgütüne yönelik olarak Diyarbakırda yapılan operasyonlarla, önemli kişilere ve örgütün silah ve cephanelerine ulaşılmış ve ileride örgütün yapacağı canlı bomba ve diğer terör saldırılarının önüne geçme imkanı elde edilmiştir.

PKK terör örgütüne yönelik karadan ve havadan yapılan başarılı operasyonlarla, PKK terör örgütüne de ciddi kayıplar verdirilmiş olup,terörle kararlı ve samimi bir şekilde mücadeleye başlandığında, bu konuda çok önemli mesafeler alınabileceği, halkımıza gösterilmiş ve halkımızda bir rahatlama sağlanmıştır.

Teröre karşı girişilen bu mücadelede silahlı kuvvetlerimiz ve emniyet güçlerimiz büyük bir fedakarlık yapmışlar ve bu uğurda bir çok şehit vermişlerdir.

Bugün itibariyle terörle mücadelede erişilen kısmi başarının gerçek sahipleri, silahlı kuvvetlerimiz ile emniyet güçlerimizdir.

Bugün itibariyle, terörle mücadelede erişilen bu kısmi başarı, AKP iktidarının; terörle mücadele konusunda bugüne kadarki başarısızlığının ve sorumluluğunun en önemli kanıtıdır.

Zira, AKP iktidarı,elindeki etkin devlet gücünü ve imkanını, PKK ve IŞİD terör örgütlerinin, ülke içine çok miktarda militan, silah ve cephane yığınağı yapmadan önce, zamanında kullanarak terörle etkin bir şekilde mücadele etseydi, terör bugünkü yoğunluğuna ve gücüne ulaşmadan, terörle mücadeleyi kazanmak çok daha kolay olacak ve belki de yüzlerce şehit vermeden, terörle mücadelede kesin bir zafere ulaşılacaktı.

Bu itibarla, AKP iktidarı; bugün terörle mücadelede elde edilen kısmi başarıdan asla kendisine pay çıkarmamalı ve keşke, daha önce, geç kalmadan, çözüm süreci safsatası ile terör örgütleriyle çözüm masasına oturarak terörle mücadeledeki görevimizi savsaklamadan terörle mücadele etseydik de, bu kadar şehit ve ölü vermeseydik diyerek üzülmeli ve hayıflanmalıdır.

Şu gerçeği herkes kabul etmelidir ki;7.Haziran seçinleri sonrasında hortlayan PKK ve IŞİD terörüne kurban verdiğimiz şehitlerimizin ve insanlarımızın günahı, AKP iktidarına ait olup, tüm şehit ve ölülerimiz, AKP iktidarının sırtında kambur olarak durmaktadır.

Terörle mücadelede kesin zafere ulaşmak dileğiyle, 29.Ekim. Cumhuriyet Bayramınızı kutluyoruz.27/10/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

26 Ekim 2015 Pazartesi

FATİH VE İSMAİL YAPIŞIK KARDEŞLER




Bugünkü (26/Ekim/2015) Sözcü Gazetesini, her sabah olduğu gibi, bakalım bugün ne çarpıcı başlık atılmış düşüncesiyle ve büyük bir merakla elimize aldık ve “Bu Sözleri Tayyip'e Söylesen Hapistesin” başlığı altında, TRT de yayınlanan “Kendi Gökkubbemiz” programında Atatürk'e hakaret oluşturan sözlerin söylenmesine rağmen,bu sözlerin RTÜK tarafından, ifade özgürlüğü çerçevesinde söylenen sözler olarak değerlendirildiğine ve kanal'a hiçbir yaptırımın uygulanmadığına ilişkin haberi üzülerek gördüm ve ATATÜRK'ü sevmeyen, AKP itidarının emir ve komutası altındaki devlet kanalı TRT'ye RTÜK tarafından herhangi bir yaptırımın uygulanmamasını da, çok üzülerek söylüyoruz, doğal karşılamak zorunda kaldık.

Bu üzüntümüz devam ederken, ülkemizin son zamanlarda özellikle ana haber ve sabah kuşağı programları büyük bir izleyici kitlesine ulaşmış bulunan ve ana haberleri sunan sunucu Fatih PORTAKAL'ın, yanılmıyorsak, ülkemizin en çok izlenen ana haber programına hoş geldiniz diye başladığı ve programın yarısında da uzunca bir reklam kuşağına girilerek, milyonlarca liranın kazanıldığı Tv kanalımızın sabah kuşağında yayınlanan Çalar Saat'e de bir göz atalım, bakalım bizim İsmail KÜÇÜKKAYA' da ne var düşüncesiyle, Çalar Saat programını izlemeye başladık.

İsmail Bey programını İzmir ilimizden yapıyor ve sunuyordu. Programının konuğu da AKP İzmir Milletvekili adayı ve eski Ulaştırma Bakanı Binali YILDIRIM Bey idi.Program, sanırım Pasaport rıhtımına demirli seferden kaldırılmış v e ATATÜRK'ün annesi Zübeyde Hanım ismini taşıyan ve şu anda Zübeyde Hanım Müzesi haline getirilerek halkın ziyaretine açılan gemiden yapılıyordu.

Atatürk'e düşman gözüyle bakan, Tayyip Bey'in, iki ayyaştan biri olarak nitelendirdiği ATATÜRK'e, TRT'den yapılan hakaretlere göz yuman ve hatta gizliden teşvik eden AKP'nin bir eski bakanı ve İzmir Milletvekili adayı Binali YILDIRIM, ATATÜRK'ü ve annesi Zübeyde Hanımı övüyor ve onun halkımız tarafından tanınması için müze açtıklarını söylüyordu.

Aynı güne rastlayan ve birbirleriyle çelişen bu sabah yaşadığımız bu iki olay, biz de büyük bir travma yarattı,en büyük travmayı da, Atatürkçü, demokrat, özgürlükçü ve milliyetçi, ülkemizi yaşanmaz kılan, halkımızı kamplara bölen AKP iktidarına muhalif bir görüntü göstererek, izleyici kitlesini çoğaltan kanallarının, yıldızları çok parlayan ve kanalın yapışık kardeşleri olarak özdeşleşen ve sempati toplayan iki sunucusundan biri olan İsmail KÜÇÜKKAYA'nın; Atatürkçülerin, demokratların ve ulusalcıların ve de ana muhalefet partisi CHP'nin kalesi olan İzmir de, seçimlere bir haftadan az bir süre kala, Binali YILDIRIM ile Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanımın ismini taşıyan gemi müzede söylesi yaparak, Ataürk ve annesi Zübeyde Hanım üzerinden seçim propagandası yapmasına olanak sağlamasını, kınıyor ve yadırgadığımızı belirtmek istiyoruz.

İsmail KÜÇÜKKAYA'nın bu tavrı, bize göre ilk de değildir.Çok iyi hatırlıyoruz, 7 Haziran seçimlerine beş kala da, aynı kişi, sunucusu olduğu Çalar Saat programına, peş peşe, AKP iktidarının bakanları BABACAN ve ŞİMŞEK'i çıkarmış ve bu bakanların; özellikle CHP'nin; emeklilere iki maaş ikramiye, asgari ücrete zam ve mazot fiyatlarının düşürülmesi gibi, halkımızı rahatlatacak olan ekonomik vaatlerinin, ekonomik kaynak olmadığı için gerçekleştirilemez vaatler olduğu konusunda yarattıkları algıya yataklık yapmıştı.

Biz burada, o TV Kanalımızın pprogramcısı İsmail Bey'i, tarafsızlığının gereği olarak, AKP iktidarına programında söz hakkı tanıma demiyoruz, ancak bu tür programların; programa çağırılan kişileri ve zamanlaması çok önemli olup,çağırılan bu kişilerin ve zamanlamasının; ilgili Tv kanalı ve o kanalın sunucusu ve programcısı olarak, izleyiciye karşı yılın 365 günü sergilediğiniz duruş,görüş ve AKP karşıtı politikanızla da uyumlu olması zorundadır. İzleyiciye sol gösterip sağ vuramazsınız.Yılın 365 günü, muhalif, demokrat,özgürlükçü,milliyetçi, Atatürkçü görüşleri savunduğunuz, hiç değilse tarafsız gözüktüğünüz ve tavır sergilediğiniz için sizlere bağlanan izleyici kitlesini hayal kırıklığına uğratmaya hakkınız yoktur. Çıkardığınız AKP milletvekillerine, ana muhalefet partisinin ekonomik vaatlerini yerine getirip getiremeyeceğini değil, siz neler yapacaksınız sorusunu sorunuz.Seçimler öncesi başkalarının yapamayacakları değil, soru sorduğunuz kişi ve partilerin ne yapacakları önemlidir.Aksi halde muhalefet partileri aleyhine yanlış algı yaratırsınız.

Söz, Fatih PORTAKAL ve İsmail KÜÇÜKKAYA Tv kardeşliğinden açılmışken, bir iki cümle de Fatih PORTAKAL için yazmak istiyoruz.

Fatih PORTAKAL, yanılmıyorsak rahmetli Mehmet Ali BİRANT Kanal D. de ana haberleri sunarken, aynı kanalın nmuhabiri idi.Mehmet Ali BİRANT ana haberleri sunarken, sıkça Fatih PORTAKAL'a bağlanır ve o da haberin yerinden bizleri aydınlatırdı.Bizim de gözümüz o tarihlerde Fatih PORTAKAL'a takılmış ve bizde, ileride habercilikte iyi yerlere geleceğine dair olumlu bir kanaat oluşmuştu.Kendisine rahmetli Mehmet Ali BİRANT'ın yanıda yetişen bir haberci diyebiliriz.Şu anda çalışmakta olduğu kanalda ana haberleri sunarken, belli bir metne bağlı kalmadan, anlık görüş ve yorumlarını da çekinmeden habere katan tarz ve üslubu, el ve kol hareketleri ve duruşuyla, Mehmet Ali BİRANT'a benzemekte ve ben onun talebesiyim, onun yanında yetişerek bu günlere geldim izlenimi vermektedir.

Fatih PORTAKAL; yanılmıyorsak, geçtiğimiz Cuma akşamı ana haber bültenine, İsmail KÜÇÜKKAYA ile birlikte çıkarak, CHP Genel Başkanı Sayın KILIÇDAROĞLU'nu konuk ettiler ve kendisine diledikleri soruyu sorarak sıkıştırmaya çalıştılar.Olması gereken de budur.Ancak, bazı soruları sorarken özellikle Fatih PORTAKAL'ın tavrı, bıyık altından alaycı gülüşü, hiç hoş değildi, biz bir CHP'li olarak rahtsız olduk doğrusu. Fatih PORTAKAL'ın, bazı soruları sorarken ve sorulara verilen cevapları dinlerken sergilediği bu alaycı gülüşleri; sanki, ben ve halkımız senin bu söylemlerini ve vaatlerini, samimi ve pek de inandırıcı bulmuyoruz diyordu.Siyasete yakın ve dikkatli bir izleyici olarak en azından biz, böyle bir duyguya kağıldık.

Buradan Fatih PORTAKAL ile İsmail KÜÇÜKKAYA'ya sesleniyoruz.Bu ülkenin ana muhalefet partisi lideri KILIÇDAROĞLU gibi, Tayyip Beyi ve Ahmet Bey'i de programınıza çıkarıp aynı şekilde rahatça ve gülerek sorular sorun da, asıl beceri ve maharetinizi hep birlikte görelim.

Demek istiyoruz ki; Sayın Fatih PORTAKAL ve İsmail KÜÇÜKKAYA, iğneyle kuyu kazarak çok izlenen popüler sunucu ve haberciler oldunuz ama, bir izleyicinizin bu sitem ve eleştirilerini dikkate alırsanız, daha iyi bir konuma geleceğinizden, en azından bugünkü konumunuzu muhafaza edeceğinizden eminiz. 26/10/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

23 Ekim 2015 Cuma

BİR TAŞLA ÜÇ KUŞ



Şeytanın aklına gelmez.

Oya gibi işlenen, önceden hazırlanarak uygulamaya sokulan, akıl almaz bir plan ve proje. Bravo doğrusu!

Planın, önemli ve son halkası olan, 29.Ekim.Cumhuriyet Bayramının ertesi, seçimlerin yapılacağı 1.Kasım Pazar gününün öncesi Cuma gününün tatil edildiği, kamu personelinin idari izinli sayılacakları karar, resmen açıklandı.

Bunda ne var? Bu uygulama, AKP iktidarının sürekli başvurduğu olağan bir uygulama demeyin lütfen.

Şöyle bir düşünün, 30.Ekim Cuma gününün tatil ilan edilmesiyle oluşan kesintisiz dört günlük tatil; siyasetten,seçimlerden, demokrasiden, ülkemizin yarar ve menfaatlerini düşünmekten, milli birlik ve beraberliğimizin çimentosu milli bayramlarımızın önemini kavramaktan uzak,miktarları azımsanamayacak hatırı sayılır bir kesimin arayıp da bulamadıkları bir imkandır.

Bu tatili fırsat bilerek otomobillerine, uçaklara ve otobüslere atlayarak yollara düşecek ve tatil moduna girecek binlerce kişinin, tatil rehaveti ve telaşı içinde, dört günlük tatil içine rast gelen 29.Ekim.Cumhuriyet Bayramınının kutlama ve coşkusuna ortak olamamaları nedeniyle, her milli bayramda olduğu gibi, Atatürk'ün ön plana çıkacağı ve anılacağı Cumhuriyet Bayramının coşkusuz ve sönük kutlanacak olması, bu iktidarın arayıp da bulamayacağı bir imkandır.AKP'nin bir taşla vuracağı üç kuştan biri budur.

Yine, tatil rehaveti ve telaşı içine giren ve kayıtlı oldukları seçim bölgelerinden ve seçim sandıklarından uzak yerlere giderek, bir vatandaşlık görevi olan seçme ve oy kullanma hakkını ve görevini yerine getirmekten imtina edecek ve oylarını kullanmaktan vaz geçebilecek binlerce seçmen yüzünden, seçimlere katılımın azalması, bundan yararlanacak olan AKP'nin, arayıp da bulamayacağı ve çok önemseyip özellikle arzuladığı, ikinci ve önemli bir imkandır.Bu seçim kuşu da,AKP iktidarının bir taşla vuracağı ve AKP iktidarına belki de hayat suyu verecek olan çok önemli ikinci kuştur.

Hepinizin bildiği gibi, AKP iktidarının ülkemizi kötü yönetmesinden kaynaklı olarak hortlayan terör yüzünden, turizmde çoğu dış rezervasyonlar iptal edilmiş ve ülke turizmi dibe vurmuş, turizm sektörü ve bu sektörden kazanılan dövizin azalması nedeniyle, devlet hazinesi büyük zararlar görmüş olup, bu nedenle ilk ve orta öğretimde okulların açılışını erteleyerek iç turizme canlılık getirmeye ve turizm sektörüne şirin gözükmeye çalışan AKP iktidarı, 29.Ekim Cumhuriyet Bayramını fırsat bilerek, 30.Ekim Cuma gününü tatil ilan edip dört günlük bir tatil yaratmak suretiyle, iç turizmi canlandırma ve seçim öncesinde turizm sektörüne yaranma çabası içine girmiştir.AKP iktidarının, bir taşla vurmak istediği üçüncü kuş da, turizm sektörüdür.

Ancak, AKP iktidarının kendi beklentilerine yarar sağlayan, bu bir taşla üç kuş vurma planı ve kurnazlığı; asla, demokrasimize, özgürlüklerimize,ülke insanına,ülkemizin birlik ve beraberliğine ve selametine, yarar sağlamayacaktır.

Şu husus da unutulmasın ki; 30.Ekim Cuma gününün tatil ilan edilmesi nedeniyle, dört günlük bayram tatiline çıkarak, 29.Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamasından ve bayramın coşkusuna katılmaktan uzaklaşma ve1.Kasım seçimlerinde oy kullanamama gibi risklere maruz kalacak olan bir kısım insanımız, uzatılan her bayram tatilinde olduğu gibi, trafik canavarının da önüne atılmaktadır.

Seçimlerin yenilenmesine, seçimlerin, başka bir gün yokmuş gibi, 29.Ekim Cumhuriyet Bayramının hemen sonrasına denk getirilmesine ve 30.Ekim Cuma gününü de tatil ilan ederek, seçimlerin yapılacağı 1.Kasım Pazar günü dahil, ülkede dört günlük tatil icat edilmesine yönelik kapsamlı ve anlamlı bu planı yapan ve uygulayanları, yürekten kutluyoruz!

Belki bu arada başka makale yazamayız, bu nedenle, hepinizin 29.Ekim Cumhuriyet Bayramınızı şimdiden kutluyor, uzatılan tatile çıkacak olan yurttaşlarımızın da, tatillerini ayarlayarak, seçim sandığına gidip oy vererek yurttaşlık görevlerini yerine getirmek suretiyle, AKP iktidarının bu sinsi planını bozmalarını ve bu plana alet olmamalarını diliyoruz.23/10/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

22 Ekim 2015 Perşembe

SORUMLU BAŞBAKAN'IN SORUMSUZ BEYANLARI




Tayyip Bey'in; bu ülkeye başkan olmak için megola idea (büyük fikir,büyük ideal) haline getirdiği projesine taşeronluk yapan Ahmet Bey; teşbihte hata olmaz, Tayyip Bey'in Başkan olabilmesi için, adeta canlı bomba olarak kendisini patlatıp yok olma ve Başbakanlığını kaybetme pahasına, başında bulunduğu AKP'yi tek başına iktidara getirme adına, 1.Kasım seçimlerine yönelik akıl dışı ve çok korkunç beyanlara imza atıyor.

20/10/2015 tarihinde Van ilimizde yaptığı seçim propaganda konuşmasında; AKP iktidardan inerse, yani AKP'ye oy vermez de AKP'nin ktidardan düşmesine katkı yaparsanız, buralara yine beyaz toroslar gelir diyerek, bölge halkını faili meçhul cinayetlere kurban olursunuz diye tehdit ederek korkutma gafletinde bulunmuştur.

Ahmet Bey, yine katıldığı bir televizyon programında; “..Ankaradaki terör saldırısında anket yaptık, oylarımızda yükseliş var, %43-44 bandına doğru yükselme trendi sürüyor”diyerek,Ankara katliamını, oylarının yükselişine adeta gerekçe yapıyor.Böyle bir niyeti yoksa da, bu beyanıyla en azından kamuoyunda böyle bir algı oluşmasına neden oluyor.

Ahmet Bey'in gözü, seçim kazanmak ve taşeronluk görevinde başarılı olabilmek için, o kadar kararmıştır ki, terör ve canlı bombalarla halkımızın hayatlarını kaybetmelerinden, faili meçhul cinayetlerin halkımız üzerinde oluşturduğu korkulardan dahi medet umar hala gelmiştir.

Ülkemizin insanlarının can ve mal güvenliklerinden sorumlu olan Başbakanlık koltuğunda oturan Ahmet Bey; halkının can ve mal güvenliğini, canlı bombalara ve faili meçhul cinayetlere karşı koruyarak, bu olumlu icraatıyla halkının siyasal ve oy desteğini elde edeceğine, siyasal geleceği için, can ve mal güvenliklerinden sorumlu olduğu halkının canlı bombalara ve faili meçhul cinayetlere hedef olma kokularına bel bağlamış, adeta, canlı bombalara haydi görev başına imasında bulunma anlamına gelebilecek, seçim anketleri yaptırarak bunların sonuçlarını katıldığı televizyon programlarında açıkça ilan etmiştir.

Düşünebiliyor musunuz? Ülkemiz ve ülke insanı için ne kadar korkunç ve vahim bir durum.

Biz, yine de iyi niyetimizi koruyarak, Ahmet Bey'in, ülkenin asayişinden, insanların can ve mal güvenliklerinden sorumlu bir Başbakanı olarak, bu korkunç beyanlarında samimi ve gerçekçi olmadığını, seçim kazanmak için ayak üstü, ağzından bilinçsizce ve acemice kaçıveren beyanlar olduklarını ummak istiyoruz. 22/10/2015

Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

21 Ekim 2015 Çarşamba

BEYAZ TOROS TEHDİDİ




Bir Başbakan düşünün ki; ülkemizin çok önemli, adeta hayati iç ve dış sorunları varken, tüm dikkatini,çalışmasını ve çabasını bu sorunların çözümüne teksif edeceğine, 1.Kasım seçimlerini ve seçim propaganda çalışmalarını öncelikli mesele olarak kabul ediyor.

Sayın Başbakan seçim kazansa, tek başına iktidar olsa ve hatta tek başına Anayasayı değiştirebilecek çoğunluğu elde etse ne olacak ki?Bundan yararlanarak başkanlığını ilan edecek ve Saraya yakışan yeni bir yönetim sistemi kuracak olan Tayyip Bey.

Ahmet Bey, seçim beyannamesiyle seçmenlere birçok şey vaat etti. Bize göre, bu vaatlerin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.Zira, seçim vaatleri arasında bir madde var ki; buna göre, Ahmet Bey seçim kazanarak iktidar olursa, bindiği dalı kesecek ve ülkenin parlamenter sistemini değiştirerek, başkanlık sistemine geçiş konusunda çaba sarf edecekmiş. O zaman, diğer ekonomik vaatlere ne gerek var?Başkanlık sistemine geçilirse, kendisi başkan olamayacağına göre,vaatlerini nasıl yerine getirebilecek?Başkan olacak olan Tayyip Bey ise; haklı olarak diyecek ki; bu vaatleri ben yapmadım, bu vaatler ile ben bağlı değilim,Ahmet Bey'in vaatleri beni ilgilendirmez.

Haydi buyurun cenaze namazına.

Seçim kazanması halinde düşeceği bu açmazları düşüneceğine, Ahmet Bey hala ortalıkta dolaşmakta ve Ankara katliamından sonra hükümet sözcüsü ile halkımızdan ve muhalefet partilerimizden toplumu germemelerini, dillerine ve üsluplarına dikkat etmelerini,gerginlik yaratacak beyanlardan kaçınmalarını rica etmesine rağmen, 20/Ekim/2015 tarihinde Van ilimizde yaptığı seçim mitinginde, AKP iktidardan indirilirse,buralarda terör çeteleri dolaşacak, beyaz toroslar (doksanlı yılların faili meçhul cinayetlerini işleyenleri temsil eden, onların kullandıkları reno marka beyaz toros otomobiller kastedilmektedir) dolaşacak diyerek, bölge halkına ve seçmenlere faili meçhul cinayetleri hatırlatarak korku salıp, gererek tehdit etmektedir.Bu ne perhiz,ne lahana turşusudur? Anlayabilen beri gelsin.

Ahmet Bey, sorumlu bir Başbakan olarak, halkımızdan ve muhalefet partilerimizden istediği suhuleti,aklı selimi ve yumuşak üslubu, önce kendisi göstermek zorundadır.Keskin sirkenin kabına zarar vereceğini ne zaman anlayacaklar bilemiyoruz.İşte ağızlarına ve yüzlerine bulaştırdıkları, ülkemizi Ortadoğu batağına sokan ve kan gölüne çeviren, gayri milli, din ve mezhep eksenli yanlış ve tehlikeli Suriye politikasına göre, sözüm ona on beş gün içinde Esat'ı düşürecekler ve Şam'a gidip Cuma Namazı kılacaklardı.

Bugün bakıyoruz, yıllar geçtiği halde Esat dimdik ayakta ve dış ülke gezmesine çıkarak, desteğini almak ve kendisinin de içinde bulunacağı geçiş süreci ve sonrasında da iktidarını sürdürme görüşmeleri yapmak üzere Rusya'ya gitmiş ve Putin ile görüşüyor. Tayyip Bey de, bugünkü (21/10/2015) Milli Güvenlik Kurulu toplantısına girmeden önce, açığa düşmemek için, Putin ile telefonla görüşmek zorunda kalıyor.

Vah bu ülkenin ve insanlarının haline.

Bu nedenle 1.Kasım seçimleri, ülkemiz ve insanlarımız için olmak ya da olmamak anlamına geliyor.Kendi düşen ağlamaz konumuna düşmemek için, aklımızı başımıza toplayarak, AKP iktidarının defterini demokratik yollardan dürmek zorundayız.

Sakın unutmayınız değerli okurlar.21/10/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

DİYARBAKIR BARO BAŞKANININ BAŞINA GELENLER




Diyarbakır Baro Başkanının; CNN Televizyonunda katıldığı Tarafsız Bölge programında yaptığı konuşmada, “PKK bir terör örgütü değildir” demesi üzerine başına gelenlere hepimiz tanık olduk.

Diyarbakır Baro Başkanının bu sözünün; hukuken, PKK terör örgütünün propagandasını yapmak ve örgüte yardım etmek ve övmek anlamına gelip gelmediğini, bu yazımızda enine boyuna tartışacak değilsek de, bize göre, baro başkanının bu sözü, PKK terör örgütünün propagandasını yapmak ve örgüte yardımcı olmak,onu övmek amaç ve kastıyla söylediği kabul edilemez.Bu beyan, tartışmanın bütünlüğü içinde ele alınarak, Anayasal bir hak ve aynı zamanda demokrasinin olmazsa olmaz ilkelerinden olan, düşünce ve düşüncenin açıklanması özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir.

Her şeyi bir yana bırakalım, bu sözlerinden dolayı İstanbul Bakırköy C.Başsavcılığı tarafından hakkında açılan soruşturma nedeniyle Diyarbakır Baro Başkanına uygulanan yöntem, açıkça usul yasamıza aykırıdır, kendisinin kaçma şüphesi yoktur, Diyarbakır Adliyesinde makam odası bulunan bir Baro Başkanı olup, bugünkü teknoloji ve UYAP avantajları kullanılarak, Diyarbakır C.Başsavcılığı kanalıyla, suçlamayla ilgili sorgusu yaptırılabilir veya bizzat Bakırköy Adliyesinde hazır bulunması isteniyorsa da, adına davetiye çıkarılması veya telefon mesajı ile Bakırköy C.Başsavcılığına çağırılması mümkündür.

Ne yazık ki, en güvendiğimiz kurumlardan biri olması gereken yargımız, giderek siyasallaşmakta ve üst düzey yönetim kadrolarındaki idarecilerimizin sorumsuz beyan ve demeçlerinden etkilenen yargı, usul yasalarını bir kenara koyarak, suçlamaya konu eylemle ve şüphelinin görev ve içtimai konumuyla bağdaşmayan sert ve yasa dışı tedbirlere başvurabilmektedir.

Diyarbakır Baro Başkanına yapılan uygulama, aynı zamanda, günün koşullarına uyan çifte standart bir uygulamadır.

Defalarca yazdık, 7.Haziran seçimleri öncesinde, henüz, sözde çözüm süreci masası devrilmeden önce, özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizin il ve ilçelerinde, silahlı PKK militanları alenen dolaşmakta, mahkemeler kurup, vergi toplamakta, özel güvenlik birimleri kurarak yol kesip kimlik kontrolleri yapmaktaydı.

PKK'nın doğal lideri ÖCALAN ile devletin yetkilileri masaya oturarak, sözde barış müzakeresi yapıyorlardı, ÖCALAN; PKK lideri ve hükümlü olduğu halde, bir dediği AKP iktidarı tarafından iki yapılmıyor, her istediği talep yerine getiriliyordu.ÖCALAN, en ziyade müsaadeye mazhar suçlu ve hükümlü konumuna getirilmiş ve eşitlik kuralına ve yasalara aykırı olarak, kendisine, yazılı olmayan çok özel bir infaz sistemi uygulanıyordu ve halen de uygulanmaktadır.

PKK lideri ÖCALAN'ın ayağına, kendisiyle görüşme yapmaları için, devlet imkanlarıyla HPP'li milletvekilleri gönderiliyor, Nevruz kutlamalarında Diyarbakır meydanında okunmak üzere konuşma metinleri hazırlaması için, gözünün içine bakılıyordu. Tüm bunlar, PKK terör örgütünü görmezlikten gelen, onu adeta suç ve terör örgütü olmaktan çıkararak aklayan, PKK terör örgütünün barıştan yana iyi bir örgüt olduğunun propagandasını oluşturan,ÖCALAN'ı, adeta Nobel Barış Ödülü adayı haline getiren, PKK örgütü militanlarına yardım eden eylem ve davranışlar değil miydi?

Bu hoşgörü ve gerçek suçluların ve teröristlerin üzerine gidilmemesi nedeniyle, 7 Haziran seçimleri sonrasında, bölgeyi silah ve cephanelerle donatan PKK tarafından günahsız onca vatan evladı şehit edildi ve öldürüldü.

Bu olup bitenlerden sonra,düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü çerçevesinde söylediği bir sözden dolayı, Diyarbakır Baro Başkanını gözaltına alarak sorgulayan savcılarımızın şahsında, ilgili tüm savcılarımıza buradan soruyoruz, 7.Haziran seçimleri öncesinde vukubulan ve geçmişte kalan tüm bu olup bitenler karşısında, kime veya kimlere ne yapıldı?

Şimdi ne yapılıyor? Yeri yurdu belli, Adliye binasında makam odası olan Diyarbakır Baro Başkanı hakkında yakalama kararı çıkarılarak gözaltına aldırılıyor ve sorgulandıktan sonra serbest bırakılıyor.

Yapılmak istenen, korkutmak ve gözdağı vermektir.

Biz istersek, çifte standart bir uygulama da olsa, yasa, usul falan tanımayız, Baro Başkanı da olsa, insanı gözaltına alır, sorgulatır ve daha sonra serbest bıraktırarak korkuturuz ve huzursuz ederiz, ayağınızı denk alın mı denmek isteniyor?

Onun için, 1.Kasım seçimleri, demokrasimizin ve özgürlüklerimizin dönüm noktası ve sigortası olacaktır.Bu böyle biline.21/10/2015



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

16 Ekim 2015 Cuma

KANDIRALI SEN DE DUR!..




Ankara katliamından sonra toplanan bakanlar kurulu sonrası hükümet sözcüsü Numan KURTULMUŞ basına bir açıklama yapmış ve herkesi; duyarlı olmaya, toplumu ve insanları bölen ayrıştıran ve geren üslup, beyan ve davranışlardan sakınmaya, diline hakim olmaya, birlik ve beraberliği bozmamaya davet etmişti.

Güzel ve çok yerinde ve gerekli olan bir çağrıydı bu çağrı,ancak, bu çağrıya ülkenin en tepe noktasındaki Cumhurbaşkanının uyup uymayacağından ciddi şüphelerimiz vardı.

Bu nedenle, 13.Ekim.2015 günü facebook hesabımızdan aynen şu yorumu yapma gereği duyduk; “BAKANLAR KURULU, ANKARA KATLİAMINI GÖRÜŞMÜŞ VE HÜKÜMET SÖZCÜSÜ DÜN AKŞAM BİR AÇIKLAMA YAPARAK,HERKESİN DİLİNE HAKİM OLMASINI TOPLUMU GEREN VE AYRIŞTIRAN ÜSLUPTAN KAÇINMALARINI TAVSiYE ETMİŞTİR.ÇOK DOĞRU,BU TAVSİYEYE AYNEN KATILIYORUZ,ANCAK BİR ŞARTLA. BU TAVSİYEYE ÖNCE BAŞBAKAN VE TAYYİP BEY'İN UYMASI ŞARTIYLA,ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE HEP BİRLİKTE GÖRECEĞİZ.BÖLÜK DUR,KANDIRALI SEN DE DUR OLMAZ İNŞALLAH.”

Ne yazık ki, şüphelerimizde haklı çıktık, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey, ana muhalefet partisi liderini; kendisinin seçim başarısızlıklarına bakarak istifa etmemesine rağmen, katliam nedeniyle, İçişleri ve Adalet Bakanlarını istifaya davet etmesini sert bir üslupla eleştirmiş ve üstüne vazife olmadığı halde, İçişleri ve Adalet Bakanlarının istifalarının istenmesine yönelik çağrıları, sert bir dille eleştirmiştir.

Bununla da yetinmeyen Tayyip Bey, ülkede yoğunlaşan PKK ve IŞİD terörünün sorumluları arasında kendisini de gösterenleri ve eleştirenleri, terörist ilan eden sert açıklamalarda bulunmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti Demokratik bir hukuk devleti olup, Cumhurbaşkanı dahil her Türk Vatandaşı, yasa önünde eşittir, ülkenin selameti ve düze çıkması için, bir fedakarlık yapacak, dilimize hakim olacak, ülkeyi bölen ve geren üsluptan kaçınacaksak, bu toplumsal uzlaşmaya, en başta, tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı uymak zorundadır.

Bir hikaye vardır ya, Komutan bölük dur komutu vermiş, Kandıralı asker yürümeye devam etmiş, komutan da, Kandıralı sen de dur demek zorunda kalmış.Hikayenin detayını öğrenmek isteyenler, google ye girerek, “Bölük dur, Kandıralı sen de dur” yazarlarsa, bu konuda daha geniş bilgiye sahip olabilirler.

Hikaye bu ya, teşbihte de hata olmaz, maalesef, Kandıralı dur komutuna uymamaktadır.

Tayyip Bey;yaşamakta olduğumuz bu kritik ve olağanüstü günlerde, işgal ettiği makamın, milleti birleştirici, bütünleştirici, tüm milleti temsil eden gereklerine uyarak, birleşitirici ve bütünleştirici tavırlar sergileyip, ülkenin düze çıkmasına katkı yapacağına, Cumhurbaşkanlığı makamının gerekleriyle taban bana zıt, bölücü ve ülke insanını geren ve ayrıştıran beyan ve tavırlarıyla, ülkede sorun çözen değil, sorunları daha da kaşıyan ve yoğunlaştıran kişi görüntüsü sergilemeye devam etmektedir.

Tayyip Bey'e buradan soruyoruz, tarafsız olması gereken bir Cumhurbaşkanı olarak, CHP liderinin seçim kazanamaması nedeniyle, asıl istifa etmesi gereken kişinin KILIÇDAROĞLU olduğu yolunda bir açıklama yapmak gibi bir görev ve yetkiniz var mıdır?Aynı şekilde, Ankara katliamı nedeniyle istifa etmeleri çağrısı yapılan iki bakanı, Başbakan dururken, tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanının savunmaya kalkması yakışık almakta mıdır?

Şunu herkes bilmelidir ki; ülkemizde seçimler eşit koşullarda yapılmamaktadır. %10 gibi çok yüksek bir seçim barajı, seçimlerdeki adaleti ve eşitliği yok etmektedir.Bu nedenle, 7 Haziran seçimlerinde, HDP'nin barajı aşması için, CHP seçmenlerinden bir kısmı HDP'ye emanet oy vermek zorunda kalmışlar, bu dahi, CHP'nin oy oranında menfi etki yapmıştır.

Ayrıca, tüm devlet imkanlarını, devletin örtülü ödeneğini, uçak, helikopter ve otomobillerini, Devletin Vali ve Kaymakamlarını, yandaş iş adamlarına satılan ve devletin reklam ve ilan desteğiyle ayakta duran ve AKP lehine tek yanlı yayınlar yapan havuz medyası ile AKP'nin resmi yayın kurumu haline getirilen TRT'yi, Cumhurbaşkanlığı makamının tüm olanaklarını ve gücünü yanına alarak seçim yarışına katılan, seçmenin yaklaşık %30 lar seviyesine ulaşan, biat ve iane kültürüyle yetiştirilen yoksul ve dinci kesiminin oylarını peşinen cebine koyarak seçimlere katılan AKP karşısında, CHP ve lideri KILIÇDAROĞLU'nun seçimleri kaybetmesinden daha doğal ne olabilir ki?

Şu da unutulmamalıdır ki; seçimlerde alınan oyların niceliği kadar, oyların dayandığı; bölgesel, kültürel, ekonomik ve işlevsel nitelikleri de çok önemlidir.CHP ve lideri KILIÇDAROĞLU; yukarıda açıklamaya çalıştığımız, seçim eşitliği ve adaletindeki haksızlıklar, bölgesel, kültürel ve ekonomik çelişki ve çarpıklıklar nedeniyle, seçim kazanarak iktidar olamasa da, bugünkü oy tabanının niteliğine baktığımızda,adil ve eşit seçim koşullarının ülkemizde hakim olacağı,bölgesel,kültürel ve ekonomik çelişki ve çarpıklıkların yok edileceği orta vadeli geleceğe kadar, tek başına iktidar olma olanağını yakalayamasa da, aldığı oyların niteliğinin onuru, CHP ve KILIÇDAROĞLU'na yeterli olacaktır.16/10/2015



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


14 Ekim 2015 Çarşamba

İÇİŞLERİ BAKANININ KATLİAMDAKİ SORUMLULUĞU




Geçtiğimiz Cumartesi günü Ankara'da vukubulan, 97 yurttaşımızın ölümü ve iki yüze yakın yurttaşımızın da yaralanmalarıyla sonuçlanan canlı bomba saldırısında, bir güvenlik zafiyetinin bulunduğu yadsınamaz.

Bu güvenlik zafiyetinde, emniyet teşkilatının en tepe noktasındaki İçişleri Bakanının, doğrudan bir kasıt ve ihmalinin bulunmadığını söyleyebiliriz.Yani, mevcut güvenlik zafiyetinden dolayı, İçişleri Bakanının cezai sorumluluğunu gerektiren bir kusuru ve görevi ihmali (suçu) bulunmayabilir.

Ancak, güvenlik zafiyetini yaratan Ankara Emniyetinin de bağlı olduğu, ülkenin emniyet teşkilatının en tepe noktasında bulunan ve tüm ülkedeki asayişten, halkın can ve mal güvenliğinden siyaseten sorumlu olan İçişleri Bakanının, bu katliam nedeniyle siyasi bir sorumluluğu mevcut olup,bu nedenle de görevinden istifa etmesi zorunludur.İçişleri Bakanının istifası için, bu siyasi sorumluluk yeterli olup, olayın vukuunda doğrudan kusurlu ve suçlu olması gerekmemektedir.

Zira; hukukta kusursuz (Objektif) sorumluluk diye ifade edilen bir sorumluluk tipi mevcut olup, bu sorumlulukta, kişinin, kusurlu ve/veya suçlu olması gerekmez. Kamunun uğradığı zarardan dolayı, devlet ve devlet adamları tazminat,istifa gibi bir bedel öderler.

Çoğumuzun arabası mevcut olup, trafikte dolaşan bu arabalar, kamu ve halk için bir risk ve tehlike oluşturmaktadır. Bizatihi bu risk ve tehlikenin dahi, araç sahibine bir bedeli mevcuttur.Karayolları Trafik Kanununa göre, ruhsatlı araç sahibi olan ve trafikte araçları dolaşan kişilerin; sahibi oldukları bu araçları bir başkası kullanırken bir şahsı ezerek yaralaması veya ölümüne sebep olması halinde, aracı kullanan kendisi olmadığı halde, aracıyla kaza yapan üçüncü kişinin eyleminden dolayı, kusursuz sorumluluk esasına göre, trafik kazasından dolayı zarar gören kişilere tazminat ödeme sorumluluğu vardır.Aracı bizatihi kullanan ve kişiyi ezen sürücü, hem cezai ve hem de tazminat sorumluluğuna tabi olduğu gibi, aracın ruhsatlı sahibinin de, kusursuz olmasına rağmen, tazminat sorumluluğu bulunmaktadır.

Bu örneği niçin verdiğimizi anlamış olmalısınız. Ankara katliamında da, İçişleri Bakanının istifasını zorunlu kılan kusursuz sorumluluğunu, kendisine ait aracıyla kaza yapan üçüncü kişi sürücünün eyleminden dolayı tazminat sorumlusu olan aracın ruhsatlı sahibinin kusursuz sorumluluğuna benzetebiliriz.

Terörün tavan yaptığı ülkemizin İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturan ve bu nedenle, ülkenin asayişinden, halkın can ve mal güvenliğinden siyaseten sorumlu olan ve bu konuda bir risk ve sorumluluk yüklenen İçişleri Bakanı da, aracı trafiğe çıkıp dolaşan, bu nedenle toplum için risk ve tehlike oluşturan ruhsatlı araç sahibi gibi, ülkesinde meydana gelen ve 97 can'a mal olan canlı bomba katliamından dolayı, kendisinin doğrudan bir kusuru ve suçu olmasa da, teşkilatında çalışanların ihmallerinden oluşan güvenlik zafiyeti karşısında, yüklendiği görevin omuzlarına yüklediği siyasi sorumluluğunun gereği olarak, bakanlıktan istifa ederek bir bedel ödemek zorundadır.

AKP iktidarının güvenilir bir bürokratı iken, sözüm ona tarafsız bakan kadrosundan İçişleri Bakanlığına getirilen bir kişi'nin, Tayyip Bey ve Ahmet Bey tarafından korunarak, kendisine sahip çıkılması, istifasının önüne geçilmesi, çok doğal olup, bundan önce meydana gelen ve 301 madencinin aynı anda topluca öldükleri olayda dahi ilgili bakanlarının istifa gereği duymadığı AKP iktidarından bundan fazlasının beklenmesi zaten abesle iştigaldir.14/10/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

13 Ekim 2015 Salı

OBAMA'YA DEMOKRASİ DERSİ VERENLERE BAKINIZ




Siyaset, tutarlı olmayı gerektirir, siyaset yapanlar da tutarlı olmak zorundadırlar.Aksi halde, inandırıcılıklarını ve samimiyetlerini kaybederler.


Ülkemizde art arda vukubulan katliamlara rağmen, insanların can güvenliklerinden siyaseten sorumlu olan iş başındaki siyasilerimizin, hiçbir şey olmamış gibi makamlarında oturmaya devam ettiklerini,batı demokrasilerinde örneklerini gördüğümüz istifa müessesesini işletmediklerini gördükçe kahroluyoruz.


Ama, iş başka ülkelere gelince,Amerikada öldürülen 3 Müslüman örneğinde olduğu gibi, mangalda kül bırakmadan, ABD Başkanı Obama'ya dahi siyaset ve demokrasi dersi vermeye kalkışıyorlar ve “Biz siyasiler, ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz, tavrımızı ortaya koymak zorundayız, çünkü halk size oylarını verirken, benim can güvenliğimi, mal güvenliğimi sağlayacaksın diyor, eğer siz,bu tür bir olay karşısında sessiz kalırsanız, dünya da size her zaman sessiz kalacaktır ve diyorum ki, unutmayın, Dünya 5'ten büyüktür” diyerek nutuk atıyorlar.


Son Ankara katliamında, günahsız 97 vatandaşımızı kaybettik,yüzlercesi de yaralandı ve sakat kalacaklar.Obama'ya demokrasi dersi vermeye kalkanlara sesleniyoruz, ülkemizde işlenen cinayetlerden, halkımızın can ve mal güvenliklerinden, seçimle iş başına gelen siyasiler sorumluysa,halkımız siyasilere oy verirken, can ve mal güvenliğimizi siz sağlayacaksınız diyorsa, halkının can ve mal güvenliklerini sağlayamayanlar, gereğini niçin yapmıyorlar ve istifa ederek işgal ettikleri koltuklarını terk etmiyorlar?


Bu ne büyük bir çelişki ve tutarsızlıktır,anlayabilene aşk olsun.


Dikkatinizi çekmiş olmalı, dün haberlerde izledik, Tayyip Bey; Ankaradaki katliam eylemiyle ilgili olsa gerek, İçişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve Başbakan ile görüşmüş.Doğaldır, Tayyip Bey Cumhurbaşkanı olarak olayla ilgili bilgi almak istemiş olabilir.


Ancak, bizim dikkatimizi çeken bir hususun altını özellikle çizmek istiyoruz. Tayyip Bey, bu kişilerle yaptığı görüşmeyi ayrı ayrı yapmış olup, tümünün katılımıyla bir zirve toplantısı yapmamıştır?


Peki niçin?


Doğal olanı, ilgili tüm bakanları, bürokratları ve Başbakanı birlikte kabul ederek, konuyu enine boyuna tartışmak ve değerlendirmek değil midir? Çoklu toplantı tapmak istemiyorsa, Cumhurbaşkanı olarak, hiyerarşi gereği Tayyip Bey'in muhatabı Başbakan olup, tüm bilgilere sahip olan Başbakandan eylemle ilgili bilgileri pek ala alabilirdi.


Tayyip Bey'in; özellikle, en başta KILIÇDAROĞLU olmak üzere, kamuoyunun büyük bir bölümünün istifa etmesinde müttefik oldukları, katliamda ağır ihmali olan İçişleri Bakanı ile başbaşa gizli görüşme yapmasının bize göre en önemli sebebi, istifası gündemde olan İçişleri Bakanına moral vererek sırtını sıvazlamak ve istifa gibi bir hataya imza atmaması gerektiği talimatını vermektir.


Zira, demokrasi geleneği zayıf olan, demokrasinin gereklerini sadece karşısındakilerden ve başka devletlerden bekleyen Tayyip Bey; batı demokrasilerinin aksine, ülkemizde sorumluluğunu kabul ederek istifa etmenin, asla, demokrasinin gereği bir erdem olmayıp, sorumluluğu kabul ve iktidarı zayıflatan ve 1.Kasımda yapılacak seçimlerde AKP'ye oy kaybettirecek olan bir zaafiyet olarak değerlendiren bir zihniyetin temsilcisi olup, bu nedenle, muhalefetin ve kamuoyunun baskıları karşısında,İçişleri Bakanının,demokrasinin geleneklerine uyup erdemli davranarak istifa etmeye kalkışması, Tayyip Bey'in büyük ve korkulu bir rüyasıdır.Korkulu rüya görmektense uyanık kalmak iyidir derler ya, işte öyle bir şey.


Bu itibarla, rahatlıkla söyleyebiliriz ki; Tayyip Bey'in devreye girmesi nedeniyle, Ankarada vukubulan katliamın siyaseten sorumlularından biri olan İçişleri Bakanı,1Kasım seçimleri öncesinde, asla istifa etmeyecek ve istifa etmek istese dahi, istifa ettirilmeyecektir.13/10/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat




8 Ekim 2015 Perşembe

KIZIM SANA SÖYLÜYORUM GELİNİM SEN ANLA!..




Atatürk'ün büyüklüğünü şimdi hatıladınız mı?

Atatürk ne demişti? Yurtta Sulh Cihanda Sulh.

Atatürk'ten hoşlanmadığı için, onun nasihatlarına da pek aldırmayan, kendisini Atatürk ile yarıştıran ve Atatürk'ü unutturmaya çalışan, yönetimdeki AKP iktidarının başı Tayyip Bey; aklı sıra, Türkiye Cumhuriyetini yeniden inşa etmeye çalışıyor, 92 yıllık Cumhuriyetin geleneklerine ve sembollerine dahi tahammül edemiyor, Atatürk'ün hatırası olan Çankaya köşkünü küçümsüyor, kendisini adeta dev aynasında görüyor, mümkün olsa, Dünya devi olan ABD Başkanlık seçimlerine dahi aday olabilecek bir kibir içinde, kendi ülkesinin ve insanlarının geleceği ile kumar oynuyor.

Şimdi, paralel yapı diye yerden yere vurduğu cemaat ile ortaklık kurarak, Ergenekon, Balyoz ve benzeri kumpas davalarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin, özellikle de Türk Donanmasının gücünü, caydırıcılığını ve itibarını yerle bir eden Tayyip Bey liderliğindeki AKP iktidarı, ülkemizi bölmeye çalışan bölücü terör örgütü PKK ile çözüm süreci adı altında müzakere masasına oturarak, bu müzakere döneminde barıştan ziyade savaşı düşünen PKK'nın silahlanmasına, ülkeyi, uyuyan bomba düzenekleri ile donatmasına yol açan çözülme sürecinin mimarı olmuş ve PKK'nın yeniden silahlı mücadeleye başlaması üzerine, ülke şehit kanlarıyla sulanmaya başlamış, ülkede asayiş ve devlet otoritesi, insanların can güvenlikleri yok olmuştur.

Tayyip Bey'in, ABD ve batılı emperyalistlerin gazına gelerek ve büyük Atatürk'ün; Yurtta Sulh Cihanda Sulh ilkesini ayaklar altına alarak Suriye bataklığına girmesi yüzünden, ülkenin Güneydoğu Bölgesinde yaşayan insanların can güvenlikleri ve ülkemizin sınır güvenliği kalmamış, sınırlarımız yol geçen hanına dönmüştür. Suriyedeki iç savaştan kaçan Suriyeli göçmenlerin istilasına uğrayan ükemiz, büyük bir ekonomik yükün altına sokulmuş, ülkede yok olan huzur ve asayiş, bu göç dalgasıyla iyice taban yapmıştır.

Tayyip Bey'in, gaza gelerek, basiretsiz bir şekilde, komşusu Suriyenin içişlerine müdahale anlamına gelen Suriye bataklığına girmesinden ve bir hafta içinde Şam da cuma namazı kılma hayallerini kurmaya başlamasından bir süre sonra, Tayyip Bey'i bu batağa iten emperyalist devletler, Suriye ile anlaşarak, Esat'ı devirme kararlarını askıya almışlar ve Tayyip Bey'i iyot gibi açığa çıkarmışlardır.

Bu arada, AKP iktidarına yönelik yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ayyuka çıkmış, iktidarı kaybettiği taktirde hesap vereceğinin korkusu içinde yaşamaya başlayan siyasal iktidar, ne yapacağını şaşırmış, kontrolü elinden kaçırmış, ülke sorunlarını bir kenara bırakarak, kurtuluşu, kendisini yeniden tek başına iktidar olmakta görmeye başlamıştır.

Tayyip Bey ve yönetimindeki AKP iktidarı, demokrasinin katılımcılık ve çoğulculuk ilkesine ve demokrasinin olmazsa olmazlarından olan baskı gruplarının söylemlerine gözünü kapatarak, tek kişinin aldığı kararlarla ülkeyi yönetmeye kalkışması sonunda, teşbihte hata olmaz, ülkemiz Osmanlının son dönemlerindeki hasta adam konumuna getirilmiştir.

Yanlış Suriye politikası geri tepmiş, ülkemiz tek başına Suriye bataklığında kala kalmış, Rusya,İran ve Çin Suriyenin yanında yer alarak Esat'a destek olmaya başlamışlardır.

Rusya; IŞİD ile mücadele adı altında savaş uçaklarını havalandırarak, Suriyedeki iç savaşa Esat yanında müdahil olmuş,hasta adam olarak gördüğü ve ekonomik yönden kendisine bağımlı olan ülkemizin hava sahasını ihlal ederek, ülkemize göz dağı verme cesaretini ve terbiyesizliğini gösterebilmiştir.

Rusya; Hazar'dan IŞİD mevzilerini vurarak, en başta ülkemiz olmak üzere, Esat'a karşı savaşanlarla güçbirliği yapan diğer ülkelere karşı gövde gösterisinde bulunmuş, özellikle Tayyip Bey'e karşı, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla demiştir.

Bu nedenle, 1.Kasım seçimlerini; ülkemizi, Osmanlının hasta adamı yapan bu yönetimden kurtulmamız için, Allahın bize sunduğu bir ayrıcalık ve can simidi olarak değerlendiriyoruz. 08/10/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


7 Ekim 2015 Çarşamba

RUS GERÇEĞİ



Tayyip Bey'in kanlı bıçaklı olduğu ve devirmeye çalıştığı Esat, umduğumuzdan daha çetin ceviz çıktı.

Ne demişler, umduğunu değil bulduğunu yersin.

Demek ki, dış politikada başarılı olmak ve bulduğunu değil de umduğunu yemek istiyorsan, komşularınla iyi geçinmek ve komşu ülkelerin işlerine karışmayacaksın.Karıştığın anda, ileride olabilecekleri de düşeneceksin ve kabul edeceksin.

Tayyip Bey'in; dostu olduğunu söylediği Putin, aynı zamanda Esadın da dostu olup,Rusya'nın çıkarları, Putin'in Esadın arkasında durmasını gerektiriyor.

Putin, Esada olan açık desteğini, silahlı güçlerini ve savaş uçaklarını Suriye'ye göndererek Dünyaya ilan etmiştir.

Putin, bununla da yetinmemiş ve ülkemin menfaatleri açısından, öncelikli dostum Esat'dır diyerek,savaş uçaklarıyla ülkemizin hava sahasını ihlal etme cüretini de göstermiştir.

Rus savaş uçaklarının, kısa aralıklarla, üst üste gelen hava sahamızı ihlal eylemlerinin, bir hata sonucu, istenmeden gerçekleştiğini iddia etmek, insanın aklıyla alay etmektir.Putin, açıkça Tayyip Bey'in sabrını ölçmek amacıyla, Türk hava sahasını kasıtlı olarak ihlal etmektedir.

Peki,Tayyip Bey'in bu ihlallere karşı tepkisi ne olmuştur, angajman kurallarını devreye sokarak,gerekli olan askeri cevabı verebilmiş midir?Tabii ki verememiştir. Verebilmesi de mümkün değildir.

Tayyip Bey;"Bize yapılan saldırı Nato'ya yapılmıştır. Rusya ile olan ilişkilerimiz malumdur. Ama Rusya, Türkiye gibi eğer bu konuda birçok işbirliğini yapmış olduğu dostunu da kaybederse, çok şeyi kaybeder. Bunun bilinmesi lazım.Buna tabii bizim sabretmemiz mümkün değildir. " diyerek, sadece laf üretmiştir.

Tayyip Bey yanılmaktadır,dış politika; diplomatlara monşer diyerek onları küçük gören Tayyip Bey'in sandığı gibi, öyle basit bir mesele değildir, herhangi bir konuda dış politika üreterek, bir karar verip uygulamaya geçmeden önce, ileride ortaya çıkabilecek; insani, askeri, siyasi,diplomatik,ekonomik ve ticari, olası tüm ihtimallerin masaya yatırılarak tatışılıp değerlendirilmesi gerekir.

Örneğin, Suriye ve Esat konusunda bir dış politika üretip uygulamaya konulmadan önce, ülkenin jeopolitik konumu, sınırları, sınırlarının güvenliği, ülkenin dış ticaret performansı, döviz stokları, cari açık mikarı, dış ticarette meydana gelecek olası bir kriz ve tıkanmanın, ülke ekonomisine verebileceği zararlar, kendisine karşı şahin bir dış politika ürettiğiniz ve uygulamaya koyduğunuz Suriye'nin, sıkıştığı anda destek görebileceği ülkelerin gücü ve bu ülkelerle aramızdaki ekonomik ve ticari işbirliği ve ilişkiler, Suriye'nin yanında yer alabilecek olan ülkelerle aramızda çıkacak olan olası bir siyasi ve askeri gerginlik ve çatışma nedeniyle, bu ekonomik işbirliği ve ticari ilişkilerin bozulması ve kesintiye uğraması halinde, bunun ülkemiz ekonomisine ve ticaretine verebileceği zararlar, önceden masaya yatırılarak tartışılmalı ve tüm ihtimaller değerlendirilerek, akılcı ve ülke menfaatlerine uygun bir karar alınmalıydı.

Böyle yapılmadığı içindir ki; şu anda Suriye ve Esat yanında yer alarak gövde gösterisine giren ve askeri güç kullanmaya başlayan Rusya'nın savaş uçaklarının Türk hava sahasını ihlal ederek uçaklarımızı taciz etmesine rağmen, Tayyip Bey sadece laf üretmekte ve Rusyanın, dostunu ve çok şey kaybedeceğini,bu tacizlere bizim sabır gösteremeyeceğimizi söylemekle yetinmiştir.

Tayyip Bey şunu iyi bilmelidir ki; Rusya ile dostluğumuzun bozulması halinde, çok şey kaybedecek olan Rusya değil, ülkemiz ve Türk halkıdır.

Ülkemizin; ısınmada ve sanayisinde kullandığı doğalgaz'ın büyük bir miktarı, Rusyadan satın alınarak ithal edilmekte olup, ülkemize gaz sevkiyatı yapan doğalgaz muslukları, Rusyanın ve dolayısıyla Putin'in elindedir. En basitinden,doğa lgaz yönünden Rusyaya bağımlı olmamız ve de Rusya ile olan diğer ticari ilişkilerimiz düşünüldüğünde, Rusya ile aramızda baş gösterecek olan bir siyasi ve askeri gerginlik halinde, doğalgaz ithali ve ülkemizde üretilen ürünlerin Rusyaya satışında ve ihracında meydana gelecek olan tıkanmanın, zaten açık veren dış ticaret dengemize ve cari açığımıza, halkımızın ısınmasına ve sanayi üretimimize vereceği zararlar dikkate alındığında; Tayyip Bey, çok şey kaybedecek olan ülkenin, Rusya değil, Türkiye olacağının farkında mıdır acaba?

Ülkenin bunca sorununa, ülkemizin, içeriden ve dışarıdan sarıldığı ateş çemberine rağmen, Tayyip Bey'in meşgul olduğu işlere, saray kabullerine, muhtar ağırlamalarına, üstüne vazife olmadığı halde burnunu soktuğu seçim işlerine baktığımızda,Tayyip Bey'in ülkemizi saran çok ciddi tehlikelerden habersiz olduğunu söyleyebiliriz. 07/10/2015



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat