31 Mart 2016 Perşembe

BİR CUMHURBAŞKANI GERÇEK DIŞI BEYANLARDA BULUNABİLİR Mİ?




Bir Cumhurbaşkanı, hem de dindar geçinen, gerçek dışı konuşmanın ve beyanda bulunmanın günah olduğunu bilen, konumu itibariyle gerçek dışı beyanlarda bulunmaması gereken bir kişi; gerçekleri çarpıtarak, herkesin gözlerinin üzerinde bulunduğu Amerika gibi bir ülkede katıldığı bir panelde yaptığı konuşmasında gerçekleri çarpıtarak,gerçek dışı beyanlarda bulunabilir mi?

Değerli okurlar;şimdi haklı olarak hep birlikte diyeceksiniz ki;ne konuştuğunu, neler söylediğini bilmeden, bu sorunuza sağlıklı bir cevap vermemiz mümkün değildir.

Çok haklısınız, sizlere, tırnak içinde, söylediklerinden bir bölümü aynen aktarıyoruz.

Son 13 yılda toplumun her kesiminden vatandaşımızın hak ve özgürlüklerinin daha ileriye taşınması için kapsamlı reformları hayata geçirdik. 2010’da kabul edilen anayasa değişikliği paketiyle ki 26 maddedir bu; bir yandan vatandaşlarımız yeni haklara kavuşurken, diğer yandan anayasal hakları koruyacak ilave mekanizmalar getirdik. Böylece hukuk devleti mekanizmasını güçlendirmiş olduk. Pek çok reform paketini hayata geçirdik. Temel mevzuatta köklü değişiklikler yaptık. Bu çerçevede ifade ve basın özgürlüklerinin genişletilmesi için düzenlemeler yaptık. Farklı inanç grubuna mensup vatandaşlarımızın yanı sıra, farklı kökene sahip vatandaşlarımız için çok sayıda adım attık. 2013’te bizzat açıkladığım demokratikleşme paketiyle önemli mesafe kaydettik. Bu süreç demokratikleşmeden uzaklaşma olarak görülüyorsa ortada çok ciddi ve bizden kaynaklanmayan bir durum vardır. Kendi ülkelerine yönelik terör tehditlerine karşı sert önlemlere başvuranların, ülkemizdeki demokratik standartlarla ilgili söyleyecekleri bir şey olamaz. Türkiye, şu anda en eli kanlı örgütlerin ortak hedefidir. Buna rağmen, demokrasiden, özgürlüklerden, hukuk devletinden taviz vermeden mücadelemizi yürütüyoruz. Terörle mücadele ederken, hak ve özgürlükler bakımından Türkiye’den daha ileri bir ülke yoktur. ......Basın özgürlüğü kapsamında tutuklu gazeteci yoktur.

Beyanları okudunuz.

Şimdi sorumuzu tekrarlıyoruz.Bir Cumhurbaşkanı, Amerika da katıldığı bir panelde gerçek dışı ve yanıltıcı beyanlarda bulunabilir mi?

Kaldırılan parmaklara bakılırsa, Soru da çok kolay olunca, cevaplamak isteyen de çok maşaallah.

Evet sakallı bey, siz lütfen, cevabınızı açıklar mısınız?

Cevaplıyorum; “Cumhurbaşkanının, vatandaşlarının yeni haklara kavuştuğunu, vatandaşlarının hak ve özgürlüklerinin daha ileriye taşındığını,ifade ve basın özgürlüklerinin genişletilmesi için düzenlemelerin yapıldığını, hak ve özgürlükler bakımından ondan daha ileri bir ülkenin bulunmadığını, basın özgürlüğü kapsamında tutuklu gazetecinin olmadığını beyan ettiği ve kast ettiği ülke, gerçekten Türkiye ise; sorunuzun cevabı, maalesef EVET Güner Bey, demek oluyor ki, bir Cumhurbaşkanı dahi, gerçek dışı beyanlarda bulunabiliyormuş.31/03/2016

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




30 Mart 2016 Çarşamba

DAHA NE BEKLEYEBİLİRDİK Kİ?




Cumhurbaşkanımız çok şükür, sağ salim Amerika kıtasına vasıl olmuş.

Ancak, hava limanında kendisini mevkidaşı veya daha alt düzeyde bir tek Amerikalı yetkili karşılamamış, daha önce Amerikaya gitmiş olan bizim kendi Dışişleri Bakanımız tarafından karşılanmış.

Yani biz çalıp, biz oynamış ve kendi yağımızla kavurulmuşuz.

Daha ne bekleyebilirdik ki?

Evet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, esas itibariyle çok güçlü ve saygın bir devlettir.Bu devletin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK; sağlığında olduğu kadar vefatından sonra da, tüm dünya devletleri tarafından saygı görmüş ve taktir edilmiş,onun askeri ve siyasi dehasına dayalı fikirleri, uygulamaları ve devrimleri,bazı ülkeler tarafından örnek alınmıştır.

Peki şimdi ne oldu da, Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı yalnızlaştırıldı, etrafındaki ülkeler kendisinden uzaklaştılar, dostumuz bildiğimiz ülkeler; uğradığımız toplu terör katliamları nedeniyle, yayınladıkları kuru taziye mesajlarının ötesinde niçin eylemli destekteklerini vermiyorlar?

Ne dersiniz değerli okurlar?

Bu ülkenin Cumhurbaşkanı;

Ülkemizin kurtarıcısı ve Devletimizin kurucusu, Kurtuluş Savaşında mağlup ettiği düşman devletlerin dahi güvenini ve itibarını kazanmış olan ATATÜRK'ümüze dahi, ATATÜRK diyemiyorsa, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, ATATÜRK'ün oturduğu ve bu ülkeyi yönettiği Çankaya Köşküne çıkarak onun yaşadığı, onun hatıralarını barındıran ortamda Cumhurbaşkanlığı yapmayı ve ATATÜRK'ün şerefine ve itibarına mazhar olmayı içine sindiremiyor ve Çankaya Köşküne burun kıvırıyorsa, buna alternatif olarak, kendisine 1150 odalı görgüsüzlük derecesine varan büyüklükte ve şatafatta, yapımında ve yapımından sonra da içindeki yaşamın sürdürülmesinde çok büyük paraların harcandığı masraflı ve görkemli bir saray yaptırıyorsa ve bu sarayı, ülkemizin itibarının kriteri yaparak, bu sarayın ülkemize itibar kazandıracağını savunabiliyorsa,

Cumhurbaşkanı seçildikten sonra namusu ve şerefi üzerine yaptığı Anayasaya bağlılık ve tarafsızlık yeminine bir saniye dahi riayet etmiyorsa, anayasaya aykırı partili bir Cumhurbaşkanı olarak, görevine girsin girmesin, ülkenin her işine müdahale ediyor ve Anayasada yazılı olan parlamenter sistemi kaldırdığını, fiili bir başkanlık sistemi kurduğunu alenen ilan ederek, ülkede sivil bir darbe ile düzen değişikliğine gidip Anayasayı ihlal suçunu işleyebiliyor ve yargının bağımsız olarak görev yapmasına engel olan müdahalelerde bulunabiliyorsa,

Bu ülkenin en üst yargı kuruluşu olan Anayasa Mahkemesinin, Anayasamıza göre herkesi bağlayan kararlarına saygı duymadığını ve bu kararlara uymayacağını beyan edebiliyorsa,

Düşünce,düşünceyi açıklama, toplantı ve gösteri yürüyüşü ve basın özgürlüklerini ülkesi için lüks sayıyar ve bu özgürlüklerden korkuyorsa,

Ülkede yapıldığı iddia edilen yolsuzluk ve rüşvet idialarının üzerine giderek, bunların soruşturulmalarının önünü açmaktan korkuyor ve bu soruşturmaları engellemek için elinden geleni yapıyorsa,

İçi boş çözüm süreci aldatmacası ve buna dayalı olarak, kendi yönetim ihmal ve savsaklamaları sonunda, bilinçli olarak,PKK terör örgütünün; militan, silah ve cephaneleriyle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizin il ve ilçelerinde yerleşip kökleşmesinden ve bunun sonunda ülkemizin kan gölüne gelmesinden birinci derecede sorumlu olmasına ve bu sorumluluğunun hesabını vermemesine rağmen, hiçbir şey olmamış gibi, şu anda PKK terör örgütüne karşı şahin kesilip, öldürülen militanların sayılarını açıklayarak günah çıkarıyor ve iş işten geçtikten, yüzlerce güvenlik görevlisi ve vatandaşın hayatlarını kaybetmelerinden sonra, ülkenin PKK teröründen arındırılmasında kurtarıcı rolüne soyunabiliyorsa,

Amerika seyahatine çıkmadan önce düzenlediği basın toplantısında; dolandırıcılık, kara para aklamak, İran'a uygulanan ambargoyu delerek Amerika Birleşik Devletlerini zarara uğratmak gibi fiillerle suçlanarak Amerikada tutuklanan ve aynı zamanda Türk Vatandaşı olan ve ülkemizdeki 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddialarının, bağımsız mahkeme kararıyla kesin olarak aklanamayan şüphelisi Reza Zarrab'ın Amerikada tutuklanmasıyla ilgili olarak sorulan soruya; Rıza Bey diyerek başlangış yaparak, Reza Zarrab'ın Amerikada tutuklanmasının ülkemizi ilgilendirmediğini, ülkemizle alakasının bulunmadığını beyan edebiliyorsa,

Amerikanın yararına da olsa, kendi ülkesinin yararlarına aykırı dış politikalara imza atabiliyorsa,

Cumhurbaşkanımızın; özel uçağının indiği hava limanında, hiçbir Amerikalı yetkili tarafından karşılanmamış olmasını, bir Türk Vatandaşı olarak çok üzülsek ve içimiz kan da ağlasa, anlayabiliyor ve Amerikayı eleştiremiyoruz. 30/03/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


28 Mart 2016 Pazartesi

GÜÇLERİN EŞİT OLMADIĞI BİR BİLEK GÜREŞİ




Can DÜNDAR ve Erdem GÜL davası; adil yargılanma hakkının ve usul yasalarının, kuvvetler ayrılığı ilkesinin geçerli olduğu, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir ülkede olması gereken olağan bir kamu davası görüntüsünden uzaklaştırılmış, adeta Tayyip Bey ile Can DÜNDAR arasında cereyan eden, güçlerin ve silahların eşit olmadığı, gerçek adaletin tecellisi için davanın tarafları arasında bulunması gereken silahların eşitliği ilkesinin çiğnendiği,hukuken sorumsuz, buna karşılık Cumhurbaşkanı olarak yetkileri çok fazla olan ve elinde kamu kudreti bulunduran Tayyip Bey'in şahsi davasına dönüştürülmüş olup, biz vatandaşlar da, tarafları arasındaki güç dengesinin eşit olmadığı bir bilek yarışını uzaktan izler konuma getirilmiş bulunmaktayız.

Davanın bir tarafında, yasalar çiğnenerek davanın tarafı haline getirilen ve müdahilliğine karar verilen,devletin gücünü ve olanaklarını kullanan
Tayip bey ile duruşmadan kısa bir süre önce, sürpriz bir şekilde Başsavcı tarafından asıl savcısı değiştirilen, devlet ve kamu adına iddia ve suçlamalarda bulunan, yargılamanın başında,yasal koşulları olmadığı halde, duruşmada gizlilik kararı alınmasını talep eden ve bu kararı aldıran savcı, öbür tarafta ise sanık konumundaki yasaların kendilerine tanıdığı hak ve yetkileri dahi yeteri kadar kullanamayan ve/veya kullandırılmayan, vatandaş Can DÜNDAR ve Erdem GÜL.

Tayyip Bey tarafından şahsileştirilen ve bu yolla mahkemeye baskı uygulanan bu davanın sonunda adil bir kararın çıkmasının çok şüpheli olduğuna yönelik olarak kamuoyunda haklı bir kaygının oluşması, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı adına çok üzüntü vericidir.

Eski Başbakan ve yeni Cumhurbaşkanı sıfatlarıyla Tayyip Bey'in bu davanın tarafı olması ve davada müdahilliğine karar verilmesi, tamamen yasalara aykırı bir karar olup, sanıklara yüklenen iddia konusu suçların, doğrudan Tayyip Bey'in şahsına yönelik ve onun madi ve/veya manevi zarara uğramasına sebebiyet verecek nitelikte suçlar olmaması nedeniyle, bu kamu davasına Tayyip Bey'in müdahil olması ve mahkemece müdahilliğine karar verilmesi, bize göre açık bir bir hukuk ihlalidir.

Can DÜNDAR ve Erdem GÜL'e yüklenen suçlar; ayrıca bir şikayeti gerektirmeyen, savcıların, ihbar ve sair surette haberdar olmaları halinde, kamu adına resen harekete geçerek soruşturmak ve koşulları mevcutsa, kamu adına dava açmakla ve bu davaları yine kamu ve devlet adına sonuna kadar takip etmekle görevli oldukları suçlardır.

Bu itibarla, Başbakan, Bakan, Cumhurbaşkanı gibi sıfatları üzerlerinde taşıyan Devlet adamları; bu fiiller, doğrudan kendilerinin şahıslarına yönelik olarak işlenen ve bu nedenle de doğrudan kendilerine madde ve/veya manevi zararlar veren fiiller olmadığı için, bu davada müdahil olamazlar ve davanın tarafı gibi hareket edemezler.

Devlete ve kamuya karşı işlenen bu fiiller nedeniyle devletin ve kamunun gördüğü veya görmesi muhtemel zararlardan dolayı, bu fiiller suç sayılmış, Devlet ve kamu adına soruşturulmaları ve davalarının açılması ve sonuna kadar takibi ile de, Devletin savcıları görevli ve yetkili kılınmıştır.

Bir fiil ve suç nedeniyle, örneğin bir vergi kaçakçılığı ve/veya devletin, kendisinden ihale alan bir mütahit tarafından dolandırılarak devletin bu fiillerle maddi bir zarara, uğratılması halinde, Cumhuriyet Savcılarının, bu suçlar nedeniyle sanıklar hakkında açacakları ceza davalarında, Devlete ve kamuya ait maddi zararı takip etme ve talep etme görev ve yetkileri olmadığı için, ilgili devlet birimi, örneğin vergi kaçakçılığı suçlarında Maliye Bakanlığı, vergi kaçakçılığı nedeniyle maddi bir zarara uğramış olduğu ve bu maddi zararını mahkeme kararıyla hüküm altına alabilmek için, bu ceza davasına müdahil olabilecektir.

Askeri Yargıda, bir suç nedeniyle devletin uğradığı, örneğin hasarına sebebiyet verilen bir silah nedeniyle Milli Savunma ve Maliye Bakanlıklarının uğradığı maddi zararları; askeri savcılar, sanıklar hakkında açtıkları kamu (ceza) davalarında bizzat takiple görevli ve yetkili oldukları, düzenledikleri iddianamede devletin uğradığı maddi zararın sanığa ödettirilmesine karar verilmesini mahkemeden talep edebildiği için, askeri mahkemelerde görülen davalara, devletin ilgili bakanlıkları ve kurumları savcının yanında müdahil sıfatıyla dahil olamazlar.Suçtan zarar gören devlet kurumları ve ilgili bakanlıklar, askeri savcı tarafından temsil edilirler.

Açıkladığımız nedenlerle, Cumhurbaşkanı Tayyip Beyin; doğudan şahsına yönelik olmayan, kendisinin doğrudan maddi ve/veya manevi zarar görmesine neden olmayan, zarar görmesi ihtimali de bulunmayan, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL'e atılı fiiller nedeniyle, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan kamu davasına müdahil sıfatıyla katılmasına karar verilmesi, hukuki değil, hukuka aykırı ve Tayyip Bey'in manevi baskısına dayalı siyasi bir karardır. 28/03/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat








26 Mart 2016 Cumartesi

BURASI SENİN ÜLKEN DEĞİL TÜRKİYE, DEMEK DE NE OLUYOR?



İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nde düzenlenen DEİK Dünya Türk Girişimciler Kurultayı'nda konuşma yapan Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın; MİT TIR'ları davasında yargılanan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül'e destek için mahkemeye gelen konsoloslar için söylediği; "Dün malum bir gazetecinin mahkemesi vardı. Bu yargılamaya katılanların durumu çok önemli. İstanbul'daki konsoloslar mahkemeye geliyor. Siz kimsiniz ya, sizin ne işiniz var orada? Yani diplomasinin de bir edebi var, adabı var. Burası senin ülken değil, Türkiye. Sen konsolosluk binası veya konsolosluk sınırları içerisinde hareket edebilirsin, diğerleri izne tabidir.
Bunlar kalkıp bu ülkenin içerisinde bir gövde gösterisini yapabilecek kadar haddi tecavüz edebiliyorlar. Oynanan oyunun tarzını göstermesi bakımından bu çok önemli. Demokrasi, insan hakları, özgürlük, seçim laflarını dillerinden düşürmeyenlerin, halkın desteğini alarak iş başına gelenlerle darbeciler karşı karşıya geldiğinde tercihlerinin hangisinden yana olduğunu hep birlikte takip ediyoruz, görüyoruz."şeklindeki, bazı Avrupa ülkelerinin konsoloslarını azarlayan ve onları küçük düşüren ve hafife alan talihsiz sözlerine, hayret etmemek ve bir Türk olarak üzülmemek ve utanç duymamak mümkün değildir.

Tayyip Bey'in; kendisini mağdur kabul ettiği ve bu nedenle de davaya müdahale talebinde bulunduğu ve mahkemenin kararıyla tartışmalı bir şekilde müdahilliğine karar verilen, ülkemizdeki ifade, ifadeyi açıklama, bilgi edinme ve basın özgürlüklerinin geleceğini yakından ilgilendiren, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL davası, bu yönüyle, alelade basit ve önemsiz bir dava değildir.

Gerçi, bu davada yasaya aykırı olarak duruşmanın aleniyetinin kaldırılmasına karar verilmiş olsa da, bizim yasalarımıza göre esas olan duruşmaların aleniyeti olup, duruşmalar yerli ve yabancı herkese açıktır.Ceza Muhakemesi Kanununun 182/1 maddesinde; “Duruşma herkese açıktır” hükmüne yer verilmiştir.

Tayyip Bey tarafından eleştiriye tabi tutulan bazı Avrupa ülkelerinin ülkemizdeki temsilcileri olan konsoloslar da, duruşmaların aleni ve herkese açık olması ve özellikle de; kendilerinin,İnsan Hakları Sözleşmesini imzalayan, İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisin kabul eden, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve çoğulcu demokrasi ilkelerini korumak ve güçlendirmek amacıyla kurulan Avrupa Konseyi üyesi devletlerin temsilcileri olmaları nedeniyle, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL davasını izlemek üzere, Çağlayan Adliye binasına gelmişlerdir. Gizlilik kararı alınacağından, önceden haberlerinin olması da mümkün değildir.

Tayyip Bey konuşmasında diyor ki; “Siz kimsiniz ya, sizin ne işiniz var orada? Yani diplomasinin de bir edebi var, adabı var. Burası senin ülken değil, Türkiye.”

Vay, vay!

Tayyip Bey bilmiyor mu?

Herbiri bağımsız bir devlet olan ülkelerin, usulen belirli bir sınırları ve klasik bazı hükümranlık hakları mevcut ise de; Dünyayı kasıp kavuran İkinci Dünya Savaşından sonra, bazı Avrupa ülkeleri bir araya gelerek ve Uluslar arası sözleşmelere imza atarak, belli konularda ve amaçlarda, bazı ortak değerlerde, özellikle insan hakları, hukukun üstünlüğü ve çoğulcu demokrasi ilkelerini korumak ve güçlendirmek amacıyla, Avrupa Konseyi gibi Uluslar arası örgütler ve bu örgütlere bağlı olarak İnsan Hakları Mahkemesi kurarak, İnsan Hakları Sözleşmesi gibi, insan hak ve özgürlüklerine ilişkin sözleşmelere imzalar atarak, sınırlarını delmişler ve hükümranlık haklarının bazılarından vazgeçmişler, ya da iyice sınırlandırma yoluna gitmişler, kendilerini bağlayan bu Uluslar arası sözleşmelere; anayasalarına koydukları özel hükümlerle, kendi milli kanunlarının hükmünde değer atfetmişler ve hatta, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin Uluslar arası sözleşmelerle milli kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, Uluslar arası sözleşme hükümlerinin esas alınacağını ve üstün tutulacağını kabul etmişlerdir.

Bizim anayasamızın 90. maddesi ile de; adil yargılanma hakkı, ifade ve ifadeyi açıklama, bilgi edinme ve basın özgürlükleri gibi, temel hak ve özgürlüklere ilişkin Uluslar arası sözleşme hükümleri, kendi milli yasalarımızın hükümlerinden daha üstün tutulmuştur.

Tayyip Bey bu hukuki gerçekleri sanırız biliyordur.Cumhurbaşkanı olduğuna göre, bilmek zorundadır.

Öyleyse, şimdi buradan Tayyip Bey'e soruyoruz. Siz;

Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmakta olduğunuz Türkiye'nin de üyesi olduğu, ilgili sözleşmelerinde imzalarının bulunduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin milletvekillerinden seçilen belirli sayıdaki üye ile ülkemizin de temsil edildiği Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamenterler Meclisi, Avrupa Bakanlar Komitesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Konseyine bağlı olarak kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi Uluslar arası örgütlerden, mahkemelerden ve sözleşmelerden, bunlarla kendimizi bağladığımızdan ve bazı hükümranlık haklarımızı sınırlandırdığımızdan haberdar değil misiniz?

Bu itibarla; özellikle insan hakları, temel hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve çoğulcu demokrasi ilkelerini korumak ve güçlendirmek amacıyla kurulan Avrupa Konseyi gibi, üyesi olduğumuz ve Avrupa Birliği gibi, tam üyelik müzakeresi yapmakta olduğumuz Uluslar arası örgütlerin, yargı yetkisini kabul ettiğimiz Uluslar arası mahkemelerin ve imzaladığımız sözleşmelerin denetim ve gözetimi altında olan Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olarak; Avrupa Konseyi Üyesi Devletlerin ülkemizdeki temsilcilerine, burası benim ülkem, sizin ülkeniz değil, burası Türkiye, siz kimsiniz ya, sizin Çağlayan Adliyesinde, Can DÜNDAR'ın yargılandığı mahkemede ne işiniz var demeye,onları küçük düşürmeye, asla hakkınız ve yetkiniz bulunmamaktadır, Sayın ERDOĞAN. 27/03/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



24 Mart 2016 Perşembe

BİR DEVLETİN İTİBARININ KRİTERİ 1150 ODALI LÜKS SARAY OLURSA...




Bildiğiniz gibi ülkemizde geçtiğimiz temmuz ayından itibaren azan ve şiddetlenen bölücü PKKve IŞİD terör örgüteri tarafından gerçekleştirilen,başkentimiz Ankara da dahi üç kez tekrarlanan ve toplu katliamlara dönüşen terör eylemlerinde, yaklaşık 300 polisimiz ve askerimiz şehit edilmiş, bir o kadar masum insanımız da, hayatlarını kaybetmiş veya yaralanmışlardır.

Her uyandığımız sabah, şehit haberleri almamız artık alışkanlık haline geldi, insanlarımız teröre yönelik tepki reflekslerini neredeyse kaybetmek üzere.

Bu arada geçtiğimiz aylarda Pariste ve iki gün önce de Brükselde terör saldırıları oldu ve onlarca masum kişi hayatlarını kaybettiler ve yaralandılar.

Paris saldırısı Dünyada büyük yankı uyandırdı ve tüm devletler, Paristeki terörü lanetlediler ve üst düzey yöneticilerini Paristeki cenaze töreninde hazır bulundurdular, ülkemizi de Başbakan DAVUTOĞLU temsil etti.

Keza, iki gün önce Brükselde gerçekleştirilen terör eylemi nedeniyle de, tüm Dünya Devletleri tepkilerini en üst düzeyde gösterdiler, çeşitli protesto eylemleri yaparak, terörü eylemli olarak da lanetleyerek protesto ettiler.

Paris ve Brüksel için gösterilen, bu terörü lanetleme ve protesto eylemlerine ve Paris ve Brüksele gösterilen büyük desteğe tanık olan AKP iktidarı ve yandaşları; tüm Dünyanın Paris ve Brüksel için gösterdiği bu yoğun duyarlılık ve desteğin, terörün daha acı bir şekilde vurduğu ülkemiz için niçin gösterilmediğini eleştirmeye başladılar.

AKP iktidarı; ülkemize yönelik, Dünya'nın bu duyarsızlığının temelinde yatan gerçeklerin neler olabileceğini düşünüyor mu acaba?

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin itibarını, 1150 odalı çok lüks ve şatafatlı kaçak sarayda arayanlar, bu görkemli sarayı; bu saray, devletimizin itibarını ve saygınlığını temsil ediyor, bu sarayı devletimizin itibar ve saygınlığını sağlamak ve artırmak için yaptık diyerek millete yutturmaya çalışanların,

Atatürk'ün oturduğu Çankayadaki Cumhurbaşkanlığı köşkünü, kendileri için erişilmesi çok güç olan bir imkan ve lütuf olarak kabul ederek, bu köşkte oturup görev yapmak, ulaşılması çok zor olan bu onur ve şerefe nail olmak yerine, 1150 odalı lüks ve görkemli, çok büyük paralara mal olan kaçak sarayı tercih edenlerin,

Yanlış iç ve dış politikalar uygulayarak, içeride ve dışarıda tüm terör örgütlerine teslim olanların, siyasi çıkarları için bölücü terör örgütü PKK'nın Doğu ve Güneydoğu il ve ilçelerimizi terör örgütü militanlarının yuvası haline getiren ve bu il ve ilçelerimizi silah,mühimmat ve patlayıcı maddelerin deposu haline getirilmesine, buralarda hendekler kazıp, barikatlar kurulmasına göz yumanların,

Bu aymazlıkları sonunda, terörün ve katliamların azmasına, masum insanlar ile asker ve polislerimizin şehit olmalarına neden olanların, hergün tekrarlanan terörü ve katliamları halkımıza kanıksatan ve toplu katliamları dahi, olağan ve adi bir polis vak'ası seviyesine indirgetenlerin,

Tüm bu olup bitenlere rağmen, bu terör ve katliamların siyasi sorumluluğunu üstlenerek, gereğini yapıp istifa etmeyi düşünmeyenlerin, istifa etmedikleri gibi, kürsülerden yaptıkları konuşmalarda seslerini yükselterek, muzaffer bir komutan edasıyla, o baş edemedikleri terör örgütlerine kuru sıkı meydan okuyanların,

Teröre teslim olmayacağız demelerine rağmen, bir futfol maçınının güvenlik içinde yapılmasını sağlayamayacaklarını itiraf anlamına gelecek şekilde, spor müsabakalarını iptal edenlerin,

Kadın haklarına saygı duymayanların, ülkesinde hergün sevgilisi ve eski kocası tarafından öldürülen kadınlarımızın bu acı akibetlerine son veremeyenlerin,

Demokrasiyi, insan hak ve özgürlüklerini, insan hak ve özgürlüklerinin tavan yapacağı yeni bir özgürlükçü Anayasa yapacaklarını dillerine dolayarak, sık sık tekrarlamalarına rağmen, 12 Eylül Darbe Anayasası olarak küçümsedikleri yürülükteki anayasayı dahi bekleme odasına alarak, fiili bir başkanlık rejimi kurduklarını alenen ve korkmadan ilan ednlerin ve ülke kan gölüne geldiği, hergün onlarca insanımız ve güvenlik görevlimizin hayatlarını kaybetmelerine rağmen, ülkenin başka sorunları yokmuş gibi, hala başkan olmak için çaba gösterenlerin,

Laikliği, insan hak ve özgürlüklerini, yargı bağımsızlığını, ayak bağı kabul edenlerin,

Anayasada yer alan basın, düşünce ve düşünceyi açıklama, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüklerini fiilen kullandırmayan, muhalif gazetecileri tutuklatan, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüklerini kullanarak iktidarı eleştirenleri, Cumhurbaşkanına hakaret ettikleri gerekçesiyle mahkemelerde süründüren, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüklerini kullanmak için meydanlara çıkanların üzerlerine, tomalardan tazyikli su, gözlerine biber gazı sıktıranların,

Muhalifleri, Cumhurbaşkanına hakaret suçuyla korkutarak, suçsuz muhalifleri bu suçlama ile susturmak isteyenlerin ve bu suçu siyasi amaçları ve muhalefeti susturma aracı olarak kullanarak suiistimal ettikleri için, Avrupa Birliğinden, “Ceza Kanununuzdaki Cumhurbaşkanına hakaret suçunu, suç olmaktan çıkarınız” uyarısını alanların,

Haklarında yolsuzluk ve rüşvet iddiaları bulunan bakanları, Yüce Divana sevk etmekten korkarak, mecliste aklayanların, yolsuzluk ve rüşvet iddialarının üzerine gitmeyenlerin, milletine, adaletin gerçekleşmesi ve hakikatlerin açığa çıkması için Amerikan yargısından medet umdurtanların,

ATATÜRK ve İNÖNÜ dönemlerini de kapsayan 93 Yıllık laik Cumhuriyet dönemini enkaza benzeterek, kendilerini, bu enkazı kaldıran kişiler olarak gösterenlerin,

Ülkemizin karşı karşıya kaldığı ağır terör ve toplu katliam eylemlerine rağmen, Paris ve Brüksel de olduğu gibi, Dünya Devletlerinin, bize de, sözde kalmayan, eylemsel destek vermelerini istemeye ve bu desteği vermedikleri için onları eleştirmeye hakları yoktur.

Bir ülkenin görkemli, pahalı ve çok odalı Cumhurbaşkanlığı Saraylarıyla itibarlı ve saygın olamayacağını, artık herkesin anlamış olduğunu zannediyoruz. 24/03/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

23 Mart 2016 Çarşamba

BU TOPRAKLARIN VATANIMIZ OLDUĞUNU ŞİMDİ Mİ ANLADINIZ?




Devlet Övünç Madalyası ve Beratı Tevcih Töreni’ne katılarak madalya ve beratları sahiplerine veren Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu törende yaptığı konuşmasında; "Bizi üzen, bu süreçte verdiğimiz şehitlerimizdir. Geçtiğimiz Temmuz ayından bu yana 300'ün üzerinde asker ve polisimizi şehit verdik. Ama ne kazandık biliyor musunuz? Bu toprakların vatanımız olduğunu dosta düşmana bir kez daha gösterdik. Bu önemliydi.”

Kulağa hoş da gelse,daha önce bu ülkenin Başbakanı olarak ülkeyi 13 yıl yöneten ve daha sonra da, Cumhurbaşkanı olmasına rağmen, hem Cumhurbaşkanı ve hem de fiili Başbakan olarak, bu ülkeyi tek başına ve tek karar sahibi olarak, anayasa dışı yönetmeye devam eden Tayyip Bey'in bu beyanları; bize göre,kendisinin bu ülkeye yaptığı kötülüklerine, kötü ve hatalı politikalarıyla ülkede yarattığı kaos, terör bataklığı ve kan gölüne mazeret üreten, bir anlamda ülke insanlarına yaptığı kötülüklerin üzerini örtmeye yönelik, içi boş hamasi beyanlardır.

Geçtiğimiz Temmuz ayından bu yana 300'ün üzerinde askerimizi ve polisimizi şehit verdiğimizi, bu şehitlerden üzüntü duyduğunu belirten Tayyip Bey,bu kaybettiğimiz 300 şehidimizin; bizlere,dostumuza ve düşmanımıza, adına şehit oldukları bu toprakların vatanımız olduğunu gösterdiğini, bunun bir kazanç olduğunu beyan ediyor.

Ne kadar acı, üzücü ve yanlış bir tespit ve değerlendirme.

Tayyip Bey'i bilemeyiz ama, biz kendimizi bildik bileli, üzerinde yaşadığımız bu toprakların vatanımız olduğunu, buradan başka bir vatanımız olmadığını, yaklaşık yüz yıl önce,emperyalist düşman devletleriyle yapmış olduğumuz, daha geçtiğimiz günlerde zaferini kutladığımız Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları sırasında verdiğimiz milyonlarca şehidimiz ve onların akıttıkları kanlarla, bu toprakların vatanımız olduğunu biliyor ve kabul ediyoruz.

Dost ve düşmanlarımız da, şu anda üzerinde yaşamakta olduğumuz toprakların, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında şehit olan atalarımızın akıttıkları kanlarla vatanımız olduğunu zaten bilmekteler.

Bu gerçeği, Temmuz ayından bu yana 300 şehit vererek, dosta ve düşmana yeniden göstermenin ne gereği vardı?

Bu toprakların, vatanımız olduğunu göstermek için, daha ne kadar şehit vereceğiz?

Bu toprakların vatanımız olduğunu, şehitler vermeden göstermenin başka yolu yok mudur ki?

İlla ki kan mı dökmek lazım, bu ülke toprakları, vakti zamanında kan dökülerek, şehitler verilerek vatan haline getirilmiş ve dost ve düşman cümle aleme ilan edilmiş değil midir?

Bu toprakların vatanımız olduğunu; ülkeyi, yurtta sulh, cihanda sulh ilkesinden ayrılmadan iyi bir şekilde yöneterek de, dost ve düşman cümle aleme göstermek mümkündür.

Sonra, bu lanet olası terör savaşının kimlerle yapılmakta olduğunu bir düşünsenize, 300 şehit verdiğimiz çatışmaların karşı tarafında yer alan terörist kişler de, bizim vatandaşlarımız değil midir, onların dedeleri de, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında bu vatan toprakları için kanlarını akıtarak şehit olmamışlar mıdır?

Tayyip Bey; gerçeklerin üzerini örtmek, 300 şehidimizin acılarını unutturmak amacıyla,böyle hamasi ve yanıltıcı beyanlarda bulunacağına, öncelikli olarak, ülkenin adım adım, bu terör ve kaos ortamına ne şekilde, hangi yanlış politikalar, ihmaller, göz yummalar ve politik çıkar hesaplarıyla getirildiğini düşünmek ve bunun öz eleştirisini yaparak hesabını da vermek durumundadır. 23/03/2016

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



22 Mart 2016 Salı

E Y V A H!...



Eyvah ki ne eyvah.

Bizim 17/25 aralık şüphelisi, pardon mağduru (!) İranlı Reza ZARRAB, eşiyle gittiği Amerika Birleşik Devletlerinde tutuklanmış, hatta iddianamesi bile hazırmış ve 75 yıl hapsi istenesiymiş.

Medya öyle diyor, biz de vallahi medyanın yalancısıyız.

Adamın masum olduğu, 17/25 aralık soruşturmasını yapan paralelci ve cemaatçi savcıların iftirasına uğradığı, tarafsız (!) savcılarımız tarafından hakkında düzenlenen kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla ortaya çıkmıştır!

Siz hiç inanmayınız, yok bazı bakanlara ve bakan çocuklarına milyonlarca dolar rüşvet vermiş, kollarına çok değerli hediye saat takmış, bazı bakanlar ayaklarının altına yatarak ona paspas olmuşlar, hepsi iftira ve yalan! Dini bütün bir partimizde politika yaparak bakanlık koltuklarına kadar yükselen bu kişiler o kadar küçülerek, bu kişiden rüşvet alacak değiller, bir bakanımızın koluna takılan o saatin ücreti de, bizzat o bakanımız tarafından alnının teriyle kazandığı paralarla ödenmiş bir saattir!Allah hepimizi kuru iftiradan saklasın!

Reza ZARRAB'dan rüşvet aldıkları iddia edilen bakanlarımız da, bu iddianın ortaya atılmasından hemen sonra, biz böyle adi iftiraların gölgesinde yaşayamayız, bizi Yüce Divanda yargılasınlar ve aklanalım diyerek, derhal bakanlık görevlerinden istifa etmediler mi, yargılanma dilekleri kabul edilerek, Yüce Divanda yargılandıktan sonra, suçsuz oldukları rtaya çıkarak aklanmadılar mı canım!

Bizim yargı kararlarımıza göre aklanan Reza ZARRAB;asla, bazı bakanlara ve çocuklarına rüşvet vererek yasa dışı bir iş yapmaz, suç işlemez, kendisi zengin ve iyilik sever bir iş adamı olduğu için, kendisini çekemeyen bazı kendini bilmezler, yasa dışı işlerinde kendisine yardımcı olan bazı bakanlara rüşvet verdiği yolundaki iftiraya dayalı iddiaları yetmiyormuş gibi, İstanbul Boğazındaki yalısında Belediyeden ruhsat alarak yasal bir şekilde yaptırdığı tadilat nedeniyle de kendisine iftira atmışlardır!

Amerikalı yasa adamları da, tıpkı ülkemizde yapıldığı gibi, Reza'ya iftira atıyorlar,haksız olarak tutukluyorlar, oysa ki, hakkında soruşturma yapan ve onu aklayan İstanbul C. Savcıları kendisine kefildir, beyanlarına başvurulursa, Reza'nın yasalara saygılı, masum,iyilik sever, hayır yapan, çok iyi bir kişi ve aile reisi olduğunu, mutlaka söyleyeceklerdir!

Sakın üzülme ve korkma Zerab Bey; sen değil, seni bu durama getirenler,sana arka çıkanlar, yardım ve yataklık edenler korksun ve üzülsünler, sen yeterki dik durmasını bil ve yapacağın savunmada, referanslarını iyi seç ve kullan, bir de dua et ki; 17/25 aralık soruşturmasını yapan ve daha sonra meslekten atılan,şu anda kaçak olup yurt dışında bulunan cemaatçi savcı Zekeriye ÖZ ve diğerleri, seni ve başkalarını yakacak delillerin bir örneklerini, yurt dışına kaçarken beraberlerinde götürüp Amerikalı savcılara da sızdırmış olmasınlar! 22/03/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi



21 Mart 2016 Pazartesi

OBAMA'YA ALLAH MI SÖYLETTİ DERSİNİZ?




Dünyanın süper gücü ABD'nin Başkanı Obama'nın, Amerikan yasalarına göre, ikinci başkanlık dönemi sonunda, bir daha seçilemeyecek olması nedeniyle, ABD Başkanlığı görevinden ayrılacak olmasını değerlendirdiği, Afrika Birliğinde yapmış olduğu, öz güven dolu ve demokrasi dersi niteliğindeki konuşmasından bazı bölümlere, aşağıda aynen yer vermek istiyor ve bu zihniyette demokrat bir Cumhurbaşkanına sahip olamadığımız için üzülüyoruz.
ABD Başkanı Obama diyor ki;
Size dürüst olmak istiyorum. Şunu gerçekten anlamıyorum. Ben 2 nci dönemimdeyim. ABD Başkanı olarak hizmet etmek olağan üstü bir ayrıcalıktır. Bundan daha fazla gurur verici ve ilgi çekici bir iş düşünemiyorum. Çünkü işimi çok seviyorum. Ama Anayasaya göre Başkanlık için yeniden aday olamam.
Aslında kendimin iyi bir başkan olduğunu düşünüyorum. Yeniden aday olursam kazanabilirim. Ama yapamam..! ABD’yi yeniden ileriye götürmek için yapmak istediğim çok şey var. Ama kanun kanundur..! Ve hiç kimse kanun üstünde değildir..! Başkan olsak bile…
Size dürüst olacağım. Başkanlıktaki hayatımın sona ermesini dört gözle bekliyorum. Etrafımda çok geniş bir güvenlik koruması olmayacak. Bu da rahatlıkla yürüyebileceğim anlamına geliyor. Ailemle vakit geçirebileceğim. Hizmet etmek için farklı yollar bulabilirim. Afrika’yı daha sık ziyaret edebilirim.

Aslında gelmek istediğim nokta şudur. Neden insanlar daha fazla görevde kalmak isterler. Anlamıyorum. Özellikle çok paraları olduğu halde..! Bir lider sadece görevde kalmak için oyun esnasında kuralları değiştirmek istediği zaman istikrarsızlık ve kavga gibi riskleri beraberinde getirir. Bu genelde çok tehlikeli yola giden ilk adım olur

Bazen liderlerin; ‘Ben bu milleti ayakta tutabilecek tek kişiyim..!’ dediklerini duyarsınız. Eğer bu doğruysa, o lider gerçekten kendi milletini inşa etmekte başarısız olmuş demektir. Evet, hiç kimse ömür boyu başkan olmamalı..! Ben genç bir adamım. Biliyorum ki, yeni bir enerji, yeni arayışlara sahip olan biri, ülkem için iyi olacaktır

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK de, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacak, ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” demek suretiyle, ülkelerin liderlerle kaim olmadıklarını, kimsenin vazgeçilemez olamayacağını, kalıcı olanın, lider değil ülkeler olduğunu vurgulamış ve büyük bir devlet adamı olduğunu ispat etmiştir.

Ben gidersem devlet yıkılır diyen Tayyip Bey'in kulakları çınlasın.22/03/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat






TERÖRE TESLİM OLMAYACAĞIZ!...



Bizi yönetenler, daha doğrusu yönetemeyenler, mangalda kül bırakmaksızın sürekli ne diyorlar?

Asla teröre teslim olmayacağız.

Bu ne demek?

Normal ve orta zekalı bir insan; iktidarın, teröre teslim olmayacağız söyleminden ne anlar?

Kişi ve toplum olarak, terörden korkmamalıyız,evlerimize kapanmamalıyız, teröre rağmen normal kişisel ve toplumsal yaşamımıza devam etmeliyiz, terörü önlemek için ne yapılması gerekiyorsa yapılacaktır, halkımızın can güvenlikleri sağlanacaktır, hiçbir endişeye ve korkuya kapılmadan, siyasal iktidara ve onun alacağa önlemlere güveniniz.

Biz de, Tayyip Bey ile diğer AKP yöneticilerinin sürekli tekrarladıkları, teröre teslim olmayacağız söylemlerinden bunu anlıyoruz.

Tam bizi yönetenlere güvenmeye başladığımız, teröre rağmen normal yaşam koşullarına dönmeye çalıştığımız bir sırada, dün (20/03/2016) İstanbulda yapılması gereken Galatasaray- Fenerbahçe lig maçı, hem de müsabakanın başlamasına çok az bir süre kala, terör nedeniyle iptal edilmesin mi.

İstanbul Valisi bir açıklama yaparak,ciddi bir istihbaratın değerlendirilmesine bağlı olarak,Galatasaray ve Fenerbahçe arasında yapılması gereken lig maçınının ileri bir tarihe ertelendiğini ilan etmiştir.

İstanbul Valisinin, ciddi bir istihbaratın değerlendirilmesi dediği şey; maç nedeniyle bir terör saldırısının yapılacağı konusunda ciddi bir istihbari bilgi aldıklarının beyanıdır.

Başa dönersek, hani teröre teslim olmayacaktık?

Her ne sebeple olursa olsun, yapılması gereken bir futbol müsabakasının, son anda terör nedeniyle iptal edilerek ileri bir tarihe ertelenmesi, teröre teslim olmak değil midir?

Bu futbol müsabakasının yapılmasına aniden karar verilmiş ve bu nedenle yeterli güvenlik tedbirlerinin alınması için gerekli zaman bulunamamış değildir.

Bu futbol maçının 20/03/2016 tarihinde yapılacağı, maç tarihlerinin belirlendiği lig sezonunun başladığı aylar öncesinden bellidir.

Teröre teslim olmayacakları konusunda iddialı olan AKP iktidarı, yapılacağı aylar öncesinden belli olan bu maçın güvenlik içinde yapılmasını sağlayacak önlemleri almaya muktedir değil midir?

Vali diyor ki, daha doğrusu valiye söylettiriliyor ki; ciddi bir istihbarat aldık, bu istihbaratı değerlendirdik ve maçı iptal ediyoruz.

Ne güzel işte, bugüne kadar ciddi bir istihbarat alamadığınız için, istihbarat zafiyetiniz nedeniyle önleyemediğiniz, önceki üç Ankara ve İstanbul Sultan Ahmet ve İstiklal Caddesi patlamalarına göre bir adım öndesiniz, ciddi bir istihbarat almışsınız ve muhtemel bir terör saldırısından bilgi sahibi olmuşsunuz, bu bilgi çerçevesinde, önceki emniyet tedbirlerinizi takviye edip daha da artırarak maçı oynatsanıza ve aldığınız ciddi istihbarata dayanarak, eylem hazırlığındaki terörisleri ele geçirip iktidarınızın gücünü (!) halkımıza göstersenize.

Bundan daha iyi bir imkan ele geçirilebilir mi?

Maçı iptal edeceğinize, meydana çıkarak, halkımıza aslanlar gibi demeliydiniz ki; bir istihbarat aldık ama, hiç merak etmeyin, ancak biraz daha dikkatli olun, tüm güvenlik tedbirlerini daha da artırarak aldık, huzur içinde maçı izleyiniz.

Ama ne gezer.

AKP iktidarı; sudan bir sebeple, Galatasaray ve Fenerbahçe arasında yapılması gereken futbol müsabakasını iptal ettirmekle, teröre engel olabilmek, teröre karşı teröristlerin eline geçmiş bulunan psikolojik üstünlüğü yeniden geri alarak, halkımıza terör ve terörü önleme konusunda güven verebilmek için eline geçen çok önemli fırsatı kaçırmış ve teröre teslim olmuştur.

Demek ki; AKP iktidarının sürekli dile getirdiği, teröre teslim olmayacağız söyleminin, onlara göre asıl anlamı; terörü önlemekte acz içinde olsak da, istifa etmeyeceğiz ve terörü önlemeye muktedir bir iktidarın önünü açmamakta direneceğiz, demekmiş.

Bu yalın gerçekleri yazınca da, bu yazılanlardan ders çıkarılacağına, teröre destek vermekle suçlanan yazarlar oluyoruz.

Bugüne kadar teröre kimlerin destek verdiğini, onlara yardım ve yataklık yaptıklarını, geç de olsa halkımız anlamaya başlamıştır. 21/03/2016

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

20 Mart 2016 Pazar

70 MİLYON AÇIK CEZAEVİ MAHKUMU YARATTINIZ





Yönetimde istikrar diyerek halkımızı kandırmak suretiyle 1.Kasım seçimlerinde yeniden tek başına iktidar olan AKP, aradan geçen kısa sürede, yönetimde istikrarı sağlayamasa da, terörde istikrarı sağlamış ve canlı bombalara teslim ettiği ülkemizi, kan gölüne çevirmiştir.

Öncelikli görevi olan halkının can güvenliğini sağlayamayan, peş peşe gelen canlı bomba eylemleriyle, yüzlerce vatandaşımızın topluca hayatlarını kaybetmelerine ve yaralanmalarına neden olan AKP iktidarının; terörü önlemekteki acziyeti, terörü önleme konusunda, eylemden sonra canlı bombanın kimliğini belirlemekten başka, laftan ve terörü lanetlemekten öteye hiçbir bir çözüm getirememesi nedniyle sokağa çıkmaktan korkan ve evlerine kapanmak zorunda kalan halkımızın yaşadıkları konutları;birer açık cezaevlerine dönüşmüş ve korkudan evlerine kapanıp sokağa çıkamayan halkımız, adeta açık cezaevi mahkumları haline getirilmişlerdir.

Peki nedir, açık cezaevleri?

İlgili yasamızda, açık cezaevleri; yasal tabiriyle, açık ceza infaz kurumları; özetle, firara karşı engelleri ve dış güvenlik görevlisi bulunmayan kurumlar olarak tanımlanmaktadır.

Bu tanım, AKP iktidarının terör ve canlı bomba belasının önüne geçememesi ve halkımızın can güvenliklerini sağlayamaması nedeniyle, çareyi evlerinde oturarak sokağa çıkmamakta bulan ve evlerine hapis olan halkımızın içinde bulunduğu koşullara ve ruh haline ne kadar benziyor değil mi?

Tıpkı, açık ceza infaz kurumlarında cezasını çekmekte olan ve firara karşı hiçbir engel olmamasına ve dış güvenlik görevlisi bulunmamasına rağmen, bazı haklarını yitirecek ve bazı müeyyidelere maruz kalacak olmanın korkusuyla, açık ceza infaz kurumundan dışarı çıkararak burayı terkedemeyen mahkumkar gibi, halkımız da, kör bir canlı bombanın saldırısına maruz kalarak ölürüm veya yaralanarak sakat kalırım korkusuyla,zorunlu olmadıkça konutlarını terk edemiyolar ve evlerinde vakit geçirmeyi tercih ediyorlar.

Şimdi sizlere soruyoruz, AKP iktidarının yetersizliği nedeniyle, halkımızın içinde bulunduğu bugünkü durum ve ruh hallerinin, açık cezaevi mahkumundan ne farkı vardır?

AKP iktidarı; okulları kapatarak milli eğitim sorununu çözmüş olmak gibi, vatandaşlarını, birer açık cezaevi haline getirdiği evlerinden çıkamaz hale getirmek suretiyle, canlı bomba ve terör sorununu çözdük diyerek övünebilir artık! 20/03/2016



Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

19 Mart 2016 Cumartesi

BU KEZ İSTİKLAL CADDESİNDE HORTLAYAN CANLI BOMBA



Bakınız, bugünlerde olacakları görerek, yaklaşık bir buçuk sene önce 09/Ekim/2014 tarihinde yazdığımız, “AKLINIZI BAŞINIZA TOPLAYINIZ” başlıklı makalemizde neler yazmışız, hep birlikte bir anımsayalım mı?


AKLINIZI BAŞINIZA TOPLAYINIZ!


Ülkesini ve milletini seven bir vatandaş olarak, buradan AKP iktidarına sesleniyor ve uyarıyoruz.Aklınızı başınıza alınız. Siyasi geleceğinizi, siyasi menfaatlerinizi, siyasi ikbal beklentilerinizi, ülkemizin ve milletimizin menfaatlerinin üzerinde görmekten artık vaz geçiniz.

Sizin, adını ne koyarsanız koyun, çözüm veya barış sürecinizin içinin boş ve bir aldatmaca, zaman ve seçim kazanma taktiği olduğunu sürekli savunduk ve yazdık, gelinen bu noktada haklı olduğumuz ortaya çıkmıştır.

AKP iktidarı olarak sizin, çözüm için görüştüğünüz PKK ve yandaşlarına güveniniz olmadığı gibi, onların da size, zerre kadar bir güvenleri yokur. Karşılıklı güvenin olmadığı bir ortamda yürütülmeye çalışılan görüşmelerden bir sonuç çıkması imkansızdır.

AKP iktidarı olarak elinize büyük bir fırsat geçmiş, binlerce şehit ve gaziye rağmen, bu millet, sizin PKK terör örgütü ile masaya oturmanıza ve çözüm sürecini başlatmanıza, belki çözüm olur umuduyla, içleri kan ağlasa da sesini çıkarmamış ve rıza göstermiştir. PKK terör örgütüyle masaya oturup müzakere başlatmanıza rağmen, girdiğiniz seçimlerde size oy vermeye devam eden halkımız, size olan güven ve desteklerini göstermişlerdir.

Ancak, AKP iktidarı olarak, bu sürecin genel çerçevesini çizip karşı tarafa kabul ettiremediniz, sürecin sağlıklı bir şekilde yürüyebilmesi için gerekli olan disiplini tesis edemediniz, PKK militanlarının silahlarıyla birlikte sınırdışına çıkmalarını şart koşmanıza rağmen, sınır dışına çıkmadıkları gibi, sınır içindeki militan sayılarında ve silahlarındaki artışa sessiz kaldınız, doğu ve güneydoğuda tırmandırdıkları şiddet ve terör eylemlerine göz yumdunuz,güvenlik güçlerini, çözüm sürecine zarar gelmesin gerekçesiyle yasal görevlerini yapamaz hale getirip iğdiş ettiniz.

Teröre rağmen, barış ve çözüm sürecine devam etme gibi garip bir ugulamayı litaratüre geçirdiniz.

Hiç kusura bakmayın ama, AKP iktidarı olarak sizin tek amacınız, PKK'nın toplu ve ağır silahlarla karakol baskınlarını ve dolayısıyla toplu şehit cenazelerini askıya alıp önleyerek, zaman ve seçim kazanmaktan ibarettir. Bu amacınıza da ulaştınız, hem iktidar oldunuz, hem de AKP Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Bey'in Cumhurbaşkanı seçilmesini sağladınız.

Ne idiğü belirsiz sözde çözüm sürecinden elde edeceğinizi elde ettiniz, şimdi sırada, son amacınız olan 2015 seçimlerini anayasayı değiştirecek çoğunlukta kazanarak Tayyip Bey'i bu ülkenin padişahı yapmaktır, bunu çok iyi biliyoruz. Bu nedenle, iki gündür ülkemizi ateşe veren ATATÜRK heykellerini ve Türk Bayrağını yakan, PKK militanlarına ve yandaşlarına göz yummaya devam edecek ve sözde çözüm süreci aldatmacanıza devam edeceksiniz.

Nitekim, Başbakan Ahmet Bey, şiddet olaylarını görüştükleri toplantı sonunda yaptığı açıklamasında, çözüm sürecini, vandallara kurban etmeyeceklerini açıklamış ve ülke geneline yayılan terör içinden, barış çıkarma saçmalıklarına devam edeceklerini ortaya koymuştur.

AKP iktidarı ile PKK ve yandaşları, halkımızın, çözüm süreci aldatmacasına olan inançlarını ve güvenlerini sıfırlamışlardır.

AKP iktidarı, çözüm süreci aldatmacasına derhal son vermeli ve Anayasamızın ve yasalarımızın müsaade ettiği ölçüde, üniter devlet yapımızı, ülkemizin vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayacak şekilde, Kürtlere, tek yanlı olarak, etnik ve kültürel tüm özgürlüklerini vermeli ve karşı taraf bununla yetinmeyerek şiddet eylemlerine devam ettiği taktirde, bu çapulculara büyük devlet olduğunu en şedit bir şekilde ve acımasızca göstermelidir.

Bu ülke sahipsiz değildir, bu ülke; sadece, AKP ve yandaşlarıyla, şu veya bu nedenle onlara oy vererek iktidara getirenlerin de değildir. Bu ülke; iktidarıyla, muhalefetiyle, Kürdüyle ve diğer etnik kökenli vatandaşlarımızla hepimizindir.

Tayyip ve Ahmet Beyler; aklınızı başınıza devşirin ve şu ESAD takıntınızdan kurtulunuz, önce kendi kapınızın önünü süpürerek temizleyiniz ve şu PKK terörünü sonlandırınız, ülkemizin yangın yerine döndüğünü televizyondan izleyen ESAD'ın, ülkemizin bu manzarası karşısında moralinin yükseleceğini, bunlar mı beni devirecek diye kendi kendine mırıldanıp zevkten dört köşe olarak viskisini yudumlayacağını asla unutmayınız. Ağlanacak halimize, yalandan da olsa, bir iki göz yaşı damlatarak kendinize geliniz. 9/Ekim/2014


Keşke biz haksız çıksaydık da, yüzlerce canı kaybetmeseydik, ülkemiz kan gölüne dönmeseydi.

Bugün İstanbul İstiklal Caddesinde patlatılan canlı bomba ile dört masum insanı kaybettik onlarcası da yaralandılar.Yetkililer hep bir ağızdan bozuk plak misali aynı sözleri tekrarlamaya başladılar. Terörü lanetliyoruz, ölenlere Allahtan rahmet, yaralılara şifa diliyoruz,milli birlik beraberliğimizi kaybetmeyelim,yani bizleri eleştirmeyin,biz koltuklarımızda oturmaya devam edelim, aksine davranırsanız sizi de terörist kabul ederiz,yayın yasağı getirilmiş olup,soruşturma tamamlandıktan sonra siz halkımıza bilgi vereceğiz.

Hep aynı şablon beyanlar, bozuk plak misali, aynı beyanların tekrarı ve hep aynı görüntü; önlenemeyen terör, patlayan canlı bombalar, etrafa dağılan cesetler, ceset parçaları, yaralılar, bombadan kalan artıklar ve açılan çukurlar, olay yerine gelen ambulanslar ve etrafta koşuşan ve önlem almaya çalışan güvenlik güçleri, tabi en önemlisi de, tüm bu olup bitenlere rağmen, koltuklarına yapışıp kalan, istifayı hiç düşünmeyen, surat derileri kalınlar.

Onlara göre istifa, başarısızlığın itirafı, PKK'ya ve PKK terörüne boyun eğmek ve onların ekmeğine yağ sürmek anlamına geliyor. Evet, istifa başarısızlığın itirafıdır ama, aynı zamanda demokratik ve erdemli bir tavır ve refleks olup, inatla başarızlığı kabul etmemek ve koltukta oturmaya devam etmek ise, demokrasiye inanmamak, onursuzluk ve bundan sonra meydana gelecek olan terör eylemlerinden doğacak olan siyasi sorumluluğu da, baştan kabul etmektir. 19/03/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat




18 Mart 2016 Cuma

ATATÜRK GİTTİ BİRŞEY OLMADI



Ben gidersem devlet yıkılır demiş, sen hiç merak etme, devletimize asla ve asla, hiçbir şey olmaz.

Sen yeterki git.

Sen varsın da ne oluyor, devletimiz maddi ve manevi güçleniyor mu?

Hergün bu ülkenin polisi, askeri şehit ediliyor, devletin başkenti Ankarada beş ay içinde üç kez, canlı bombalar tarafından katliamlar yapılıyor ve yüzlerce masum vatandaşımız hayatlarını kaybediyorlar ve yaralanarak sakat kalıyorlar.

Sayenizde, ülkemiz bölünmenin eşiğine geldi, her yer kan gölüne döndü.

Ülkemizin dostu olan tüm ülkeler, düşman haline getirildiler, tek dostumuz kalmadı.

Ülkenin insanları; sayenizde sağcı,solcu,Türk,Kürt,alevi,sünni ve benzeri dini ve etnik kimliklerine göre bölündüler,insanlar kimliklerine göre kamplara ayrıldılar ve ayrıştırıldılar.

Sen hiç merak etme, gidersen bunlardan daha kötüsü olamaz, devletimiz ise asla yıkılamaz.

Bu devlet, kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK öldükten sonra dahi yıkılmadı ve sizin tüm kötü yönetimize rağmen, hala dimdik ayakta duruyor.

Herşeye rağmen, devletimizin dimdik ve sağlam bir şekilde ayakta durmasının sebebi, yönetimdeki sizin varlığınız değil tabi, sakın yanlış anlamayınız.

Bu devlet, herşeye rağmen hala yıkılmıyor ve dimdik ve sağlam bir şekilde ayakta durabiliyorsa, bu başarı ve mucizenin asıl nedeni, yarım da kalmış olsa ve karşı devrimciler tarafından yer, yer kemirilerek yok edilmeye de çalışılsa,Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün bu ülkeye yerleştirdiği devrimler, ilkeler ve onun bu devrim ve ilkeleriyle yetişen ve bu devrim ve ilkelerden asla ödün vermeyen halk çoğunluğudur.

Tekrar ediyoruz, hiç merak etmeyin, siz gitseniz de, ATATÜRK'ün devrim ve ilkelerini hücrelerine emmiş bulunan, temellerinde ATATÜRK devrim ve ilkelerinin harcı bulunan, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti asla yıkılmaz.

İsterseniz bir gidiniz ve test ediniz, gerçeği siz de göreceksiniz,denemesi bedava.

18.Mart Çanakkale Zaferi, hepinize ve hepimize kutlu ve mutlu, bu zaferi bizlere kazandıran ve hediye eden tüm şehit ve gazilere, o ölümsüz gerçek kahramanlara selam olsun.18/03/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



17 Mart 2016 Perşembe

MUHALEFETE TUZAK TEKLİF



Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU;tabiidir ki, sarayın bilgisi ve kararı doğrultusunda ve de sarayın bir sözcüsü olarak bugün bir açıklama yaptı ve dokunulmazlıklar konusunda madem ki meydan okuyorsunuz, meclise gelen 506 dokunulmazlık dosyasının hepsini ele alarak dokunulmazlıkların tümünü kaldıralım diyerek, muhalefete çağrı yapıp hodri meydan dedi ve ekledi;muhalefet olarak sizlerin bu konudaki görüşlerinizi bekliyoruz.

Ne kadar demokratik ve cesur bir çağrı değil mi?

Bu çağrıyı duyar duymaz, içimizden, helal olsun be Ahmet Bey, saray'a ve dokunulmazlıkları kaldırılacak olan AKP milletvekillerine rağmen, bu cesur ve demokratik kararı aldığın için seni tebrik ediyor ve yanaklarından öpüyoruz diyesimiz geliyor.

Ancak kazın ayağı öyle değil, bize göre saray kaynaklı olan Ahmet Bey'in çağrısı, meclisteki üç muhalefet partisine karşı hazırlanan gizli bir tuzak ve darbedir.

Bu sonuca niçin varıyoruz?

Neymiş efendim, dokunulmazlık dosyaları anayasanın öngördüğü prosedür uygulanarak mecliste tek tek ele alınıp oylanırsa, 506 dosyanın görüşülmesi zaman alacakmış, meclisi üç, beş ay gibi uzun süre bloke edecekmiş.Bu nedenle Anayasaya bir geçici madde eklenerek, 506 dokunulmazlık dosyası, bu geçici maddenin kabulü ile otomatikman oylanmış ve dokunulmazlıkların kaldırılmış olduğu kabul edilmeli ve dosyası bulunan milletvekillerine yargı yolu açılmalıymış.

Ahmet Bey de çok iyi biliyor ki; anayasada değişiklik yapma oylamasının gizli olması, grup kararı alınamaması ve özellikle günümüzde yargının bağımsız olmaması ve AKP iktidarının vesayeti altında bulunması nedeniyle, adil ve tutuksuz yargılanacakları konusunda endişeli olan muhalefet partilerinin haklarında dokunulmazlık dosyası bulunan milletvekilleri, haklı olarak bu anayasa değişikliğine evet oyu vermeyecekler ve anayasa değişikliği meclisten geçemeyecektir.

Ahmet Bey'in ve saray'ın, gizli oylama nedeniyle, kendi partilerine mensup ve fezlekeleri olan milletvekillerinin dahi, bu oylamada anayasa değişikliğine evet demeyecekleri konusunda en küçük bir şüpheleri bulunmamaktadır.

Ahmet Bey ve saray; belki de, muhalefet partilerinin çoğunluğu itibariyle anayasa değişikliğine evet demeleri ve anayasa değişikliğinin kazara gerçekleşerek dosyaların yargıya intikali riskine karşı önlemlerini alarak, dokunulmazlıkların kaldırılmasını sağlayacak olan anayasa değişikliğine, belli sayıdaki AKP milletvekilinin mazeret yaratılarak oylamaya katılmamalarını sağlayacaklar ve/veya hayır oyu vermelerini teşvik edeceklerdir.

Anayasaya bir geçici madde ekleyerek 506 dokunulmazlık dosyasının toptan ele alınarak dokunulmazlıkların kaldırılması yönteminden bir sonuç alınamıyacağını çok iyi bilen ve bu sonuçtan emin olan Ahmet Bey, saray ve AKP iktidarı; sadece mevcut 506 dokunulmazlık dosyasına münhasır olmak üzere, dokunulmazlıkların kaldırılarak,dosyaların yargıya intikal ettirilip,dosyası bulunan milletvekillerinin yargılanmalarının önünü açmaya ilişkin, muhalefet partilerine yaptıkları hodri meydan niteliğindeki tuzak teklif ile en başta CHP olmak üzere, MHP ve HDP'yi sınamakta, ve muhalefet partilerinin bu teklife yönelik olası bir yan çizmede bulunmaları halinde, bu yan çizmeyi muhalefet partilerinin aleyhinde bir propaganda unsuru olarak kullanarak, muhalefeti; dokunulmazlıklar konusunda samimiyetsizlikle suçlamak ve kendilerini haktan yana, yargılanmaktan korkmayan, yargıdan kaçmayan, dosyası olan iktidar milletvekillerinin yargı önünde hesap vermelerinin önünü açan cesur,hukuka saygılı ve demokrat bir parti olduklarını göstermenin, en önemlisi de, CHP'nin desteğini almadan HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını göze alamamaları nedeniyle,bu sorumluluğa CHP'yi de ortak edebilmenin arayışı ve hazırlığı içindedirler.

Ancak,Ahmet Bey'in teklifinin; özellikle CHP için, çok önemli bir riski vardır.

Biz, Ahmet Bey'in de bu teklifini, CHP adına bu riski görerek, bunu ileride CHP aleyhine bir propaganda unsuru olarak kullanmayı düşünerek ve planlayarak yaptığını değerlendiriyoruz.

Şöyle ki; anayasa değişikliği oylaması, gizli oy ile yapılacağı için, bu oylamada çıkan evet (kabul) oylarının sayısı, teklifin yasalaşmasına yeterli olmadığı taktirde, CHP grubu evet (kabul) oyu vermiş olsa dahi, Ahmet Bey, saray ve AKP yandaşları; CHP'nin grup olarak hayır (ret) oyu verdiklerini, bu nedenle gerekli çoğunluğun sağlanamadığını,CHP'nin dokunulmazlık dosyalalarının yargıya intikalini önlediklerini koro halinde dile getirecekler ve CHP'yi en hassas oldukları kendi silahları dokunulmazlıklar üzerinden vurmaya çalışacaklardır.

Bu nedenle, Ahmet Bey, saray ve AKP yandaşları; yargıdan, HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının sorumluluğundan kibarca kaçma ve bu arada kendilerine CHP'yi yıpratma olanağı sağlama gibi, bir taşla üç kuş vuran güzel bir plana imza atmışlar doğrusu. Yiğidi öldür ama hakkını yeme! 17/03/2016

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat