28 Nisan 2020 Salı

DEMOKRASİLERDE DİYANET İŞLERİ BAŞKANI DAHİL HERKES HADDİNİ BİLECEKTİR!...


Demokrasi,cinsiyeti,sıfatı,mevkii ve makamı ne olursa olsun,en basit vatandaşından,en üst makamlardaki kişilere kadar herkesin haddini bilmesi,işine geldiği gibi hareket etmemesi gereken,bir rejimdir.Demokrasinin güzelliği de bundandır.
Diyanet İşleri Başkanının, eşcinsellik ve eşcinsellerle ilgili,toplumda tartışma yaratan sözleri,Ankara Barosu ve İnsan Hakları Derneğinin, o sözler için suç duyurusunda bulunmaları üzerine,bu soruşturmanın tersine döndürülerek, Ankara Barosu Başkanlığı hakkında soruşturma açılması,bu tartışmaya AKP Genel Başkanının da katılarak,"Diyanet İşleri Başkanımız o açıklamasıyla sadece inancının, ilminin, yürüttüğü görevin gereğini yerine getirmiştir. Söyledikleri de sonuna kadar doğrudur." demek suretiyle,Diyanet İşleri Başkanına arka çıkmasının da ötesinde,"Diyanet İşleri Başkanımıza yapılan saldırı devlete yapılan saldırıdır." demesi,sağlık ve ekonomik sorunlarla boğuşan ülkemizi,kısır ve gereksiz bir çekişmenin içine sokmuş ve insanları daha da ayrıştırmaya yol açmıştır.
Ramazan ayının ilk Cuma hutbesini internet üzerinden veren Diyanet İşleri Başkanı;zina ve eşcinsellikle ilgili olarak;”Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan gayri meşru ve nikahsız hayatın İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim.”demiştir.Tartışma yaratan sözleri budur.
633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 1.maddesine göre;İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Cumhurbaşkanlığına bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.
Bu görev tanımına göre,Diyanet İşleri Başkanlığı ve onu temsilen başkanı;sadece İslam dininin inançları,ibadet ve ahlak esasları ve din konusunda toplumu aydınlatmak,bu konuda dini bilgiler vermekle görevlidir.
Zina ve eşcinsellik, dinen hoş karşılanmıyorsa ve haramsa;Diyanet İşleri Başkanı,sadece bunu ifade etmekle ve insanları aydınlatıp bilgilendirmekle yetinmek zorundadır.
İlgili yasanın 5.maddesine göre de; Diyanetin,Din İşleri Yüksek Kurulu; İslam dininin temel bilgi kaynaklarını ve metodolojisini, tarihî tecrübesini ve güncel talep ve ihtiyaçları dikkate alarak, dinî konularda karar vermek, görüş bildirmek ve dinî soruları cevaplandırmakla görevlidir.
Diyanet İşleri Başkanı ve Din İşleri Yüksek Kurulu,anayasal bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığının birimleridir.
Diyanet İşleri Başkanlığı;evet anayasal bir kurumdur ama,görevlerini yaparken,kendisine yetki ve meşruiyet veren aynı anayasanın, Cumhuriyetin nitelklerini belirleyen ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddelerine uygun davranmakla yükümlüdür.Cumhuriyetimizin en önemli niteliği de,demokratik ve laik olmasıdır.
Diyanet İşleri Başkanı,Cuma hutbesinde;gayri meşru ve nikahsız hayatın İslami literatürdeki ismi olan zina ve eşcinselliğin, İslam dini tarafından yasaklandığını ve haram görüldüğünü,bazı hastalıkların bu yolla bulaştığını söyleyerek insanları aydınlatabilir,bilgilendirebilir, ama sadece o kadar.Burada nokta koymak ve durmak, haddini bilmek zorundadır.Bu ülke laik ve demokratik bir ülkedir.
Diyanet İşleri Başkanının ve Diyanetin Din İşleri Yüksek Kurulu'nun hadlerini aşarak,”Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim.”demeye hakkı ve yetkisi yoktur.
Ne demektir, zina ve eşcinsellikle birlikte mücadele etmek,bu konuda insanlara çağrı yapmak?
Mücadele bir zorlamayı,dayatmayı ifade eder.Zira, mücadelenin tanımı; Bir şeye karşı veya bir şey için uğraşmak, savaşmak, çatışmaktır.Bu nedenle,Diyanet İşleri Başkanının birlikte mücadele edelim çağrısı yanlış anlamaya müsait ve çok tehlikeli bir çağrıdır.
Diyanet İşleri Başkanı olarak;laik ve demokratik bir Cumhuriyette,insanlara sadece dinin gereklerini hatırlatabilir ve tavsiyede bulunabilirsiniz,onları bilgilendirebilirsiniz.Zina yapan ve eşcinsel ilişkide bulunan insanların cinsel tercihlerini kınayamazsınız,onları eleştiremezsiniz ve dayatmada bulunamazsınız, onları İslam adına doğruyu bulmaları için zorlayıcı tedbirlere baş vuramazsınız,diğer insanlara,onlarla mücadele etmeye çağrıda bulunarak,onları hedef gösteremezsiniz.

Güzel bir söz vardır,günah da gizlidir sevap da.
Eşcinselliğin dini yönü kadar tıbbi bir yönünün bulunduğunu,bunun iradi bir cinsel tercihten öteye, bir tıbbı sorun olduğunu siz biliyor musunuz?
Bugün Dünyada ve ülkemizde,işi müptezelliğe ve fahişeliğe kadar taşıyan azınlık eşcinselleri bir yana bırakırsanız,okumuş,üst düzey makam ve mevki sahibi olmuş ve hatta karşı cinsle evlenerek çocuk sahibi olmuş,toplumun çok değer verdiği ama eşcinsel olan,bu tercihini topluma zarar vermeden gizli yaşayan o kadar çok insan var ki;peki,bunlara ne diyeceksiniz,bunlarla da mücadele edebilecek misiniz?
Yine özellikle sanat çevresinden nikahsız, gayrimeşru hayat süren aynı evi paylaşan ve çocuk dahi yapan,buna rağmen, ünleri sebebiyle, toplumda büyük itibar gören ve el üstünde tutulan insanlara ne diyeceksiniz?
Nikahsız, gayrimeşru ilişki yaşayarak çocuk sahibi olan bakanları ne çabuk unuttunz?
Çocuk gelinleri de unuttunuz herhalde.
Yasalarımıza göre,resmi nikah yaptırma yaşında olmayan kırsal kesimlerdeki,çocuk yaştaki kız çocuklarını,dini nikahla evlenerek koyunlarına alan onlarla cinsel ilişkiye giren milyonlarca kişi, size göre zina yapmış olmuyorlar mı?
Size göre,dini nikah yaptıkları için bu çocuk gelinlerle cinsel ilişkiye giren utanmazların yaptıkları zina sayılmıyor demek ki.
Siz ne yapmak istiyorsunuz,sözde zinaya karşı çıkarak,dini nikahı meşru kılıp,demokratik ve laik cumhuriyetin laiklik ilkesinin içini mi boşaltmak istiyorsunuz?
Zina da,eşcinsel ilişki de alenen herkesin gözü önünde yapılmadığı sürece yasalarımıza göre suç değildir.Zinayı suç olmaktan,iş başındaki bu iktidar çıkarmıştır.Diyanetin görevi, insanları zorlayarak,dayatmalarda bulunarak,diğer insanları yardıma çağırıp onlarla mücadele ederek zorla terbiye etmek değildir.
Biz de güzel bir söz vardır,”Bana arkadaşını söyle,senin kim olduğunu söyleyeyim”şeklinde.
Bu ülkenin kurtarıcısı,devletimizin ve Cumhuriyetimizin ve de Diyanet İşleri Başkanlığının kurucusu büyük ATATÜRK'e ağıza alınmayacak küfürler eden,keşke Yunan galip gelseydi diyen fesli Kadir denilen vatan hainine,resmi kıyafeti ve resmi makam aracıyla,ayağına kadar giderek VİP ziyarette bulunan ve hediyeler sunan,kan bağı olmadığı halde, bu derece yakınlık göstererek bağ kuran ve o şahısla fikir ve zihniyet bağı olduğunu dolaylı olarak topluma ifşa etmekte mahzur görmeyen bir Diyanet İşleri Başkanının;haddini ve görev hudutlarını aşarak, hutbede bulunması nedeniyle onu haklı olarak eleştirenleri, hem de laik ve demokratik olması gereken devletimize yapılan bir saldırı olarak nitelendirmek,eşcinsel de olsalar,tüm vatandaşlarını kucalamak zorunda olan,laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanına asla yakışmamıştır.Bize göre,Cumhurbaşkanı'nın bu suçlaması, çok yersiz ve haksız bir suçlamadır.
Diyanet İşleri Başkanı;bir zamanlar ERDOĞAN'ın dediği gibi,İslam adına;”hem laik hem de müslüman olunamaz” diye bir görüş bildirir ve fetvada bulunursa,bu ülkenin vatandaşlarının %90'ının Müslüman olduğu gerekçesiyle,Cumhuriyetin anayasada öngörülen laik niteliğini mi değiştireceğiz.Bunu mu demek istiyorsunuz sizler?
Diyanet İşleri Başkanı, insanlara doğruları göstermek ve terbiye etmek istiyorsa;
Kul hakkı yemenin,yalan söylemenin,ona buna iftiralar atmanın,kibirin,herşeyi ben bilirim demenin,insanlara tepeden bakarak hakir ve hor görmenin,eşit koşullarda olmadan,kontrolsuz ve denetlenemeyen gücünü kullanarak ve o güce güvenerek insanlara hakaretler etmenin,lüksün,israfın,hortumculuğun, usulsüz ihalelerle birilerini zengin etmenin,ülkenin kaynaklarını kendi hırsı ve yararı için heder etmenin,anayasa ve yasalara aykırı davranmanın,İslam dinine göre haram ve günah olduğunu,bu ülkeye hizmet eden ve halkını düşmanların elinden kurtararak bu devleti kuran,İslamın bu ülkede yaşamasını,ezan sesinin bu gök kubbede çınlamasını sağlayan ATATÜRK'e saygının, ibadetle eş değer olduğunu öğütleyen hutbe konuşmaları yapmalı,Fesli Kadir gibi vatan hainleriyle arkadaşlık yapmamalı onun gibilerden uzak durmalıdır.
Var mıdır bir itirazı olan?



Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu






26 Nisan 2020 Pazar

SUÇ DUYURUSUDUR C.SAVCILARINI GÖREVE DAVET EDİYORUZ


Bu ülkede mecburi tutuklama yoktur.Tutuklama nedenleri olsa dahi,tutuklama kararı verip vermemekte, hakim taktir yetkisine sahiptir.Yasal nedenleri olsa dahi, isterse tutuklama kararı vermeyebilir.Yani,bu tutuklama yetkisi, bağlı yetki değildir.Hakimi bağlayan bir yönü yoktur.Hiçbir hakim,ne yapayım nedenleri vardı tutuklama kararı vermek zorunda kaldım diyemez.
Tutuklamanın yasal koşulları çok açıktır.
Tutuklama, ileride hükmedilmesi muhtemel bir cezanın peşinen infazı değil,bir tedbirdir ve asıl olan tutuksuz yargılanmaktır.
Bugün tutuklama nedenleri olsa dahi,tutuklamadan beklenen amacı hasıl edecek adli kontrol tedbirlerinden birine karar verilebilir.Bu imkana rağmen; bugün, ülkemizde tutuklama bir sopa olarak kullanılmakta ve özellikle siyasi ve düşünce suçlarında,nedenleri olmasa dahi, birilerini memnun etmek ve sorumluluktan kaçmak adına,acımasızca ve otomatikman gözü kapalı tutuklama kararları verilebilmektedir.
Tutuklama,kişinin hürriyetinden yoksun kılınmasıdır.
Kişinin hürriyetinden yoksun kılınması, kural olarak suçtur.Ancak,bir yasa hükmü gereği,yasada öngörülen koşulların varlığı halinde verilen bir tutuklama kararı ile kişinin hürriyetinden yoksun kılınması suç değildir.
Ancak,tutuklamanın yasal koşulları eğilip bükülerek,yasanın öngördüğü tutuklama nedenlerinin içini dolduran haklı gerekçeler olmadan, görevini kötüye kullanarak tutuklama talep eden ve tutuklama kararı veren hakimler,hürriyeti sınırlama suçunu işlemiş olacaklardır.
Örneğin,bir yazısından veya yaptığı bir haberden dolayı tutuklanan bir gazetecinin; kaçacağına ilişkin somut olgular ve vakıalar olmadığı halde,delilleri karartma ihtimaline binaen tutuklanması, asla yasal değildir.
Zira,gazetecinin yaptığı haber ve yazdığı yazı, gazetede yer almaktadır,şüpheli yapılan gazeteci de, zaten yazdığı yazıyı veya yaptığı haberi,inkar etmemekte ve açıkça yazdığını veya haber yaptığını kabul etmektedir.
Artık toplanacak delil yoktur.O yazı veya haber içeriği,sadece savcı ve hakimler tarafından suç içerip içermedikleri konusunda değerlendirmeye alınacaktır. Gazeteci şüphelinin veya sanığın nüfus ve sabıka kayıtları henüz gelmemiş olsa dahi, bunlar davanın esasına ve kanıtlanmasına yönelik deliller değildir.
Bazen,delil olarak,resmi bir devlet kuruluşundan bazı bilgiler istenmiş ve onlar bekleniyor olabilir. Örneğin; ek delil elde edilebileceği düşüncesiyle, o gazetecinin veya başka bir şüphelinin bilgisayarına ve cep telefonuna el konulmuş ve incelemeye alınmış olabilir.Bu elektronik unsurların içinde suç unsuru olabilecek bir veri bulunup bulunmadığını inceleyecek ve bunu bir rapora bağlayacak olan emniyetin siber suçlar birimi,resmi bir merci olup, şüphelinin tutuklanmaması veya tutuklu iken serbest bırakılması,bu delilin karartılmasına asla neden olamaz.Zira,şüpheli ve sanıkların,resmi kurumlara etki yaparak delil karartması mümkün değildir.
Tatbikatta,sıkça rastlanır,yukarıda açıkladığımız gibi,örneğin emniyetten bilgisayar ve cep telefonlarına ilişkin inceleme raporu henüz gelmemiştir,delillerin henüz tam olarak toplanmadığı gerekçe yapılarak, tutukluluğa yapılan itirazın veya tahliye talebinin reddine karar verilir.Bu karar açıkça yasaya aykırıdır ve suçtur.Yasada delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması,salt tutuklama nedeni olarak gösterilmemiştir.Tutuklama nedeni olan;henüz toplanmayan delillerin, karartılması ihtimalidir.Resmi kurumlardan beklenen inceleme raporu delilinin karartılması da, imkanszıdır.
Fetö'nün iktidar ile aynı yatağa yattıkları,emniyetin ve yargının Fetö'nün eline verildiği dönemlerde, yargı ve emniyet işbirliğiyle kurgulanan ve kumpas oldukları sonradan açığa çıkan Ergenekon,Balyoz,Askeri Casusluk ve benzeri soruşturma ve davalar sebebiyle, asker ve sivil yüzlerce kişi, haksız olarak tutuklandılar ve yıllarca hüriyetlerinden mahrum bırakıldılar.
Bu soruşturma ve davalarda şüpheli ve sanık yapılan ve haksız tutuklandıkları anlaşılan ve herbiri sonradan beraat eden bu kumpas davalarının şüpheli ve sanıklarının tutuklanmalarını talep eden ve bu talepleri kabul ederek tutuklama kararları veren ve Fetö'cü oldukları saptanan savcı ve hakimlerin;sadece yasa dışı Fetö örgütüne üye olmaktan yargılanmaları yeterli değildir.Bunlar ayrıca 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 77.maddesinde düzenlenen,zamanaşımı bulunmayan İnsanlık suçunu işlemişlerdir.Bu suçtan da ayrıca yargılanmaları gerekir.
TCK.77.maddesinin birinci fıkrası der ki;(1) Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur:
a) Kasten öldürme.
b) Kasten yaralama.
c) İşkence, eziyet veya köleleştirme.
d) Kişi hürriyetinden yoksun kılma.
e) Bilimsel deneylere tabi kılma.
f) Cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı.
g) Zorla hamile bırakma.
h) Zorla fuhşa sevketme.
(2)Birinci fıkranın (a) bendindeki fiilin işlenmesi halinde, fail hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına; diğer bentlerde tanımlanan fiillerin işlenmesi halinde ise, sekiz yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.
Fetö ve mensupları tarafından Türk Silahlı Kuvvetlerinin Atatürkçü ve laik kesimi,siyasal ve dini saiklerle, bir plan doğrultusunda ve sistemli olarak hedef alınmış,haklarında kumpas suçlamalar oluşturularak, yüzlerce asker ve sivil tutuklanmak suretiyle,bilerek ve isteyerek hürriyetlerinden yoksun kılınmışlardır.
Fetö Örgütünün üyesi olan ve bu tuklamaları yaparak,yüzlerce kişiyi hürriyetlerinden yoksun kılan savcı ve hakimler, aynı zamanda TCK.nun 77.maddesinde düzenlenen insanlığa karşı suçun da açık failleridir.
Yok öyle yağma,herkes işlediği suçların cezasını mutlaka çekmelidir.
Önüne gelen düşün insanlarını ve gazetecileri yasalara aykırı olarak kolayca tutuklatan ve tutuklayan savcı ve hakimlerimizin, tarihten dersler çıkaracaklarını umarak,haksız ve yasa dışı tutuklama kararlarıyla insanlığa karşı suç işlemiş olan Fetöcü savcı ve hakimler hakkında, TCK.nun 77.maddesi uyarınca, soruşturma açmaya davet ediyoruz Cumhuriyetin savcılarını.
Yok eğer insanlık suçu olmaz diyorsanız,TCK.nun 109.maddesine göre,kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan soruşturma açabilirsiniz,hem de mağdur ettikleri tutuklu sayısınca.
Haydin buyurun bakalım,kolay gelsin.26/04/2020
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



24 Nisan 2020 Cuma

ÖZEL BANKALARA KREDİ BASKISI



Özel Bankalar,kar amaçlı ticari kuruluşlardır.
Topladıkları mevduatlar karşılığında mevduat sahiplerine verdikleri faiz ile topladıkları mevduatları ihtiyaç sahibi kişilere kredi olarak vermelerinin karşılığında aldıkları faizler arasındaki fark, bankaların en önemli kazançlarından biridir.
Özel bankalar da,mevduat sahiplerinin;paralarını, güvenerek mevduat olarak kendilerine emanet etmeleri nedeniyle, bir yerde kamusal niteliğe sahip kurumlar olup,bu nedenle Bankacılık Kanunu ile faaliyetleri düzenlenmiş ve devletin denetimine tabi tutulmuşlardır.
Bu itibarla, özel bankalar; Bankacılık Kanunu hükümlerine tabi olarak,devletin denetiminde faaliyet gösteren ve kamunun güvenine sahip, kar amaçlı ticari kuruluşlardır.
Bankalar,ihtiyaç sahibi gerçek veya tüzel kişilere kredi verirlerken kredi verecekleri kişi veya kuruluşların ekonomik durumlarını,kısaca ifade etmek gerekirse, verdikleri kredilerin geri dönüşünü riske atacak bir konumda olup olmadıklarını araştırırlar ve gerekli teminatları alırlar.
Banka yetkilileri; Bankacılık Kanununun 160.maddesine göre,görevi nedeniyle zilyetliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu para veya para yerine geçen evrak veya senetleri veya diğer malları kendisinin ya da başkasının zimmetine geçirirlerse, altı yıldan oniki yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılacakları gibi, bankanın uğradığı zararı tazmine mahkûm edilirler.
Yani, banka yetkililerinin zimmet suçları, ağır bir cezai yaptırıma bağlanmıştır.
Burada tanımlanan zimmet suçu; sadece, banka yetkilileri tarafından bankanın paralarının doğrudan kendisinin veya başkasının cebine atılmasından,mal edilmesinden ibaret değildir.
Yargıtayın da kabulüne göre;kredi kullandırmaya yetkili bir bankacı tarafından,bankanın parasının doğrudan kendisinin veya bir başkasının yararına mal edinilmesi,zimmete geçirilmesinin yanısıra,gerekli mali istihbaratı yapmadan,gerekli teminatları almadan veya gerekli araştırmayı yapmasına rağmen,kredi vereceği kişi veya ticari kuruluşun mali yapısı itibariyle,vereceği kredinin geri dönmeyeceğini bile bile,göz göre göre kredi verilmesi ve o kredinin zamanında bankaya geri dönmemesi halinde de,bu koşullarda kredi kulandıran bankacı açısından, zimmet suçu işlenmiş sayılmaktadır.
Şimdi okurlar diyeceklerdir ki;biz bankacı veya hukukçu değiliz bu bilgileri bizimle niçin paylaşıyorsunuz?
Şunun için değerli okurlar.
Hepiniz medyadan izliyorsunuzdur,devletin hazinesini plansız programsız,öncelikli ihtiyaç sırasına tabi tutmadan,taşa,toprağa,inşaata,gereksiz, artı değer yaratmayan,üretmeyen,yeni iş alanları açmayan ölü yatırımlara,lükse harcayarak ülkemizi milyarlarca dolar iç ve dış borca sokarak iflasın eşiğine getiren siyasal iktidar,şimdi Koronovirüsün de üzerine tüy diktiği, içinde bulunduğumuz ekonomik krizde, parasızlıktan kendilerine sahip çıkamadığı,destek olamadığı,özellikle ortaboy işletmelere krediler vermesi için, özel bankalara baskılar uygulamakta ve adeta banka yetkililerini,geri dönmeyeceklerini bile bile krediler vermeye zorlayan bir tutum sergilemektedir.
Yukarıda yaptığımız, bankacıların zimmet suçu tanımına göre;siyasal iktidar, bankacıları geri dönmeyeceklerini bile bile, kendilerine emanet edilen bankanın paralarını kredi yoluyla ziyan etmek suretiyle, zimmet suçunu işlemeye azmettirmektedir.
Bankacılık Kanununun zimmet suçunu düzenleyen 160. maddesine ilave edilen;”Bankacılık mevzuatı ile bankacılık usul ve prensiplerine uygun kredi kullandırma, bu kredileri temdit etme veya ek kredi kullandırma, taksitlendirme, teminata bağlama yahut sair yöntemlerle yeniden yapılandırma işlemleri zimmet suçunu oluşturmaz” hükmü dahi, bize göre; geri dönmeyeceğini bilmesine rağmen, göz göre göre kredi kullandıran, bankanın parasını kredi adı altında başkasına vererek batıran banka yetkilisinin zimmet suçunu ortadan kaldıramaz.
Zira,bu hüküme göre,zimmet suçunun oluşmaması için;banka yetkililerinin, bankacılık mevzuatı ile bankacılık usul ve prensiplerine uygun kredi kullandırması zorunludur.25/04/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

23 Nisan 2020 Perşembe

İSTİKLAL MARŞINI OKUYAN ERDOĞAN'IN MESAJI



Bugün, 23.Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının Ankaradaki Anıtkabir ve Meclis etkinlik ve törenlerine katılmayan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı ERDOĞAN;önceden ilan edildiğ gibi,saat 21.00 de,önce Millete(Türk Milleti demediği için biz de millete yazdık)hitap etmiş ve arkasından da çocuklarla birlikte İstiklal Marşımızı okumuştur.
ERDOĞAN'ın; her zaman olduğu gibi, Türk Milleti diyemediği,milletim demekle yetindiği konuşmasında,bugün'ün yıldızı ve kahramanı önderimiz ATATÜRK'ün ismini, konuşmasının başında bir kez telaffuz etmiş,konuşmanın içinde ve sonunda ATATÜRK'ü adeta görmezden gelmiştir.
ATATÜRK derken de;her zaman yaptığı gibi, sadece Gazi Mustafa Kemal demekle yetinmiyerek,Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK demek zorunda kalmıştır.
Yine,Türk Milleti diyememiş ve milletten bahsetmesi gerektiğinde,her seferinde yaptığı gibi,milletim demekle yetinmiş,hangi milletten bahsettiği yine anlaşılamamıştır.
İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif ERSOY vurgusu, daha ihtişamlı olmuş ve ondan “Merhum Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşımızı kalemiyle değil, yüreğinin her zerresinden kopup gelen vecd ile yazmıştır.”diyerek; ona,ATATÜRK'den daha ziyade verdiği önemi göstermiştir.
Peki,Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşımızı kalemiyle değil, yüreğinin her zerresinden kopup gelen vecd ile yazmış da,ATATÜRK ne yapmıştır,Türkiye Büyük Millet Meclisini, hangi zorluklarla kurmuş ve vatanımızı, hangi zorluklarla düşman işgalinden kurtarıp bağımsızlığına kavuşturarak bu devleti kurmuştur?
Bu konuda ses yok tabi.
Konuşmasında,23.Nisan'ı adeta bir çocuk bayramına indirgemiş,bayramın asıl esprisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşu ve orada tecelli eden ulusal egemenlik kavramı üzerinde fazla durmamıştır.
İlk Meclisin kurulduğu 23.Nisan, ATATÜRK'ün çocuklara hediye ettiği bir bayram günüdür ama,burada asıl amaç, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu olgusu ve vurgusudur.
Sayın ERDOĞAN, konuşmasının son bölümünde;”Bize bu vatanı armağan eden şehit ve gazilerimizi rahmetle şükranla anıyor, çocuklarımızın ve tüm dünya çocuklarının bayramını tebrik ediyorum. Milletimizin ve tüm İslam aleminin bu gece ilk teravih namazını kılıp ilk sahurunu yapacağımız Ramazan-ı Şerifini tebrik ediyorum. “demekle yetinmiş,günün kahramanı,Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurucusu,bu günü çocuklara bayram olarak hediye eden ATATÜRK'ü yok sayarak adını anmamıştır.
Ama,sanki gerekliymiş ve yeriymiş gibi,”milletimizin ve tüm İslam aleminin bu gece ilk teravih namazını kılıp ilk sahurunu yapacağımız Ramazan-ı Şerifini tebrik ediyorum.”diyerek dini politikaya alet etmekten geri kalmamıştır.
Bize göre,bu gece,ulusal egemenlik;ekmek arası köfte gibi,çocuk bayramı kutlamasıyla, Ramazan kutlaması arasında tost edilmiştir. 23/04/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

21 Nisan 2020 Salı

AKP GENEL BAŞKANI O KADAR DA UZUN BOYLU DEĞİL



Sayın AKP Genel Başkanı ERDOĞAN;söylediklerinizi kulaklarınız duyuyor mu sizin?
Halkın, canıyla ve geçim derdiyle uğraştığı,burnundan soluduğu bu koronavirüs salgınına rağmen;her geçen gün, gerçek ve hukuk dışı konuşmalarınızla iyice batıyorsunuz ve halkı kutuplaştırıp ayrıştırıyorsunuz.
Sizin; anayasa,yasa ve hukuk dışı, gerçek olmayan konuşmalarınızı duydukça,bir hukukçu ve aydın olarak kafayı sıyırmak üzereyiz.
Yeter artık.Halkı enayi yerine koymaktan vaz geçiniz lütfen.
Konuştuklarınızı artık kulaklarınız duymalı,konuştukça battığınızın farkında değilsiniz.
Siz,bu ülkenin Cumhurbaşkanı olduğunuzu zannediyorsunuz ama,sürekli AKP Genel Başkanı gibi davranıyor ve konuşuyorsunuz.
Cumhurbaşkanı olduğunuzu,sizi haklı olarak eleştiren,size hak ettiğiniz ama suç teşkil etmeyen,eleştirel cevapları verebilme ve yazabilme cesaretini gösteren, ülkesini seven insanlar hakkında haksız suç ihbarlarında bulunurken,hukuku ve savcıları sopa olarak kullanırken hatırlıyorsunuz.Cumhurbaşkanlığı yüce makamını,AKP Genel Başkanlığına alet ediyorsunuz.
Cumhurbaşkanı olmanın ve yemininizin gereklerini yerine getirmediğiniz halde,cumhurbaşkanlığını, size yönelik haklı eleştirilere paratoner olarak kullanıyorsunuz.Bu davranışınız;hukuka, mertliğe ve Kasımpaşalılığa asla sığmaz sanırım.
Sizin,hakarete varan haksız suçlamalarınıza, haklı olarak cevap veren muhaliflerinize, Cumhurbaşkanına hakaret ettikleri suçlamasında bulunmaya hakkınız yoktur.
Cumhurbaşkanına hakaret suçu;gerçekten umhurbaşkanı gibi, halkını tümüyle kucaklayan,halkını kutuplaştırmayan,milletin birliğini temsil eden,göreve başlarken namusu ve vicdanı üzerine yemin eden,Cumhurbaşkanı olmanın ve yemininin tüm gereklerini yerine getiren; sözde değil,özde Cumhurbaşkanı olan kişileri koruma altına almak için yapılan bir düzenlemedir.
Siz ne yapıyorsunuz?
AKP Genel Başkanı gibi,sürekli siyaset yapıyor,muhalefete ve muhalefet belediye başkanlarına hakaretler yağdırıyor,onları haksız olarak paralel devlet yapısı oluşturmakla,PKK ve FETÖ gibi davranmakla ve eş değer olmakla suçluyorsunuz,bu suçlamalarınızın doğru olmadığını,vaktiyle Kürt açılımları ve FETÖ beraberliğinizle, gerçek PKK ve FETÖ yandaşlığı yaptığınızı unutmuş gözükerek,muhalefeti suçlamakta haksız olduğunuzu, aslında siz de çok iyi biliyorsunuz ama,yapacak ve bu millete verecek birşeyiniz kalmadığı için,milletin gözünün içine baka baka, haksız ithamlarla çırpınıyorsunuz ve size doğrular söylenince,haksız suçlamalarınıza cevaplar verilip eleştirilince,Cumhurbaşkanı olduğunuzu hatırlayarak, millete cumhurbaşkanına hakaret suçlaması sopasını gösteriyorsunuz.
Sayın ERDOĞAN;siz sandıktan Cumhurbaşkanı seçilerek çıkmış olabilirsiniz,bu hiç önemli değil, önemli olan Cumhurbaşkanlığı koltuğunu hak edebilmek,Cumhurbaşkanı gibi davranabilmektir.
Aslında,AKP Genel Başkanı olarak dahi söylememeniz gereken, gerçek ve hukuk dışı söylemlerinizi sürekli yineliyor ve bu ülkeye hizmet eden CHP'li belediye başkanlarının halk yararına yaptıkları hizmetleri içinize sindiremediğinizi açıkça gösteriyorsunuz.
Belediyelerin;anayasanın 126 ve 127.maddelerine göre, idarenin yapısını oluşturan merkezi idare yanında, mahalli idareler olduğu gerçeğini,eski İstanbul Belediye Başkanı olarak çok iyi bilmenize rağen,işinize gelmediğ için, konuyu saptırıyorsunuz,belediye başkanlarının yetki ve imtiyazları arasında, özel yasalarında açıkça belirtildiği gibi, bağış toplama yetkileri vardır.Yardım Toplama Yasasında düzenlenen yardım toplama ile Belediye Başkanlarına özel yasaları ile tanınan bağış kabul etme eylemlerini birbirine karıştırmayınız.
Belediyeler; anayasaya göre, mahalli yönetim birimi olan kamu kuruluşlarıdır. Belediyeleri, Kanarya Sevenler Derneği ile bir tutarak, yardım toplamak için Valinin iznini gerekli göremezsiniz.
Sayın ERDOĞAN;duyduk ki,yalanlamadınız da,23.Nisan günü Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100 kuruluş yıldönümü nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak olan özel oturuma katılmayacakmışsınız.Sanırım koronavirüs salgını nedeniyle.
Biz,bunu çok yadırgadık ve hem kendi ve hem de sizin adınıza çok üzüldük.ATATÜRK olmak kolay değil biliyoruz,ATATÜRK'ün kısa hayatı, koronovirüslerden çok daha riskli ve tehlikeli,kelle koltukta savaş meydanlarında, cephelerde geçti,hayatını hiçe saydı,bu ülke için geceli ve gündüzlü, azgın emperyalist devletlerin üstün güçleriyle sürekli savaştı,Türkiye Büyük Millet Meclisini kurdu ve kurtuluş mücadelesini bu gazi meclis eliyle yürüttü,savaş meydanlarından kaçmadı,hayatını bu ülkeye adadı ve genç yaşta hayatını yitirdi.O da bilirdi canın tadını,ama bilmedi,hayatını bu ülkenin kurtuluşuna ve bağımsızlığına adadı.Cepheden cepheye koştu,ordularının başında yer aldı.Meclisi, kendinden üstün gördü ve meclisten hiç kaçmadı.
Siz,yeri geldiğinde,bu ülkenin ikinci ATATÜRK'ü olduğunuzu ima eden tavırlar alıyorsunuz.Politikaya kefeninizi giyerek atıldığınızı söyleyerek, mangalda kül bırakmıyorsunuz,çok kolay askeri harekat kararları vererek,insan evlatlarını gözünüzü kırpmadan Suriye bataklığına gönderiyorsunuz ve ölen askerler için de,görevlerini yaptılar,tabi ölüp şehit olacaklar,şehit olmak şereftir, her kula nasip olmaz diyorsunuz ama,koronavirüs salgını nedeniyle,en üst düzeyde korunma tedbirlerinize rağmen,meclisin açılışının 100.Yıldönümü gibi çok özel ve önemli bir günde Mecliste hazır bulunmak istemiyorsunuz.
Umarız; yanılıyoruzdur,bize yanlış bilgiler verilmiştir.
Meclisteki 100.Yıl kutlama oturumunda hazır bulunmayacaksanız,politikaya atılırken giydiğinizi söylediğiniz kefeninizi, daha fazla üzerinizde tutmayınız.
Olmadı Sayın ERDOĞAN,hem de hiç olmadı.
Sayın ERDOĞAN size hak vermiyor da değiliz.
Belki de,ortada 100 kuruluş yıldönümü kutlanacak bir Türkiye Büyük Millet Meclisi mi bıraktım,nerede o eski meclisler,meclisin içini boşalttım, artık meclisin işlevi kalmadı, meclis de benim diye düşünmüş olabilirsiniz.Böyle düşünüyorsanız, yerden göğe kadar haklısınız.Zira,biz de aynı görüşteyiz.
21/04/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

19 Nisan 2020 Pazar

100.YILI GÖRKEMLİ OLARAK KUTLAMAYI HAK ETTİK Mİ?


Dört gün sonra,23.Nisan.2020
23.Nisan.2020;
23.Nisan.1920 de Atatürk'ün önderliğinde kurulan, Türk Milletinin kayıtsız şartsız egemenliğini temsil eden,Bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin,Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuyla taçlanacak olan,güçlü emperyalist devletlere karşı,kıt imkanlarla, canla başla verdiğimiz milli mücadelemizin,bağımsızlık ve kurtuluş savaşımızın yönetildiği,buna dair önemli kararların alınarak uygulandığı,bünyesinden çıkan meclis hükümet sistemiyle ülkemizin yönetildiği,Türk Milletinin egemenlik hakkını, onun verdiği yetkiyle kullanan Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 100.yıl dönümüdür.
23.Nisanlar; aynı zamanda,ATATÜRK tarafından çocuklara armağan edilen Dünya'nın ilk ve tek çocuk bayramıdır.
Bu nedenle; bu çok güzel ve özel günü,Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı olarak kutluyoruz her yıl.
Bu yıl ise,tüm Dünya'yı ve ülkemizi de saran Koronavirüs salgını nedeniyle,Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun ve açılışının 100.yılını,zorunlu sağlık nedenleriyle, 100.yılın şanına uygun görkemli bir şekilde kutlayamayacak olmanın üzüntüsünü yaşıyoruz Milletçe.
Salgın nedeniyle,belli yaş gruplarına ve hafta sonları da herkese, sokağa çıkma yasakları uygulanıyor,halkımız kaygılı, 100.yılı sokaklarda kalabalıklar halinde coşkulu bir şekilde kutlayamayacağımıza göre,hiç değilse evlerimizden,evlerimizin pencere ve balkonlarından balonlar uçurarak,marşlar söyleyerek kutlayalım diye,aramızda bir ittifak oluştu sanki.
Ancak;halkımız, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23.Nisan.1920 de kurulup açılışının 100 yılını coşkuyla sokaklarda kutlayamamaktan dolayı hiç üzülmemelidir.
Bize göre;herkes,başını iki elinin arasına alarak düşünmeli ve kendi kendine sormalıdır.
Bizler;
Bugün,100.Yılda, meclisin işlevsiz bırakılarak,yetkileri elinden alınarak, adeta içinin boşaltıldığı, çocuklarımızın; laik eğitimden ve bilimden uzaklaştırılarak,dini dogmalarla eğitildiği,yoksulluktan ve işsizlikten dolayı birçok çocuğumuzun gece yatağa aç olarak girmek zorunda bırakıldığı bu koşullarda,Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanan Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100.açılış yılını,görkemli bir şekilde kutlamayı hak ettik mi acaba?
Evet,bir düşünün bakalım;
Parlamenter sistemin, güçler ayrılığının yok edilerek,
Tek adama dayalı,yasama,yürütme ve yargıyı tek adamın iki dudağının arasına terk eden şimdi yürülükte olan bu ucube otoriter sistemin getirilmesinden,
Kuruluşunun 100.Yılını idrak ettiğimiz,duvarında “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”yazan Türkiye Büyük Millet Meclisinin;yetkilerinin yok edilerek içinin boşaltılmasından,
Bakanların, artık seçilmiş milletvekillerinden oluşan Meclisin içinden seçilerek atanmasından vaz geçilerek,milletvekili olmayan kişilerden ve dışarıdan atanıyor olmasından,
Bu düzenin bakanlarının ve eskinin başbakanı ve bakanlar kurulu başkanı konumundaki yürütmenin başı olan Saraydaki tek yetkili kişinin, Türkiye Büyük Millet Meclisini muhatap almayarak,Meclise dahi gelmemelerinden,
Meclisin,yürütmeyi denetleme yetkilerinin çoğunun elinden alınmasından,
Meclisin;en temel yetkisi ve varlık nedeni olan yasama yetkisinin sınırlandırılmasından,bu sınırlı yasama yetkisini dahi, saraydaki tek adamın talimatıyla ve onun müsaade ettiği ve onay verdiği ölçü ve şekilde, parmak kaldırıp indirmekle mekanik olarak yerine getirebilmesinden,
Meclisteki azınlık muhalefet milletvekillerinin seslerinin, iktidardaki çoğunluk milletvekilleri tarafından kısıldığı,muhalefetin tüm yasa tekliflerinin gündeme dahi alınmadığı,önergelerinin iktidar çoğunluğunca peşinen reddedildiği,içeriğini dahi henüz bilmedikleri ileriye dönük muhalefet önergelerinin dahi reddedileceğinin peşinen ilan edildiği,bütçenin yapımında söz sahibi olmadığı gibi,bütçe harcamalarını dahi denetleyemediği bir meclisin oluşmasından,
Meclisin kurucusu ATATÜRK'ün; iktidar desteğiyle hakaretlere maruz bırakılmasından,ATATÜRK'e hakaret eden vatan hainlerinin, iktidar tarafından korunup kollandığı, onlara VİP insan muamelesinin yapıldığı bir düzenin oluşmasından,
Susarak,sesimizi yükseltmeyerek,demokratik direnme ve eleştiri haklarımızı kullanmayarak,bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek,tüm yapılanlara gözümüzü kapatarak,korkarak,bu yetersiz ve demokrasiden nasibini almamış AKP iktidarına,göz göre göre oylarımızla destek vererek,18 yıl boyunca kötü yönetimine boyun eğerek, hepimiz sorumlu değil miyiz?
Alın işte size,layık olduğumuz yönetim,hapis evlerimizden balon uçurmak suretiyle 23.Nisanı kutlamamamızı dahi yasaklamış.
Bu şartlarda, bizim neyimize, 23.Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 100.yılını kutlamak.
Bu kutlamayı hak ettik mi?
Hangi yüzle kutlayacağız 100.Yılı?
Oturalım oturduğumuz yerde.
Biz nerede hata yaptık diyerek, özeleştiri yapalım hepimiz. 19/04/2020
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

18 Nisan 2020 Cumartesi

GÜVEN TAZELEYEN İÇİŞLERİ BAKANI'NDAN BEKLENEN HAMLE



İçişleri Bakanı SOYLU'dan beklenen ve bizi hiç şaşırtmayan bir hamleye tanık olduk,biz ve halkımız.
Sayın SOYLU;salgın hastalıktan dolayı işlerini kaybeden ve sokağa çıkamayan ihtiyaç sahibi insanlarımıza nakit ve mali yardım götürebilmek için gönüllü bağış kampayaları açan CHP'li Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanları hakkında soruşturma başlatmış.
Daha önce yazıp yayınladığımız makalemizle, bu yardım kampanyalarının yasal ve belediye başkanlarının yetkilerinde olan bir işlem olduğunu,yasal dayanaklarıyla, hukuken açıklamış ve sizleri bilgilendirmiştik.
Elli yıllık, yargının;iddi,savunma ve karar makamlarından oluşan üç ayağında da görev yapmış olan bir hukukçu olarak,bağış kampanyalarının, anayasal ve yasal olduğunu,bu eylemleriyle belediye başkanlarının yasal hakarını ve yetkilerini kullandıklarını,iktidarın iddia ettiği gibi,devlet içinde devlet gibi davranmadıklarını,anayasanın 126 ve 127.nci maddelerine göre,idarenin; anayasaya göre, çift başlı olduğunu,bu çift başlı idarenin birinci ayağının merkezi iadere,ikinci ayağının ise, mahalli yönetimler,yani belediyeler olduğunu, buradan yinelemek istiyoruz.
Haklarında soruşturma açılan İstanbul ve Ankara Belediye Başkanları; suçlu değil,bilakis, kendileri ve temsil ettikleri, oylarıyla seçildikleri İstanbul ve Ankara'nın yardıma muhtaç yoksul halkı, mağdur durlar.
Burada bir suçlu varsa; o da,anayasaya ve yasaların açık hükümlerine rağmen belediyeleri yok sayan,onların yasal yetkilerini kullanamaz hale getiren,bağış toplamalarına yasak getiren ve toplanan bankadaki bağış paraları üzerine anayasaya ve yasalara aykırı olarak bloke koyduran İçişleri Bakanının ta kendisidir.
İçişleri bakanı,başkanlar hakkında soruşturma açtırma hamlesiyle, hem suçlu ve hem de güçlü bir pozisyonun içine girmiş bulunmaktadır.
İçişleri Bakanı,geçtiğimiz hafta sonu ilan edilen ve yasağın başlamasından iki saat önce çok geç açıklanan iki günlük sokağa çıkma yasağından kaynaklanan, halkın sokaklara çıkarak virüsü birbirlerine yayma riskinin tüm sorululuğunu üzerine alarak, geçtiğimiz pazar akşamı sosyal medya üzerinden, samimi olmayan, parti içindeki ve Saray nezdindeki gücünü test etmek ve güven oyu almak amaçlı,saray tarafından da kabul edilmeyen, sözde istifa girişiminden muzaffer çıkmış,Saray ve parti nezdindeki gücünü ve güvenini tazeleyerek, tekrar bakanlık koltuğuna daha da güçlü olarak oturmuştur.
Bu sözde istifa girişimini analiz ettiğimiz; “BİR İSTİFA GİRİŞİMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ” başlıklı makalemizi;”Güvenoyu alan ve gücünü ispatlayan İçişleri Bakanını kim tutabilir bundan sonra?” diye sorarak bitirmiştik.
Evet,istifa girişiminden, parti içinde ve Saray nezdinde güçlenerek çıkan ve adeta güven oyu tazeleyerek daha güçlü bir şekilde bakanlık koltuğunda oturmaya devan eden SOYLU'yu kim tutabilir bundan sonra?
Nitekim;bağış kampanyası açılalı yirmi gün olmuş,şayet ortada gerçekten işlenmiş bir suç varsa, bugüne kadar niçin durulmuştur,soruşturma açtırmak için niçin beklenmiştir bugüne kadar? anlamak mümkün değil.
Bakan,bu gecikmiş soruşturma ile Saray'a olan diyet borcunu ödemek istiyor olmalı.
Zaten Saray ve AKP iktidarı,25 yıldır ellerinde tuttukları Ankara ve İstanbul'u kaybetmelerini asla unutamıyorlar.Bu nedenle, CHP'ye kaptırdıkları ve sonuçları genel seçimlere de yansıyacak olan Ankara ve İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlarının,bu salgın nedeniyle halk yararına gösterdikleri olumlu çalışmaları engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar.Ama korkunun ecele faydası yok,farkında olmadan bindikleri dalı kesmeye çalışıyor ve kendi sonların elleriyle hazırlıyorlar.
Umarız,bu soruşturmayı;devlet içinde devlet kurmaya çalışıyorlar,hükümeti devirmeye teşebbüs girişiminde bulunuyorlar diyerek,sanal ve kumpas bir terör suçuna dönüştürmezsiniz ve bunu neden göstererek,halkın oylarıyla seçilmiş olan ve halk yararına faydalı işler yapan ve bu nedenle halkın çok sevdiği İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlarını,görevden almaya kalkışmazsınız ve ülkenin başına bir çorap örmeye kalkışmazsınız.
Halk,virüs salgınından sonra uyandı artık.Kimlerin daha yararlı işler yaptıklarını, kimlerin yapamadıklarını ve yapanları da engellemeye çalıştıklarını,bizzat yaşayarak,sıkıntı çekerek,somut bir şekilde, çok iyi gürüyorlar.
Bu nedenle,yasaları zorlayarak,oraya buraya şirin gözükmek,diyet ödemek için kontrolsuz gücünüzü kullanmaya kalkışmayınız,kontrolsüz güç güç değildir,keskin sirke kabına zararlıdır.
Yapmayın lütfen.Gücünüzü kontrol ediniz ve halka yararlı işlerde kullanınız, söylemesi ayıp,maskesiz çıkma yasağı getirdiğiniz halkımıza, daha maske dağıtma becerisini gösteremediniz.
Allahtan korkmuyorsunuz,bari halkımızdan utanınız. 18/04/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

15 Nisan 2020 Çarşamba

HUZURLARINIZDA YENİ İNFAZ YASASINDAN MANZARALAR



Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair, 7242 sayılı torba kanun, 15/04/2020 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürülüğe girmiş bulunmaktadır.
Bu kanun da, AKP iktidarının çıkardığı diğer kanunlar gibi,anlaşılması zor ve kanun yapma tekniğine aykırı olarak yapıldığından, bir hukukçu olarak biz dahi anlamakta zorlandık, bunu peşinen belirtmeden geçemeyeceğiz.
Bu kanuna kısaca infaz kanunu diyeceğiz makalemizin sonraki bölümlerinde.
Bu kanunla, Ceza Muhakemesi Kanununda yapılan bazı değişikliklerle,adli kontrol tedbirinin sınırları genişletilmiş olup,bunu lehe bir değişiklik olarak görebilirsek de,bunun aynı zamanda zararlı sonuçlar da doğurabileceğini kabul etmek gerekecek.Zira,bizim hakimlerimiz yasal tutuklama nedenleri olmadığı halde, yasaları çiğneyerek çok kolay tutuklama kararları verebildikleri için,tutuklamanın yasal koşulları olmadığı halde,şüpheli veya sanığı salıverme yerine, kolaya kaçıp, adli kontrol tedbiri uygulayabileceklerdir.
Ceza Muhakemesi Kanununun 112. maddesinde yapılan değişiklikle getirilen “ Hakkında mahkûmiyet hükmü verilmiş ve bu hükümle ilgili olarak istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulmuş olması hâlinde, UYAP kayıtlarını incelemek suretiyle, hükmü veren ilk derece mahkemesi de tutuklama kararı verebilir. “düzenlemesi, uygulamada çok sakıncalı sonuçlara neden olabilecektir.
Zira,bir sanık hakkında mahkumiyet kararı veren yerel ilk derece mahkemesinin,mahkumiyet kararıyla birlikte sanığın tutuklanmasına karar vermemesi veya tutuklu sanığı,tutuklama nedenleri kalmadığı gerekçesiyle, hükümle birlikte tahliye etmesi halinde,bu kararı beğenmeyen merci ve makamlar,örneğin Adalet Bakanı veya Saray,sanığın tutuklanması için girişimde bulunabilecek ve sanığın,elini işten çekmiş bulunan ve evrensel hukuk kurallarına göre, artık bir karar yetkisi kalmayan hükmü veren ilk derece mahkemesini sanığın tutuklanması için baskı altına alabilecektir.Bunun yasal prosedürü yasada yer almamakla birlikte,yerel savcılık vasıtasıyla,itiraz yolu kullanılarak bu sağlanacaktır.
Bu uygulamanın örneği,hem de beraatine karar verilerek tahliye edilen bir darbeye teşebbüs sanığında yaşanmış,istinaf kanun yolundaki sanık,itiraz yoluyla ilk derece mahkemesi tarafından tutuklanmıştır.Neyse ki,yeni düzenleme ile beraat eden sanık için bu yol tıkanmış ve sadece mahkumiyet kararı verilen sanıkların,hükmü veren ik derece mahkemesi tarafından tutuklanabilmesiyle sınırlı tutulmuştur.
Eskiden şartla salıverilme için cezanın üçte ikisinin iyi halle çekilmiş olması koşulu gerekli iken, çekilmesi gereken sürede indirime gidilerek, cezalarının yarısını infaz kurumunda geçirenler koşullu salıverilmeden yararlanacaklardır.
Bu kurala bazı istisnalar getirilmiş olup,buna göre;
Türk Ceza Kanununun;
a) Kasten öldürme suçlarından (madde 81, 82 ve 83) süreli hapis cezasına mahkûm olanlar,
b) Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçundan (madde 87, fıkra iki, bent d) süreli hapis cezasına mahkûm olanlar,
c) İşkence suçundan (madde 94 ve 95) ve eziyet suçundan (madde 96) süreli hapis cezasına mahkûm olanlar,
d) Cinsel saldırı (madde 102, ikinci fıkra hariç), reşit olmayanla cinsel ilişki (madde 104, ikinci ve üçüncü fıkra hariç) ve cinsel taciz (madde 105) suçlarından süreli hapis cezasına mahkûm olanlar,
e) Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan (madde 102, 103, 104 ve 105) hapis cezasına mahkûm olan çocuklar,
f) Özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlardan (madde 132, 133, 134, 135, 136, 137 ve 138) süreli hapis cezasına mahkûm olanlar,
g) Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan (madde 188) hapis cezasına mahkûm olan çocuklar,
h) Devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçlarından (madde 326 ilâ 339) süreli hapis cezasına mahkûm olanlar,
cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabileceklerdir.
Ayrıca, suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olan çocuklar ile 1/1/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar hakkında koşullu salıverilme oranı üçte iki olarak uygulanacaktır.
Bu suretle; suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar (örneğin Çakıcı) dan hükümlü olanlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olan çocuklar için iyileştirme yapılarak,koşullu salıverilme için gerekli olan dörtte üçlük infaz süresi, üçte ikiye indirilmiş,buna mukabil, iktidarın medya virüsleri olarak nitelendirdiği,özellikle gazetecilerin ve medya mensuplarının aleyhlerine olarak, Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar hakkında koşullu salıverilme oranı,bir bölü iki (yarı) olarak değil, üçte iki olarak uygulanmaya devam edecektir.Bu yasayı çıkaran AKP iktidarı ve onun mecliste çoğunluğu elinde bulunduran grubu,bu düzeenlemeyle,medya virüsleriyle mücadelenin ilk startını vermiş bulunmaktadır.
Yeni düzenlemeyle, suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek, ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar ve çocuk terör suçluları dışında, koşullu salıverilme oranı üçte ikiden fazla olan suçlar bakımından, tabi oldukları eski yüksek koşullu salıverilme oranı uygulanmaya devam edecektir.
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar hakkında, koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması bakımından 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 107 nci maddesinin dördüncü fıkrası ile 108 inci maddesi hükümleri uygulanır,hükmü mevcuttu,yeni düzenleme ile 107.maddenin dördüncü fıkrasındaki örgütlü suçların infaz süresi dörtte üçten üçte ikiye indirildiği için,3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası kapsamına giren suçlardan mahkum olanların, üçte iki infazdan yararlanmalarının önüne geçmek amacıyla,yeni yasayla,Terörle Mücadele Yasasının 17. maddesinin birinci fıkrasına,”Ancak süreli hapis cezaları bakımından düzenlenen koşullu salıverilme oranı,dörtte üç olarak uygulanır” cümlesi eklenerek,terör suçlularının şartla salıverilmelerinda dörtte üç oranı muhafaza edilmiştir.
30/3/2020 tarihine kadar işlenen suçlar bakımından;
Türk Ceza Kanununun; kasten öldürme suçları (madde 81, 82 ve 83), üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenen kasten yaralama ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçları, neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçu (madde 87, fıkra iki, bent d), işkence suçu (madde 94 ve 95), eziyet suçu (madde 96), cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar (madde 102, 103, 104 ve 105), özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar (madde 132, 133, 134, 135, 136, 137 ve 138), uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçu (madde 188) ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar hariç olmak üzere, 5275 sayılı kanunun 105/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan “bir yıl”lık denetimli serbestlik süresi, üç yıla çıkarılmıştır.
Yani, şartla salıverme açısından getirilen bir bölü iki oranındaki iyileştirmeden yararlanamayanlar, üç yıllık denetimli serbestlikten de yararlandırılmamışlardır.
Sizlere itiraf etmeliyim ki;böyle bir yasal düzenleme hiç görmedim,dört bilinmeyenli denklem gibi bir yasa,kafayı yemeden sonlandırayım istedim,yazacak daha çok şey var ama,bizden bu kadar. 15/04/2020



Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu







14 Nisan 2020 Salı

BİR İSTİFA GİRİŞİMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ



Yazımızın başlığı dikkatinizi çekmiş olmalıdır.
İçişleri Bakanı, 12/04/2020 pazar gecesi, istifa etmiş değildir bize göre.
Sadece, istifa girişiminde bulunmuştur.
İstifa,tek taraflı bir irade bidirimi ve karar olup,kabule bağlı değildir.Mecburi hizmet gibi yasal bir zorunluluk yoksa, istifa kararı ve iradesi reddedilemez.
İçişleri Bakanı; 10/04/2020 tarihinde gece saat 24.00 den itibaren başlayacak olan bazı illeri kapsayan iki günlük sokağa çıkma yasağının,Cumhurbaşkanının talimatıyla alındığını beyan etmiş,halkın kendilerine yasağın iki saat önce bildirilmesi nedeniyle paniğe kapılarak alışveriş amacıyla sokak ve caddeleri,marketleri doldurarak salgın tehlikesini körüklemeleri nedeniyle, sokağa çıkma yasağı kararını kendisinin verdiğini,tüm sorumluluğun kendisine ait olduğunu,hatasını ve eleştirileri,hatta hakaretleri kabul ettiğini açıklayarak,çark etmiştir.
Şu bir gerçektir ki;ülkemizde hiçbir bakan,Cumhurbaşkanının bilgisi,onayı ve son kararı olmadıkça, tek başına sokağa çıkma yasağı kararı alarak açıklayamaz.Bu nedenle,sokağa çıkma yasağı kararını verenin İçişleri Bakanı olmadığı kesindir.
Bu itibarla,bu kararda bir hata ve yanlışlık varsa,bu karar salgını tetikleyecekse, bunun sorumluluğu Cumhurbaşkanına aittir.
Bakanlar, bu sistemde seçimle iş başına gelmediklerine,Cumhurbaşkanının sekreteri olduklarına göre,mümkün değil ama,bu kararı İçişleri Bakanı tek başına almış olsa dahi,bu karardan Cumhurbaşkanı da doğrudan sorumludur.
İçişleri Bakanı, gözlemlediğimiz kadarıyla,partililer ve bakanlar içinde ERDOĞAN'a en sadık devşirme bir AKP'lidir. ERDOĞAN'a koşulsuz biat etmekte ve yasal olup olmadığına,suç teşkil edip etmediğine bakmadan, onun emir ve talimatklarını tartışmasız yerine getirmekte ve ona sadakatini ortaya koymaktadır.Bu nedenle,ERDOĞAN'ın en has adamıdır.
Hani,büyük çiftlikler vardır,çiftlik sahibinin de çok güvendiği çiftlik kahyası vardır ya.ERDĞAN ile İçişleri Bakanı arasındaki bağ ve yakınlık, aynen öyledir.
İçişleri Bakanını, parti içinde tutan azımsanamayacak sayıda taraftarı da vardır ve iktidar ortağı MHP nezdinde de büyük bir itibarı mevcuttur.
Nitekim,pazar akşamı İçişleri Bakanı istifa girişiminde bulunduğunda,partili büyük bir kitle, İçişleri Bakanının yanında yer alarak, bakana olan sevgi ve bağlılıklarını açıklayanrak,görevde kalması ve istifa etmemesi için gösteri yapmışlardır.
İçişleri Bakanı,ERDOĞAN ve parti nezdindeki,kendisine yönelik bu beğeniyi ve gücünü bildiği için,belki ERDOĞAN ile görüşerek veya görüşmeden bir güç gösterisinde bulunarak,istifa girişiminde bulunmuştur.
İçişleri Bakanı istifa girişiminin,ERDOĞAN tarafından kabul edilmeyeceğini çok iyi bilmektedir.Bakan,İstifa girişiminde samimi değildir.Zira,ülkemizde hata yapan bir bürokrat veya bakanın istifa etmesi gibi, bir demokratik gelenek ve alışkanlık mevcut değildir.
Ki;bakanın samimi olmayan bu istifa girişimi, saray tarafından kabul edilmemiş ve konserin sonlarına doğru sahneyi terk edip kulise giderek, bu esnada seyircilerin alkışları ve bir daha,bir daha naraları üzerine tekrar sahneye dönüp konserine devam eden şarkıcı misali, istifa girişiminden hemen vazgeçmiştir.
Bu istifa girişimi,hem gündemi değiştirmiş ve açıklanmasındaki zamanlaması itibariyle eleştirilen iki günlük sokağa çıkma yasağı tartışmalarına son vermiş,hem de İçişleri Bakanının parti içindeki gücünü test etmesine ve güven tazelemesine yardım etmiştir.
ERDOĞAN;kendisine yararlı ve çok sadık olan İçişleri Bakanını gözden çıkaramamıştır. Ancak,istifa girişiminde bulunan bakan lehine, partililerce yapılan gösterilerden de kaygı duymuş olmalıdır.Zira, ileride şu veya bu sebeple İçişleri Bakanını göndermek istediğinde, bu gönderme kararının parti içinde çalkantıya neden olacağını görmüştür.
Güvenoyu alan ve gücünü ispatlayan İçişleri Bakanını kim tutabilir bundan sonra? 15/04/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

MEDYA VİRÜSLERİ



AKP Genel Başkanı ERDOĞAN;dün (13/04/2020),Tarabya’daki Huber Köşkü’nde video konferans yöntemiyle düzenlenen kabine toplantısının ardından yaptığı açıklamada, “Ülkemiz sadece koronavirüsten değil aynı zamanda bu medya ve siyaset virüslerinden de inşallah kurtulacaktır” demiş.
Virüs;artık, hepinizin çok iyi öğrendiği gibi,bakterilerden daha küçük olan, hastalık yapma özelliğine sahip, canlı bir hücre içerisinde canlılık özelliği gösteren, DNA ve RNA’ya sahip ancak elektron mikroskobunda görülebilen parazitlerdir.
Yani, vürüs'ün en belirgin ve zarar veren özelliği,girdiği insan hücresinin içinde canlılık göstererek,insanlarda hastalık yapma özelliğine sahip olmasıdır.
ERDOĞAN'a göre, demokrasinin tanımı;sadece, kendisine ve yandaşlarına,kendisine koşulsuz biat eden AKP mensuplarına tanınan,en başta düşünce ve düşünceyi açıklama,hatta hakaret etme ve sair özgürlükler toplamı olduğu için,kendisi gibi düşünmeyen ve düşünce açıklayan,kendisinin yanlışlarını haklı olarak eleştiren tüm muhalif kişileri,medyayı ve siyasetçileri, Koronavirüs gibi tehlikeli ve öldürücü ilan etmiş ve bu muhalif,doğruları söyleyen medya ve siyaset virüslerinden kurtulmak için onlara da savaş açacağını, açıkça ilan etmiştir.
ERDOĞAN'ın bu meydan okuyan beyanı,kırıntısı dahi kalmayan ve artık virüs gibi gözle görülemeyen demokrasimizi tamamen yok edecek talihsiz ve çok tehlikeli bir beyandır.
ERDOĞAN;bize göre siyaset ve medya virüsleri benzetmesiyle,kırıntısı dahi kalmayan demokrasiden tamamen kurtularak,tek adamlığının yanısıra,ülkeyi tek ses olarak,dikensiz gül bahçesi gibi idare etmenin planlarını kurmaktadır.
Koronavirüsle mücadele de göstermiştir ki;virüslerle mücadele ve onları tamamen yok edebilmek,asla mümkün değildir,bu mücadelenin bir bedeli olmaktadır.Her akşam Sağlık Bakanlığı açıklamakta ve yüzlerce kişi bu mücadelede can vermektedir.
Hergün,tıp adamları televizyonlara çıkarak;ilacı ve aşısı olmayan Koronavirüsle mücadele ve onları zararsız hale getirebilmek için;insanlar olarak, dengeli beslenmek ve vücudumuzun bağışıklık sistemini güçlendirmek, zorunludur.
Virüsler,sürekli mutasyon'a uğrayarak girdikleri hücrelere zarar vermeye devam etmektedir,bulunacak aşının da sürekli bir yararı bulunmamaktadır.
Bu nedenle,virüslerle savaşmak ve mücadele etmekte, kalıcı ve en etkili yol,virüslere karşı onları yok edecek antikor üretebilmektir.Bunun tek yolu da,vücudumuza sahip çıkarak,vücudumuzun bağışıklık sistemini güçlü tutmaktır.
Bu tıbbi gerçekler karşısında,biz Sayın ERDOĞAN'a buradan, nazçizane olarak diyoruz ki;gerçekten, demokrasiden yanaysan,demokrasiye musallat olan virüslerle mücadele etmek ve demokrasiyi virüslerden korumak istiyorsan,demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından olan düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlüklerini,medya'yı, hiç ayrım yapmadan koruyup kollayacaksın,diğer tüm insan hak ve özgürlüklerine sahip çıkacaksın,yargı bağımsızlığını ve güçler ayrılığını tesis edeceksin,şeffaf olacaksın,muhalefet partilerini ve zaten yok olan muhalif basını ve medyayı özgür bırakacaksın,senin gibi düşünmeyenlere,seni suç işlemeksizin sadece ağır bir şeklilde eleştireneleri hoş göreceksin,onlara tahammül edeceksin,gerçek demokrasinin tüm gereklerini yerine getireceksin.
Bu şekilde demokratik bağışıklık sistemi güçlenmiş,direnç kazanmış,demokrasi karşıtlarına karşı antikor üreterek savaş açabilen toplumlarda, Koronavirüs'ü yok etmek işten bile değildir.
Tabi,sizler; gerçek demokrasiden yana iseniz. 14/04/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu








12 Nisan 2020 Pazar

İYİ BİR İŞ YAPIN DA ALKIŞLAYALIM SİZİ


Allah rızası için yalvarıyoruz sizlere,eve hapis olduğumuz bu sıkıntılı günlerimizde iyi bir iş yapın da sevindirin bizleri ve bizler de sizleri alkışlayalım ne olursunuz.
Her aldığınız ve/veya alamadığınız kararların hiçbiri, milletin yararına değil.
Kendi siyasi geleceğinize yarar sağlayacağını umarak,milletin zararına aldığınız ve/veya almadığınız tüm kararlar;aslında, sizin de yararınıza olan kararlar değil,çöküşünüzü,yok olup gideceğinizi siz de çok iyi görüyorsunuz,bu korku sizlerin gözlerinizi karartmış olmalı ki;sadece,gerçekleri göremez hale gelmişsiniz. Kaybettiğiniz, İstanbul ve Ankara en başta olmak üzere, tüm büyük şehirlerin CHP'li belediye başkanlarının halka hizmet yolundaki başarı ve zaferlerini görerek,aradan geçen bir yıla rağmen,bu şehirleri kaybedişinize üzülüyor ve bu yenilgiyi bir türlü unutamıyorsunuz, bu CHP'li belediye başkanlarının halk yararına hizmetlerini kıskanıyorsunuz,bu başarılı hizmetlerini içinde bulunduğumuz salgın hastalık süresince devam ettirmeleri halinde,CHP'nin; millete hizmet yolunda, büyük bir başarı gösterdiğini görecek olan milletimizin, önümüzdeki genel seçimlerde, iktidarı CHP'ye teslim edeceğinden ve iktidarı kaybedeceğinizden korkuyorsunuz. Ama,korkunun ecele bir faydasının olmadığını aklınıza getirmek istemiyorsunuz.
CHP'li büyükşehir belediyelerinin bağış toplayarak ihtiyaç sahibi insanlarımıza dağıtmak için açtıkları kampayaları,anayasa ve yasa hükümlerini yok sayarak yasakladınız.
Hani, iktidar ve merkezi idare olarak, devreye girip, evlerine hapsettiğiniz işini kaybeden yoksul halkın cebine devlet hazinesinden bir para koyabilseniz, canımız yanmayacak,ama onu da yapamıyorsunuz,devletin tüm paralarını gereksiz yatırımlara,yandaş vakıflara,mütahitlere,lüks harcamalarınıza harcadınız.
Daha,maske dağıtımını düzenli bir hale getiremediniz.Maskelerin satışını da yasakladınız,ama hala maskeleri halka ne şekilde dağıtacağınıza net bir karar vererek uygulamaya geçiremediniz.PTT dağıtsın dediniz,sonra E Devlet dediniz,en son eczaneler dağıtacak dediniz.Ne yapacağınızı şaşırmış durumdasınız.
Tek düşünceniz, halkın sağlığı değil,siyasi geleceğiniz.Virüs sizin beyninize girmiş sağlıklı düşünemiyorsunuz.
Yoksullara yemek dağıtan aşevleri, ta Osmanlıdan bu yana, bu ülkenin geleneğinde vardır.Önümüzde Ramazan ayı var,geçmiş Ramazan günlerinde varlıklı insanlarımız bile aşevi olarak kurulan çadırlarda yoksullara iftar yemekleri verir,çeşitli kuruluşlar sırayla fakirlere bu aşevlerinde yemekler veririler.Belediyelerin en asli görevlerinden biri de,yaksul halka yardım etmektir.Bu yardmları,Ramazan aylarıyla sınırlı olarak değil, yıl boyu yaparlar.Bunun için salgın bir hastalık olması da gerekmez. Belediyelerin rutin hizmetlerinden biridir,aşevleri açarak yoksul halkın karnını doyurmak.
Hal böyleyken,Eskişehir Belediyesinin fakir halka yemek yedirip dağıttığı aşevine yasak getirmişsiniz,dün televizyonlardan izleyince, bu kadarı da olmaz artık dedirttiniz,pes doğrusu.Bu aşevi yeni açılmış ve yeni hizmet vermeye başlamış değil ki,bu yasağınızın tek nedeni, yine siyasi,Eskişehir belediyesinin CHP belediyesi olması ve Eskişehirli'ye hizmet etmesi, sizleri çıldırtmış olmalı,bunun başka hiçbir izahı olamaz.
Vaz geçiniz bu siyasi kıskançlıktan, sizler de AKP olarak iktidarınızla belediyelerinizle halka yardım elinizi uzatarak, CHP ile meşru ve yasal zeminde,halka hizmet ederek yarışınız.
Salgın hastalık döneminde siyaseti,siyasi kaygıları bir kenara bırakarak,iktidarıyla muhalefetiyle birlik ve beraberlik içinde olunuz ve birlik ve beraberlik içinde çift koldan halka yardım ediniz.
Milli birlik ve beraberliği;söylem ve eylemleriyle,uygulamalarıyla,ayrım yapmadan insanları kucaklayarak,iktidar olarak ilk önce sizlerin sağlaması gerekir.Muhalefetten, milli birlik ve beraberlik içinde hareket edelim deme hakkına sahip olmanız için, muhalefet belediyelerinin yardımlarına, hukuka ve yasalara aykırı olarak yasaklar getirmemeniz gerekir.
Şimdi biz bu makaleyi yazdık diye,bize de kızacaksınız,yine milli birlik ve beraberlik edebiyatı yapacaksınız utanmadan.Önce aynaya bakınız lütfen,biz nerede hata yaptık ve yapıyoruz diye bir düşününüz.Açınız, o körelen gözlerinizi ve vicdanlarınızı.
Son iki günlük sokağa çıkma yasağı kararının ve kapsamının ilan saati de,zamanlaması itibariyle bir kaos sebebi olmuştur.Kararı duyar duymaz,aç gözlü bazı insanlar,iki günde açlıktan öleceklermiş gibi,hemen sokaklara ve caddeler fırladılar,sosyal mesafe diye bir şey bırakmadılar, iç içe alışveriş savaşına girdiler,yer yer kavgalar oldu,bizi yönetenler bu sınavı da geçemediler.
Sonunda,İçişleri Bakanı tüm sorumluluğu üzerine alarak,kararı ben verdim, bütün hata benimdir diyerek aradan sıyrılmaya kalktınız.
Hayır bu kararı, İçişleri Bakanı tek başına veremez,yetkisi olmadığı gibi, cesareti de yoktur.Bu kararda Saray'ın olurunun ve onayının bulunmaması, asla mümkün değildir.Kaldı ki önceki söylemlerinde, İçişleri Bakanı, cumhurbaşkanının talimatıyla bu sokağa çıkma yasağı kararını aldığını açıklamıştır.Bugüne kadar ki tüm uygulamalar bu yöndedir.Saray'a rağmen, bu ülkede kuş uçamayacağını bilmeyen kaldı mı?Bu, hafta sonu iki günlük sokağa çıkma kararında da, halkımız kandırılmakta ve tüm hata İçişleri Bakanı tarafından üstlenilmektedir.Bu kararı da yüzünüze gözünüze bulaştırdığınızı kabul ediniz lütfen.
Bu ülkeye, zararından ve mali külfetinden başka hiçbir yararı bulunmayan Diyanet,vip cuma namzalarına sayılı cemaat ile devem edileceğini açıklamıştır.Bu salgın ortamında,ne kadar yanlış ve tehlikeli bir karar.Hep söylüyoruz,Allahın,bizim cuma namazlarımıza ihtiyacı yok,onun için kullarının sağlıkları daha önemli,namazı da insan sağlığı için farz kılmış,ölümle sonuçlanan salgın geçene kadar cuma namazlarını askıya alsanız günaha değil,sevaba girersiniz.Bunun dahi bilincinde olmayan bağnaz bir yönetimin elinde, önümüzdeki demokratik seçimleri beklemekten başka bir olanağımız yok malesf.
Hepinize sağlıklı güzel ve keyifli bir pazar diliyorum. 12/04/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

8 Nisan 2020 Çarşamba

MASKE DEYİP KÜÇÜMSEMEYİNİZ!...



Korona virüs,bizleri evlere kapattığı gibi;maske,izolasyon,kolonya,sabun, ateş, öksürük gibi kelimeleri,günün her anında sıkça telaffuz edip, duymamızı sağladı.
Kolonya,sabun,ateş ve öksürük gibi kelimeler, bizlere pek yabancı değildi,bugünkü kadar sıkça telaffuz edilmeseler de,yine de sıkça duyduğumuz ve telaffuz ettiğimiz kelimelerdi.
Ama,maske ve izalasyon kelimeleri,salgın öncesi günlerde fazla duymadığımız kelimelerdi.
Hele maske,yönetim tarafından sokağa çıkma yasağına tabi olmayan yaş gruplarının sokağa çıkarken takmalarının zorunlu hale getirilmesinden sonra,insanlarımızca en çok tekrarlanan bir kelime haline geldi ve belki de birinci sıraya oturdu.
Maske diyerek küçümsemeyiniz, bakın nelere kadir o maske denen küçücük bez parçası
Çeşitli anlamlara gelen maskenin, hangi anlamlara geldiği konusundaki mevcut bilgilerimizi hatırlama ve bu konuda bilmediklerimizi öğrenmek amacıyla internete girerek,maske nedir ve ne anlama gelir yazıp tıkladık ve aşağıdaki beş çeşit maske tanımına ulaştık.Belki de, daha fazla çeşit ve anlamı olabilir.
Bizim tespitlerimize göre,beş çeşit maske;
1.Boyalı karton, kumaş veya plastikten yapılan ve başkalarınca tanınmamak için yüze geçirilerek kullanılan yapma yüz
2. Korunmak için özel olarak yapılıp yüze geçirilen şey
“Gaz maskesi.”
3. Yüz ve boyun güzelliği için cilde sürülen krem, macun vb. şeyler
4. Gerçek duyguları veya bir şeyin gerçek görünüşünü gizleyen aldatıcı görünüş, davranış
“Hayırseverlik maskesiyle kendi çıkarını yürütüyor.”
5. Kişinin oynadığı rol veya hem kendisine hem de çevresine karşı takındığı davranış
Korona virüs salgını günlerinde hergün sıkça tekrarlanan maske'nin bu beş çeşit ve tanımdan 2.sine uygun olduğunu anlamış olmalısınız.
Yani,ülkemizin ve tüm Dünya'nın gündemindeki maske; korunmak için özel olarak yapılıp yüze geçirilen şey olarak tanımlanan maskedir.
Dikkat ederseniz maskenin; 4. ve 5.maddelerdeki çeşit ve tanımına giren maskeler;2. madde de tanımı yapılan ve insanları korumak için özel olarak yapılıp yüze geçirilen, toplumun bugünkü gündeminde olan, nesnel maskeler olmayıp,karşısındaki insanı ve toplumu kandırmaya ve yanıltmaya yönelik,kendisinin gerçek görünüşünü, duygu, istek ve niyetlerini gizleyen, aldatıcı duygu,görünüş,davranış,istek ve tavırlardır.
Bugün, ülkemizde gördük ki;2.madde de,” Korunmak için özel olarak yapılıp yüze geçirilen şey”olarak tanımlanan gerçek ve nesnel maske, yeri geldiğinde;kendisini başarılı, becerikli,iş yapan,iyi iş çıkaran,halkının dar zamanında yardımına koşan gibi gösterip,başarısızlıklarını gizleyemeye çalışarak, halkını aldatan siyasilerin yüzlerindeki sanal maskeyi düşürerek ve indirerek, gerçekleri gözler önüne sermiştir.
Maskeyi,korunmak için özel olarak yapılıp yüze geçeirilen basit bir nesne ve bez parçası olarak görmeyiniz,bu küçük bez parçası,yüze geçirilerek insanları virüslerden koruyabildikleri gibi,halkını virüslerden korumak için onlara parasız maske dağıtımında dahi başarılı ve bu konuda süratle organize olamayan iktidarın, yüzlerine geçirdikleri sanal başarı maskelerini dahi indirerek, onların gerçek yüzlerini ve başarısızlıklarını açığa çıkarabilmekte ve onları korumasız bırakabilmektedir. 08/04/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

7 Nisan 2020 Salı

DEĞERLİ KARDEŞİM ERDOĞAN



Sizden yaşça büyüğüm,bu nedenle ve izninizle, size kardeşim EROĞAN diye hitab edeceğim.
Ülkemizin içinde bulunduğu zor günlerinde, bu makale çerçevesinde sizinle dostça sohbet etmek ve haddim olmayarak, sizi bazı konularda aydınlatmak istiyorum.
Keşke,salgın hastalık olmasaydı ve sizin huzurunuza çıkabilme kudretine sahip olsaydım da,sizinle yüz yüze sohbet edebilseydik.
Kardeşim ERDOĞAN;Sohbetimize başlamadan önce, sizi rahatlatmak için, şunu ifade edeyim ki;AKP'li değilim ama,oy versem de CHP'li de değilim,hiçbir partide kaydım yoktur.Hiçbir partiye bir diyet borcum da bulunmamaktadır.
1150 odalı saray da mesai yapıyorsun,bakanların, ayrıca saray da görevli birçok danışmanın ve baş danışmanların,hukuk danışmanların var.Bunlara,her ay hatırı sayılır ücretler ödüyorsun,etrafın oldukça kalabalık,çok geniş bir kadroyla çalışıyorsun.
Etrafında bir çok bakan ve bürokrat,danışman ordusu olduğu halde,inan ki;sen,bu kalabalık görüntü içinde çok yalnızsın,bu nedenle işin çok zor.
Ekmek ve iş verdiğin etrafındaki o kişiler, görevlerini yapmıyorlar olmalı ki,ihtisasınız ve tahsiliniz gereği,haklı olarak bilemediğiniz konularda sizi hiç aydınlatmıyorlar, sizi bilgilendirmiyorlar,eylem ve söylemlerinizden öyle anlaşılıyor.
Bazen öyle bir söz söylüyor veya eylem de bulunuyorsunuz ki;ben bir hukukçu olarak hayretler içinde kalıyorum.
Bu nedenle,çalışma arkadaşlarınızı lütfen sözünü esirgemeyen, doğruları çekinmeden size söyleyerek aydınlatan,aldığı ücreti hak eden bilgili ve cesur kişilerden seçiniz.
Kardeşim ERDOĞAN;kırılması adeta imkansız bir rekora sahipsin.İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından başladığın kamusal ve devlet adamlığı yolculuğunda,adım adım koşarak ilerledin,belediye başkanlığının ardından milletvekilliği, Başbakanlık ve en son da bu ülkenin Cumhurbaşkanı seçilerek,ATATÜRK'ün otuduğu koltukda oturmaktasın.
Cumhurbaşkanlığı koltuğunda sonlanan bu yolculuğun, gerçekten bundan sonra yıllarca kırılması mümkün olmayan rekor bir başarıdır.
Bu nedenle,bu kırılması imkansız rekorla ifade ettiğim başarıya,insan hak ve özgürlüklerine,hukukun üstünlüğüne dayalı,çoğulcu demokrasi sayesinde ulaştığını asla unutmamalısın ve sana bu başarıyı armağan eden demokrasiye ve özgürlüklere, bırak ihanet etmeyi,herkesten daha fazla sahip çıkmalısın.
Demokrasiyi araç olarak değil, amaç olarak benimsemelisin.Benden sonra tufan dememelisin.
Kardeşim ERDOĞAN;rahmetli annenizden Cumhurbaşkanı olarak doğmadın,parmaklarınla kazıya kazıya,çalışarak ve emek sarf ederek bu koltuğa oturdun,bağlı olduğun parti muhalefette iken,muhalif olarak iş başındaki iktidarları sen de insafsızca eleştirdin,seçim propagandalarında demokrasinin,insan hak ve özgürlüklerinin,düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlüklerinin nimetlerinden yararlandın, demokrasi ile yönetilmen,hak ve özgürlüklerden düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüklerinden yararlanman fenamı oldu?Hiç de fena olmadı ki,şimdi bu koltukta oturuyorsun.
Düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlükleri ile bu özgürlüğü uygulamaya geçiren basın özgürlükleri,demokrasinin olmazsa olmaz koşullarıdır.
Kardeşim ERDOĞAN;senin zannettiğin gibi,demokrasi sadece seçim ve sandık değildir.Evet sandık,demokrasinin olmazsa olmaz en önemli koşulu olmakla birlikte, tek koşulu da değildir.
Demokrasi;seçimle başlayarak,seçim sonuçlandıktan sonra,bir sonraki seçime kadar rafa kaldırılan çoğunlukçu değil, çoğulcu;azınlığın da, muhalefetin de,muhaliflerin de düşünme ve düşündüklerini serbestçe açılayabildikleri ve yazabildikleri,hiç korkmadan ve çekinmeden,iş başındaki siyasi iktidara yönelik en ağır eleştirileri yapabildikleri çok sesli,en başta düşünceyi açıklama ve basın özgürlükleri olmak üzere, bir özgürlükler rejimidir.Demokrasinin güzelliği de budur.
Demokrasiler çok seslidir dedik.
Evet demokrasiler çok seslidir.Sadece, sandıktan seçimi kazanarak çıkan sen konuşamazsın,aznlık da sana karşı en ağır eleştirilerini yapabilirler,sadece sizin konuştuğunuz ve savunduğunuz şeylerin, herkes tarafından doğruluğunun kabulünü kimseden bekleyemezsin.Demokrasi; bir monolog ve o monoloğu yapan kişiye sadece alkış tutma rejimi değildir.
Demokrasilerde;düşünen ve düşüncelerini açıklayan,konuşan sivil toplum kuruluşları,sendikalar,meslek odaları,Barolar ve Üniversiteler.basın gibi baskı grupları vardır.Muhalefet partileri vardır.İki seçim arasında,seçmen bu baskı grupları vasıtasıyla iktidarı eleştirerek, seslerini duyurmaya devam ederler.Bunlar demokrasinin emniyet siboplarıdır.
Demokrasilerde,seçimi kazanıp üzerine yatmak, hep bana demek yoktur.
Demokrasiler,muhalif görüşlere kulaklarını tıkama ve onlara baskılar uygulayarak seslerini kesme değil,muhalif seslere tahammül edebilme,muhalif sesleri ve barışçıl toplantı ve gösterileri, hükümeti devirmek isteyen teröristler olarak suçlamaya kalkışmama rejimidir.
Sayın Kardeşim ERDOĞAN;sen, işte demokrasinin tüm bu nimetlerinden yararlanarak bu koltuğa kadar ulaşabildin.Bu nedenle, senin herkesten daha fazla, gerçek demokrasiye ve özgürlüklere saygılı olman, namus borcun olmalıdır.
Değerli Kardeşim ERDOĞAN;Gezi Parkı paranoyasını çıkar artık aklından.
İnsanların,anayasal haklarını kullanarak,özel günlerinde bile, barışçıl ve silahsız olarak bir araya gelip yürümek,basın açıklaması yapmak istemelerine dahi tahammül edemiyor ve bunların üzerlerine polisleri sürerek biber gazı ve jop kullandırıyorsun,aynı şeyler yurt dışında yapılınca onları eleştiriyorsun.Örneğin geçtiğimiz.günlerde Dünya Kadınlar Günü nedeniyle toplanan ve basın açıklaması yapmak isteyen,bu ülkenin en çok ezilen ve horlanan,koca ve sevgili şiddeti gören kadınlarımızın, bu özel gününe dahi saygı göstermedin,koca şiddeti yetmiyormuş gibi onlara polis şiddetti uygulattın,üzerlerine biber gazı püskürttü polisler.Sakın ha,benim haberim dışında yapılmış demeye kalkma,bu ülkede senin haberin olmadam sinek uçamaz biliyorsun.Peki,diyelim ki, haberin yoktu,televizyonlardan ve yazılı basından,kadınlara yönelik polis şiddetini görüp öğrendikten sonra ne yaptın.Bildiğim kadarıyla sessiz kalarak, bu şiddete göz yumdun ve onay vermiş oldun.
Değerli Kardeşim ERDOĞAN;lütfen bu ülkenin fakir halkından vergi yoluyla topladığın paraları,anayasanın da emri olan öncelikli ve planlı yatırımlarda kullan ve şu Kanal İstanbul macerasından kesinlikle vaz geç ve halkımıza bunu açıkla lütfen.
Geçenlerde basından öğrendim,18 yıllık tek başına iktidarında 2,5 trilyon dolar vergi toplamışsın ve devlet kaynağı kullanmışsın,senin iktidarından önceki tüm Cumhuriyet Hükümetleri bir trilyon dolar dahi harcamadan onlarca fabrika ve tesisler açarak halka hizmet etmelerine rağmen,sen üç katı kaynak kullanarak,önceki iktidarların açtıkları fabrikaları satarak,İstanbulu taşa ve gökdelenlere boğdun,kar garantili yap işlet devret modelli yollar,köprüler ve tüneller yapmayı tercih ettin,mevcut hastaneleri kapatarak,Korona virüs salgınında görüldüğü gibi; işlevsiz,bir salgın hastalıkta kullanım dışı kalabilecek, hasta garantili devasa şehir hastaneleri inşa ettirdin,üretim yapan hiçbir tesis yapmayarak,sadece hizmet ve inşaat sektörüne yatırım yaparak,üretmeden harcadın, bu nedenle şimdi hazine tamtakır olduğu için,salgın nedeniyle iş yerlerini kapatmak zorunda kalan,çalışamaz hale gelen emeğiyle günü birlik kazanarak geçinen halkının cebine para koyamıyorsun ve üstüne üstlük, onların evden çıkmayarak kendilerini izole etmelerini,çıkanların da maske takmalarını istiyorsun, ama parasız maske dahi dağıtamıyorsun,onu da belediyeler sağlıyorlar.
Hem halka nakti yardım sunamıyorsun, hem de CHP'li belediyelerin açtıkları bağış toplama kampanyalarına yasaklar getiriyor ve toplanan paraaları bloke ederek halka dağıtılmasına engel oluyorsun.
Değerli Kardeşim ERDOĞAN;sen bindiğin dalı kesiyorsun,bak ne güzel,CHP'li belediyeler işsiz kalan halka yardım için çırpınarak, aslında sana yardımcı olmaya,senin merkezi idare olarak yapamadıklarını yapmaya çalışmalarına rağmen,sen politik nedenlerle, onların yardımlarına engel oluyor ve halkını iyice mağdur ediyorsun ve kendinden uzaklaştırıyorsun.Seni anlamak mümkün değil,yapma kardeşim.
Değerli Kardeşim ERDOĞAN;sen,yardım kampanyaları açan CHP'li belediyeleri, hükümet içinde hükümet olmakla, çift başlılık yaratmakla suçluyorsun ama,bu anayasanın emri,anayasaya, sen dahil, her Türk Vatandaşı uymak zorunda.Anayasanın 126. ve 127. maddeleri çok açık.Türkiyenin idari yapısını ikiye ayırmış,yani çift başlı yapmış,merkezi idare ve mahalli idareler olarak.İşte mahalli idare denen şey,belediyeler.Yani yerinden yönetim.
Değerli Kardeşim ERDOĞAN;senin anlı şanlı anayasa profesörü hukukçu danışmanın Burhan KUZU bey var,o ne yapar Allahın aşkına,bana inanmıyorsan git ona danış istersen.
Belediyeler,mahalli idare kamu kuruluşlarıdır.Kendileri vergi tolayabilir,cezalar kesebilir,milyonlarca dolar borç alabilirler,borç alabilen,ceza kesebilen,vergi toplayabilen bir belediye, karşılıksız bağışı niçin kabul edemesin ki?Özel yasalarında bağış alabileceklerine dair çok açık ve net hükümler var.Bırak siyaset yapmayı,hiç değilse bu salgın hastalık döneminde ayrımcılık yapma lütfen.Bu sana hiç fayda sağlamaz,bilakis seni seçimlerde çok zora sokar sakın unutma.
Değerli Kardeşim ERDOĞAN; sohbetimiz çok uzadı,daha konuşacak çok şeyler var ama, zaman oldukça gecikti,benim yapacak başka işlerim var,senden müsaade istemeden önce, çok önemli bir konuyu son olarak dile getirmek zorundayım.
Dost acı söyler ama doğru söyler.Şu, sana muhalif gazetecilerle,basınla uğraşmaktan,onları sudan sebeplerle hapse attırmaktan vazgeç lütfen,bunun faydasını görmüyor iktidarlar,hayırlı sonuçlar vermiyor.Aman,yanlış anlama,darbe teşvikçiliği yapıyor anlamı çıkarma lütfen,zaten eskiden olduğu gibi darbeci asker de kalmadı biliyorsun,askerin başında çok güvendiğin eski genel kurmay başkanı var, asker emin ellerde.
Değerli Kardeşim ERDOĞAN;beni sabırla dinlediğin için teşekkür ediyorum.Bu sohbetten yararlanırsın umarım.
Allaha emanet ol.08/04/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

6 Nisan 2020 Pazartesi

SÜREKLİ HALE GELEN MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK ÇAĞRILARI



Bu ülkede; demokrasi rafa kaldırıldığı için,iktidarı eleştirebilmek ve yanlışlarını dile getirebilmek, çok kıstlanmış ve adeta bir cesaret ve kahramanlık haline gelmiştir, çok önceden bu yana.
İktidar;örneğin,vukubulmuş bir depremi,askeri harekatı,son olarak da Korona virüsünden kaynaklı salgını bahane ederek,kendisine yönelik haklı eleştiri ve uyarılar karşısında köşeye sıkıştığında;hemen ve bir refleks olarak, milli birlik ve beraberliğimizi kimseye bozdurmayacağız,şimdi eleştiri zamanı değil,gün birlik ve beraberlik zamanıdır,eleştirileriyle bu nifak tohumlarını ekenler,yani ikidarı eleştirenler,ülkesini sevmeyenlerdir diyerek,suyun üzerine çıkmaya ve eleştirilerden kurtulmaya çalışmaktadır.
Aslında,öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ve öyle bir kötü yönetiliyoruz ki;yılın 365 gününde; ya bir deprem,ya bir askeri harekat veya salgın hastalık,işsizlik,pahalılık gibi; sosyo ekonomik,askeri ve sağlık sorunlarından kaynaklı,sürekli olağanüstü günler yaşamaktayız,siyasi iktidarın mantığından gidilirse,aman milli birlik ve beraberliğimizi bozmayalım koruyalım diye düşünülürse,siyasi iktidarı hatalarından dolayı eleştirmek, neredeyse imkansız hale gelecek,bizim ülkemizde.
Eleştirmeyin demek kolay,siyasi iktidar olarak güzel ve doğru işler yapın da, sizi eleştirmeyelim.Bilakis, sizi öven,göklere çıkaran yazılar yazabilelim.Bunu bizler de çok istiyoruz.
Son salgın hastalık;Çin de çıktıktan sonra, üç ay öncesinden, bu hastalığın ülkemizi de vuracağını düşünerek hiçbir önlem alınmadığı,bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı.
CHP'li belediyelerin açtıkları yardım kampanyaları;anayasa ve yasalara aykırı olarak,tamamen siyasi nedenlerle, haksız olarak yasaklandı,yardım kampayları açarak gönüllü halktan para toplayan CHP'li belediyeler, devlet içinde devlet olmakla suçlandılar.
Belediyelerin anayasal (Anayasa Md.127) mahalli bir kamusal yönetim biçimi oldukları görmezlikten gelindi.
Cumhurbaşkanının; belediyelerden sonra başlatmak zorunda kaldığı,sosyal devlet ilkelerine tamamen aykırı,devletin bu işe parasal olarak hazır olmadığının itirafı olan merkezi idare yardım toplama kampanyasının destekçileri, devlet kurumları ve siyasi iktidardan beklentileri olan büyük şirketler ve yandaşları olup,belediyelerin daha önce başlattıkları ve büyük ilgi gören kampanyanın da,merkezi idarenin kampanyası yanında devam ettirilmesinde, ne mahzur vardı?
Halkımız adına hiçbir mahzuru yoktu ama,CHP'li belediyelerin başlattıkları ve büyük ilgi gören yardım kampanyası,CHP'ye siyaseten kazanç sağlayacağı,büyük oranda AKP'ye oy veren varoşların CHP'ye sempati duymaya başlayacaklarından korkuldu.
Kaldı ki;halkın,daha önceki yardım kampanyalarından dolayı,merkezi idarenin başında bulunan AKP'lilere,yardımların zamanında ve gerçek ihtiyaç sahibi adreslere; yandaş mı değil mi ayrımı yapmadan,adil bir şekilde,tarafsız ve objektif olarak ulaştırılıp ulaştırılmayacağı konusunda,haklı kuşkuları vardı.Bu nedenle,büyük halk çoğunluğu,merkezi idarenin yardım kampanyasına,haklı olarak sıcak bakmıyorlardı.
Bu nedenle,kampanyaların; CHP'li belediyelerin açtıkları kampanyalarla,merkezi idarenin açtığı kampanyalar şeklinde, iki koldan devamı,ihtiyaç sahibi halkımızın yararına olacaktı, ama buna imkan tanınmayarak,CHP'li belediyeler, gönüllü halkımızdan para yardımı alma ve topladıkları bu paraları ihtiyaç sahibi,işsiz kalan halkımıza nakit olarak dağıtma imkanından yoksun bırakıldılar.
İhtiyaç sahiplerini en iyi bilenlerin, o şehrin belediyeleri olduğu gerçeği de asla unutulmamalıdır.
İş başındaki siyasi iktidar;geç de kalsalar,salgınla mücadelede gerekli olan bazı önemli kararları alıyor,belli yaş gruplarına sokağa çıkma yasağı getirildi,ancak bunlardan işsiz kalanlara nakdi yardım, henüz tam anlamıyla ve düzenli olarak başlatılabilmiş değil,çünkü bu işler için olması gereken bir varlık fonumuz yok,hazine boş,halktan toplanacak yardım paralarının da desteğiyle, bu nakdi yardımların gecikerek devreye gireceğini tahmin ediyoruz.
Alınan bir kararla,sokağa çıkan halkın maske takmaları, mecburi hale getirildi.Ancak,maske takmamaları halinde ceza tehdidi altında kalan halkımızın, maske satın alabilecek mali imkanlarının var olup olmadığı,maske bulup bulamayacakları,bu yasaklama kararını alanlar tarafından düşünülemedi.Sokağa çıkan ve devlet tarafından maskesiz dolaşmaları yasaklanan halkımıza, parasız ve düzenli olarak maske dağıtımı,maalesef henüz rayına oturtulabilmiş değil.
Bu koşullarda; siyasi iktidarın, kendi hatalarını dile getiren kesimlere,milli birlik ve beraberlik içinde olmamız gereken günlerden geçiyoruz gerekçesiyle,yüklenmesinin ve onları susturmak istemesinin, hiçbir haklı nedeni ve geçerliliği bulunmamaktadır.
Kaldı ki;AKP Genel Başkanı,öncelikle kendi söylemlerine dikkat ederek, milli birlik ve beraberlik konusunda halkımıza önderlik yapmalıdır.
Hatalar,yapılan yanlışlar, eleştirilerek dile getirilecek ki;doğruları bulalım ve hatalarımızı düzeltelim. 06/04/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu